0 0
Read Time:5 Minute, 51 Second

Bir pehlivan tefrikasına dönen “Ergenekon Davası”nın hukuksal yanına girecek değilim; cehaletim buna el vermez. Ancak, aklımca ve fikrimce bu meseleyi “siyaseten” anlamam gerekiyor. Bunun için de zaman zaman “yazılı düşünmeye” başvuruyorum. Bu yazı da bunlardan biri.

Biraz yaşım, biraz da okumalarım üzerinden baktığımda bu topraklarda böylesi arapsaçı bir dava ile böylesi karmaşık, uzun sürece yayılmış dava ile karşılaştığımı hatırlamıyorum (Gazi Davası buna rakip olabilir). Ama, benden daha büyük olan Mehmet ve Ahmet Altan kardeşler beni bu konuda aydınlatabilir (Hay Allah hiç düşünmemiştim, babalarının adı Çetin, seküler bir ad, çocukların adı Müslümanlığın kutsal isimleri!). Hatta daha yaşlıca ve feylezof olan Murat Belge de aydınlatabilir bizi. Böylece ben de cahilliğimi gidermiş olurum. Ömer Laçiner’e bir şey diyemem, sonuçta bir Hz. Ömer adaleti göstermesi gerekir…

Ergenekon Davasının ilk gözaltı operasyonu ile son operasyonu karşılaştırıldığında at izinin it izine, it izinin at izine karıştırıldığını söylemek için ne kahin olmak gerek ne de büyük analist filan; sıradan insan olarak operasyondaki isimler yan yana konulduğunda bunu görmek mümkün. Görmemek için biraz kin, biraz nefret, biraz da korku ve kaygı, belki biraz da “yalakalık” eklemek lazım insanın aklına, fikrine, ruhuna, elbet davranışına.

Sağından soluna, solundan sağına, laikinden İslamcısına, İslamcısından laikine pek çok insan devletin bir uzantı olarak bir başka yapılanması olduğunu biliyor ve bunu yüz yıl yakın bir dönemdir de dile getiriyor (derin devlet söylemi devletin bu kirli yüzünü aklayan bir söylemdir, doğru değildir, sonuçta kapitalizmde devletin kendisi zaten derindir, olsa olsa bunun uzantısını oluşturur). Burada sürpriz yok; zira her devletin yapılanmasında bu var. Her devlet, yeniden yapılanırken, uygun görmediği bu safrayı kusuyor. Mustafa Kemal Paşa suikast iddiaları ile İttihat ve Terakki’nin devlet içindeki uzantısı olan bir hizip ile hesaplaştı; büyük bir temizlik yaptı, iktidarını pekiştirdi. Bugünkü liberal ve demokratlarca bu tutum despotluk olarak değerlendirildi. Tarihin ikinci büyük temizliği bugün İslami bir devlet isteyenler ile İttihat ve Terakki ile hesaplaşmış olduğunu iddia eden Mustafa Kemal’in seküler devletçileri arasında yaşanmaktadır. Bu basit bir hesaplaşma değildir. Bu hesaplaşmayı teorik olarak da yazmış, açıklamış olan Yalçın Küçük’ün de İbrahim Şahin gibi bir yaratık ile aynı zaman diliminde, aynı mesele ile ilgili bu yazının yazıldığı tarihte gözaltına alınması tesadüf olarak değerlendirilebilir mi? Bu sorunun yanıtını sosyalistlerin, devrimcilerin vicdanına bırakmak en doğrusu. Bana soracak olursanız, bir Adanalı olarak söyleyeceğim şey açıktır; bu satırlara yazılı olarak yazmak “ayıp” görülür… Bu nedenle ben bir şey demeyeyim!..

“Gün”ün anlamı, güncel ve anlık olmasıdır, teorik bakışı, tarihsel bakışı içermemesidir. Öyle olduğu için televizyon, radyo, gazete haberleri “anlık” olur, sonra pek hatırlanmaz. Ancak, kendisine devrimci, sosyalist diyenler, “bilim insanları” kadar, “akademisyenler” kadar, belki de onlardan daha teorik ve politik düşünmek zorundadır, bu anları mutlaka çok iyi değerlendirmek zorundadır. Bu nedenle, bu iki işi iyi yapan, son gözaltılar ile Ergenekon Davasının turnusol kağıdına dönüşen Yalçın Küçük’ün farklı bir dönem için yazdıkları önem kazanıyor. Alıntılardan önce, bugün İsrail meselesinde, Gaz zehirlenmesinden ölen yedi gencin meselesinde sıkışmış bir AKP iktidarının, daha önce de böylesi sıkışık ortamlarda N. İdiz’i de gözaltına alacak kadar gözünün karardığını hatırlamakta yarar var. Ama daha önemli bir hatırlatma darbecilere karşı demokrasi mücadelesi veren AKP iktidarının devrimcilere, sosyalistlere yönelik gerektiğinde kullandığı birkaç ceza maddesini hatırlatmak; uygulamasına ilişkin soru olursa, rezerv olarak tutmanın bir “hamle” için önemli olacağını düşündüğümden, şimdilik “saklıyorum”!..

Hayatta ve tarihte tesadüflere yer var mı? Bilimsel düşünce hayır diyor. Kürtçe televizyon açılımı, Nazım’ın vatandaşlıktan çıkarılmasının iptali, alevi açılımı, Ahmet Kaya’nın rehabilitesi… Yok yok… Ama hepsi, İsrail’in saldırısı sonrası sıkışmışlıktan bir anda kurtulunup, bir şok tedavi ile arka arkaya yapılmış hamleler olarak nereye konulabilir ki? Ne demokrat, insan haklarına saygılı hükümet derken ve de yerel seçimler elbette bu işle hiç ilgili değil diye düşünürken… İsrail ile ilişkiler mi, haşa derken olmuş bütün bunlar. Hay, Allah ne tesadüf! Bence de olan ile olmakta olanın kendi arasında böylesi bir ilişki yoktur. Da, “bunlar bir tesadüf müdür yoldaşlar” sorusu aklıma geliyor. Bunlar yüzeysel, çok da anlamlı olmayan görüntüler… İşe teorik ve tarihsel bakacaksak, şimdi sözü artık bu işin turnusol kağıdı olan, her darbede tutuklanan, belki de tutuklanmasına şampanya açarak “sevgi nümayişinde” bulunan liberal solcuların çok sevdikleri Yalçın Küçük’e bırakmanın sırasıdır:

“Osmanlı düzeninde kurumlar var, fakat, kurallar yok görünüyor”.

“Osman-oğlu düzeninde tahta kimin geçeceği hiçbir zaman bir kurala bağlanmıyor ve Konstantiniye Fatihi, İkinci Mehmet de, herhangi bir kural getirme cesaret ve gücünü kendisinde bulamıyor”.

“Osman-oğlu düzeninde filicide, oğul katli, particide, baba katli, ve fratricide, kardeş katli, son derece yaygın; üstelik bunu uygulamak için Fatih’in kanun çıkarmasına da hiç gerek duyulmuyor”.

“Her prens, tahta geçmezse, öldürüleceğini, önceden biliyor. Bu nedenle her Osman-oğlu prens için tahta çıkmak bir ölüm-kalım sorunu durumuna geliyor; mutlaka toplumdaki çeşitli partilerle bağ kurması gerekiyor”.

“Bireyin değerini henüz bulmadığı Orta Çağ’da gencecik prenslerin böylesine acımasız yazgılara kurban edilebilmeleri için, toplumda, tarafların ve bu taraflar arasında çatışmanın bulunması zorunludur; daha sonraki dönemlerin keskin sınıf çatışmaları henüz kaba bir düzeyde görünüyor. Kaba üretim koşullarına kaba çatışmalar denk düşüyor”.

Daha analitik değerlendirmeleri merak edenlerin kitabı okuyabilirler. Ancak, yaklaşık 20 yıl önce Fatih Sultan Mehmet üzerinden bir iktidar çözümlemesi bugünü de çok açıklayıcı gibi görünüyor. Hayatta kalmak, iktidarda kalmak için ölümcül bir mücadele, yok etme, ölmemek için öldürme mücadelesi!..

ABD ve aynı anlama gelmek üzere emperyalizm destekli Fethullah’ın çocukları hiç uzun emeklerinin kesin bir sonucu olmasa da ummadıkları bir anda önce hükümet odular; şimdi iktidar olmak istiyorlar. Bildikleri, yok etmezlerse yok edilecekleri. Yok edilme kaygısı ve korkusu ile hükümetleri döneminde topluma ceza, suç ve hapishane politikaları ile bir pranga bağlayıp, onları hücrelere hapsederken, öbür yandan barış güvercinleri uçuruyorlar, Nazım’ın vatandaşlıktan çıkarılmasını “iptal” ediyorlar, Kürtçe tv yayınına başlıyorlar, A. Kaya’dan özür diliyorlar, belki Y. Güney’e de madalya takarlar… Ölülere çok saygılılar! Ama, F. Tunç’a da gerekli muameleyi unutmuyorlar… Ve diye devam etmek mümkün… Ve’sini soran olursa “konuşuruz”…

Fethullah’ın çocukları, aynı anlama gelmek üzere darbeci Kenan Evren’in çocukları, 12 Eylül darbesi ile palazlandılar, ki Y. Küçük 12 Eylül’den önce bir darbe olacağını, Erbakan’ın içeri atılacağını, ama Erbakan’dan daha İslamcı işler yapılacağını yazmıştı, şimdi kendilerini bu kadar güçlü kılacak, solculara kan kusturan Kenan Evren gibi darbecileri yargılamak yerine, kendi iktidarlarını tehdit eden, 12 Eylül’de yanlış yaptığını düşünen generalleri yargılıyor. Kuşkusuz, demokrasiye çok uygundur. Baskıngiller bunun ile gurur duyabilirler, Belgeciler bunu tarihte belgeleyebilirler. Çetin olan bir eski TİP’linin mistik adlı çocukları sevinçle karşılayabilirler. Sorun olmayabilir, ama bu ülkede demokrasi değil de bir Humeyni rejiminin “yumuşağı” oluşursa ne olur? Binnaz hoca taşrayı araştırmış. Ne gerek var, Ankara’da Sincan’a, İstanbul’da Sultanbeyli’ye gidip yeni demokrasiyi, olmayan mahalle baskısını doyasıya soluyabilirsiniz!

Asker asker diyenler, bir Turgut Özal’ın o güzel cümlesini hatırlayabilir mi? Acaba hatırlarlarsa, bu kez askerin değil de emniyetin bir darbe yaptığını görebilirler mi? Berrak suyu bulandırmadan, temiz aynaları puslandırmadan, bir daha sınıfsal bakabilir miyiz?

İbrahim Şahin gibi bir alçak ile gözaltına alınmış olan Yalçın Küçük, tarihsel kitabında bize olanı ve olmakta olanı gösteriyor; ister sevin, ister sevmeyin, işte bir vicdan, bir tarihsel vaka, ama bunlardan daha fazla bir turnusol kâğıdı olarak karşımızda duruyor. Savaş Üzerine ve Nasıl Yapılamadı kitaplarını bir kez daha okumayı öneriyorum… Ne çok öğreticiler!..

Sendika.org / 08.01.08

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter