“Bankalara para, gençlere kurşun, bizim günlerimizin saati geldi!”
İsyan görevdir, kapitalizm gayr-ı meşrudur!..
15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un polis tarafından Atina’nın göbeğinde katledilmesinin ardından başlayan militan eylemler günlerce sürdü. Eylemlerin örgütlenmesinde etkili olan gruplar, 25 Aralık’ta başlayacak Noel’e kadar eylemlerin devam edeceğini bildiriyorlar.
Gençliğin isyanının bu kadar yaygın ve militan olması, işçi ve emekçi kitlelerin de bu eylemli sürece dahil olması, “rutin” işlediği varsayılan süreçlerin her an sarsılabileceğini tüm dünyaya yeniden hatırlattı. Polis katliamı bardağı taşıran “son damla” olma işlevini yerine getirmiş, kapitalizmin onulmaz çelişkilerinin biriktirdiği mücadele dinamiklerinin, koşulların olgunlaşmasıyla açığa çıkma eğiliminde olduğuna işaret etmiştir.
Türk polisiyle yarışacak düzeyde olmasa da, Yunan polisinin de sicili kanlıdır. Yunan devletinin tetikçileri, son yıllarda pek çok cinayete imza atmışlardır. Bu cinayeti de fazla sorun yaratmadan atlatacağını varsayan kolluk kuvvetleri, ilk günlerde katledilen çocuğu suçlayacak kadar pervasız açıklamalar yapabilmişlerdir.
Ancak gençliğin isyanı, kısa sürede egemenlerin ezberlerini altüst etti. Ülkenin dört bir yanında sokaklara inen onbinlerce genç kapitalizmin asmbollerine, devletin kurumlarına karşı saldırıya geçti. 14-17 yaşındaki ortaöğretim öğrencileri 400 okulu işgal ederken, üniversite öğrencileri okullarını birer direniş mevzisine çevirdiler. Sermaye borazanı medya ile gerici hükümetin, isyanı, “demokrasi düşmanı birkaç çapulcunun işi” diye karalama girişimlerini, gençlerin yanısıra binlerce işçi ve emekçi kentlerin sokaklarını doldurarak yanıt vererek boşa düşürdü.
Demokrasiyi sınırsız sömürme hakkından, özgürlüğü ise sermayenin dolaşımı önündeki engellerin temizlenmesinden ibaret sayan burjuva zihniyetin temsilcileri, isyanı, “demokrasi düşmanı”, “hedefsiz”, “kör şiddet”, “vandalizm” gibi nitelemelerle karalayabilmek için seferber oldular. Daha faşizan söylemleri öne çıkaranlar ise, devleti işbaşına çağırdılar. Ancak kolluk kuvvetlerinin cinayetlerine itirazı olmayanların yaydığı bu çirkin iftiralar, isyanın meşruluğunu zedelemeyi başaramadı. Reformist solun kendi üslubuyla isyana yönelttiği saldırılar da karşılık bulmuş görünmüyor.
Saldırıların boşa düşmesi kaçınılmazdı. Zira ne banka, mağaza zinciri gibi kapitalizmin asmbollerini hedef almak ne burjuva devletin kurumlarına saldırmak kör şiddettir. İsyan ateşini tutuşturanlar düzenin kurumlarına ve kapitalizmin asmbollerine yönelmişlerdir. Bu isyanın dinamiklerini biriktiren, neoliberal politikaların sömürü ve yağmayı daha da katmerleştiren, gençliği işsizlik ve geleceksizliğe mahkum eden sonuçları olmuştur.
Genelde düzen kurumlarının özel kapitalizmin zor aygıtının hedef alınması, bilinçli bir tercihin ürünüdür. Sömürü ve yağma çarkının geleceksizliğe mahkum ettiği gençlere kurşun sıkan düzenin silahlı bekçileri, isyancıların isabetli saptaması ile “meşru hedef” kabul edilmektedir.
Öfke patlamasının burjuva devletin zor aygıtına yönelmiş olması büyük bir önem taşımaktadır. Bu aygıt hem devletin zoru tekelinde tutma politikasının asmbolü, hem devlet şiddetinin dolaysız taşıyıcısıdır. Devletin zor aygına yönelen kitle şiddeti, direnmenin meşru bir hak olduğunu kabul ettirirken, kapitalist devletin zorbalığını da işçi ve emekçiler nezdinde teşhir etmektedir.
“Bankalara para, gençlere kurşun, bizim günlerimizin saati geldi!” şiarını yükselten gençlerin, hedef seçerken olduğu kadar, yaptıkları eylemler konusunda da bilinçli oldukları görülmektedir. Yunan burjuvazisinin yanısıra Avrupa burjuvazisini de esas olarak bu tedirgin etmektedir. Bu bilinç, düzen partilerinden umudun kesildiğini, vahşi kapitalizmin güvencesiz çalışma, geleceksiz yaşama dayatmasının reddedildiğini göstermekte, düzenin silahlı bekçileri gayr-ı meşru görülmektedir. Yani söz konusu olan, sömürü düzeni olarak kapitalizme karşıtlıktır.
Yunanistan’da başlayıp bazı ülkelerde yankı uyandıran bu öfke patlamasının kapitalizmin derinleşen krizinin yıkıcı etkilerinin daha yakından hissedilmesi ile pek çok ülkede alevlenme ihtimali, kapitalistlerin korkularını arttırmaktadır. Verili koşullarda kapitalistleri rahatlatan ise, isyanın ihtilalci bir sınıf partisinin kurmaylığından yoksun olmasıdır.
Ancak bu zayıflık sonsuza kadar sürecek değil. Sınıf savaşımları deneyimleri ile mücadelenin dinamikleri, keşfin anası olan ihtiyaçlarla birleşince, ihtilalci sınıf partisinin kurulması için uygun zemini hazırlayacaktır. Gençliğin devrimci dinamizmi, işçi sınıfını seferber eden ihtilalci komünist partisi önderliği altında birleştiğinde asalak kapitalistlerin kabusunun gerçekleşeceği an da yaklaşmış olacaktır.