Read Time:26 Minute, 41 Second
KADIN SORUNU
Teorik Çerçeveye Giriş
M. Can YÜCE
1
Her yıl 8 Mart yaklaştığında kadın sorunu da tartışma gündemine gelmekte; bu vesileyle her çevre ve eğilim, bu konudaki düşüncelerini ve tutumlarını açıklama gereğini duymaktadır. Bu da neredeyse bir gelenek haline gelişmiş bulunmaktadır. Aslında hangi gerekçeyle olursa olsun kadın sorununun tartışılması, gündemleştirilmesi, dahası bir dizi eylemin konusu yapılması olumludur. Bunun eğitici, tartıştırıcı, gelişmeyi tetikleyici yanı vardır. Ancak kadın sorununun tek bir gün veya belirli anmalarla sınırlandırılması sakıncalıdır.
Her yıl 8 Mart yaklaştığında kadın sorunu da tartışma gündemine gelmekte; bu vesileyle her çevre ve eğilim, bu konudaki düşüncelerini ve tutumlarını açıklama gereğini duymaktadır. Bu da neredeyse bir gelenek haline gelişmiş bulunmaktadır. Aslında hangi gerekçeyle olursa olsun kadın sorununun tartışılması, gündemleştirilmesi, dahası bir dizi eylemin konusu yapılması olumludur. Bunun eğitici, tartıştırıcı, gelişmeyi tetikleyici yanı vardır. Ancak kadın sorununun tek bir gün veya belirli anmalarla sınırlandırılması sakıncalıdır.
Kadın sorunu tek bir güne sıkıştırılmayacak kadar önemli tarihsel, toplumsal, politik, sosyal bir sorundur. Başka bir deyişle çok boyutlu ve karmaşık bir sorundur. Bu konuda bugüne dek birçok teori ve politik eğilim üretildi, bu çerçevede hatırı sayılır bir pratik sergilendi, belli bir birikim toplandı ve belli bir noktaya gelindi. Bugün bunların geneline bakıldığında daha çok yolun kat edilmesi gerektiği sonucu da ortaya çıkar…Kuşkusuz kadın sorunu, öncellikle kadınların kendi öz sorunlarıdır ve bu nedenle öncelikle onların kendi sorunlarını tanımlamaları ve çözüm perspektiflerini ortaya koymaları gerekir. Bu yapılıyor, farklı eğilimler ve bakış açıkları bağlamında… Peki, kendisini devrimci ve sosyalist olarak tanımlayan erkeklerin, ilke olarak, iddialarında samimi ve tutarlı olmalarının bir gereği olarak bu konuda söz söylemeleri, bunun pratik mücadelelerini vermeleri, söylediklerini “özel” ve siyasal yaşamlarında uygulama çabası içinde olmaları gerekmiyor mu? Bunun samimi adımlarını attıklarında, “kendilerine ait olmayan” bir alana el atmış mı oluyorlar?Bu soruların kendisi ve yanıtları soruna nereden ve nasıl bakıldığıyla doğrudan ilişkilidir. Kadın sorunu, dar anlamda, yani tarihsel ve toplumsal boyutlarından kopararak salt iki cins arasındaki bir sorun olarak tanımlanırsa, burada “karşıt”, “hasım” tarafın söyleyecek sözünün bir anlamı olmaz; tersine bu, işin başında reddedilmesi gereken bir tutumdur. Yok, bu sorunu bir toplumsal devrim sorunu, derin tarihsel boyutları olan, kapsamlı toplumsal, politik ve ruhsal ayrıntıları olan bir sorun olarak tanımlarsanız, o zaman, bu iddiada olan her kesin mutlaka söylemesi gereken bir sözü ve daha da önemlisi uygulama sorumluluğu vardır. İlkeli ve sorumlu devrimciliğin bir gereği olarak her toplumsal konuya olduğu gibi bu konuya da kayıtsız kalınamaz. Bu noktada sorumlu davranmak, ahlaki bir sorun değil, ideolojik ve politik bir zorunluluktur! Bu yönüyle ve bu anlamda kadın sorunu, aynı zamanda bir “erkek sorunudur”! Bunun daha başka boyutları da var, ancak onları tartışmak, bu kısa girişin konusu değildir!..Yine bir erkeğin, bu konudaki tutarlılık ve samimiyet düzeyi ne olursa olsun, bir kadının yaşadığı sorunları ve bunların ruhsal boyutlarını, bu gerçekliğin yakıcılığını bir kadın kadar anlaması ve etinde kemiğinde hissetmesi olanaksızlık düzeyinde güçtür. Bu, bir olgudur… Bu ne kadar doğruysa devrimci erkeğin, kadın sorununu teorik olarak kavrama ve çözüm önerilerini programatik bir düzeye bağlama konusunda geri durması da yanlıştır.
Bana göre, kadın sorunu bir dizi reformlar, iyileştirmeler sorunu değil, sözcüğün gerçek anlamında “kadın devrimi”ni de içeren bir dizi ve süreklileşmesi gereken devrim(ler) sorunudur!Kuşkusuz sorunun “devrim sorunu” olarak konulması, günlük yaşamda, bu düzen içinde reformlar ve bir dizi iyileştirmeler uğruna tutarlı ve sonuç alıcı bir mücadelenin verilmeyeceği anlamına gelmez. Tersine bu biçim ve nitelikteki mücadeleler de gerekli ve kaçınılmazdır, ama devrimci bir programa ve stratejiye bağlandığı zaman bu mücadeleler anlamlı ve sonuç alıcı olur. Son yüz-iki yüz yıllık mücadele tarihi de kanıtlamıştır ki, “reformlar, devrimlerin yan ürünü ve sonuçları” olarak gerçekleşmişlerdir.Kadın sorununa bakış, bu sorunun tanımlanması ve çözüm perspektifleri konusunda ortaya konulan düşünceler, ideolojik ve politik çizgilerden, toplumsal konumdan bağımsız değildir, olamaz! Düşünce ufkunuz verili düzeni ve iktidar ilişkilerini aşmıyorsa, söyleyeceğiz her söz ve yapacağınız her eylem önünde sonunda bu düzenin çeperleri içinde kalmaya mahkûmdur. Peki, bu düzenin sınırlarına sığmayan, çözümü bu düzenin bütün mülkiyet ve iktidar ilişkilerinin değiştirilmesiyle bağlantılı olan kadın sorunu hakkında söylenecek sözün, sergilenecek davranışın anlamlı olabilmesinin yolu nereden geçer?Kadın sorunu, bir devrim sorunudur; bundan dolayıdır ki devrim ve sosyalizm iddiasında olanların bu konuda mutlaka bir sözü, bir programı ve tutarlı bir eylem çizgisi olmalıdır! Kadın sorunu konusunda doğru, devrimci ve sosyalist bir sözü ve programı olmayan, bu doğrultuda samimi bir eylem çizgisi geliştirmeyen bir partinin, bir hareketin ve kişinin devrimciliği “yarım”, “eksik” ve sonuçta yenilgiye mahkûm bir devrimciliktir! Ya da tersine dönüşme, tersine dönme eğilimini çok güçlü bir biçimde kendi içinde taşıyan bir “devrimciliktir”!Bu kısa girişten sonra kadın sorunundaki düşüncelerimi kısa, geliştirmeye açık, genel bir teorik çerçeve olarak koyabilirim. Her özet gibi satır başlıkları biçiminde konulan bu düşüncelerin kendi içinde eksikler taşıması, açılmaya ve açıklanmaya muhtaç yanlar içermesi anlaşılırdır.
I. Kadın Sorunu Nedir?
Uygarlık tarihi, aynı anlama gelmek üzere sınıflı toplumlar tarihi, kadın açısından bir yenilgi ve yitik tarihtir. Kadın uygarlık tarihi boyunca genel kural olarak, tarihin öznesi değil, nesnesi konumundadır.Sınıflı toplumlar tarihi, kadın açısından eve kapatılma, baskı ve sömürü konusu olma, tarihin dışına itilme tarihidir…Bu neden böyledir? Ezilen, sömürülen, baskı ve egemenlik altına alınan, tarihin dışına itilen, tarihin nesnesi haline getirilen kadının bu gerçekliğini nasıl açıklamak ve kavramak gerekir? Daha kapsamlı olarak kadın sorunu nedir?Bu sorular, aynı zamanda tarih boyunca farkı düşünce sistemlerinin, felsefelerin, dinlerin, ideolojilerin gündeminde olmuş ve her eğilime ve görüşe göre yanıtlanmışlardır. Bu soruların yanıtı, aynı zamanda çözüm perspektiflerini de koşullar, çözüm ipuçlarını verir.Kadının ezilmişlik, sömürü ve egemenlik altına alınma durumu, monogami denilen aile kurumunda üretilmiştir, toplumsal sistemin temel niteliklerine göre yeniden üretilmiştir.Mademki kadın sorununun üretildiği merkez ailedir, o zaman, sınıflı toplumların bu çekirdek kurumu neyin ürünüdür, kaynağını nereden almaktadır? Bu sorunun yanıtı 19. yüzyılda bilimsel sosyalizmin kurucularından F. Engels tarafından verilmiştir: Özel mülkiyet ilişkileri, bunun temellendirdiği toplumsal üretim biçimi aileyi ve bu temelde şekillenen uzlaşmaz sınıf çelişkileri devleti doğurmuştur.Kuşkusuz bu geniş bir konu, amacımız, bu çok bilinen bilgileri tekrarlamak değildir. Buradan temel bir vurguya gelmek istiyoruz. Kısaca şöyle: Kadın sorunu ile toplumların üzerinde şekillendiği mülkiyet ilişkileri arasında tarihin derinliklerine uzanan kopmaz bir ilişki var. Bu, herhangi bir ilişki değil, sürekli ve her toplumsal biçimde yeniden üretilen bir ilişkidir. Özel mülkiyet ve bunun kan bağından mirasçılara devretme ihtiyacı monogami ailenin kendisini doğuruyor. Bu ailede kadın artık belli bir role sahiptir; bu rolünü en uygun bir biçimde oynamak durumundadır.Bu işin bir boyutudur, temelidir evet, ama sorun salt bununla sınırlandırılırsa burada bakış açısı olarak “indirgemeci” bir yaklaşıma sapmış olur, çözüm konusunda da pek bir şey üretmemiş oluruz. Yani “toplumun alt yapısını değiştirdiniz mi, ondan kaynaklanan bütün sorunları çözersiniz” gibi indirgemeci ve kolaycı bir yola sapmış olursunuz. Dolayısıyla sorunun altında yatan temel ilişkileri kavramak kadar, ona bağlı, ama süreç içinde özerkleşen, kendine özgü boyutlar kazanan yönlerini görmek, sorunu sorun yapan bütün yönlerini kavramak önemlidir. Gerçekleşen sosyalizm deneyimlerinde eksik bırakılan, dolayısıyla sorunu çözümsüz bırakan, çözüm konusunda iddiasız bir noktaya düşüren en temel boyut budur! Evet, kadın sorunu, biyolojik nedenlerden kaynaklanan, toplumsal temellerinden koparılmış salt kendi başına bir cinsler sorunu değildir demek bir şeydir; toplumsal gerçekliğin her düzeyi ile kadın sorunu arasındaki sayısız bağı koymak, son tahlilde bunu “temel” olarak kavramak önemlidir; ama bunun tek başına yetmediği, sorunu bütün özellikleriyle kavramaktan uzak olduğu çok açıktır. O halde sorunun diğer temel boyutlarını da görmek ve kavramak, çözüm perspektiflerini bu kavrayış üzerine kurmak sorunun can alıcı noktası olmaktadır.Kadın sorunu, yukarıda kısaca değindiğimiz bu ekonomik ve sosyal düzeyle sınırlı kalmıyor. Bunun ideolojik, ahlaki, kültürel bir meşruiyete de kavuşturulması, bir de düşünce ve ruh dünyasında sürekli üretilmesi gerekiyordu. Bu yapılıyor… Bu sayılan düzeyler arasında karşılıklı ve çok yönlü bir etkileşim yaşanıyor. Öyle ki bu tarihsel süreç içinde “özerk bir alan”, kendine özgü boyutları olan bir sorun haline geliyor.Diğer toplumsal sorunlardan farklılaşması, kendine özgü nitelikler kazanması tarihsel süreç içinde daha da derinleşiyor; bu, kadın sorununun kendi temellerinden kaynaklanıyor. Tarih dışına itilme, eve kapatılma, ev ve seks kölesi haline getirilme, düşünsel ve iktidar ilişkilerinin dışına itilme, dahası bunların nesnesi haline getirilme durumu her toplumsal sistemde yeniden üretiliyor ve bu “özerk alan” çok daha belirginleşiyor. Bunun kültürü, sanatı, edebiyatı, müziği, ahlakı, psikolojisi, kişilik yapıları geliştiriliyor ve kurumlaştırılıyor; bunların her biri kendi başına bir tarihtir, çok daha ayrıntılı bir inceleme ve değerlendirme gerektiriyor.Dolayısıyla bu “özerk alan”ın genel geçer düşünce kalıplarıyla kavranması mümkün değildir. Bundan dolayı çözümü de farklı özellikler taşımak durumundadır.Bu kısa anlatımın özeti şu: Kadın sorunu temelde birbirine bağlı, ama birbirinden farklılıklar da içeren iki temel gerçekliği içeriyor. Bir; kadın sorunu, toplumun temel ekonomik ve toplumsal gelişme yasalarıyla bağlantılı bir sorundur. Toplumsal düzen gerçekliği dışında bir kadın sorunu kavrayışı, özünde kavrayışsızlıktır! İki; kadın sorunu, tarihsel süreç içinde farklı boyutlar kazanan, özerkleşen ve kendine özgü sayısız özelliği olan, kökleri tarihin derinliklerine giden tarihsel, aynı zamanda güncel ve geleceğe de akan bir sorundur.Bunlar biraz daha açılabilir, bazı an çizgilerin altı çizilebilir:
Kadın sorunu, bir sömürü ilişkisi sorunudur!Kapitalizmden önce kadın, genel olarak tarihin ve toplumsal yaşamın dışına itilmişti. Ancak kapitalizm ucuz emek ihtiyacının bir sonucu olarak kadını toplumsal üretimin içine çekti; verilen demokratik mücadeleler sonucu ise kadın, belli yönleriyle toplumsal yaşama ve siyasete açıldı. Evin dışında yaşanan sömürü, cinsel istismar çok boyutludur, bunun cinsel kimlikten kaynaklanan boyutları çok önemlidir. Bunların dışında aile içinde gerçekleşen sömürüye sözü getirmek istiyoruz. Bir emekçi, işçi ailesinde işçinin ve aile bireylerinin beslenmesi, temizliği, dinlenmesi ve ruhsal doyumu bakımından kadının harcadığı emek toplumsal üretim ve yeniden üretim şemasında kayda geçilmez, bunun ücret olarak bir karşılığı yoktur. Oysa artı-değer üreten işçinin emeğinin yeniden üretiminde (beslenme, dinlenme, ruhsal doyum vb.) ev içinde kadının harcadığı emek belirleyici önemdedir. Bu, çok önemli bir sömürü kategorisidir.Tarih boyunca ve günümüzde kadının, yaşadığı yoğun cinsel ve toplumsal baskılar sonucu kişiliği ve ruhsal bütünlüğü büyük bir tehdit altındadır. Dahası bu bütünlüğü korumak kendisi için son derece güçleşmiştir. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile on binlerce kadın tecavüze uğramakta, ancak buna karşı hiçbir ciddi önlem alınmamaktadır. Bütün gelişmelere ve verilen mücadelelere rağmen bu yine böyledir. Bu konu daha derinlemesine işlenebilir, ama biz küçük bir vurgu yapmakla yetindik.Kadın sorunu, bir iktidar ilişkisi sorunudur!Evde, toplumsal ilişkilerde ve karar süreçlerinde, toplumun ve devletin yönetim ilişkilerinde kadın hep yönetilen, dıştalanan, sözü ve oyu anlam ifade etmeyen konumdadır; sürekli baskı ve egemenlik altındadır! Bu, aynı zamanda sorunun özünü de oluşturmaktadır. Yine bu, kadın sorununun neden her şeyden önce bir özgürlük sorunu olduğunu da anlatmaktadır.Kadın sorunu, bir özgürlük sorunudur!Özgürlük, salt karar süreçlerinde etkin bir katılım düzeyi, bunun bilinci, yeteneği ve deneyimini kazanma sorunu değildir; bununla birlikte binlerce yıllık önyargıları, dogmaları, kültürü, ahlakı, ilişki ve kurumları yıkma ve aşma, bunların yerine kadın özgürlüğünü esas alan bir düşünce sistematiğini, kültürü, ahlakı, değer yargılarını, ilişki ve kurumlarını oluşturma sürecini da kapsamak durumundadır!Özgürlük, monogaminin aşıldığı, gerçek sevgiye, eşitliğe, özgürlüğe dayalı ilişkiler üzerinde yükselecek birlikteliklerle gerçek anlamını bulur.Bütün bunların da toplumsal bir temele, toplumsal bir sisteme ihtiyaç duyduğu çok açıktır.Kadın sorunu, aynı zamanda bir eşitlik sorunudur.Eşitsizlik her gün yeniden üretilmekte ve derinleştirilmektedir. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik koca bir tarihi kapsamaktadır. O nedenle eşitliği hedeflemeyen bir özgürlük mücadelesi yetersiz bir mücadele olarak kalır.
Bütün bu yönleriyle kadın sorunu, ulusal soruna benzetilmektedir. Elbette benzer noktaları ve yanları vardır. Ama aralarındaki farklılıklar da göz ardı edilmemelidir. Bu noktaya ve çözüm perspektiflerine bir sonraki yazımızda değinmeye çalışacağız.2Kadın sorunu ile ulusal sorun arasında genelde bir benzerlik ve paralellik kurulur. Buradan hareket edilerek devrimcilerin kadın sorununa yaklaşımlarının, ulusal soruna yaklaşımlarının esaslarını içermesi gerektiği belirtilir. Sorunu daha iyi kavramak, kavrayışı kolaylaştırmak ve çözüm konusunda belli bir perspektife ulaşmak bakımından bu anılan benzerliklerin yararları vardır. Ancak ulusal sorun ile kadın sorunu birbirinden derin farkları olan iki ayrı konudur.Kadın sorununda sorun, aile içinde üretilmektedir ve burada da bir egemenlik ilişkisi, bir baskı ve sömürü vardır. Sorunun üretildiği çekirdek birim, sınıflı toplum biçimlerinin temeli olageldi. Yine bu sorunun çözümü kadın ve erkeğin her açıdan ve tümden birbirinden kopuşu ile mümkün olmayacaktır. Ulusal sorunda ezilen ulusun bağımsızlığı ve ayrı bir devlet olarak yaşamını sürdürmeye karar vermesi bir çözümdür, pratikte genel eğilim olarak gerçekleşen de bu olmuştur. Ancak kadının özgürleşmesi, evde, toplumsal yaşamın her düzeyinde karar ve söz sahibi olması, yaşamı ve geleceği hakkında belirleyici bir konuma gelmesi, genel kural olarak erkekten ayrılması, salt kadınlardan oluşan bir “toplum” kurması anlamına gelmiyor.Ya da böyle bir “çözüm” nesnel ve doğal toplum yasaları bakımından olanaklı mı?Başka bir deyişle toplum, kadın ve erkeğin birliği ve birlikte yaşamı temelinde var olabiliyor ve varlığını böyle bir toplumsal “birim” üzerinden sürdürebiliyorsa, burada çözüm, cinslerin mutlak bir kopuşu veya bunlardan birinin “bertaraf” edilmesi olamaz! Cinslerin birlikte yaşaması, bunun niteliği, biçimi, sistemi, temelleri ne olursa olsun çelişkili birlikteliği nesnel doğal ve toplumsal bir yasaysa, bu yasa yok edilemez bir nitelikteyse ne yapmak gerekir?Ancak hemen vurgulamamız gerekir ki, bu nesnelliğin doğru okunması ve doğru anlaşılması çok önemli. Bu nesnellikten yola çıkarak tarih boyunca derinleşerek devam eden kadının ezilme ve egemenlik altında tutulma sorununu, bunun üretildiği aileyi savunmak her şeyden önce egemen bakış açısıyla davranmak ve mevcut “erkek düzeni” meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Zaten sözünü ettiğimiz nesnel doğal ve toplumsal yasa, sorunun nedeni ve kaynağı değildir. Öyle konulursa varılacak nokta kadercilikten, “kadere razı olmaktan” başka bir anlayışa ve sonuca götürmez. Sorun, toplumsal üretim biçimi ve onun üzerinde şekillenen toplumsal düzeylerle bağlantılıdır; dolayısıyla çözümü de bu bağlamda olmak durumundadır.Gerçi bu konuda çok farklı düşünenler var, bunun tersten teorisini yapanlar da olmuştur; bunu yaşamlarında gerçekleştirmeye çalışanlar da olmuştur. Ancak toplumsal yaşamın kendisi bu teori ve pratikleri genel kural olarak yalanlamıştır. Zaten konumuz da bunların değerlendirilmesi değildir.Kısacası genel kural olarak kadın ve erkek birlikte yaşamak zorundadırlar. Ama burada önemli olan, sorunun da özünü oluşturan bu birlikteliğin hangi toplumsal temeller üzerinde şekilleneceği, hangi biçimlerde olacağıdır. Bugüne kadar bu birliktelik, monogami biçiminde somutlanageldi; bu, kadının hep “altta” kalmasını belirledi, bundan sonra bu “toplumsal formun” aşılarak sözcüğün gerçek anlamında özgürlük, eşitlik ve yaşamın her düzeyinin bu ilkeler temelinde paylaşılması esaslarına dayalı bir birlikteliğin yakalanması ve toplumun temeline oturtulmasıdır. Sorunun düğümü bu noktanın kendisindedir!Bu kısa özetin amacı, ulusal kurutuluş mücadelesiyle kadın kurtuluş mücadelesinin yöneldikleri hedeflerlerle kimi ilişkileri bakımından temel farkı özetlemekti. Kadın ve erkek arasındaki çelişki, kadının özgürlük mücadelesi aynı toplumsal zemin üzerinde şekillenir ve sürer; bu, onun paradoksal bütününü anlatmaktadır. Çözüm de bu paradoksal bütünün temellerini ve biçimini değiştirmekte, başka bir ifade ile kadın ve erkek ilişkisini gerçek anlamda eşitlik ve özgürlük ilkeleri üzerinde yeniden kurabilmekte düğümlenmektedir.Peki, nasıl? Hangi bakış açısıyla, hangi program ve mücadele araçlarıyla?
II. Kadın Sorununun Çözüm Önerileri
Kadın sorunu bir dizi reformlar, iyileştirmeler sorunu değil, sözcüğün gerçek anlamında “kadın devrimi”ni de içeren bir dizi ve süreklileşmesi gereken devrim(ler) sorunudur!Bu kısa çalışmamızın birinci bölümünde de kısaca anlatmaya çalıştığımız gibi, kadın sorunu, sınıflı toplum, aynı anlama gelmek üzere erkek egemen/ataerkil toplum tarihi tarafından üretilen ve yeniden üretilen tarihsel, toplumsal, kendine özgü boyutları olan karmaşık ve katmerli bir sorun… Bu nedenle bu tarihsel ve güncel ilişkiler sisteminin özüne, temellerine, mülkiyet ve iktidar ilişkilerine dokunmayan bir mücadelenin kadın sorununu temelli çözmesi mümkün değildir. Yani reformlarla, kimi iyileştirmelerle belki kimi “yumuşamalar”, kimi “pansuman” türü iyileştirmeler yapılabilir, ama bunların hiç biri tek başına köklü ve kalıcı çözüm olamaz! Köklü çözüm, bu tarihsel ve toplumsal sistemin, kadın sorununu her düzeyi ile üreten bu düzenin toplumsal bir devrimle alaşağı edilmesiyle mümkündür.Bundan dolayı kadın sorunu, bir devrim sorunudur!Ancak tek başına yetmediği gibi bu tespit, geçmiş yanlış ve yetersiz yaklaşım ve pratikler ile var olan farklılığı da belirsizleştiriyor. Bu belirsizliğin ve yetersizliğin aşılması gerekir. Bu bağlamda iki noktanın altını çizmek durumundayız.Kadın sorunu, bir devrim sorunudur, evet, bunun birbirine sıkı sıkıya bağlı iki boyutu var.Devrimler, tarihin motoru işlevini görmüşlerdir; bugüne kadar tarihte sayısız devrim olmuştur. Bu devrimler, kadının toplumsal ve siyasal yaşama katılımında etkin bir rol oynamışlar, kadının düşünce ve ruh dünyasına çok şey katmışlardır. Ulusal kurtuluş ve sosyalist devrimlerde kadın etkin bir rol oynadığı gibi, devrimler de kadına yeni ufuklar açmıştır. Ancak buna rağmen bu devrimlerin kadın sorununa köklü bir çözüm getirmediğini görüyoruz. Devrimde savaşan, etkin siyaset yapan, “tarihin öznesi” rolünü oynayan kadın, devrimden sonra “evinin yolunu” tutmuş, büyük ölçüde “geleneksel” rolüne dönmüştür…Neden?Birçok neden sayılabilir, ama bizim üzerinde durmak istediğimiz temel neden şudur: Bu devrimler, kadın sorununu bütün boyutlarıyla kavrayan ve çözüm perspektifine oturtan bir anlayış ve kadın programına sahip değillerdi ya da söylenenler ve yapılanlar bir “Kadın devrimi” programı niteliğinde değildi.Bunun açılımını yapmak mümkündür, ama bir tespit olarak vurgulamakla yetiniyoruz. Hem kadın sorununun konuluşu ve tanımından, hem de yukarda vurguladığımız temel eksiklikten çıkardığımız sonuç şudur:Kadın sorunu, bir devrim sorunudur, evet, ama bu devrim devrimci bir bilinç ve programa sahip bir “kadın devrimini” içermek durumundadır. Bu, devrimde kadının kendi bilinci, örgütlülüğü, politika yapma yeteneği ve gücüyle tarihin öznesi olması zorunluluğu demek oluyor. Bu düşüncemizi biraz açmakta yarar var:Kadın sorunu öncelikle politik bir sorundur. Kuşkusuz devrimci sosyalistler nihai olarak her türlü iktidar ve devlete karşıdırlar, ancak her türlü iktidar ve devletin sönümleneceği koşulların yaratıldığı tarihsel aşamaya kadar bu hedefe göre kendisini örgütleyecek bir tür “yarı-iktidar” niteliğinde olacak bir geçiş sürecine de ihtiyaç vardır. Bu geçiş sürecinin bütün karar süreçlerinde kadının etkin olduğu, bu sürecin bütün siyasal ve toplumsal düzeyleri kadın tarafından paylaşıldığı zaman kadın sorununun çözüm sürecinden söz edebiliriz. Tüm sınıflı toplum biçimleri erkek egemenliklidir, erkek gerçek anlamda iktidardır. Öncelikle kadın devrimi bu iktidarı, onun cinsiyetçi niteliğini hedeflemek durumundadır. Erkeğin iktidarı salt toplumsal yaşam, politika, devlet, eğitim, kültür vb. alanlarla sınırlı değildir. Erkek, aile içinde de gerçek iktidardır. Bu durum birçok Medeni Yasada yasal olarak kurumlaştırılmıştır. Daha sonra yapılan yasal değişiklikler, sadece makyaj işlevini görmekten başka bir anlam ifade etmezler. Erkeğin bu çok yönlü egemen ve iktidar konumu, kadın sorununun politik bir sorun olmasını koşullamış, dolayısıyla çözümün de politik olmasını zorunlu kılmıştır. Politik olmayan, her açıdan erkek iktidarının aşılmasını hedeflemeyen, yaşamın yeniden üretilmesinde gerçek anlamda eşit ve etkin bir paylaşımı öngörmeyen bir çözüm olamaz!Bilinir, her “devrimin en temel sorunu iktidar sorunudur”! Erkek eksenli bütün iktidar biçimlerini hedeflemek ve onu aşmak, yerine kadın eksenli bir iktidar kurmak anlamına gelmiyor, ya da böyle bir mantık sürdürmeyi gerektirmiyor. Erkek eksenli bütün iktidar biçimlerini aşmak ve onun yerine yeni türden bir yeni yönetim sürecini, kendisini sönümlendirecek bir iktidar biçimini amaçlamak genel sosyalist teorinin özüne de uygundur!Burada can alıcı nokta, kadının tarihin öznesi, yani kendi yaşamı ve toplumun yaşamı üzerinde gerçek anlamda söz ve karar sahibi olması, kaderini belirleyen bir konum ve donanıma sahip olabilmesidir!Kadın sorununun çözüm anahtarı bu noktada düğümlenmiştir.Bu, aynı zamanda “kadın devrimi”nin özünü oluşturmaktadır, kadın özgürlüğü de buradan geçer.Görüleceği gibi, kadın devrimi, kurulu ataerkil düzeni bütün boyutlarıyla hedeflemek, hem de cepheden hedeflemek durumundadır. Başka bir ifadeyle var olan kurulu düzeni her açıdan ve bütün düzeyleriyle cepheden hedefleyen bir hareket “devrimci” kimliğini kazanmayı hak eder. Tarih boyunca ezilen, sömürülen, özgürlüksüz bırakılan, tarihin dışına itilen, yaşamı ve kaderi üzerinde söz ve karar hakkı elinden alınan kadının, bu kurulu sistemi hedeflemeden, bunu radikal bir devrimci program ve stratejiye bağlamadan özgürleşmesi, kaderini belirleme hakkını ve gücünü kazanması mümkün mü?Çok net görülebileceği gibi, kadını özgürlüğe, politik ve toplumsal yaşamı kararlaştırma ve sürdürmede etkin bir konuma, özne konumuna taşımayı hedefleyen kadın devrimi; bütün toplumsal ve siyasal sorunları çözmeyi, bunun için kurulu iktidarı yıkmayı ve yenisini kurmayı hedefleyen en genel anlamdaki toplumsal devrim ile aynı hedeflere sahiptir. Bu anlayışta kadın devrimi, genel toplumsal devrimin çok önemli, etkin ve dinamik bir bileşeni konumundadır.Bu bileşenin eksik olması, tüm iddiasına, ideolojik ve politik özüne rağmen bu toplumsal devrim, “erkek” etiketli bir devrim olmaya mahkûmdur! Böyle bir devrimde kadınların katılım düzeyleri ne olursa olsun bu yine böyledir! Anılan bileşen ile ilişki etkin ve dinamik olmak zorundadır; bu da, kadının gerçek anlamda devrimin öznesi konumunu ve gücünü yakalamasıyla olanaklı olabilir.Peki, bu nasıl gerçekleşecek, bunun temel öğeleri nelerdir?Kadınların kurtuluşu ve özgürlüğü, her şeyden önce ve özünde kadınların kendi eseri olacaktır!Bu, onların kendi cinsel kimliklerinin ve bundan kaynaklanan sorunlarının bilincini, bunun çözüm programını, örgütlülüğü ve eylemini-mücadelesini zorunlu kılmaktadır. Bu, politik güç olmak, söz ve karar sahibi olmak, başka bir ifadeyle politikanın öznesi olabilmek, gelişmeleri etkileme şansını yakalayabilmektir. Kendi bilincine ulaşmadan, bunu devrimci bir programa kavuşturmadan, bunu örgüt gücüyle donatmadan ve bunun kesintisiz mücadelesini vermeden kadının özgürleşmesi, tarihin öznesi olması ve kadın devrimi gibi bir hareketi geliştirmesi mümkün değildir. O nedenle bilinç, örgüt ve mücadele kadın devriminin stratejik araçlarıdır. Bunları göz ardı etmemek gerekir!Bu stratejik araçlar, genel toplumsal mücadelenin diğer temel araçlarıyla nasıl bir ilişki içinde olmalıdır? Bu sorunun yanıtı da önemlidir ve mutlaka genişçe tartışılmak durumundadır. “Devrimci sınıf partisi, aynı zamanda her cinsin özgürlüğünün ve eşitliğinin, özgür iradelerinin somut ifadesidir” demek yetmiyor. Bu noktada devrimci sınıf partisinin tanımı, kadın sorunu karşısındaki duruşu ve konumu, nesnel olarak somutlaşan “cinsel kimliği” gibi temel noktaların da yeniden tartışılması gerekiyor. Yani;Parti, kendisini kadın devrimi ve bunun temel ilkelerine göre yeniden tanımlamalı ve örgütlemelidir!Kabul edilsin veya edilmesin, yine kendi iddiası ve niyeti ne olursa olsun, düzeyleri farklı olsa da kurulu bulunan devrimci sosyalist partiler, genel olarak az çok “erkek” etiketlidir, ataerkil kültüründen önemli çizgiler ve kalıntılar taşımaktadır. Bunda nesnel tarihsel etkenler kadar, kadın sorununda devrimci ideolojinin yaşadığı temel eksiklik de temel bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla devrimci sosyalizmi yaşanan deneyimler ışığında yeniden kurarken kadın boyutunda da mutlaka anılan eksikliği aşacak bir çalışmayı yapmak ve tatmin edici bir düzeye getirmek gerekir…Yine anılan etiketin gölgesinden kurtulmanın devrimci kadroların, devrimci sınıf veya sınıfların, daha da önemlisi bu mücadelenin öncüsü emekçi kadınların gelişme ve özgürleşme düzeyi ile bağlantılı olduğunu da unutmamak gerekir. İçinde hareket edilen toplumun, toplumların tarihsel gelişme düzeyi bu noktada çok önemli bir etkendir; yoksa salt iradeci bir yaklaşımın çok zorlama ve sübjektif olacağı çok açıktır. Gelinen tarihsel aşamanın olumsuzluğuna rağmen devrimci bir parti kendisini kadın sorununun çözümüne ve onun ilkelerine göre örgütlemeli, hatta ona göre tanımını yapmalı, örgütsel ve işleyiş kurallarını, biçimlerini buna göre yeniden kurmalıdır. Yoksa “kadın devrimi”, “kadın özgürlüğü”, adına söylenen ve söylenecek her söz içi boş bir laf yığınından başka bir anlam ifade etmez!Bu kısa yazımızda tartıştığımız kadın devrimine göre devrimci bir parti nasıl olmalıdır sorusunun ayrıntılı bir açıklamasını yapmayacağız. Eski modellerin, onların üzerinde geliştiği ideolojik düzlemlerin ve somutlaşan deneyimlerin yetmediğini, kadın sorununun devrimci çözümünde tutarlı olmak için eski modelleri aşan bir anlayışa ve çözüm perspektiflerine ihtiyaç olduğunu vurgulamak istiyoruz. Öncelikle bu ihtiyacı saptamak gerekir. Bu ihtiyaç tespiti, yaratıcı arayış ve çözümlerin de ana dinamiği olacaktır!Devrimci partinin üyeleri nötr bir cinsel kimliğe sahip değillerdir, olamazlar. Peki, devrimci kadın ve erkekler partinin içinde nasıl, hangi özellikleriyle, hangi bilinç ve donanımlarıyla yer almalıdırlar? Kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olmak, bir devrimci kadın için, partili bir kadın için ne anlama gelir, bunun parti içindeki somut gerçekleşme biçimi, zemini ve anlamı nedir, ne olmalıdır? Gerçekleşen deneyimler, onların örgütlenme ve işleyiş modelleri bu sorulara yanıt vermeye ne kadar uygun? Uygun olmadığını hemen vurgulamalı ve bununla bağlantılı başka bir noktaya geçmeliyiz:Her konuda olduğu gibi, bilinç düzeyinde ulaşılan çözüm, yarına ertelenmemeli, günlük yaşam ilişkileri, parti ve mücadelenin her zemini, her ilişkisi devrimci çözümün somutlandığı, gerçekleşme çabasının sergilendiği somut alanlar olmalıdır. Devrimci demokrasi, kadın sorununun devrimci çözümü ve diğer her ilke ve çözüm bugünden hayat bulmalıdır! Bu zorunluluğun bir gereği olarak da kadın sorununun çözümünde ulaşılan düzey örgütlenme ve devrimci mücadelenin her düzeyinde ve aşamasında uygulanmak durumundadır!
Kadın sorunu özünde emekçi kadınların sorunudur!Bu anlamda kadın sorunu, sınıfsal boyutları olan, toplumsal sınıfsal gerçeklikle sıkı sıkıya bağlantıları olan bir sorundur!Bu, sorunun konuluşunda olduğu kadar çözüm önerilerinde mutlaka hesaba katılması gereken bir durumdur.“Kadın özgürlük sorunu, her sınıftan kadının sorunu değil mi, egemen sınıflara mensup kadınlar da bir cins olarak ezilmiyor mu, onların da bir cins olarak özgürleşme, kendi cinsel kimlikleriyle yaşamda yer alma sorunları yok mu? Sınıfsal bakış açısı sorunu daraltmıyor mu, bu, mücadele açısından sınırlandırıcı bir yaklaşım değil mi?”İlk bakışta bu yaklaşım insana daha kapsayıcı ve doğru geliyor. Kuşkusuz doğru yönleri var. Elbette bir cins olarak bütün sınıflara ve toplumsal katmanlara ait kadınlar eziliyor, bu anlamda sorun “kadın sorunu”dur, bütün kadınları ilgilendiren ortak bir sorundur! Bu ne kadar doğruysa, aynı zamanda bu sorunun temelinin bu mülkiyet, sınıflar, devlet düzeni olduğu da bir o kadar doğrudur! Kadın sorunu ile mülkiyet ve düzen arasındaki bu kopmaz ilişki, kadın (cinsel kimlik ve bundan kaynaklanan) bilinci ile sınıf bilinci arasındaki kopmaz bağları da koşullamakta ve anlatmaktadır. Bu bilinçler düzeyi, hem kadın sorunu nedeniyle, hem de sınıfsal sorunlar nedeniyle kaçınılmaz olarak düzenle karşı karşıya gelmeyi koşullar ve tetikler. Peki, egemen sınıf kadınlarının sınıfsal konumları nedeniyle kendi düzenlerine kafa tutmaları mümkün mü? Tarihte bunun örnekleri var mı? Sınıflarından kopan “baldırı çıplak” sınıfların dertlerini kendine dert edinen egemen sınıflara mensup kadınlar olmuştur, ama sınıf olarak bunun bir örneği yok gibidir. Fransız Devrimi’nde de devrimin esas yükünü taşıyanlar emekçi sınıflara, alt sınıflara mensup kadınlar olmuştur. Burjuva sınıfa mensup kadınlar devrim sürecinde o dönemin bilinci bağlamında kadın sorununu gündeme getirmişler, ama bu katkıları sınırlı olmuştur.Günümüzde ise kadın sorununu bir devrim programı olarak ele alma gücüne sahip toplumsal güç emekçi kadınlardan başkası değildir. Çünkü bu düzenden en çok onlar zarar görmekte ve ezilmekte, dolayısıyla bu düzenin yıkılması, en çok onların çıkarına olmaktadır. Son iki yüzyılın özgürlük, eşitlik ve demokrasi mücadelesinde emekçi kadınların rolü tartışma götürmeyecek kadar açıktır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihsel arka planında emekçi ve sosyalist kadınların büyük bedellere dayalı mücadelesi var. Zaten 8 Martın kabul edilen adında “Emekçi” sözcüğünün geçmesi anılan bu belirleyici gerçekten dolayıdır. Şimdi burjuva liberalleri ve feministleri bu gerçekliği bir kalem darbesiyle gözlerden kaçırmaya çalışmaktadırlar. Bu, 8 Martın devrimci özünü, kadın sorununun devrimci özünü örtbas etme, kadının devrimci enerjisini düzen sınırları içinde eritme çabasından başka bir şey değildir.Elbette her temel sorunda olduğu gibi, kadın sorununun çözüm anlayışında devrimci çizgi kadar reformist-liberal kanatların bulunması anlaşılırdır; aralarında ideolojik ve politik bir mücadelenin olması da anlaşılırdır. Ama en azından tarihsel gerçeklere saygılı olmak her şeyden önce ahlaki bir zorunluluk değil mi?8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, hem bir tarihsel mücadele gerçekliğini vurgular, hem de kadın sorununun özünü ve temel dinamiğini anlatır!Dikkat edilirse, sorunun bütününden değil, “özünden” söz ediyoruz. Bütünü, tüm bir cinsin ve ondan kaynaklanan sorunları anlatır, özü ise temelini ve dönüştürücü, çözüm mücadelesinin itici gücünü…Burada bir sözcükten değil, bütün bir sorunun devrimci konuluşundan ve devrimci çözüm perspektifinden söz ediyoruz. Bu nedenle “özünde” ve “bütün” kavramlarının altını özellikle bir kez daha çizmekte yarar görüyoruz.
Kadın sorunundan söz edilmesi gereken diğer bir önemli nokta da “eşitlik” sorunudur. Öncelikle vurgulamalıyız ki, özgürlük olmadan eşitlik koca bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Kadın, toplumsal, siyasal, kültürel yaşamda, erkek ile gerçekleştirdiği her ilişki düzeyi ve zemininde sözcüğün gerçek anlamında söz ve karar sahibi olmadan, başka bir ifadeyle tarihin öznesi olmadan, “iktidar gücü” olmadan özgürleşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla özgürleşme, kadın sorununda merkezi ve birincil bir rol oynamaktadır. Eşitlik ile ilişkide özgürlük birincildir; elbette eşitlikle tamamlanmayan bir özgürlüğün eksik ve sakat olacağı, bunun da çözümü çözüm olmaktan çıkaracağı kesindir.Kuşkusuz özgürleşme, bugünden yarına bir kalem darbesiyle, bir sihirle gerçekleşecek bir kavram değildir. Binlerce yıllık bir özgürlüksüzlük durumu, tarihin, siyasetin dışına itilme durumu, hep yönetilme alışkanlıklarını, kişiliğini yaratmıştır. Yani, kölelik içselleştirilmiş ve bir kişilik düzeyine çıkarılmıştır. Bunu aşma doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır, kadın özgürleşme hedefi doğrultusunda belli bir yol almıştır. Ancak bunların henüz işin başı olduğu da kabul edilmelidir. Yaratılan her şeyde erkeğin damgası var; dilde, terminolojide, siyasette, kültürde, ahlakta… Bu erkek tarihi ve kültürünü aşmak, yeni bir dil, yeni kavramlar geliştirmek, kadın açısından kolay mı? Mümkün, ama kolay değil. Konuyu ayrıntılandırmak mümkün, ama konumuz açısından bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz… Çıkardığımız sonuç şu:Özgürleşmek bir süreçtir, sayısız mücadele biçimini ve kesintisiz devrimi zorunlu kılan bir süreç… “Toplumsal devrim oldu, kadın özgürleşme doğrultusunda önemli mevziler kazandı ve artık zaferimizi kutlayabiliriz” gibi bir yargı, kadın açısından yenilginin zeminini kuvvetlendirmekten başka bir sonuç doğurmaz. O nedenle politik devrimden de sonra kadın devriminin devam etmesi gerektiği, derinleşerek, yeni aşamalar kaydederek yoluna devam etmesi gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır! Bunu, devrimde kesintisizlik ilkesi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.Özgürleşme süreci ve devrimde kesintisizlik ilkesi aynı gerçekliğin birbirine bağlı iki yüzü gibidir. Özgürleşme, devrimin kesintisizliğine bağlı, bu da kadın sorununda çözümün özünü oluşturmaktadır.Bu noktada toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamda kadının yaşadığı tarihsel eşitsizliği bugünden aşacak bir çizginin izlenmesi gerektiğini vurgulamak durumundayız. İki cins arasındaki eşitsizliğin kökleri tarihin derinliklerine uzanır ve her gün yeniden üretilir. “Kadın erkek ile eşit olmalıdır” demekle eşitlik yakalanamıyor. Ama bu eşitsizliğin bugünden, bir zamanların moda deyimiyle “hemen şimdi” aşılmasına dönük bir bilincin, politik bir çizginin ve bunun pratik bir uygulamasının olması da kaçınılmazdır. “Kadın erkek eşitliği” kâğıt üstündedir, gerçeklikte ise erkek ayrıcalıkları, dilde, düşüncede, ruhta, günlük yaşamda, gelişme düzeyi, gelişme olanakları ve fırsatları bakımından çok net ve somuttur. Devrimci bir hareket öncelikle bu gerçekliğin bilincinde olmak, bunu aşmanın kısa, orta ve uzun vadeli yollarını bulmak ve bunun mücadelesini vermek durumundadır. Var olan tarihsel ve fiili eşitsizliği aşma yönünde belli bir programa ve uygulama anlayışına sahip olmayan bir devrimin kadın devrimini içermesi ve sonuçta iddiasında tutarlı olması mümkün değildir.Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik çok büyüktür ve ancak uzun vadeli bir programla aşılabilir. Ama bu programın güncel pratik ayakları da olmalıdır. Belli bir süredir tartışılan “Pozitif ayrımcılık” ilkesi bu eşitsizliği aşmada pratik bir önlem olarak düşünülebilir, ancak bu pratik uygulamanın başarısını belirleyen üzerine oturduğu çözüm perspektifinin kendisidir. Devrimci bir programa bağlı olmayan bu tür uygulamaların yüzeysel kalmanın ve biraz da günü kurtarmanın ötesinde bir işlev görmesi mümkün değildir.
Kendini devrimci ve sosyalist olarak tanımlayan erkek açısından kısaca şunlar vurgulanabilir: Öncelikle iddiasında tutarlı olmanın yolu, erkek tarihi, bilinci, kültürü ve kişiliğiyle radikal bir hesaplaşmaya tutuşmasından geçer. İktidar ve ayrıcalıklarından feragat etmeye ne kadar hazır, bunu nasıl ve neyle yapacak? Bunun için nereden başlamalı? Tüm iddiasına ve niyetine rağmen devrimci sosyalist erkek, verili durumda ve düzeyde ne kadar tarihi ve bu tarihin şekillendirdiği kişiliği ile hesaplaştı, bu hesaplaşmanın neresindedir? Bu sorular devrimci erkek açısından can alıcı sorulardır! İradeci yaklaşımlara düşmeden vurgulamalıyız ki bir tarihten, onun kültürü, kişiliği ve ahlakından bir çırpıda, sınırlı ve kesintili çabalarla kurtulmak olanaklı değildir. Burada önemli olan kendi gerçekliğinin bilinci ile bunu aşmanın tutarlı ve samimi pratiğidir, bunu bir yaşam tarzı haline getirme iradesi ve gücüdür! Ötesi zorlama beklentiler olur ki bu da hayal kırıklığından başka bir sonuç doğurmaz.Kadınlar açısından buradan çıkan temel sonuç şudur: Kadının kurtuluşu ve özgürlüğü, her şeyden önce kendisinin, kendi devrimci çabalarının eseri olacaktır!Bu, devrimci erkeğin kendi tarihi ve iktidarıyla hesaplaşmasında koşullayıcı, tetikleyici ve zorlayıcı bir dinamik olacaktır!Bu, aynı zamanda, toplumun gelişiminde, özgürleşmesi ve demokratikleşmesinde en temel dinamiklerden biri olacaktır!
III. Sonuç
Sosyalizm, bir toplum projesidir!Kapitalist emperyalist sisteme alternatif, tarihin ve toplumların gelişme dinamiklerine yanıt veren bir gelecek projesidir!Bu nedenle bu proje, mevcut bütün sorunlara ve toplumsal çelişkilere bütünlüklü ve kendi içinde tutarlı bir yanıt, bir seçenek oluşturmak durumundadır.Sosyalizm, verili mülkiyet ve iktidar ilişkilerini yerle bir ederek aşan, onların kurumlarını aşan, yerine yenilerini kurma iddiasında olan bir toplum projesidir.Peki, kadın sorununa köklü bir çözüm üretmeden, bu konuda iddialı bir çizgiye sahip olmadan böyle bir bütünlüklü ve iç tutarlılığa sahip toplum projesini bir seçenek olarak geliştirmek mümkün mü?Bu projede mevcut aileyi aşacak ve onun yerine geliştirilecek toplumsal çekirdek ne ve nasıl olmalıdır sorusuna yanıt getirmeden tutarlı bir gelecek projesinden söz etmek olanaklı mı?Gerçek anlamda özgürlüğe, eşitliğe, ortak üretme ve ortak paylaşıma dayalı toplumsal yaşam birlikteliklerinin temelleri, yapısı, ilkeleri ne olmalıdır sorusunun tutarlı yanıtı, anılan projenin can alıcı noktasıdır.Kadın sorununa devrimci çözüm, aynı zamanda bu toplum projesinin en can alıcı sorularından birine yanıt anlamına gelmektedir.Bütün bunlardan çıkan sonuç, kadın sorununa devrimci yaklaşım ve devrimci çözüm üretme çabaları, aynı zamanda yaşanan deneyimler ve ortaya çıkan ihtiyaçlar bağlamında devrimci sosyalizmi geliştirme çalışmalarına mütevazı düzeyde katılım anlamına gelmektedir! Bu da iddiasında samimi ve tutarlı olmanın bir gereği olduğu kadar, bu gericilik yıllarında devrimci sorumluluk ve görevin kaçınılmaz bir gereğidir!Kürdistan devriminde kadın sorunu bu genel çerçevede tartışılmayı beklemektedir, daha doğrusu bugüne kadar yapılan tartışmaları derinleştirerek geliştirmeyi beklemektedir…
Sözlerimizi şu dilekle tamamlamak istiyoruz:Bu vesileyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyor, kadın kurtuluşu uğruna verdikleri mücadelelerinde, devrim ve sosyalizm davalarında başarılar diliyoruz!Mart 2005