0 0
Read Time:4 Minute, 49 Second

DÖNEMİN AYDINCIKLARI VE “BÜYÜK HİZMETLERİ”
Kürdistan sorunu ve KUKM’ne karşı alınan tavır, Türkiye’de demokrat olmanın, demokrat aydın olmanın temel ölçütlerinden biri, daha doğrusu birincisidir. Kürdistan sorunu ve KUKM’ne yaklaşım, gerçek demokrat ve aydın olmanın turnusol kâğıdıdır!

Genelde bu konuda aydınların, “demokratların” büyük çoğunluğunun sınıfta kaldığını, egemen sistem ve resmi çizginin kalıpları içinde hareket etmekten kendilerini kurtaramadıklarını belirtmek, sadece yalın bir gerçeğe parmak basmaktan başka bir şey değildir! Son günlerde gündeme getirilen “Aydınlar” bildirisi ve bu bildiride dile getirilen görüşler bu görüşümüzün açık ve dolaysız kanıtıdır. Bu tür “aydınlara” “Resmi çizgi aydınları” demek, bir haksızlık olmazsa gerektir! Sömürgeci egemenliğe karşı tavır almayan, Kürt halkının kendi kaderini kayıtsız koşulsuz tanıyıp desteklemeyen hiçbir yaklaşım, aydın ve demokrat niteliğini kazanamaz. Aslında bunlar, bilinen, sık sık tekrarlanan, ama uygulanmayan gerçeklerdir! Esas olarak bu konu üzerinde durmayacağız. Üzerinde durmak istediğimiz esas konu, sol, hatta sosyalist geçinen aydın veya aydıncıkların Kürt halkına ve onun mücadelesine “destek” adına sergiledikleri tavır, başka bir ifadeyle ihanet ve tasfiyeciliğin değirmenine taşıdıkları su konusudur!

Devrimci savaş döneminde “devrimci”, “demokrat” destek adına Öcalan ile yakın ilişki içine giren “aydınlar” yeterince bilindiği için bunlar üzerinde uzun boylu durmanın bir gereği yok. Bir de o dönemde legal kurumlarda, gazete köşelerinde kaptıkları konumları her dönemde koruma “maharetini” gösteren “aydınlar” var, bunlar üzerinde de durma eğiliminde değiliz; en azından bu yazımızda… Kısaca dokunmak istediğimiz bu dönemin sol, sosyalist “aydıncıkları” ve onların yaklaşımlarıdır.

İmralı süreciyle birlikte birçok “aydın” ve siyasetçi, çok kötü bir rol oynadı. Bunu da Kürtlerin mücadelesine destek adına yaptı. Kimileri bunu, TV ve gazetelerde tutukları yer aracılığıyla yaptı, kimileri kendi örgütleri veya partileri aracılığıyla yaptı. Neden böyle yapıtılar? Bu sorunun yanıtı geniş ve uzundur. Ancak şu kadarını belirtmekle yetinelim: İlkeli olmadıkları, bunu ilkeler uğruna yapmadıkları açık! Başka bir ifadeyle bu tutum sahiplerinin ilkeleri yok!

“Köxüz” adında bir dergi ve bunun bir internet sitesi yakın zamanda dikkatimizi çekti. Birçok yazarı var, bunların çoğu farklı görüşlerde ve eğilimlerde… Ama ezici bir çoğunluğu da İmralı çizgisinin paralelinde ve onun etkisinde… Bir de yazarlar sıralamasında ilk sırayı tutan bir yazar var ki bu, herkesin tanıdığı bir “yazar”: Abdullah Öcalan! Kolektif imzayla yazılan bir yazıda neden Öcalan’ın yazar olarak belirlendiği geniş geniş anlatılıyor. Kürtlerin ezici çoğunluğunun “Bayrağı ve önderi” olduğunu, milyonların onun adını bağırdığını, devletin ise onu içeride tuttuğunu, Kürtlerin bayraklaştırdığı bir kişiyi desteklemenin o mücadelenin kendisini desteklemek anlamına geldiğini, ayrıca “Uygarlık” krizine kafa yoran, soru soran ve çözüm üretmeye çalışan bir “teorisyen” olduğunu belirten yazı, başka gerekçeler de ileri sürerek bu nedenlerle Öcalan’ı kendi yazarları arasına aldığını belirtir.

Kuşkusuz bu, net bir tutumdur, Öcalan’dan yana alınan bir tutum! Bu tutum, Kürt halkının iradesine saygı, onun “değerlerini” sahiplenme, devletin baskısına karşı bir duruş adına alınan bir tutum! Peki, gerçeklik bu mudur?

Daha öncesi bir yana Öcalan’ın İmralı’ya alınışından bu yana, Kürtler ve Kürt halkının mücadelesi açısından durduğu yer neresidir, kimden yanadır? İmralı savunmalarını ve “Görüşme Notları”nı okuyanlar, bunların pratik yaşama yansıyışını izleyenler, eğer biraz demokrat ve aydın kimlikleri kalmışsa, Öcalan’ın nerede durduğunu ve kimden yana olduğunu anlamakta zorlanmazlar! O, kendi sözleriyle “devlete verdiği hizmet sözünün” gereğini yapıyor! Başta bunu kaba resmi tezler ve politikalarla yaptı, ama süreç içinde bu tezleri teorik, felsefik, tarihsel bir arka plana oturtarak dayatmaya çalıştı, halen de çalışıyor! Bu, hiç kuşku yok, ideolojik olarak silahsızlandırma, mücadele programından yoksun bırakma ve içi boş sloganlarla halkın enerjisini boşa akıtma operasyonudur. Altı yıldır yapılan budur. Bu o kadar açık ki az çok okuma yazması olan ve biraz siyasetle ilgilenmiş her sıradan insanın bile kavrayabileceği bir durumdur!

Peki, Köxüz ve onun Öcalan’ı “devrimci ulusal önder” payesi biçen yazarları, bu gerçeği bilmiyorlar mı? Ya da bunu anlama yetileri mi kıt? Hayır, sorun bu değil?

Bu yazarlardan biri olan Demir Küçükaydın, Öcalan’ın İmralı’da dile getirdiği “Demokratik Cumhuriyet” sloganının özünü çarpıtarak kendi bildiğince içini doldurmaya, sol ve devrimci çevreler tarafından kabul edilebilir bir hale sokmaya az çalışmadı! Bunu yaparken bilim ve aydın olma etiğini ayaklar altına almada da bir sakınca görmedi. Öcalan’ın savunduğu gibi, onun ideolojik ve politik özüne sadık kalarak yapsaydı, bunun yine de anlaşılır bir yönü vardı; en azından başka bir “Cumhuriyet ve Kemalizm savunucusu” der geçilirdi! Ama öyle yapmıyor, Marksizm’i, onun önderlerini referans noktaları yaparak İmralı tasfiyeciliğinin en önemli sloganını meşrulaştırıyor, kabul edilebilir hale getiriyordu. Bu, sol ve aydın olma adına İmralı ihanetine, başka bir ifadeyle Genelkurmay konseptine su taşımaktan başka bir şey değildir! Tam da bu dönemde İsmail Beşikçi hakkında “eleştiri” tefrikalarının gündeme getirilmesi rastlantı mı? İsmail Beşikçi elbette eleştiri üstü değildir! Ama burada önemli olan bunun yeri, zamanı ve taşıdığı politik mesajlardır. Öcalan, eklektik ve teorik tutarlıktan yoksun savunmalarında açıkça devleti, Kemalizm’i, AB’yi, ABD’nin işgal hareketlerini savunuyor, en bayağı bir itirafçıdan daha bayağı bir konumda duruyor. Buna rağmen Öcalan’ı yüceltmek, buna karşılık İsmail Beşikçi’yi bu dönemde hedef tahtasına oturtmak, gerçekten hangi politik kaygının ürünüdür, hangi etik gerekçenin sonucudur? Daha da önemlisi Demir Küçükaydın, bu yaklaşımını, “Uygarlık krizine çözüm arama”, “yeni teorik açılımlar yapma” iddiasıyla yapıyor. Sözüm ona Öcalan da aynı konulara kafa yoruyor, o da yeni ufuklara doğru yelken açıyor!

Ancak unutulmamalıdır ki ortada yeni ufuklar, yeni açılımlar ve çözümler yok; çözüm olarak ileri sürülenler, mücadelesizlik, ufuksuzluk, programsızlık, halkı ve emekçileri düşünsel ve ruhsal planda silahsız bırakma hareketinden başka bir şey değildir.

İşte, “Küçük aydınlar” bu hareketi allayıp pulluyor, teorileştiriyor; böylece bu tasfiyecilik döneminin uğursuz “teorisyen” rolünü oynuyorlar!

6 Temmuz 2005

Serhat ARARAT

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter