0 0
Read Time:13 Minute, 36 Second

Hadi Biraz Ezber Bozaıim / Sibel Özbudun / “Kendi cahilliğini okuyabilmek
öyle sanıldığı gibi kolay değildir.”[1]
Duymamış olamazsınız. Karl Marx’ın başyapıtı Das Kapital’in bir Türkçe baskısı daha yapılıyor. Hem de üç cilt, eski deyişle “tekmili birden”!

“Ne var bunda?” diyebilirsiniz; “şu iflah olmaz ‘dinozor’ yayıncılardan biri, gözünü karartıp bu işe girişmiş olabilir. Hem artık Marx yayınlayanlar nezarethanelerde, hapishanelerde süründürülmüyor ki!”[2]

Kazın ayağı öyle değil. Kapital’i yayınlayacak “gözü kara” yayıncı, Türkiye İş Bankası! Evet, evet, yanlış duymadınız; bildiğimiz İş Bankası! Şöyle deniyor Cumhuriyet’in ilişkili haberinde: “Marx’ın çözümlemek için nerdeyse tüm ömrünü verdiği kapitalizmin kaleleri sayılan bankalar, Marksizme dair felsefi ve ekonomi politik kaynakları Türkiye’nin gündemine taşımaya hazırlanıyor. İş Bankası Kültür Yayınları (İş Kültür), 2010 yılına dair projeksiyonuna Karl Marx’ın Kapital’ini aldı. Almanca orijinalinden çevrilecek olan eser, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi çerçevesinde okuyucuya sunulacak.”[3] Ha, yayıncı kararlarının “krizle bir ilgisi olmadığını, uzun süre önce belirlenen bir program” gereği Kapital’i yayınlayacaklarını duyuruyor bir de…Eskilerin “başımıza taş yağacak” dediği günlerden geçiyoruz. Marx’ın “insanlığa karşı suç işlediği” gerekçesiyle London School of Economics’de (LSE) “yargılanması”nın[4] (1995) üzerinden şunun şurasında kaç yıl geçti ki?1980’li yıllardan bu yana dünyayı kasıp kavuran, TINA’cı (“There Is No Alternative=Alternatif Yok”) sınır, had tanımaz neo-liberalizmin sütunları ABD’nin mortgage krizinden itibaren çatırdamaya başladığından beri, “etkili ve yetkili” ağızlardan çatlak sesler yükselmeye koyuldu. Örneğin, Canterbury Başpiskoposu Rorwan Williams “Marx kapitalizm hakkında kısmen haklıydı,” itirafını dile getirirken, Almanya Maliye Bakanı Peer Steinbrück de ekleyiverdi: “Marksist teorinin bazı bölümlerinin o kadar kötü olmadığı kabul edilmeli…”[5] Bu (“traji”-)komediye, Kapital ve Manifesto (ve yanı sıra, üzerinde Karl Marx resmi olan tişörtlerin ve pulların) satışlarındaki patlamayı da ekleyelim mi?[6] Örneğin Alman yayıncı Joern Schuetrumpf, Frankfurt Kitap Fuarı’nda, “dünyanın önde gelen ülkelerinin ekonomilerinin duraklama sürecinde olmasının ve piyasaları altüst eden krizin Karl Marx’a dönüş yaptırdığı”nı vurgulayıp, “Kapital’in en çok satanlar listesinin ilk sırasında olduğunu, (…) 2008’in ilk dokuz ayında kitaptan 1500 adet satıldığını”[7] belirtiyor. Kitabı, ülkeyi yöneten yaşlıların yönetiminden hoşnut olmayan gençlerin aldığını belirten Schuetrumpf, bir de ekliyor: “Bugün Almanya’da zor soruları çözmekle uğraşan ve bunların yanıtlarını Marx’da arayan genç bir akademisyenler kuşağı var.”[8] BBC’nin internet sitesinin ana sayfasında “Turning Red-Kızıla Dönüş” manşetiyle duyurduğu[9] “Marx’a dönüş” sürecinin bir başka getirisi de, Marksist akademisyenlerin işine çoktan son verip, onlardan boşalan kadrolara nevzuhur neo-liberal “dâhi”leri doldurmuş Almanya üniversitelerinde öğrenciler arasında pıtrak gibi yayılan “Kapital okuma grupları”;[10] Fransız üniversitelerinde yeniden düzenlenmeye başlanan Marksizm asminerleri.[11]Peki, Türkiye’yi de kısa sürede etkisi altına alan bu gelişme[12] neye denk düşüyor? Sungur Savran’ın tanımıyla “kapitalizmin tarihindeki üçüncü büyük kriz,”[13] doğum yeri ABD’de en büyük dokuz bankanın devletleştirilmesine yol açıp, bir “söylentiye” göre Başkan Bush yönetiminin “ülke içindeki tehlikeli gelişmelerde hemen sıkıyönetim ilan edilmesini öngören bir plan” hazırlamasına, “bir süre önce Irak’tan dönen ve hâlen Kuzey Ordusu’nda görev yapan Birinci Savaş Timleri Tugayı’na bağlı piyade birliklerini böyle bir olasılıkta kullanılmak üzere Federal Acil Durumlar Ajansı’nın emrine ver”mesine[14] doğru evrilirken, neo-liberal evrenin kurucu (“post-”) mitoslarının temellerini de çatırdatıyor.Neydi o mitoslar? Birlikte anımsayalım: Sosyalist Blok’un dağılmasıyla birlikte çok değil, 1980’lerin sonlarında kapitalizmin nihaî “zafer”i, “Tarihin Sonu” vaveylasıyla ilan ediliyor, neo-liberal “ütopya” pembe düşlere belenerek öyküleniyordu. Neo-liberalizm “guru”larından Francis Fukuyama’nın etekleri zil çalmaktaydı örneğin: “Artık dünyada tek başına egemen olan ekonomik sistem kapitalizm, politik sistem ise liberal demokrasidir. İnsanlık tarihi bundan sonra kapitalizmin tarihi olarak yaşayacaktır. Kapitalizmin önünde duran görev, gelişmek, yayılmak, pekişmek, zaaflarından arınmaktır. İnsanlık ise, başka alternatif olmadığından, kapitalist sisteme uyum sağlama, onun kurallarını en iyi biçimde uygulama görevi ile karşı karşıyadır. (…) İnsanlık tarihi, artık kapitalizmin eşliğinde tekdüze bir gelişim ve ilerleme seyrine girmiştir.”[15] Alvin Toffler’a göre “şimdi önümüzde yepyeni bir yüzyıl var, çok sayıda insanın açlığın eşiğinden çekilip alınacağı… Sanayi çağı kirlenmesinin yarattığı felaketlerin durdurulup, insanlığın hizmetine daha temiz bir teknolojinin sunulacağı… Geleceğin biçimlenmesinde daha zengin bir kültür ve halk topluluğunun yer alacağı… Savaş vebasının önleneceği bir yüzyıl…”[16]André Gorz, (ne de olsa “eski solcu” olduğundan olsa gerek) (neo-liberal) kapitalizmin yetileri konusunda daha kuşkucu bir ton benimasmekle birlikte, yine de “TINA” diyordu: Başka Bir Alternatif Yok! “Kapitalizm hiçbir zaman kendi doğurduğu sorunları çözümlemede bu denli yeteneksiz kalmamıştı. Ne var ki bu yeteneksizlik, onun için ölümcül değil. Kapitalizm bugüne kadar pek incelenmemiş ve çok az kavranabilmiş bir gücü, kendi sorunlarının çözümsüzlüğüne hâkim olma gücünü ele geçirmiştir. Kapitalizm kötü işlemesine rağmen yaşamını sürdürmesini bilir, hatta bu durumda kendine yeni bir güç bile çıkarır; çünkü sorunlarının çözümsüzlüğü onun özünde vardır.”[17]Evet, neo-liberal Kilise’nin papazlarına göre kapitalizm, tam da “köşeye sıkıştığı” bir anda sihirli şapkasından yeni bir mucizeyi çıkartarak bir sıçrama daha yapmış, rakibi “komünizm”i siyaseten bertaraf edip tarih sahnesinden silerken, bir yandan da “teknolojik/elektronik devrim”le birlikte, dünya ekonomisinin çehresini kökten dönüştürmüştü. “Ne yapılırsa yapılsın, Bilgi Çağı süreci işliyor. Tarihte ilk kez, hiçbir devletin, iktidarın veya siyasi güç grubunun müdahalesine olanak tanımayan bir süreç içindeyiz. Benzersiz bir devrim gerçekleşiyor,” diyordu Apsen Enstitüsü direktörü Jean Christoph Bas.[18] “Elle tutulmazlar” ekonomisi, sınaî kapitalizmin yerini almıştı ve bu hayırlı bir gelişmeydi. L’Economie de l’Immateriel (Maddi-Olmayanın İktisadı)’in yazarı Charles Goldfinger, “gelişmiş ülkelerde değer ve zenginliğin ana kaynağı”nı artık “maddî malların üretimi değil, elle tutulmayan ürünlerin yaratılması ve kullanımı” olduğunu müjdeliyordu: “elle tutulmaz nesneler, elle tutulmaz kıymetler ve maddeden sıyrılma mantığı”… “Yalnızca uluslar arası mali işlemlerin toplam değeri, fiziksel mal ticaretinin toplam değerinin tam yedi katı büyüklüğünde” idi ve bu “yeni ekonominin itici gücü, kıtlık değil bolluk. Elle tutulmaz nesneler sonsuz ölçüde çoğaltılabilip sonsuza değin muhafaza edilebiliyor. (…) Veri ve imge akımları ulusal sınırlar içinde zaptedilemiyor,”[19] idi.Sınıf mücadelelerinin sona erdiği, proletaryanın tarih sahnesinden silindiği, her türlü devlet müdahaleciliğine son verilip devletin küçültüleceği, sınıf politikalarının “out” kimlik politikalarının “in” olduğu, toplumsal sorunların çözümünün “Sivil Toplum”un müzakereciliğine devredildiği, küresel serbest piyasa koşullarında bilimsel-teknolojik devrimin getirdiği bolluk ve refahın tüm dünyayı sarıp sarmalayacağı bir dünya! Nüfusunun siber bağlarla birbirine bağlanacağı bir “küresel köy”! “Piyasadan başka seçenek yok,” diye haykırmaktaydı “gerilla eskisi” Regis Debray. “Görevimiz, uygar insanlığın etnik ve dinsel yamyamlığa boyun eğmesinden sakınmak için ütopik sosyalizmin yerine bir ahlâk anlayışı ve sivil yöntem olarak sosyalizmi koymaktır.”[20]Sosyal bilim(ler) gemisi, sirenlerin bu çağrısına uyarak pruvayı kayalıklara doğrultmakta gecikmedi: Ansızın kampüsler, amfi duvarları, koridorlar, “post-” söylemleriyle yankılanır, entelektüel siber otoyoldan “post-” makaleler vızır vızır akar oldu; kitapçı vitrinleri “post-”lardan geçilmiyordu: Postyapısalcılık, postmarksizm, postmodernizm, postkolonyalizm… “Büyük anlatılar”ın sonu gelmiş, bütün kuramlar (tabii Marksizm de) iddialarını yitirmişler, bilim, “söylemler arasında bir söylem”e dönüşmüş, sosyal bilimlerin tüm birikimini pozitivizm ile birlikte çöpe atmanın vakti gelmişti. Bundan böyle “sıradan bir anlatıcı”, en iyi ihtimalle bir “metin eleştirmeni/imalatçısı” konumunu kabullenmek zorunda olan sosyal bilimcinin işi, bitimsiz bir yapıbozum sarmalı içerisinde yol almak, bakışımlı aynalar galerisinde özdüşünümsel şakalarla, sözcük oyunlarıyla götürmekti maçı. “Bizimkiler”in “neo-liberal ütopya”nın cazibesine kapılması için çok beklemek gerekmedi. İlk “teslim bayrağı”nı çeken TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) oldu: “İşçi sınıfının tarihsel misyonu sona erdi. (…) Sınıfın iktidar talebi, işçi sınıfının da, burjuvazinin de azınlıkta kaldığı günümüzün modern toplumlarında gerici bir taleptir. (…) Emperyalizm bitti. Dünyada artık tek yanlı bağımlılıklar yoktur. (…) Çağdaş dünyanın yeni gerçekleri, reformist ve devrimci ayırımını tamamen gereksiz kılıyor. (…) Geçmişin ‘devrimci durum’ları günümüz toplumu açısından ancak ‘kalp krizi’ anlamına gelebilir. Toplumsal ve politik dönüşümleri onlarca yıl süren kâbuslara yol açmadan gerçekleştirmek gerekiyor.” TBKP’yi diğerleri izledi: “Althussercilik’ten” çark eden Birikim ailesi,[21] 12 Eylül travmasından “vazife çıkarıp” Babıâli basınından İkitelli Medyalığına terfi eden holding gazetelerinde köşe yazarlığına, televizyonlarında program yapımcılığına geçiş yapan “tövbekâr solcu”lar, hatta solculuğa bulaşmamış, ama (“eski solcu” olmak para ettiği için) “bulaşmış gibi” yapan kalemşörler… Şahin Alpay’lar, Cengiz Çandar’lar, Ertuğrul Özkök’ler, Ali Kırca’lar, Oral Çalışlar’lar, Ahmet Altan’lar, vd.leri, vd.leri… * * *İhtiyar yerküreyi bolluk, bereket ve demokrasiye gark edecek “yeni” bir dünya düzeni vaadiyle yola koyulan “elle tutulmayan” küresel yeni ekonominin, muhteris “dâhileri” eliyle duvara toslaması serbest piyasa mitosları “ezberi”nin bozulması gereğini gündeme getirdi. “Yapıbozumcuların” son yapı bozumu, büyük bir gümbürtüyle çöken “YDD” gökdeleninin molozlarının kaldırılması olacak herhâlde. Marx’a tam da bunun için ihtiyaçları var… Serbest piyasa “ezberi”ni bozmak için…Bakın Almanya’da çalışan iki Türkiyeli öğretim elemanı, Hamburg Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu’ndan Prof. Dr. Hakkı Keskin ile Hildesheim Yüksek Okulu’ndan Prof. Dr. Gazi Çağlar ne diyorlar?“Bütün neo-liberal hava bir değişim sürecine girdi. Üniversitelerde de öyle. Gerçi Marx Alman üniversitelerinde oldum olası vardı. Ama SSCB’nin yıkılmasından sonra üniversitelerde de Marx’a yönelik ilgide bir gerileme yaşandı. Bugün anlaşıldı ki, Marx’ın analizleri son derece ileridir ve eksikliği sorun olur. Borsa spekülasyonlarında dalgalanan finans sisteminin, bu girdaptan ancak devletin düzenleyici rolü ile çıkılabileceği kanıtlandı. Gerek üniversitelerde, gerek daha geniş toplumsal kesimlerde Marx’ın analizleri çok daha ilgi ve dikkatle incelenecektir…” (Prof. Dr. Keskin)“Neo-liberalizmin yansımaları olarak değerlendirilebilecek postmodernizm, poststrüktüralizm, postkültüralizm vs. Marx’la ilintiliydiler ve Marx’ı aşmayı hedefliyorlardı. Başarısız kaldılar. Toplumun temel işleyiş mekanizmaları kendini kabul ettirdi. Toplumsal gelişmelerin kendisi, Marx’a dönüşü zorunlu kılıyor. Aslında SSCB’nin yıkılmasından sonra, toptancı bir bakışla, Marx Batı üniversitelerinden, bu arada Alman üniversitelerinden uzaklaştırıldı. Oysa 1968 sonrasında Marx Batı Alman üniversitelerine yoğun giriş yapmıştı. Bu eğilim 90’larda tersine çevrildi. Ama Marx’ın eleştirel kapasitesi olmaksızın bilim yapılamayacağı da ortaya çıktı. Kriz ve yanıtı alınamayan sorunlar genel havayı değiştirdi ve Marx’a ilgiyi de tetiklemiş oldu. (…) Sonuçta kapitalizmin krizini Marx’sız açıklamanın mümkün olmadığını herkes kabul etmeye başladı.” (Prof. Dr. Çağlar)[22]Yine de, hisseleri batık, kalpleri kırık, düşleri paramparça piyasa ideologlarını uyarmadan geçmemek gerek: Marx’ın kapısını çalmadan önce iyi düşünsünler; çünkü Koca Sakallı’yı Lenin’in izlediği “bittecrübe sabit”tir.[23]V.İ.Lenin; “mülksüzleştirenleri mülksüzleştiren” Ekim Devrimi’dir; yani kendi sözleriyle, “Yeni sistemimizin bozuk olduğunu iddia ediyorlar. Fakat hatırlarsanız ilk yapılan buhar makinesinin de bozuk olduğu iddia edilmişti. Ama şimdi buharla çalışan makineler var. Ne olursa olsun, dünya üzerinde sosyalist bir toplumun kurulabileceğini ispatladık,” diye betimlediği isyandır; dünyanın lanetlilerinin kapitalist vahşete itirazıdır!Veya K. Marx ile F. Engels’in, “Nasıl ki dünya soyutlamalar yoluyla felsefe hâline gelmişse, felsefe de somutlaşarak dünya hâline gelecektir,” dediği “11. Tez”dir…Şimdi yeniden “ezber bozma ezberciliği”nin ezberini bir kez daha bozarak, “yenilgi ile ağıtları ve elvedaları” bir kenara bırakıp, G. Yaşargil’in, “Öğrendikçe bilmediklerimiz artıyor!” diye resmettiği bir ufka yelken açıyoruz; ilk gençliğimizdeki kararlılık ve cüretle…9 Kasım 2008 17:11:06, Ankara.N O T L A R[1] Stanislaw Jerzy Lec.
[2] Örneğin Komünist Parti Manifestosu, Emin Karaca’ya göre, ilk baskısının yayınlanmasından bu yana geçen 160 yıl içerisinde Türkiye’de üç kez, 1923, 1936 ve 1968’de yayınlanabilmişti. [1887’de Ermenice bir çevirisinin yayınlanma girişimi, matbaacının çekinmesi nedeniyle sonuçsuz kalmış; 1919’da TKP kurucusu Mustafa Suphi’nin başladığı çeviri ise, Ocak 1921’de katledilmesi nedeniyle yarım kalmıştı. (Celal Üster, “Bütün dünya işçileri, birleşiniz!” Radikal Kitap,2 Mayıs 2008, s. 16.] Dr. Şefik Hüsnü (Deymer) tarafından çevrilen ilk baskısı, Tek Parti Diktatörlüğü boyunca ardı arkası kesilmeyen “komünist tevkifatları”nın vazgeçilmez “suç unsuru” olma özelliğini elde tutarken, Kerim Sadi çevirisiyle yayınlanan ikinci baskı, aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklandı. Kasım 1968’de Bilim ve Sosyalizm Yayınları tarafından yayınlanan üçüncü baskı ise, öncelleriyle aynı yazgıyı paylaşacak, ve çıkar çıkmaz da mahkeme kararıyla toplatılacak, yayıncısı Süleyman Ege’nin de 7.5 yıl ağır hapis, 5 yıl süreyle de Denizli’de zorunlu ikamete tabi tutulma cezasına çarptırılmasına neden olacaktı… (Emin Karaca, “Manifesto’nun Türkçesi”, Radikal Kitap,2 Mayıs 2008, s. 17.)
[3] “Bankaların Umudu Marx”, Cumhuriyet, 1 Kasım 2008.
[4] G. N. Demirer; T. Demirer, M. Duran, T. Görgün vd., Neo-Liberal Saldırı, Kriz ve İnsanlık, Ütopya Yayınları, Ankara, 1999, s. 290, dn. 6.
[5] Bkz. Yücel Sarpdere, “Das Kapital’i Nasıl Yendiler” Evrensel Hayat, 2 Kasım 2008, s. 7.
[6] Ceyhun Kuburlu, “Marx’ın Kapital’ine İlgi 10 Kat Arttı, Tişörtleri İnternette Satılmaya Başladı”, Hürriyet, 26 Ekim 2008, s. 8.
[7] “Karl Marx’a Rağbet Var”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2008, s. 1.
[8] “Marx Geri Döndü!”, Evrensel, 23 Ekim 2008, s. 16.
[9] “Marx’ın Kapital’i Avrupa’da Çok Satıyor”, Radikal, 23 Ekim 2008, s. 15.
[10] “Marx Geri Döndü!”, Evrensel, 23 Ekim 2008, s. 16.
[11] “Paris’te 2005’ten beri düzenlenen ‘XXI. yüzyılda Marksizm’ asminerinin bu yılki açılışı 18 Ekim Cumartesi günü Sorbonne Üniversitesi’nde Michael Löwy’nin “Kafka ve Sosyalizm” konulu konferansıyla yapıldı.” (Hayri Gökşin Özkoray, “Paris’te Seminer: ‘Marx XXI. Yüzyılda da Entelektüel Referans”, Sesonline, 19 Ekim 2008).
[12] “Marx’ın kitap satışlarında son yirmi günde ciddi bir artış olduğunu kaydeden Sol Yayınevi sahibi ve Sorumlu Yönetmeni Muzaffer İlhan Erdost, şu bilgileri verdi: ‘Türkiye’de yılbaşından beri sol yayınlara büyük bir ilgi var. Ancak son günlerde ABD’de yaşanan finansal krizle birlikte başlayan kapitalizm tartışmaları, Karl Marx’ın kitaplarının satışını da arttırdı. Dağıtıcılar önceden 10 adet Kapital isterken, bu talep önce 40, sonra 60 ve 100’e ulaştı. Kısa sürede bu kitaplara olan ilgi 10 kat birden arttı.’ ” (Ceyhun Kuburlu, “Marx’ın Kapital’ine ilgi 10 kat arttı, tişörtleri internette satılmaya başladı”, Hürriyet, 26 Ekim 2008, s. 8.) Sorun Yayınları Kolektifi sahibi ve yönetmeni Sırrı Öztürk’ün sözleri de bu saptamayı doğrular nitelikte: “Bir talep artışı var. (…) Karl Marx biyografisinin 3. baskısını yaptık. Son iki ay içinde 113 tane satıldı. Ondan önce ayda 2-3 tane satıyorduk. Herkes alıyor…” (Hasan Ay-Z. Kıvanç El, “Kurtar Bizi Karl Marx” Akşam, 19 Ekim 2008, s. 11.)
[13] “Çünkü yaşanmakta olan, açıkça, kapitalizmin tarihindeki üçüncü büyük krizdir. İlki 1872-96 arasındaki Büyük Depresyon’du. İkincisini herkes biliyor: 1929 New York borsa çöküşünden sonra 1930’lu yıllarda yaşanan Büyük Depresyon. Bugün sadece ABD’de değil, dünya çapında yaşanan mali çöküş, yani ödemeler sisteminin kilitlenmesi, üçüncü büyük depresyonun yolunu döşüyor. Yarın yatırım, büyüme, dünya ticareti durduğunda, işsizlik en ileri ülkelerde bile görülmemiş düzeylere yükseldiğinde, daralan bir dünya pazarında ülkeler ve sermayeler arası kıyasıya rekabet dünya ekonomisinin yeniden parçalanmasına yol açtığında, kapitalist devletçilik ve milliyetçilik yeniden yükselip de ‘küreselleşme’ ideolojisi gerilediğinde, liberaller ne diyecekler?” (Sungur Savran, “Amerika’ya Bu Kış Komünizm Gelmiyor!” Radikal İki, 19 Ekim 2008, s. 3.)
[14] “Tehlikeli gelişmeler”den kasıt, “bazı bankaların çökmesinden veya kapatılmasından sonra patlak verebilecek sosyal huzursuzluklar”dı! (Erdal Şafak, “Yeni Yoldaşlar”, Sabah, 17 Ekim 2008, s. 5.)
[15] F. Fukuyama, “Tarihin Sonu”, National Interest, Yaz/1989.
[16] Alvin Toffler, Heidi Toffler, XXI. Yüzyıl Şafağında Savaş ve Savaş Karşıtı Mücadele, Sabah Kitapları, 1994.
[17] André Gorz, Elveda Proletarya, Afa Yayınevi, 1986.
[18] Milliyet, 24 Mayıs 1996.
[19] The Wall Street Journal, 24-25 Şubat 1995.
[20] NPQ-Türkiye, no. 2, ss.51-52.
[21] “Dünyada bir değişim başladı,” diyor Murat Belge. “ ‘Belirleme’ yeteneği güçlü iktidarlardan güçsüz yurttaşlara doğru kayıyor; ya da güçten vicdana doğru kayıyor. Yeni başlayan her eğilim gibi, bu da şimdilik egemen değil. Ama sanıyorum ve umuyorum ki şimdiden belirleyici olmaya başladı.” (Cumhuriyet, 1 Nisan 1992.)
[22] Osman Çutsay, “Yuvaya Dönen Marx”, Cumhuriyet Hafta Sonu, 8 Kasım 2008, s. 6.
[23] Örneğin, Show TV’de yayımlanan ‘Siyaset Meydanı’ programına konuk olan Prof. Dr. Mehmet Altan, küresel krizi değerlendirdi. Altan, küresel kriz değerlendirmesinde, bu krizi Marx’ın daha önce bildiğini söylerken, Leninizmin öldüğünü ilave etmeyi unutmuyor. Ve açıklamasını odatv.com’a değerlendiren ve “bugünkü küresel krizi daha öncesinde Marx’ın mı yoksa Leninizmin mi analiz ettiğini” yorumlayan ekonomist Prof. Dr. Korkut Boratav’dan ağzının payını alıyor: “Marx, emperyalizmin sömürgecilik dönemini inceler, her insan üzerindeki etkilerini inceler, dünya çapında kapitalizmin bir sistem hâline gediğini tespit eder. Lenin’in özellikle bundan sonra açıkladığı, Lenin de kendi başına yapmamıştır bunu; Hobson ve Lenin ile eşzamanlı olarak Rosa Luxemburg gibi insanların yaptığı katkıyla Marksizm, emperyalizmin analizine ve finsans kapitalizmine büyük katkılar yapmıştır ve bugünkü biçimiyle emperyalizmin esas olarak hem finans kapital hem de sermaye ihracı öğelerinden oluşan, sadece silahla saldırı değil, aynı zamanda ekonomik anlamda kendi dışındaki ülkeleri ekonomik anlamda yarı sömürge hâline getiren sistemin analizi Lenin’den itibarendir. Emperyalizm incelemelerine pencere açan katkılar Lenin ile başlar. Kendi başlarına bıraksınlar. Bunların Marx ile uğraşmak için bir nedenleri yok. Kendi kuramlarını ve dünya görüşlerini Marx’a yakıştırarak ne kazanıyorlar, onu anlamıyorum. Kapitalizm, yakın tarihin en büyük krizlerinden birinin içinden geçiyor ama hâlâ kapitalizmi suçlamaktan imtina eden insanlara artık Marx lafını etmek günümüzde günahtır. Ağızlarına almamaları gerekir. Onun için söyleyecek bir şey yok. Marx ile uğraşmasınlar. Başka alanlarda incelemeleri, çalışmaları varsa devam etsinler. Gönül vermedikleri, tanımadıkları, bilmedikleri, incelemedikleri bir alanda ahkâm kesmekten vazgeçseler iyi olur.” (“Marx’ı Ağzına Alma Başka Şeylerle Uğraş”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2008, s. 11.)

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter