Aleviler, bir kez daha eylemleri ve haklı talepleriyle gündemdedirler. Ancak bu konuda devletin en kati inkârcı ve tekçi çizgisini bağnazlıkla savunan AKP, bu talepleri sulandırma, içini boşaltma ve böylece Alevileri inkârcı ve tekçi din düzenine bağlama çizgisini ısrarla sürdürüyor. Bundan başkasını beklemek de mümkün değildir…
Alevilerin somut talepleri ve AKP’nin bu konudaki tutumuna geçmeden önce TC’nin din ve diğer inançlar karşısındaki ideolojik, politik ve kurumsal duruşu hakkında birkaç söz söylememiz gerekir.
Öncelikle vurgulamalıyız ki, TC, gerçek anlamda, laik, bütün dinler ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, dinle devlet işlerini birbirinden ayıran bir devlet değildir. TC, İslam dinini kontrol altına alan, onun içinde de Hanefi mezhebini devlet kontrolünde resmi din olarak örgütleyen, Sünni İslam dışındaki din ve inançları yok sayan, inkâr eden ve resmi devlet dini içinde asimle etmeye çalışan devlettir. TC, din kontrolünü Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devlet içinde devasa bir örgütlenme, kadro ve mali desteğe sahip bir kurumla gerçekleştirmektedir. “Tek devlet, tek millet, tek dil” sloganın yanına aslında “tek din” unsurunu da eklemek gerekir. Bu tek din de Sünni İslam’dan başkası değildir. Böyle olmakla birlikte eğitim ve diğer alanlarda uygulanan “Dini Doktrin” Hanefi Mezhebine ait doktrindir.
Dini denetlemek, dini devlet eliyle yönetmek, özünde Tek devlet, tekçi ve bölünmez iktidar, her türlü muhalefet seçeneğinin denetim altına alınması ve giderek ortadan kaldırılması anlayışına oturmaktadır. Alternatifsiz tekçi ve bölünmez iktidar anlayışı, “Tek Şef ve Tek Parti” süreciyle kurumlaşmış ve bu, bugüne dek aşılamamıştır. Tek devlet, tek ulus, tek vatan, tek dil, tek din, tek şef öğeleri bir bütündür, birbirini tamamlayan bir bütün… TC, bu bütünün resmi adıdır, Kemalizm, bu bütününün resmi ideolojisidir.
Dolayısıyla bu despotik, inkârcı ve imhacı devlet, kendisinden olmayan her şeye düşmandır; anılan bu öğelerle çelişen “ötekilere” çeşitli biçimlerde ölümün dışında bir yaşam şansı tanınmamaktadır!
Bu anlamda Alevilerin bir inanç ve kültür grubu olarak TC tarafından yok sayılmaları, İslam içinde asimle edilme süreci, bir rastlantı, bir “kusur” veya basit bir “unutkanlık” ve sonradan ortaya çıkan “Laiklikten bir sapma” olarak değerlendirilemez. Bu, tamtamına Kemalist laikliğin, resmi çizginin, daha genel bir ifadeyle TC’nin var oluş, kuruluş ve kendisini sürdürme çizgisinin doğrudan bir sonucudur!
Bu anlamda doğrudan ve cepheden bu var oluş ve sürdürülüş gerekçelerine, resmi çizgiye, daha net ifadeyle TC’nin kendisine tavır almadan en sıradan demokratik bir gelişmeyi sağlamak mümkün değildir.
Bu kısa özetten sonra Alevilerin taleplerine ve buna karşı AKP’nin ve onun üzerinden devletin bu konudaki duruşuna geçebiliriz.
Aleviler, öncelikle bir inanç ve kültür olarak kabul edilmesini ve bunun yasal bir güvenceye bağlanmasını, yine bu bağlamada bununla çelişen yasal ve kurumsal engellerin kaldırılmasını istemektedirler. Bu talep, diğer taleplerin özünü ve esasını oluşturmaktadır.
Peki, TC’nin kendisi, resmi çizgisi ve kurumlaşması çözülmeden, aşılmadan bu son derece demokratik ve insani hak ve istemin TC’nin kendisi ve onun adına herhangi bir iktidarın kabul etmesi mümkün mü? Mümkün değilse, bu talepleri ve bu temelde verilen mücadeleyi hangi perspektife ve programatik çizgiye bağlamak gerekir?
Bu sorular Alevi sorunu ve çözümünün can alıcı noktalarını oluşturmaktadır.
Aleviler, 9 Kasımda yüz binlerin katılımıyla gerçekleştirdikleri Ankara Eylemi ile ve sonrasında yaptıkları toplantılarda taleplerini çok net ifade etmektedirler:
“Madımak Oteli’nin Müze olması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin yasal güvenceye kavuşturulması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması…”
Buna karşılık AKP, “dedelere maaş”, “Kültür Bakanlığı’nda Alevi temsili” ve “Madımak Oteli’ni kamulaştırıp herkesin faydalanacağı bir kültür merkezine dönüştü”rülmesi politikasını açıkladı…
Kuşkusuz bu, Alevilerle alay etmekten başka bir şey değildir. Aynı zamanda bunu, tek başına bir AKP politikası olarak değil, devlet politikası olarak okumak gerekir. AKP’nin bu konuda sicili kötü bir parti, Madımak katliam sanıklarını savunan bir geleneğin uzantıları olduğu da akıldan çıkarmamak gerekir.
Devlet ve AKP bir parmak balla Alevilerin temel taleplerini boşa çıkarabileceklerini hesaplıyorlar. Bu yaklaşımlarını yürütmek için Alevilerin içindeki resmi çizginin payandalarından fazlasıyla yararlandıkları, hatta bunları “Alevi temsilciliği” olarak kabul ettirmeye çalıştıkları diğer bir olgudur; bu, ayrı bir tartışma konusudur!
“Alevi Bektaşi Federasyonu Ankara Buluşması Sonuç Bildirgesi”nde formüle edilen talepler, son derece haklı, meşru ve insani taleplerdir. Ancak çok net bir stratejik anlayışa ve omurgaya oturmadığı için yeterli değildir. Yine bundan dolayı bu talepler doğrultusunda verilmekte olan mücadelenin sonucunda büyük hayal kırıklıkların yaşanması büyük bir olasılıktır!
Sorunun ve çözümün özü şudur: Aleviler bir inanç ve kültür grubu olarak tanınmalıdır!
Bu tanınma gerçekleşmeden Alevilerin tam eşit ve özgür olarak inançlarını yaşamaları ve kültürlerini geliştirmeleri mümkün mü?
Sorun böyle konulduğunda mücadelenin hedefine TC’nin kendisinin, resmi çizgisi ve her türden inkârcı, tekçi ve despotik iktidar yapısının oturtulması kaçınılmaz hale gelecektir. Ancak bu anlayışla verilecek mücadelelerin sonucunda kısmi reformlar ve kimi mevziler elde edilebilir!
Sözün özü: Alevi sorunu ve taleplerinin gerçekleşmesi sorunu, diğer temel demokratik sorunlar gibi, gerçek anlamda bir devrim sorunudur, ancak devrim perspektifli bir mücadele çizgisi sonuç alıcı olabilir!
9 Aralık 2008