0 0
Read Time:7 Minute, 10 Second

titleİsmail BEŞİKÇİ/ 2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2 Şubat 2009 tarihinde, İstanbul’da, Aya İrini’de düzenlenen bir törenle yazar Çetin Altan’a verildi. Törene Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, milletvekilleri, yazarlar, basın mensupları katıldılar. Ödül Çetin Altan’a, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından verildi. Başbakan, ödül töreninde yaptığı konuşmada, düşün hayatıyla ilgili olarak önemli görüşler dile getirdi.

“Üzülerek söylemeliyim ki, yakın tarihimizde, düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştur. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen ön yargılar, tahammülsüz anlayışlar, düşünceyi ağır bir şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolculukta direnç gösteren bedel ödemek pahasına, düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın öncülüğü önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan biri Çetin Altan’dır.”

“Eleştirel akıl olmadan eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek, asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur.”

“Türkiye daha fazla özgürleşecek, daha fazla demokratikleşecek, kalkınacaktır.”

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da, törende yaptığı konuşmada, ödülü, “Demokrasi için güzel bir gelişme” diye değerlendiriyor.

Ödül töreninden sonra, Ahmet Altan ve Mehmet Altan törene ilişkin izlenimlerini dile getiren yazılar yazdılar. Ahmet Altan, “Bazen ‘hiçbir şey değişmeyecek mi?’ diye umutsuzluğa kapıldığım da oluyor. Ama önceki gece, Aya İrini de yaşananları izlerken, ‘bir şeyler değişiyor galiba’ duygusuna kapıldım. Yazarları linç ettiren, hapislere attıran başbakanlardan, yazarlara saygı gösteren başbakanlara gelmek az iş değil.” diyor. (Çetin Altan ve Başbakan, Taraf, 3 Şubat 2009)

Mehmet Altan, “tarihin derinliklerinden süzülerek gelen anıtsal bir mekandaki… Kültür Bakanı ile Başbakan’ın aristokratik bir incelikle geçmişin kötü mirasın silmeye çalıştıkları ödül töreni” nden söz ediyor. (Aya İrini’de Bir Akşam, Star, 3 Şubat 2009)

Bir gün sonra, 4 Şubat 2009 da, Hasan Bildirici, ödül törenine ilişkin bir yazı yayımladı. (Devlet Ödülleri, kurdistan-post.org) Bu yazıda Hasan Bildirici, 16 yıllık , sürgün hayatına son vermek niyetiyle İsviçre Başkonsolosluğu’na başvuru yaptığını anlatıyor. Pasaport istiyor. Kendisine herhangi bir kimlik kartı veya pasaport veremeyeceklerini, İstanbul havaalanına en yakın bir hapishaneye gidebilmesi için uçuş kağıdı verebileceklerini söylemişler.

Hasan Bildirici yazısında, aynı gün, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın, aralarında, Demokrasi Partisi (DEP) Genel Başkanı Yaşar Kaya, DEP milletvekilleri Ali Yiğit, Remzi Kartal, Zübeyr Aydar, Nizamettin Toguç’tan ayrı, Necdet Buldan, Serhat Bucak, Şerafettin Kaya, Haydar Işık, Ahmet Aktaş, Mesut Uysal, Abdurrahman Çadırcı, Yaşar Ertaş, Ali Matur, Celal Özkan, Özcan Keldoya gibi, Kürt, Süryani, Alevi, Ezidi şahsiyetlerinde bulunduğu 31 kişi hakkında 15 ile 22 yıl arası ceza istemiyle dava başlattığını vurguluyor. Kısa bir süre önce, Leyla Zana’ya on yıl hapis cezası verildiğini hatırlatıyor. On ylda 17 binden fazla Kürt insanının kaçırılarak, kablo atılarak, satırla doğranarak, ensesine kurşun sıkılarak katledildiğini vurguluyor.

Hasan Bildirici bu yazısında, emeklilik primlerin de kendi faydalanmasına sunulmadığını yazıyor. Bu konuda şunları yazıyor. “İsviçre’deki emeklilik kurumu, geçmiş çalışmalarımı buradaki çalışmalarıma eklemek için, Türkiye’ye bir yazı yazdı. Yazıya gelen cevap karşısında ben de mahcup oldum. Şöyle yazmışlar: Hasan Bildirici’nin, Rize Veliköy Çay Fabrikası, Gaziantep Çay Satış Reyonu, Diyarbakır Çaykur BölgeMüdürlüğü’nde üç yıl memurluk yaptığına dair bir kayda rastlanmamıştır.”

Hasan Bildirici bu olgulardan hareket ederek, Ahmet Altan’a, Mehmet Altan’a, Türk yazarlarına, Türk aydınlarına, şunları söylüyor: Siz Türkler için bir şeyler değişiyor olabilir,

Biz Kürtler için değişen bir şey yok.

Olgular bunlar. Birbirleriyle ilişkiler çerçevesinde bu olguları, olgusal ilişkileri değerlendirmek gerekir. Başbakan’ın konuşması, düşün özgürlüğüne ve eleştirel akla vurgu yapması, düşün hayatı bakımından olumludur. Ama böyle bir konuşma, böyle bir düşünce, tek başına bir şey ifade etmez. Bu düşüncelerin yaşama geçip geçmediğinin sınanması gerekir. Bu sınama ise, ancak Kürt sorunu gibi bir mihenk taşında yapılabilir. Kürt sorunu gibi bir mihenk taşına vurulduğu zaman, bu düşüncelerin hiç yaşama geçmediği görülmektedir. Bilakis, Kürt sorunu çerçevesinde, özgür eleştiriyi, düşüncenin özgürce ifade edilmesini boğan bir ortam vardır. Bu da Başbakan’ın ilke sahibi olmadığını, yerine ve zamanına göre farklı farklı tutumlar sergilediğini, nabza göre şerbet verdiğini gösterir. TRT Şeş elbette önemli bir gelişmedir, önemli bir adımdır. Üniversitelerde, Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri’nin açılmasının düşünülmesi elbette olumludur. 24 Şubat 2009 da, TBMM’de, Demokratik Toplum Partisi Grup Toplantısı’nda, Genel Başkan Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşması, devlet katlarında ve devletin yönlendirdiği sokakta, bu konuşmaya, bu tutuma yoğun tepkiler gelmemesi, yani devletin sokağı harekete geçirmemesi elbette not edilmesi gereken bir durumdur. Ama, ortada 17 bini aşkın “faili meçhul cinayet” vardır. Bu cinayetleri işleyenler besbellidir, fakat bunların hiçbiri yargıya intikal etmemiştir. Öyle bir konu görmezlikten, bilmezlikten, duymazlıktan geliniyor. Demokratik Toplum Partisi’nin, “BOTAŞ kuyuları açılsın, cesetler ortaya çıkarılsın, mağdur aileler hiç olmazsa yakınları için bir mezar yapsın” talebi çok ciddi bir sorunu ortaya koymaktadır. Bu talepler duymazlıktan gelinemez. Bu Türk hukukunun, Türk siyasetinin önündeki en önemli sorundur. Böyle bir ortamda hala “kardeşlik”ten söz edilebilmesi ancak, sorunun ciddiyetini kavramamak olarak değerlendirilebilir. Bu konuda, devletin, hükümetin ciddi bir özeleştir yapması gerekmez mi?

Ahmet Türk’üm TBMM’de, DTP Grubu’nda, Kürtçe konuşmasının olumlu olduğunu belirtmiştim. Ama, Ahmet Türk’ün savunması yanlıştır. Ahmet Türk “Başbakan konuşursa ben de konuşurum” diyor. Bu savunma yanlıştır. Kürtçe’yi konuşmanın, yazmanın, Kürtçe eğitim almanın vs. her yerde, her zaman hak olduğu, Kürtçe’yi yasaklamanın çağdışı olduğu vurgulanmalıdır.

Başbakan’ın düşüncesinde ve tutumunda çarpıcı bir çifte standardın olduğu dikkatlerden uzak değildir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Şubat 2009 başlarında, Davos’ta, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e, “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye çıkışmıştı. Peki, 17 binden fazla Kürt’ü kim öldürdü acaba? “Faili meçhul cinayetler’i kim gerçekleştirdi? Filistinli çocuklar için yanıp tutuşan başbakan, Kürt çocuklara zulmeden, onları 20-25 yıl gibi ceza istemleriyle yargılayan, cezaevlerine yollayan bir sistemde Başbakan değil mi? Adam öldürmeyi kim kimden öğreniyor acaba, kim kime örnek oluyor?

Bir toplumda, insanlar, ortak amaçlarını belirlemek ve onları gerçekleştirmek için çeşitli örgütler oluştururlar. Bu örgütler hiyerarşik olarak da birbirlerine bağlanmışlardır. Siyasal sistem bu ortamda oluşuyor ve toplumdaki bütün örgütleri kapsayıcı, bütünsel bir yapı gösteriyor. Siyasal sistem, devlet içinde, iktidara, otoriteye önemli ölçüde etkide bulunan kuvvetler ve kuvvetlerin faaliyetidir. Kararları emredicidir ve bütün toplum için, bütün insanlar için bağlayıcıdır. Siyasal sistem sadece, devlet içinde, iktidarı, otoriteyi değil, iktidarı, meclisi, hükümeti önemli ölçüde etkileyen sosyal ve siyasal iktidar kurumlarını, gruplarını ve bunların faaliyetlerini de kapsar. Siyasal rejim ise, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkileri tanımlar. Daha doğusu, yönetilenlerin devlet karşısındaki haklarını ve özgürlüklerini anlatır.

Anayasa, birinci planda, toplumsal talepler doğrultusunda, devletin, iktidarın sınırlandırılmasıdır. Çağdaş anayasalarda, devlet-toplum-birey arasındaki ilişkileri, bireyler lehine belirleyen maddeler mevcuttur. Bu genel çerçeve içinde 17 bini aşkın ‘faili meçhul cinayet’ nasıl açıklanabilir, nasıl değerlendirilebilir? Bu, Türk siyasal hayatında, Kürt sorunu karşısında, devleti, iktidarı sınırlayan hiçbir gücün, kurumun olmadığını gösterir. Devlette, ‘iktidar karşısında, Kürtlerin hak ve özgürlükleri sıfırlanabilir’ anlayışı egemendir. Sorunun temelinde ne vardır? Kürt kimliğini tanımamak vardır, Kürtlerin Kürt toplumu olmaktan doğan haklarını tanımamak vardır. Baskıyı devamlı kılmak bunun içindir.

Son yıllarda, Kürtler arasında toplumsal hareketler güç kazanmaktadır. Kürtler, toplumsal ve kültürel taleplerin toplantılarla, gösterilerle, yürüyüşlerle dile getirmektedir. Bu toplantılara, gösterilere, yürüyüşlere, gençler, yaşlılar, kadınlar, çocuklar… herkes katılmaktadır. Kadınların siyasete yoğun bir şekilde katılması, Kürt toplumunda izlenen çok önemli bir gelişmedir. Ama iktidarın, iktidarın yönlendirmesindeki medyanın, bunları görmezlikten bilmezlikten geldiği, bunlardan hiç etkilenmediği görülmektedir. Toplumsal hareketlerden, sadece, cezai yaptırım söz konusu olduğu zaman söz edilmektedir. Demokratik toplumlarda, kitle hareketlerinin, kitleler tarafından dile getirilen toplumsal taleplerin iktidarı etkilediği sık sık görülen ve izlenen bir durumdur. Tük siyasal hayatındaysa, ordunun, belirleyici ve yönlendirici bir rolü olduğu, ordunun bu ağırlığı karşısında, siyasal partilerin, hükümetin, TBMM’nin bir kıymet-i harbiyesi olmadığı biliniyor.

Bu ilişkiler çerçevesinde aydınların rolü ne olmalıdır? Temel görev, elbette, 17 bini aşkın “faili meçhul cinayet”in hiç birini yargı önüne getiremeyen toplum düzeninin, hukuk düzeninin, siyasal düzenin eleştirisi olmalıdır. Böyle bir düzenin saygın ve değerli yazarlara verdiği “Büyük Kültür ve Sanat Ödülleri”nin, bu ödüllerin kabul edilmesinin iki önemli işlevi vardır. Bir kere bu ödüllerin bu hukuksuz, keyfi düzenin Kürtlere karşı geliştirdiği operasyonları gizleyici bir işlevi vardır. İkinci olarak, ödülün kabul edilmesi böylesi bir düzenin eleştirisine de engel olabilir. Bu düzenin ödülünü kabul ediyorsanız, düzenin yapıp ettiği işler konusunda ciddi bir eleştiri yapamazsınız. Daha önemli olan konu şudur: Eğer Türkiye’deki bu değişimler Kürtler için de bir şey ifade etmiyorsa, Kürt aydınlarının, Kürt yazarlarının, Kürt siyaset adamlarının, Kürt analarının, Kürt öğrencilerin, Kürt çocuklarının, Kürt işçilerin, Kürt köylülerin, Kürt esnafının, Kürt iş adamlarının, kısaca kendini Kürt hisseden herkesin. yaşamlarında, faaliyetlerinde bir rahatlık yaratmıyorsa, Türk aydınlarının, Türk yazarların algıladığı değişim de kalıcı olmaz, göstermelik olarak kalır. Fizikteki birleşik kaplar teorisi, kendisini, toplumsal ilişkilerde de aynen gösterir. “Ülkenin bir yanında demokrasiyi geliştirelim, kökleştirelim, öbür yanında baskıyı tırmandıralım” olmaz. Böyle hukuksuz bir niyetin yaşama geçmesi mümkün değildir. Bu durumda, Kürtlere uygulanan baskının, bütün toplumu sarması kaçınılmazdır. Bu ilişkiler çerçevesinde, saygın ve değerli yazarlara verilen “Büyük Kültür ve Sanat Ödülleri”, bu yazarlar için, ağır bir yük olmanın ötesinde bir değer taşımaz.

  
İsmail Beşikçi
Kürdistan Aktüel

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter