0 0
Read Time:5 Minute, 57 Second

Emek Platformu” Pranga Mı Hançer Mi?
Yüksel Akkaya
Perşembe, Haziran 30, 2005

Emek ile sermaye arasındaki mücadelenin sertleştiği dönemlerde, taraflar ortak bir cephe olarak mücadele etme yönünde eğilimler gösterebilmektedir. Zaman zaman bu ortak cephede çıkarları birbirinden farklı kesimler bir araya gelebilmekte, kısa süreli de olsa, asgari bir program, amaç etrafında, ortak mücadeleyi sürdürebilmektedirler.

Emek tarihi, sınıflar arasındaki mücadelede çeşitli kesimlerin, asgari programlar/amaçlar etrafında bir araya gelebildiklerini göstermektedir. Ancak, bu tür bir araya gelişler uzun sürmemekte, bileşenlerin kaygılarına, tutumlarına, çıkarlarına bağlı olarak er ya da geç dağılma ya a etkisiz kalma tehlikesi ile karşı kaşıya kalmaktadır. Bunda da şaşılacak bir yan yoktur! Nihayetinde her sınıf ve kesim kendi çıkarları doğrultusunda kapitalizmin işleyiş mekanizmasına, yasalarına uygun olarak kendi safında yerini almaktadır. Zira, sermaye birikim süreci, artı değer gibi kapitalizmin temel yasaları bu ortaklığa uzun süre izin vermemekte, bazı kesimleri geçici ittifaklardan sonra kendi çıkarları doğrultusunda safına almaya itmektedir. Emek Platformu (EP) da bu açıdan ilginç ve önemli bir deneyim oluşturmuştur. Bu gün itibari ile bakıldığında yıkım yasalarına, yağma hukukunun taşlarını döşeyen, kapitalizmi emekçiler aleyhine iyice tahkim eden reform girişimlerine karşı çıkması gereken anda büyük bir suskunluğa ve atalete bürünmüş olduğu görünmektedir. Bu durum ve tutum EP’yi sorgulamayı gerektirmektedir. Bu sorgulama sürecinde sorulması gereken en önemli sorulardan biri EP’nin artık ömrünü doldurup dolduramadığı, toplumsal muhalefet ve mücadelenin önünde bir engel oluşturup oluşturmadığı, toplumsal muhalefet ve mücadele isteğinde olanların bağrına saplanmış bir sosyal kontrol hançeri olup olmadığıdır? Soruların yanıtı ağırlıklı olarak evet ise, o zaman sorulacak ikinci soru “ne yapmalı?”dır. Bu yazıda tartışılacak olan da bunlardır.
Kapitalist sistemde artı-değer yaratma sürecinde kapitalistler ile işçi örgütleri karşı karşıya gelir ve sermaye ile emek arasında ardı arkası gelmeyen bir savaş başlar. Bu savaşımda her iki taraf da galip çıkmak için bazı taktik ve stratejiler geliştirir.
Kapitalistler durmadan ücretleri en aza indirmeye ve çalışma süresini arttırmaya çabalarken, işçiler ve örgütleri tersi yönde bir çaba gösterir. Böylece sorun, savaşım veren tarafların karşılıklı güçler dengesine bağlı kalır. Modern sanayiinin gelişmesi, dengeyi her gün biraz daha işçinin aleyhine, kapitalistin lehine değiştirmek zorundadır. Bu nedenle kapitalist üretimin genel eğilimi, ücretlerin ortalama düzeyini, emekçilerin yaşam düzeyini, refahını yükseltmek değil, düşürmek ya da emek gücünün değerini az çok en alt sınırına indirmek, emekçilerin yaşam düzeyini emek güçlerini üretebilecek en alt sınırda tutmaktır. İşte böylesi bir süreçte emekçilerin ezilmiş, artık hiçbir umudu kalmamış, ömür boyu açlık çeken yaratıklar yığınından başka bir şey olmamak için kaçınılmaz olarak sermayenin gaspına karşı direnmek, durumunu geçici olarak iyileştirmek için ortaya çıkan fırsatları en iyi biçimde değerlendirmek için girişimde bulunmaları kaçınılmazlaşır. Tersi durumda, emekçiler sermaye ile olan günlük çatışmasında gerileyerek daha büyük çapta şu ya da bu harekete girişme olanağından kendi kendini yoksun bırakmış olacaktır.
Kuşkusuz bu durum da kapitalizmin hem kısa hem de uzun vadede dayattığı koşulları kabullenerek, sefil bir yaşamı idame ettirmekten başka anlama gelmez.
Altı yıllık geçmişine bakıldığında EP’nin akıllarda kalan çok az “etkin” eylemi be büyük suskunluğu göze çarpmaktadır. Az “etkin” eylem ise EP’nin kuruluş sürecine denk gelen ve geride durmayı bir marifet bilen kurumsal yapıların henüz platforma egemen olmadığı, ileri unsurların peşinden sürüklendiği dönemdir. Bu kurumların en etkilisi olan ve sürekli devlet/iktidar ile iyi geçinmeyi gözeten Türk-İş’in platformdaki ağırlığının artmasına bağlı olarak da EP’nin prangaları kalınlaştırılmış, emekçilerin bağrına saplanacak ihanet hançeri keskinleştirilip, sivrileştirilmiştir.
Kamu-Sen ve Hak-İŞ gibi sağ geri unsurları da kendisine yedekleyerek, gücünü ve iktidarını pekiştiren Türk-İş tarihsel görevini bir kez daha layıkıyla yerine getirerek EP’yi etkisiz ve işlevsiz bir kuruma dönüştürmüştür. Öyle ki, TTB gibi çok farklı hekim kurumunun temsil edildiği bir kurum buna isyan etmiştir. Altı yılın sonunda gelinen nokta TTB’nin isyan edeceği kadar geri ve hain bir noktadır. Sadece emekçiler için değil tüm toplum için bir yağma olan özelleştirmelere, kamu emekçileri kadar geniş halk yığınları için de bir yıkım olan kamu yönetimi “reformlarına”, tüm halkın sosyal güvenlik hakkını gasp eden Genel sağlık Sigortası düzenlemesine karşı çıkamayan her kurum, hem kendi mensuplarına hem de tüm topluma ihanet etmektedirler. Dolayısı ile bu ihanetin içinde yer alan herkese düşen paye de hainlik olmaktadır.
Mevcut hali ile EP bütün bu yıkım düzenlemelerine karşı çıkmadığı için başta kendi üyelerine, sonra da tüm topluma karşı ihanet içindedir. Bu nedenle bir hain kuruma dönüşmektedir. Bu durumda emekçiler düşen Fransızların ifadesi ile “A bas EP!..” (Kahrolsun EP!…) olmalıdır. Böylece, EP’de kendilerini tatmin eden mağrur edalarla karar alma ve eylem süreçlerini tıkayan bu hain kurumlar kendi kaderleri ile başbaşa bırakılır, yükselen bir mücadele ile kara ve bir o kadar hain yüzleri teşhir edilir, içindeki iyi unsurların baskısı ile daha ileri hatta bir mücadeleye sürüklenirler.
“A bas EP” denilecek bir durumda ise , ne yapmalı? Yaşanan EP deneyimi göstermektedir ki, ne kadar büyük olunursa o kadar iyi değil. Dolayısı ile bu kadar büyük hantal, işlevsiz bir yapı yerine daha homojen, daha etkin, daha militan ve en önemlisi de daha inançlı bir yapı oluşturmaktır. Tıpkı Fransa’da AB Anayasası’na hayır kampanyasında oluşturulan kampanyadaki gibi. Sayıları bini bulmuş olan komiteler ile AB Anayasaı’nı halka anlatan bu komiteler adeta birer kılcal damar gibi topluma yayılmış, bu yasanın ne getirip ne götüreceğini halka anlatarak, doğru yerde durmasını sağlamıştır. Bugün Türkiye açısından bakıldığında bu türden bir yapılanmanın fiziki olanaklarının mevcut olduğunu söylemek mümkündür.
Halkevleri, çeşitli siyasal yapıların Kültürevleri, İşçi Evleri ve benzeri örgütlenmeleri, ileri sendikalar ve kurumlar bir başlangıç için önemli olanaklar sunmaktadır. Daha şimdiden sayıları yüzleri aşmış olan bu kurumlar ile hem ağ yaygınlaştırılabilir, hem de daha homojen, militan bir ekip ile topluma yaşanan yıkım ve sonuçları daha etkili bir şekilde anlatılabilir. Böylece toplumsal muhalefet ve mücadele yükselirken, eylem sürecinde birleşik bir mücadele de örgütlenerek bu yıkım yasalarına karşı daha güçlü ve etkili bir mücadele verilebilir.
Yeni mücadele, sermaye ile emek arasında ardı arkası gelmeyen savaşı iyi bir düzeyde başlatıp, sürdürebilme yeteneğine sahip bir yapıyı gerektirdiği için başlangıçta mutlaka homojen, inançlı ve militan bir yapıya sahip olmak zorundadır.
Yeni platform, bu savaşımda galip çıkmak için etkili taktik ve stratejiler geliştirebilme yeteneğine sahip unsurlardan oluşmalıdır. Yeni platform, sermayeye karşı verilen savaşımda güçler dengesine kendi lehine çevirme kapasitesine sahip olarak, bu mücadele cephesinde yer alabilecek diğer kesimleri de peşinden sürükleyebilecek bir yeteneğe ve özelliğe sahip olmalıdır. Yeni platform, toplumun yoksullaştırılma sürecinde, emekçilerin, kır ve kent yoksullarının ezilmiş, artık hiçbir umudu kalmamış, ömür boyu açlık çeken yaratıklar olmaması için onlarla birlikte etkili bir mücadele verebilmeyi hedeflerinin arasına almalı; bu kesimlerin sermayenin gaspına karşı direnmek, durumunu geçici olarak iyileştirmek için ortaya çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilme kapasitesine sahip olmalıdır. Böylesi yeni yapılanma, sermaye ile olan günlük çatışmasında önemli mesafeler katederek, daha büyük çapta şu ya da bu harekete girişme olanaklarını yaratabilmelidir.
Emek Platformu, yukarıda belirtilen amaçları ve mücadeleyi hayata geçiremeyecek bir yapı özelliğine kavuştuğu, sermayenin bir sosyal kontrol aracına dönüştüğü için artık tarihe kavuşmalı, onun küllerinden, zaaf ve eksiklikleri kadar bazı deneyimlerinden dersler çıkarılarak, daha ileri ve işçi sınıfının öncülüğünde, toplumun çıkarları temelinde yeni bir yapı oluşturulmalıdır. Fransa’daki AB Anayasası’na hayır platformu ve başarısı bu açıdan önemli bir deneyimdir. Unutulmamalı ki ileri sendikalar bu hayır kampanyasının içinde yer alırken bağlı oldukları sendika ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) evet kampanyasında yer almıştır. EP’nin son toplantısındaki ataleti ve eylemdeki isteksizliği artık bu kurumun emekçiler için ölmüş olduğunu göstermektedir. Ancak sermaye adına bir ataleti örgütleyen bu kuruma söylenecek son ve tek söz Fransızcadaki güzel anlamı ile “A bas EP”dir…

www.sendika.org sitesinden alınmıştır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter