Demokrasi Kültürü veya Kültürsüzlüğü…
M. Can YÜCE / Kürdistan’da yıllardır bir mücadele veriliyor. Bunun sonucunda belli bir birikim oluştu. Ama en geri burjuva demokrasisi anlamında bir kültürel birikimden söz etmek mümkün mü? Kürdistan toplumunun kendi içinde, politik ortam ve ilişkilerinde en sıradan bir tartışma, tartışmayı makul zemininde yürütme olanağı ve gerçekliğinden söz etmek mümkün mü?
Mümkün değilse neden?
Oysa yıllardır verilen mücadele en genel anlamda ulusal kurutuluş, demokratik hak ve özgürlükler, insan hakları, eşitlik ve adalet için değil mi? Peki, bu talepler ve içerdiği anlamlar, neden Kürdistan’daki siyasal ilişkilere, siyaset kültürüne yansımıyor, yansıyamıyor?
En makul, en bilimsel, ölçülü ve düzeyli eleştirilere bile tahammül gösterilmiyorsa, bu eleştiri sahipleri, gasp edilen iktidar gücüyle mahkûm edilip susturuluyorsa, tam anlamıyla bir sürü ve “dalkavuklar” ordusu ve toplumu isteniyorsa, bunun dışındakilere bırakalım siyaset yapma hakkı ve olanağı, yaşam hakkı bile tanımayan bir siyaset kültürü egemense ne yapmak gerekir? Olan ve yapılan ne, durum ne?
En genel çizgileriyle üç “şey” yapılıyor, üç tipoloji sergileniyor:
Bir: Kullar! Bunlar, süreç içinde tam anlamıyla iradesizleştirilmiş bir topluluğu ifade etmektedirler. “Tanrı”ları karşısında tam anlamıyla iradesiz, ama iktidar sisteminin içinde tuttukları yer ve “bahşedilen” iktidar olanakları düzeyinde de despotturlar! Öcalan iktidar sistemi içindeki her düzeydeki “yönetenlerin” durumu ve gerçekliği budur! “Tanrı”ları, “Kutsal devlete bağlılık” yemini eder, fırsat verilmesi durumunda devlete hizmeti bundan sonraki yaşamının temel amacı ilan eder, bunu mahkeme kürsüleri gibi “tarihi” ve “resmi” zeminlerde yapar. (Kanıt isteyenler, “Bir Yanılsamanın Sonu” adlı kitabın belgelerine bakabilir. Tam metni www.sosyalist-kurd.net sitesinde var.) Ama anılan kullar, bu sözlerde bir keramet görürler. Haydi diyelim ki bunu öz düşünceleri ve öz iradeleriyle yaptılar. Bu, en azından teorik olarak olanaklıdır! Bu anlamda bu, onların “hakkı”! Peki, herkes sizin gibi düşünmek, sizin gibi davranmak zorunda mı? Devlete bağlılık ile Kürt halkına bağlılığın bağdaşmaz iki uç düşünce ve davranış olduğunu söylemek de sizin dışınızdakilerin hakkı olamaz mı? Kullar, hemen itiraz ederler: “Hayır, bu ihanettir, bu, özel savaşın ‘paralı’ kalemşorluğudur, dahası ajanlıktır!”
İki: Dalkavuklar! Bunlar, kendi içinde geniş bir yelpaze oluştururlar. Aslında gerçekliği az çok bilirler. Ama bu gerçekleri açıktan açığa ifade etmeye cesaret etmezler. İktidar sisteminin tepkisini ve düşmanlığını çekmek istemezler. Kimisi de bu iktidar siteminin eteklerinde olmayı politik ve ekonomik “akılcılık” olarak düşünür, bunlardan yararlanmayı bir yaşam biçimine düştürür. Korku bir yerde kurumlaşmış bir kültüre dönüşmüşse orada ikiyüzlü ve dalkavuk kişiliklerin çoğalması kaçınılmazdır. Bunların en kurnazları da zaman zaman “Yetimlik edebiyatı” ile suya sabuna dokunmayan eleştirilerle “Diğer” taraflardan gelen eleştirilere kalkan oluşturmaya çalışırlar…
Üç: Mevcut iktidar sistemine karşı eleştirel ve politik olarak karşı duranlar! Bunlar da kendi içinde farklı ideolojik ve politik duruşlarıyla geniş bir yelpazeyi yansıtmaktadırlar. Söyledikleri ve söyleyecekleri sözler ve düşünceler var; bu mücadeleye önemli katkılar da sunmuşlardır. Ancak örgütsüz ve bu nedenle politik olarak güçsüzdürler! Bunun da çok yönlü nedenleri var. Ancak idealleri uğruna her şeyini ortaya koymuş olanların politik bir güç haline gelememelerinin en temel nedeni, egemen iktidar sistemi tarafından bırakalım siyaset olanakları, yaşam olanaklarının tanınmamasıdır! En doğru ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir söz ve eleştirinin dahi “hain”, “ajanlık” jargonuyla mahkûm edildiği, bütün bir toplumun bununla susturulmaya çalışıldığı bir siyaset ikliminde adım atmanın ve politik güç olmanın olanağı bırakılmış mıdır? Hayır, yapılacak sabır ve inatla söylenen doğru sözün ardında durmaktır ve yürümektir; bu, yapılmaya çalışılıyor!
Tekrar baştaki sorulara dönersek; bunlar, kuşkusuz önemli sorulardır, ancak bu soruların da kaynaklandığı temel sorunlar ve çelişkiler var. Peki, Kuzey Kürdistan toplumu olarak nedir temel sorunlarımız ve çelişkilerimiz?
İki tane temel çelişkiden söz edilebilir: TC’nin ülkemizde kurumlaştırdığı sömürgeci sistem, kuşkusuz halkımızın en temel sorunlarının ana kaynağını oluşturmaktadır. Bunun ayrıntılarına girmeye gerek yok, bunlar sayısız kez işlendi, tartışıldı. O nedenle geçiyoruz.
Daha az tartışılan, tartışılmaktan kaçınılan ikinci temel sorunumuz ise, İmralı süreciyle birlikte ideolojik ve politik olarak teslim olmuş, bu teslimiyeti bir program ve eylem çizgisine dönüştürmüş, Kendisini “yeni PKK” olarak kodlayan Öcalan iktidar sistemi, kültürü ve kültü, Kürdistan özgürlük ve demokrasi hareketinin önündeki en temel engeldir! Bu iktidar sistemi iki ayağıyla, hem ideolojik ve politik çizgisiyle, hem de iktidar sistemi ve kültüyle böyledir. Bu sistemin nasıl kurulduğu, geçirdiği evreler, kullandığı araç ve yöntemler, ortaya çıkardığı insan ve kadro tipi, sonuçları derli toplu ve özlü olarak KUKM’ni Toparlama ve Yeniden İnşa BİLDİRGESİ’nde, Bir Yanılsamanın Sonu adlı kitaplarda ve diğer çalışmalarımızda işlenmiştir. Bunlara bakılabilir.
İsmail Beşikçi, PKK ve Öcalan’a bir eleştiri yapar, ama bu iktidarın sahibi ve kulları hemen harekete geçerler. Yapılan eleştiriyi eleştirmekte özgürsünüz, ama eleştiri ölçüleri içinde ve sadece eleştiri silahı ile bunu yaparsanız bir anlamı olur. Ama bunu yapmak yerine tipik despotik, “Tanrısal” iktidarların ezbere laflarını tekrarlarlar: Burada adalet, vicdan ve en sıradan ahlak ölçüsü aranmaz! “Güç ve iktidar tekeli elimde, toplumu tek yönlü şartlandırma ve saldırtma olanağım var; o zaman ‘vur abalıya’!” “Psikolojik savaşa hizmet”, “Paralı yazarlık”, “ajanlık” gibi Öcalan iktidar sisteminin en bayat ve politik etkisi güçlü silahları ateşlenir! Bütün farklılıkların susturulması ve tasfiyesi de “ajanlık”, “objektif ajanlık” silahlarıyla gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla bugün bu silahların İsmail Beşikçi gibi bütün yaşamını hiçbir çıkar ve kayıp endişesi olmadan Kürtler ve Kürdistan davasına adayan bir bilim adamı için kullanılması, ancak bu iktidar siteminin Kürdistan demokrasisi için ne denli ciddi bir engel haline geldiğini gösterir!
Ya boyun eğ, secdeye gel ve tap, ya da sus, yani politik ve aydın olarak öl!
İşte dayatılan bu!
Bu, “Bizde” egemen “demokrasi” kültürüdür! Ya da en doğru ifadesiyle demokrasi kültürsüzlüğünün kendisidir!
Bu kültürsüzlüğe ve onun dayandığı iktidar sistemine devrimci tarzda tavır almadan, en başta da eleştiri silahını yerinde ve doğru kullanmadan gerçek anlamda demokrat, namuslu aydın, yurtsever siyaseti olmak mümkün mü?
16 Aralık 2008