0 0
Read Time:29 Minute, 27 Second
TASFİYECİLİĞİ ÖRTME VE TEORİLEŞTİRME ARACI: DEMOKRATİK KONFEDERALİZM!
M. Can YÜCE
İmralı, Kürtler açısından her yönüyle bir silahsızlandırma, tasfiyecilik, bilinç katliamı; halkı sömürgeci sistemle bütünleştirme, onun uysal bir uyruğu haline getirme hareketidir!
İmralı, açık ki, bir Genelkurmay operasyonu, aynı anlama gelmek üzere bir özel savaş konseptidir!
İmralı, Kürtleri iradesizleştirme, beyinsizleştirme, düşüncesizleştirme, örgütsüzleştirme, seçeneksiz bırakma, dünü, bugünü ve geleceği üzerinde ipotek kurma stratejisidir!

İmralı, bunu, öteden beri Öcalan iktidar sisteminin sopası haline getirilen PKK/Kongra-Gel aracılığıyla yapmaktadır. İlk çıkış ve var oluş gerekçelerinin karşıtına dönüştürülen, dönüşen bu araç, İmralı çizgisinin en temel uygulama silahıdır!

İmralı partisine dönüştürülen PKK/Kongra-Gel, geçmişin değerlerini kullanmakta, Kürt halkının temsilcisi, sözcüsü, onun çıkarları için mücadele eden bir hareket yanılsamasını yaratmaktadır. Oysa gerçeklik çok farklıdır, onun Kürt halkı ve emekçileriyle, ezilen halklarla bir ilişkisi kalmamıştır; bir ilişki var, ama bu ilişkisi terstendir, karşıtlık temelindedir, karşı-devrimci tasfiye hareketinin sopası olma anlamındadır!

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin önünde aşılması gereken bir engel haline gelen İmralı Partisi PKK/Kongra-Gel, salt Kürtler açısından değil, Türkiye devrimci sosyalizm mücadelesi, işçi ve emekçi hareketi açısından da ciddi bir engeldir. Öcalan, İmralı’dan yaydığı “teoriler”le bu hedefini açıkça ortaya koymaktadır.

Tasfiyecilik ve ihanet, artık sadece kaba, çıplak ve dolaysız sözler, yöntem ve araçlarla yapılmıyor. Bununla birlikte İmralı tasfiyeciliğini, İmralı ihanetini teorik-ideolojik bir temele oturtma, felsefik ve tarihsel bir arka plana bağlama, böylece ihaneti daha tahripkâr ve sürekli kılma amacı güdülüyor ve bütün çalışmalar bu bağlama oturtuluyor!

Hatırlayalım: Öcalan, uçakta gözlerini ilk açtığında “anne tarafının Türk olduğunu belirtmiş ve “fırsat verilmesi durumunda devlete hizmet edeceğini” söylemişti. Bu yaklaşımını ilk sorgusundan başlayarak daha sistematik bir hale getirmişti. Kamuoyuna açık yapılan ilk mahkemesinde gerek sözlü olarak yaptığı açıklamalarda ve gerekse sunduğu yazılı savunmasında PKK’yi, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini mahkûm etmiş, savaşta ölen askerlerden “şehit” diye söz etmiş, TC’nin, Kemalizm’in tezlerini en açık, en bayağı ve dolaysız bir biçimde savunmuştu. Bu dolaysız ve kaba resmi ideoloji savunusu başta herkeste şaşkınlık yaratmıştı. Kürt sorunu sıradan bir kültürel kırıntılar derekesine indirgenmiş, kimi kırıntılar ve af karşılığında PKK’nin bitirileceği, ulusal davanın tasfiye edileceği, PKK ve Kürtlerin devletin hizmetine koşulacağı sözü veriliyordu. Bu yaklaşım en başta ideolojik ve programatik bir silahsızlandırma hareketiydi ve gelişme süreci bilinmektedir.

İlk aşamalarda devlet açısından önemli olan bu çizgi ve duruşun olduğu gibi ve firesiz PKK tarafından benimsenmesi, resmi parti çizgisi haline getirilmesiydi. Bu, 7. ve 8. Kongrelerde başarıldı. İlk başta Öcalan’ın bu çizgiyi PKK’ye kabul ettirebileceği konusunda devletin kuşkuları vardı. Dolayısıyla sürekli bu konuda Öcalan’ı kendini kanıtlamaya zorladılar, aynı zamanda bunu yapması için her türlü olanağı sundular: PKK’yi İmralı’dan yönetmesine izin verdiler. Öcalan, partide kurduğu iktidar sisteminin çok sağlam olduğunu, yakalanmış olmasının bunu etkilemek bir yana güçlendirebileceğini kısa sürede devlete gösterdi ve kanıtladı. Öcalan’ın örgüt üzerindeki mutlak otoritesinin kanıtlanmış olması TC açısından çok önemliydi, ama öyle de olsa bu, görece ve kendi içinde ciddi çelişkileri barındıran bir durumdu. Bu çelişkili ve görece durum Kürdistan sorununun dinamik ve patlamalı yapısından kaynaklanıyordu. Dolayısıyla İmralı teslimiyetini ve tasfiyeciliğini derinleştirmek, ideolojik-teorik bir temele oturtmak gerekiyordu; bu, hem son on yılların ideolojik, politik bilinç ve moral kazanımlarını tahrip etmede, hem de bugünü ve geleceği kontrol altına almada, bunun için teslimiyeti uzun vadede toplumsal ve politik bir temele oturtmada vazgeçilmez bir fırsat ve araç olarak değerlendiriliyordu.

Bu nedenle ilk savunmalardaki kaba, dolaysız ve açık resmi çizgi savunusu tek başına bu işlevi göremezdi. Dahası bu kaba savunu, kısa sürede tepkilere yol açabilir ve böylece İmralı fırsatı hovardaca harcanmış olunurdu! Devlet böyle düşünüyor ve İmralı çizgisinin teorik-ideolojik bir “paradigmaya”, felsefik bir anlayışa ve tarihsel bir arka plana oturtulması gerektiğine inanıyordu. Kuşkusuz bu “paradigma”, biraz Kürt sosuna batırılmış, sol renkler taşıyan, iddialı, “evrensel bir paradigma” geliştirme iddiasına sahip, ama özünde resmi çizgiyi Kürtler, emekçiler ve sol için kabul edilebilir bir platforma dönüştürecek bir biçimde ortaya koyacak bir “esneklikte” olmalıdır!

Doğrusu, Öcalan da devlete hizmet konusunda, örgüt üzerindeki tartışmasız otoritesini kanıtlama noktasında devlete gerekli güveni vermiş ve bunun “güveni” ile görevini yapacak konumdaydı. Son savunma kitaplarına yansıyan “kendine güven” havası, bir özgüven değil, devlet karşısında kazanılan bir manevra alanı değil, kendini devlete kanıtlamış, devlete hizmet sözünü yerine getirmiş olmanın bir “rahatlığıdır.” Bu “rahatlık”, teslimiyet ve ihaneti, “yeni bir çizgi” olarak sunma anlayışına da uygundur. Bu “yeni çizgide” Kürt sorunu sıradan kültürel kırıntılar sorununa indirgeniyor, iktidar, kendi kaderini belirleme mücadelesi, bunun programı ve stratejisi teorik olarak mahkûm ediliyor; yanı halk ve emekçiler bilinç ve ruh düzeyinde mücadele, geleceğini belirme silahlarından yoksun bırakılıyor. Buna karşılık ise devlet, sömürgeci ve sömürü düzeni dokunulmaz bırakılıyor. Ulusal ve sınıfsal mücadeleler ise sonuçsuz ve etkisiz “sivil toplum” etkinlikleri derekesine indirgeniyor.

İmralı çizgisini teorik bir açıklamaya, felsefik bir temele, politik bir anlayışa oturtma çabaları başından beri var. Hatırlanacağı üzere ilk savunmalarda Demokratik Cumhuriyet tezi ortaya atıldı, ama bu o kadar temelsizdi ki, birkaç aklıevvelin dışında pek bir itibar görmedi. Demokratik Cumhuriyet (DC), Türkiye Cumhuriyetinin (TC’nin) kodu olarak algılandı. Uzun vadede DC’nin ideolojik ve politik bir çerçeve olarak, hele evrensel bir ideoloji olarak kabul görmesi mümkün değildi. Bundan dolayı bu konudaki arayışlar sürdü. DC’nin biraz daha geliştirilmiş biçimi olan “Demokratik Uygarlık” kavramı da yukarda sözünü etiğimiz ihtiyaca denk düşmüyordu. “Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması” eklektik bir karışımdı, yine de tatmin edici bir tanım değildi.

Sayılan bu kavramların hiç biri terk edilmemekle birlikte, birbirleriyle var olan bağlantıları ve çelişkileri üzerinde fazla durulmamakla birlikte daha “kapsayıcı”, daha “evrensel” ideolojik tanım arayışları da devam etti. Son olarak bulunan kavram “Demokratik Konfederalizm”dir! Belli ki bu kavram daha uzun ömürlü olacağa benziyor, “Kürdistan Demokratik Konfederalizmi” ilan edildiğine ve Öcalan da bunun “Önderi” olarak belirlendiğine göre bu kavramın görece daha uzun bir ömre sahip olduğuna hükmedilebilir!

Öcalan, konfederalizm kavramını M. Bookchin’den “aşırmıştır”, ama ondan daha “iyi” ve onu “aşan” bir düzeye getirdiğini de iddia etmekten geri durmamıştır. Demokratik Konfederalizm, İmralı teslimiyetini ve tasfiyeciliğini örten, ona teorik bir meşruiyet kazandırmaya çalışan bir kavram, aynı anlama gelmek üzere bilinçleri doğramaya, ruhları köreltmeye çalışan bir kavram… Bu kavramın Bookchin’deki anlamını ortaya koymak, İmralı tezlerinin bununla olan karşıtlığını göstermek önemlidir. Bundan sonraki başlıkta bunu yapmaya çalışacağız.

 

I. KONFEDERALİZM VE BOOKCHİN

 

Öcalan tarafından savunulan konfederalizm, Bookchin’in geliştirdiği konfederalizm kavramından farklıdır. Boockhin, bu kavramı yeni bir toplum ve politika projesinin önemli bir parçası olarak algılar. Daha da önemlisi Bookchin, kapitalist emperyalist sistemi reddeder ve ona karşı bugüne kadarki sosyalizm teori ve pratiklerinin, deneyimlerinin derslerine dayanarak yeni bir proje geliştirme iddiasındadır. Bu projeyi ideolojik bir temele de oturtur ve buna “Komünalizm” adını verir. Komünalizmi ise şöyle tanımlar:

“Benim iddiam Komünalizmin toplumsal ekolojinin özgürlükçü belediyecilik ve diyalektik doğalcılığı içeren, tam olarak düşünülmüş ve sistematik olan görüşleri kuşatmak için anarşizm ve sosyalizmden daha kapsayıcı bir politik kategori olduğudur Bir ideoloji olarak Komünalizm, zamanımız için daha geniş ve daha uygun bir kavrayış gücü önerirken eski Sol ideolojilerin -özellikle Marxizm’in ve anarşizmin- en iyi taraflarını bünyesinde toplar. Marxizm’in’den felsefe, tarih, ekonomi ve politikayı bütünleştiren, rasyonel olarak sistematik ve tutarlı bir sosyalizm oluşturmaya ilişkin temel projeyi alır. Diyalektik olduğunu deklere ederek teoriyi pratikle aşılamaya çalışır. Anarşizmden hiyerarşinin yalnızca özgürlükçü sosyalist bir toplumda üstesinden gelinebilecek temel bir problem olarak kabul edilmesinin yanı sıra onun devlet karşıtlığını ve konfederalizme olan bağlılığını alır” (KOMÜNALİST KARAR ANI, Murray BOOKCHIN, Çeviren: Sezgin Ata, http://uk.geocities.com/anarsistbakis/anarchy_articles.html)

Anlaşılacağı gibi, Bookchin’in önerdiği ideolojik çerçeve, “eski Sol ideolojileri” aşma, onların “en iyi taraflarını kendine” katarak yeniden üretme iddiasındadır. Bunun kapitalist sistemin eleştirisi ve reddi üzerinde geliştirilen bir anlayış olduğunu belirtmek, sadece bir tekrar olacaktır. Devlete cepheden tavır alan Bookchin, ona karşı konfederalizmi savunur. Yine onun anlayışında gücün reddi de yoktur, tersine gücün, “konfedere olmuş” ademi merkeziyetçi, kendi kendine yeten, doğa ile ilişkileri dengeli ve saygılı “özgürlükçü” belediyelere ve yerel birimlere dağılmasından yanadır.

Esas konumuz konfederalizm olduğu için bunun Bookchin tarafından nasıl konulduğunu görmemiz gerekir. Bunun için birkaç tane uzun alıntı yapmanın yararlı olduğunu düşünüyoruz. Bookchin bir soruyla başlıyor ve şöyle devam ediyor:

“O halde konfederalizm nedir? Her şeyden önce üyelerinin veya delegelerinin çeşitli köyler, kasabalar ve hatta büyük şehirlerin asmtlerindeki popüler yüz-yüze demokratik topluluklardan seçildiği bir yönetici konsüller ağıdır. Bu konfederal konsüllerin üyeleri kelimenin tam manasıyla temsili olarak seçilmiş, geri çağrılabilir ve onları toplulukların kendileri tarafından formüle edilmiş politikaların koordinasyonu ve yönetimi amacı için seçen topluluklara karşı sorumludurlar. Bu yüzden, cumhuriyetçi hükümet sistemlerindeki temsilcilerin olduğu gibi politika yapmak değil, tamamen yönetimsel ve pratik bir işlevleri vardır.” Konfederalizmin Anlamı- Bookchin 3 Kasım 1990

(http://www.geocities.com/liberterian/metinler/Konfederalizmin_Anlami__Murray_Bookchin.htm )

Bu tanıma göre gücün dağılımı da değişmektedir. Gücün gerçek sahibi, yerel halk meclisleridir, tabandır, doğrudan ve yüz yüze demokrasinin gerçekleştiği platformlardır. “Yukarıya gidildikçe” gücün etkisi zayıflamış olacaktır. Gücün bu dağılımı, gücün ve iktidarın en üstte tek bir monarkın, elitin ve oligarşinin elinde, aygıtın elinde birikmesi ve ondan kaynaklanan kötülüklerin önlenmesi de gerçekleşmiş olur. Kaynakların paylaşımı, ademi merkeziyetçi belediyelerin koordinesi ve “çoğunluk esasına göre” alınan kararların uygulanması, bir gücü, politika yapma ve uygulama sürecini anlatmaktadır. Bu sürece ve ilişkiler sistemine Bookchin, konfederalizm adını vermektedir. Karar alma sürecinde çoğunluk esası belirleyicidir. Bu noktada Bookchin, bir “Demokratik merkeziyetçi” gibi düşünmektedir. Karar sürecinde en geniş tartışma, görüş ifade etme özgürlüğü esastır, ama çoğunluk oyuna göre karar alındıktan sonra bunların uygulanması da şarttır. Yoksa eylemsizlik ve giderek kaos başlayacaktır. Elbette azınlıkta kalan görüşün çoğunluk haline gelme hakkı vardır, bunun olanaklarına da sahip olmalıdır, ancak bu, uygulama gücünü ortadan kaldırmamalıdır. Bookchin, burada geleneksel anarşizmden ayrılır, “oy birliği” ilkesini doğru bulmaz, onun yerine “çoğunluk esasını” karar almada temel ilke olarak benimsenmesi gerektiğini savunur!

Bookchin, devlet aygıtı ve yönetimi ile Politika yapmayı, devletin yönetici kadroları ile konfederalizm siteminde “seçilmiş, geri çağrılabilir”, “yüz yüze demokratik yöntemlerle ve tabanda belirlenmiş politikaları yürütmek ve koordine etmekle görevli temsilcileri” kesin bir biçimde birbirinden ayırır ve bunların farklılığını ortaya koyar. Bu noktada antik Atina demokrasisini referans noktasını aldığını belirtmek gerekir. Politika, “yurttaş meclislerinin” yetkisindedir, seçilen ve geri çağrılabilir temsilciler, delegeler ise bunu yerine getirmekle görevlidirler, onların politika yapma, kent adına, topluluk yaşamı hakkında karar verme yetkileri yoktur. Antik Atina’daki bu doğrudan ve yüz yüze demokrasi deneyimi Bookchin’in konfederalizm anlayışında önemli bir esin kaynağıdır.

Bilindiği gibi, geleneksel anarşizm anlayışında merkeziyetçilik yerine ademi merkeziyetçilik, otorite yerine bireysel özgürlük, otonom yerelcilik esastır. Ancak bu kavramların pratik sosyal ve siyasal yaşamda karşılığının olmadığı görülmüştür. Bu anlayışın eylemsizliğe, darlaşmaya, dar görüşlülüğe, dar bölgeciliğe götürdüğü de kanıtlanmıştır. Bookchin, anarşistlerin devlet, otorite, bütünlük ve merkeziyetçilik karşıtlığını alır, ama bunların içeriğini yeniden tanımlar. Kendi konfederalizm tanımı, bu yeniden içeriklendirme ihtiyacının bir sunucudur. Bookchin, birbirine bağlanmamış, genel bir koordinasyonda buluşmamış kendi kendine yeterliliğin, salt ademi merkeziyetçiliğin sakıncalarını görmüş, bu sakıncaları aşmanın en iyi yolunun da konfederalizm olduğunu düşünmüştür. Bu konuda şunları yazar:

“Konfederalizmi hayata geçirirken kaynakların, üretimin ve politika yapmanın paylaştırılmasına dayanan özgün bir karşılıklılık ilkesiyle toplulukların birbirlerine bağımlı olması, hayati bir önem taşır. Eğer bir topluluk önemli maddi ihtiyaçlarını sağlamak ve onu daha büyük bir bütüne bağlayacak politik amaçları gerçekleştirmek için bir diğer topluluğa veya genel olarak topluluklara güvenmeye zorunlu değilse kapalılık ve dar görüşlülük gerçek ihtimallerdir. Yalnızca konfederasyonun katılımcı yönetim formunun-konfederal ağlar anlamında-bir uzantısı olarak anlaşılması gerektiğini kabul ettiğimizde, ademimerkeziyetçilik ve lokalizm, daha büyük bir gövdeyi oluşturacak toplulukları, daha geniş insan birliktelikleri pahasına, dar görüşlü bir tavırla kendi kabuklarına çekilmekten kurtarabilir.” (Aynı yazıdan…)

Bu yaklaşımın yerel toplulukların “bağımsızlığına” gölge düşürebileceği kaygılarını yersiz bulan Bookchin, bu konuda da şunları yazmaktadır:

“Bu nedenle konfederalizm topluluklar ve bölgeler arasında var olması gereken bağımsızlığı daimi kılmanın -şüphesiz yerel kontrol esaslarından vazgeçmeksizin bağımsızlığı demokratikleştirmenin-bir yoludur. Akılcı bir kendi-kendine yeterlilik ölçüsü her yerleşim ve bölge için istenilir iken, konfederalizm bir taraftan yerel cemaatçilikten diğer taraftan aşırı bir ulusal ve global iş bölümünden kaçınmanın bir vasıtasıdır. Kısaca söylemek gerekirse, bir topluluğun dengeli bir ekolojik toplumu gerçekleştirecek daha büyük bir bütüne katılırken kimliğini ve tamamlanmışlığını elinde tutmasıdır.” ( Aynı yazıdan)

Bookchin, kendi projesini bir bütün olarak görmekte ve ekonomik yapısını da kısaca şöyle tanımlamaktadır. (Ancak geçmeden vurgulamalıyız ki, öngördüğü ekonomik ilişkiler, buna ve genel olarak Komünalizme geçiş konusundaki görüşleri kendi içinde tartışmalı, sorunlu, hatta “açık”larla malul olsa da kendi cephesinde bütünlüklü bir toplum ve politika projesini sunma iddiasındadır. Bu kısa nottan sonra devam edebiliriz.)

“Bir toplumsal organizasyon prensibi olarak konfederalizm en olgun haline ekonominin kendisinin, yerel çiftliklerin, fabrikaların ve yerel belediye sorumluluğundaki diğer ihtiyaç duyulan atılımların onun yerini alması yoluyla konfederalize edilmesiyle ulaşır-bunun anlamı, bir topluluğun, ister büyük ister küçük olsun, kendi ekonomik kaynaklarının diğer topluluklar ile kurulan bir ağın içinde yönetmeye başlamasıdır. Bir yandan kendi-kendine yeterli bir ekonomi, diğer yandan değişime dayalı pazar ekonomisi arasında seçim yapmaya zorlamak basitleştirici ve gereksiz bir ikilem yaratmak olur. Konfederal bir ekolojik topluluğu, paylaşımcı, değişim ilişkileri tavizleri ile kendilerini kirletmiş “kooperatif” kapitalistik toplulukları tarzında değil ihtiyaçlara göre dağılımı sağlamanın verdiği hazza dayalı bir paylaşımı gerçekleştiren bir toplum olarak düşünmek istiyorum.” (Aynı yazıdan)

Bunun olanaklı olup olmadığını da tartışıyor ve şöyle devam ediyor:

“İmkânsız mı? Ulusallaştırılmış mülkiyetin (ki bu ekonomik güçle merkezleştirilmiş devletin politik gücünü pekiştirir) veya özel pazar ekonomisinin (“büyü ya da öl” kuralının gezegenin tümünün ekolojik stabilitesinin temelini sarsmakla tehdit ettiği) daha işletilebilir olduğuna inanmaktan vazgeçmediğimiz sürece ekonominin konfedere edilmiş belediyeleşmeye karşı uygulanabilir bir alternatife nasıl sahip olduğumuzu” görmeyi başaramıyorum. Her halükarda, tüm terfi etmek istekleri ile birlikte imtiyazlandırılmış devlet bürokratları veya açgözlü burjuva müteşebbisleri-ve hatta emekçi kontrollü girişimler olarak adlandırılan “kolektif kapitalistler”-artık olmayacağından topluluğun problemleri ile karşı karşıya gelecek olanlar, yaptıkları iş veya bulundukları işyerleri ne olursa olsun, yurttaşlar olacaktır. Artık, işin, işyerinin, statünün veya mülkiyet ilişkilerinin geleneksel özel çıkarlarını aşmak gerekecek ve komünün ortak sorunlarına dayalı genel bir çıkar yaratma zorunluluğu olacaktır.”

Ve Bookchin, konfederalizm hakkındaki düşüncelerini şöyle bir bütünlük içinde özetlemektedir:

“Bu nedenle konfederasyon âdemimerkeziyetçiliğin, lokalizmin, kendi-kendiliğindenliğin, bağımsızlığın-ve fazlasının bir bileşimidir. Bu daha çok bugün sahip olduğumuz pasif seçmenlerin ve tüketicilerin tersine katılımcı bir demokrasideki akılcı aktif yurttaşlığa yönelen vazgeçilmez ahlaki eğitim ve karakter yapılanmasıdır. Nihai olarak, birbirimizle olan ve doğayla olan ilişkilerimizin bilinçli bir yeniden yapılandırılmasının yerini tutabilecek hiçbir şey yoktur.

Toplum ve doğal dünya ile olan ilişkilerimizi yeniden kurmayı yalnızca âdemimerkeziyetçilik veya lokalizm veya kendi kendine yeterlilik ile başarabileceğimizi ileri sürmek bize tamamlanmamış bir çözümler toplamı bırakır. Konfedere edilmiş belediyecilik temeline oturtulan bir topluluk için bu öngörüler arasında bir noktayı ihmal ettiğimiz anda, yaratmayı umduğumuz tüm toplumsal yapıda genişleyen bir boşluk bırakmış oluruz. Bu boşluk büyüyecek ve nihayetinde yapının kendisini yıkacaktır-aynen pazar ekonomisinin “sosyalizm”, “anarşizm” veya iyi bir toplum ideali olan hangi düşünce olursa olsun bir araya getirildiğinde sonunda bir bütün olarak topluluğa hükmetmesinde olduğu gibi. Aynı şekilde politika yapmak ve idare etmek arasındaki farkı atlayamayız, bir kez politika yapmak insanların elinden kayıp gittiğinde kolayca bürokratlara dönüşecek delegeler tarafından yutulacaktır.

Konfederalizm, gerçekte, bir bütün olarak düşünülmek zorundadır: titiz bir şekilde idare edilen koordinasyon sistemi ile belediyelerdeki katılımcı demokrasiyi bir araya getiren bilinçli olarak biçimlendirilmiş bir bağımsızlık gövdesi. Bu bağımsızlığın ve bağımsızlığın daha zengin bir şekilde eklemlendirilmiş bağlılığa doğru, özgür bir toplumdaki bireyin çocukluktaki bağlılıktan gençlikteki bağımsızlığa doğru gelişmesi ve geriye yalnızca bireyler ve birey ile toplum arasındaki bilinçli bir bağımsızlık biçimi bırakmasında olduğu gibi, diyalektik gelişmesini içerir.

Konfederalizm, bu nedenle farklılıklarıyla ve daha büyük farklılık yaratacak potansiyel etkileriyle ekolojik toplum kimliğinin korunduğu bir toplumsal metabolizma sıvısı ve daha da gelişen çeşididir. Konfederalizm, gerçekte, toplumsal tarihin bir kapanışına işaret değildir (son yıllardaki “tarihin sonu” ideologlarının liberal kapitalizm için bizi inandırmaya çalıştıkları gibi), daha çok toplum ve toplum ile doğal dünya arasındaki katılımcı bir evrim tarafından işaretlenen yeni bir eko-toplumsal tarih için kalkış noktasıdır. (Konfederalizmin Anlamı- Bookchin 3 Kasım 1990

http://www.geocities.com/liberterian/metinler/Konfederalizmin_Anlami__Murray_Bookchin.htm)

Bookchin, ulus, ulus-devlet, milliyetçilik, ulusal hareketler hakkındaki görüşleri genel ideolojik sistematiğinin tamamlayıcı unsurlardır. Bookchin, ulusa, ulus-devlete, milliyetçiliğe ve ulusal hareketlere karşıdır. Her ulusal hareketin ve milliyetçiliğin sonunda ulus-devleti hedeflediğini, ulus-devletin ise baskıcı bir grubun baskı arcına dönüştüğünü belirttir. Bu konudaki görüşleri kendi içinde sorunlu ve uluslar gerçeği ve ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi konusunda verili tarihsel gerçekliğe yanıt vermekten uzaktır. İlkesel yaklaşımı ile somut tarihsel örneklere, örneğin haklı bir ulusal hareket karşısındaki tutumu kendi içinde paradoksaldır! Bu konu uzun ve ayrıntılı bir tartışmayı gerektirmektedir. Milliyetçilikten nihai kurtuluş hakkındaki öngörüsünü bir cümle ile ortaya koyduktan sonra bu bölümün finaline gelebiliriz.

“Özgür topluluklar en sonunda ulusun yerini ve organizasyonların konfederal formu devletin yerini aldığında, insanlık kendisini milliyetçilikten kurtarabilecektir.” (Milliyetçilik ve “Ulusal Sorun” Murray Bookchin Bir Alternatif Arayışı,

http://www.geocities.com/liberterian/metinler/milliyetcilik_ve_ulusal_sorun.htm.)

 

Özetle Bookchin, bir, kapitalist emperyalist sisteme karşı eleştirel ve bu sistemi reddeden bir düşünceye ve duruşa sahiptir. İki, bu eleştirel duruşunu, sol ve sosyalizm deneyimlerinin derslerinden yola çıkararak bir toplum projesini üretme düzeyine kadar vardırır. Üç, bu projede birey, toplum ve doğal dünya dengeli ve uyumlu bir ilişki içinde kurgulanmakta; yeni bir üretim, paylaşım ve yönetim sistemi önerilmektedir. Dört, bu projede devletin, ulus-devletin, merkeziyetçiliğin, kapitalist ekonominin yeri yoktur. Bunlar yerine konfedere edilmiş, kendi kendine yeten, özgürlükçü, doğal dünya ile uyumlu, ademi merkeziyetçi ve özgürlükçü belediyelere, yerel birimlere, farklı kültürlere ve en genel anlamda farklılıklara yer vardır. Yine Bookchin projesinde güç reddedilmiyor, konfedere olmuş tabana dağıtılması gereken bir gücün gereğine vurgu yapılıyor. Beş, Bookchin’deki konfederalizmin, egemen devletlerin gevşek birliği olan ve uluslar arası hukukta adı geçen konfederalizmle bir ilgisi yoktur. Altı, kendisinin tanımladığı Komünalizme geçiş süreci nasıl, hangi yol, yöntem ve stratejiyle, hangi toplumsal sınıf ve dinamiklere dayanılarak gerçekleşebilir sorularının yanıtları sorunludur, belki de bu ideolojik yaklaşımın en zayıf yanını oluşturmaktadır. Yedi, Bookchin, Marksizm ile Anarşizmi sentezlemeye çalışmaktadır. Bu “sentez”, tam bir yanıt mı? Tartışılır! Sekiz, “Toplumsal Ekoloji” olarak tanımladığı doğanın ve doğal çevrenin korunması yaklaşımı, Bookchin projesinin en önemli unsurlarından biridir. Dokuz, Bookchin’in komünalizmi ile bir devlet biçimi olarak Demokratik Cumhuriyet, yine günümüz kapitalist emperyalist sistemden başka bir şey olmayan “Demokratik Uygarlık” ile bir ilişkisi yoktur. Dahası bunlar birbirine karşıttırlar…

Nereden bakılırsa bakılsın Bookchin ile İmralı çizgisini bağdaştırmak, birini diğerine ideolojik-teorik ve felsefik bir dayanak yapmak mümkün değildir. Gerçeklik böyle olmasına rağmen İmralı’daki Öcalan, Bookchin’in kavramlarını çalıyor, kimi yerlerde sözcüğü sözcüğüne kopya ediyor ve böylece teslimiyet ve tasfiye çizgisi olan İmralı’yı teorik ve felsefik bir dayanağa oturtma çabasından geri durmuyor. Peki neden? Bunu nasıl yapıyor? Bu soruların yanıtlarını da bir sonraki başlıkta tartışmaya çalışacağız.

 

II. TASFİYECİLİĞİ ÖRTME VE TEORİLEŞTİRME ÇABALARI

 

“Numara yapıyorlar PKK’yi bitirdik Apo’yu bitirdik, diyorlar. Bir kez daha tekrarlıyorum, yeter ki demokratik yaşama katılın desinler, maddi çıkar beklemeden ben demokrasiye, ülkeye hizmet ederim. Dağdakini de Avrupa’dakini de çağırırım. Dilimize kültürümüze saygılı olsunlar yeter. Fazla taviz istemiyoruz. Dilimizi kültürümüzü biz kendimiz geliştiririz, halkları birleştiririz. Farklı halklar da var. Azınlıklara söyleyin onların yeri de Kürt ve Türk halkının yanıdır. Bu lanetli tarihten kopalım, yapmazsak kaos derinleşiyor Ortadoğu’da. Sen bunları kabul etmiyorsan bugün on, on beş yerde olay oldu, yarın daha fazla olur. Gençler dağa çıkar, onlar da intikam alırlar. Niye ölsünler bu kadar genç? Sen Kürtleri kabul etmezsen, bütün Kürtleri Türkiye karşısında birleştirecekler. Eğer biz gelmezsek bizi inkâr et. Ne kabul ediyor ne yol gösteriyor. Sadece silahım var, vururum. Sonuç, mutlaka çatışmanın derinleşmesidir. Yenilenmiş bir Mustafa Kemal gerekli Türkiye’ye. Türkiye’nin çıkmazı derinleşecek. Mustafa kemal 1920’lerde bu oyunları iyi gördü. “Sen bunları istiyorsun, ama var olanı da kaybettirirler sana” dedi. Dışarıya fazla bel bağlama. Ben bunun gereklerini yapalım diyorum. Mustafa Kemal’in güncelleşmesi lazım. Hatalı olsaydım bu kadar açık konuşmazdım. Son derece ciddi ve bilimsel konuşuyorum. CHP’nin durumu ortada, AKP’nin durumu belli, bunları siz benim adıma konuşacaksınız, makale yazıp konuşma yapacaksınız. Ben Kürt ilkel milliyetçiliğine karşı çıktım, ben çizgi sahibiyim, Ortadoğu halklarının Demokratik Konfederalizmi tek çıkış yoludur. Irak’ta Türkiye’de çıkış yolu budur. Kürtler için de Kürdistan Demokratik Konfederalizmidir. Ben birkaç ağa-bey için yapmam. Halklar için ben çizgi sahibiyim. Halkların özgürlük-eşitlik ütopyasına inanıyorum. Ben halkların binlerce yıllık ütopyasını hayata geçiriyorum. Sizlerden daha güçlüyüm dışarıdakilerden daha özgürüm, çünkü doğrular bende. Bu çizgi dalga dalga gelişecek.” (23 Şubat 2005 Tarihli Görüşme Notları)

Uzun bir alıntıyla başladık. Öcalan’ın İmralı’da ilettiği görüşlerde bunun gibi ifadelere sayısız kez rastlamak mümkündür. Bu sözler, aynı zamanda İmralı’nın “Kürt Programı” niteliğindedir. Bu alıntıda, anlamsız laf yığınını attığımızda geriye kalan yalın ve net program şudur: “Bir kez daha tekrarlıyorum, yeter ki demokratik yaşama katılın desinler, maddi çıkar beklemeden ben demokrasiye, ülkeye hizmet ederim. Dağdakini de Avrupa’dakini de çağırırım. Dilimize kültürümüze saygılı olsunlar yeter. Fazla taviz istemiyoruz. Dilimizi kültürümüzü biz kendimiz geliştiririz, halkları birleştiririz.” Maddeleştirmek gerekirse: 1- Demokratik yaşama katılım. Bu, bir af ve genişletilmiş pişmanlık yasasıyla olabilir. Bunun karşılığında dağ ve Avrupa’dakiler çağrılır. 2- Bunun karşılanması durumunda “maddi çıkar beklemeden (…) demokrasiye, ülkeye hizmet ed”ilir. 3- Dilimize kültürümüze saygılı olsunlar yeter! Fazla taviz istemediklerini, dil ve kültürlerini kendilerinin geliştireceğini vurguluyor. Burada “kültürel özerklik” bir yana, kültürel kırıntı istemi bile yok. İstenen, düzene kabul edilme, bunun için bir af yasası, dil ve kültüre saygıdır! Hepsi bu, ne fazla ne eksik! Dolayısıyla bunca laf yığını gerçekten demagoji ve yanılsamalı bir dünya yaratmak ile devlete çağrıdır. Kemalizm’in güncelleşmesi gerektiğini döne döne vurgulayan Öcalan, ardından, halkların “özgürlük-eşitlik ütopyasına” inandığını belirterek Ortadoğu halkları için tek çıkışın “Demokratik Konfederalizm” olduğunu vaaz ediyor!

Yukarıya aldığımız paragraf, gerçekten de birbiriyle çelişkili, bir birini götüren, birbiriyle bağdaşması mümkün olmayan görüşlerin keyfi, eklektik çelişkili bulamacı gibidir! Bu paragrafta anılan konfederalizm, Bookchin’i mi referans alıyor, yoksa egemen devletlerin gevşek birliğini anlatan konfederalizmi mi? Hangisini, yoksa “Mustafa Kemal’in güncelleşmesi” üzerine kurulacak yeni bir şeyi mi? “Halkçı” olan Öcalan, halk düşmanı bir sistem tarafından kabul edilmek için yırtınıyor, dövünüyor; bunu “Sizlerden daha güçlüyüm” efelenmesiyle yapıyor. Bunu müritlerine yapıyor, otoritesini, iktidar sistemini daha kuvvetlendirmek için yapıyor. Devlete yalvar yakar duruşu, Kürt müritleri karşısında ise efelenme tutumu, bu, sömürge kişiliğinin ikili yüzünü anlatmaktadır. Bu paragrafta anılan konfederalizmin ideolojik ve politik içeriği boştur, bir yama gibi sırıtmaktadır. Ama öte yandan bu kavrama belli bir işlev yüklendiği de kesindir! Bu, yukarıda kısaca özetlediğimiz teslimiyet programını teorik bir temele, felsefik bir anlayışa ve tarihsel bir arka plana oturtma işlevidir! Öcalan’ın “halkçılığı” ve “özgürlük-eşitlik ütopyasına” bağlılığı af karşılığında düzenle bütünleşme ve ona hizmet etme ile içi boş dil ve kültüre saygı azami programından başka bir şey değildir. Onun çizgisinin halka dönük yüzü ve sınırları bu kadar açık ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar nettir!

Başka Görüşme Notlarında “Demokratik Konfederalizmin” ilkelerini sayıyor. Bunları da kendi metinlerinden almakta yarar var.

Bundan çıkışın temel yolu geniş kapsamlı tanımını yapacağımız demokratik konfederatif sistemdir. Ulus devlete göre gelişen küresellik değil. Zaten ulus devlet aşılıyor; küreselleşme ulus devleti de aşıyor. Emperyalizm yeni model koyamıyor, sistem krizi derinleşiyor.

Tek alternatif demokratik konfederalizmdir. Piramit tarzı bir örgütlenme modelidir; söz, tartışma ve karar topluluklarındır. Tabandan gelen delegeler, en üste kadar, tepede bir koordinasyonu oluşturur. Delegeler bir yıllık halkın memurları gibi olur.

Ortadoğu’nun çözümü için de demokratik konfederalizm geçerlidir. Kapitalist sistem, emperyal güçlerin dayatmaları demokrasiyi geliştiremez, ancak demokrasiyi istismar edebilir. Tabandan gelişen demokratik seçeneği egemen kılmak esastır. Toplumsal temelde etnik, dini, sınıfsal farklılıkları gözeten bir sistemdir. Kürdistan içinse kendi kaderini tayin etme hakkı milliyetçi temelde devlet kurmak değil, siyasi sınırları sorun yapmadan, sınırları esas almadan, kendi demokrasilerini kurma hareketidir. İran’da, Türkiye’de, Suriye’de, hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasındaki tüm Kürtler bir araya gelerek federasyonları, birleşerek üst konfederalizmi oluşturur.

Asıl karar yetkisi köy, mahalle, şehir meclis ve delegelerinindir, dolayısıyla halkın ve tabanındır. Ben daha önce bayrağını, tanımını söylemiştim. Şimdi de ilkelerini verdim. Kürdistan için üç hukuk geçerli olabilir demiştim. AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk. Üniter devletlerin bizim demokratik konfederal hukukumuzu tanımaları halinde, biz de onların hukukunu tanırız. Şu şartla: İran, Irak, Türkiye, Suriye bizim konfederal hukukumuzu tanıdıkça, biz de onlarınkini tanır, uzlaşıya gideriz. Bunları biraz ilkeselleştirmek gerekiyor. Benim söylediklerim ve yazdıklarımı iyi düzenlerseniz, demokratik konfederal hukukun esasları ortaya çıkar. Bunun kuruculuğunu kabul ediyorum. Kürtçe olarak ismi de “Koma Komelên Kurdistan” olur. Bunu Newroz için de bir mesaj olarak da veriyorum. Newroz’u da bir gün değil, bir hafta olarak bayraklarıyla bu temelde kutlarlar.” (09 Mart 2005 Tarihli Görüşme Notları)

Tamamlayıcı olması açısından başka bir uzun alıntı daha:

“Türkiye beni yanlış anlamasın. Üniter devlete bir itirazım yok. Bayrağa saygılıyım. Bayrağa yaklaşımımı, saygılı olunmasını Şam’da da söylemiştim. Bayrak olayı da zaten bir provokasyondur. Demokratik konfederalizmin legalite veya illegaliteyle alakası yok, ayrım yapmıyorum. Kürt-Türk ayrımı da yapmıyorum. Bütün halk toplulukları için geçerlidir. Despotik devletin yürümeyeceğini İngiltere ve Amerika da anlamışlar, desteğini çektiler. Yenisini de kuramıyorlar, çıkmazdalar. ABD ve İngiltere biraz demokrasiye açık olun diyorlar. Çıkmazdan kurtulmak için demokratik çıkış çok önemli. Tek başına ABD’ye bırakırsak kaos, kriz olur. Demokratik konfederalizm çıkışı bunun için çok önemli. Tek çıkış yolu budur. Konfederal sistemi Araplar için de, Türkler için de öneriyorum. Demokratik konfederalizm demokrasinin bir gerçekleşme biçimi, üslubudur. Deniz Baykal iftira ediyor, ben devlet kurmuyorum. Zorla devlet verseniz de kabul etmem, karşı çıkarım. Ben demokrasiyi kuruyorum, Baykal’ı protesto ediyorum. Bayrak benim, devletin değil. Mezarımda üç bayrak yan yana olabilir: AB bayrağı, üniter bayrak, bir de demokrasiyi asmbolize eden konfederalizm bayrağı.

Biz devlet istemiyoruz. Devlet istesek, Irak gibi kıran kırana yaparız. Ben sınırlardan bahsetmiyorum Irak’taki gibi bakanlık peşinde değiliz. İstediğimiz mahallelerde, köylerde, kentlerde halkımızın demokratikleşmesine engel olunmamasıdır. Yalnız Kürtler için de değil, Türkiye demokratik konfederalizmi daha gerçekçidir. Bütün Türkiye için bunu öneriyorum. Üniter yapıyla sorunumuz yok. Devletten bahsetmiyorum, onun aşağısındaki toplumun kendi demokrasisini kurma biçimidir, demokratikleşmesidir. Kürtler bu sistemi bütün parçalarda uyarlarlar, geliştirirler.” (27 Nisan 2005 Tarihli Görüşme Notu)

 

İki ayrı dönemde gerçekleştirilen görüşmelerde Öcalan, birinde “Kürt Programını” özetliyor. İkincisinde de Kürdistan için dayattığı “Demokratik Konfederalizm” tezini… Özünde bu ikisi bir bütündür, esas olan karşılıksız, düzene kabul edilme ve onunla bütünleşme istemidir! Demokratik Konfederalizmi tanımlarken, Bookchin’den düşünceler aşırıyor, ama bunun özüne sadık kalma gereğini duymuyor. Öcalan başta Demokratik Konfederalizmin sınırlarını çok net çiziyor:

“AB hukuku, üniter devlet hukuku, demokratik konfederal hukuk.”

Burada “demokratik konfederal hukuk” bir yamadır, hiçbir anlamı olmayan bir yama. Bir kez AB hukuku ve Uniter devlet hukukunu tanıdığınızda, konfederal hukukun kendisi anlamsızlaşır. Bookchin’in anlayışını kısaca özetlemeye çalıştık. Onda devlete, devletten kaynaklanan hiçbir yapıya yer yoktur. Böyle bir şey onun teorisini tümden anlamsızlaştırır. Öcalan ise konfederalizmi alır, ama sadece içi boş bir kabuk olarak, bir örtü ve manipülasyon aracı olarak! Uniter hukuk demek, TC’nin Kürtleri inkâr ve imha eden sistemini olduğu gibi kabul etmektir; bunu, en sıradan demokrasiyle, Kürtlerin en sıradan kültürel haklarıyla bağdaştırmak mümkün mü? Yine Kemalizm’in güncelleştirilmesiyle demokrasiyi, hele Bookchin’de ifadesini bulan demokratik konfederalizmi bağdaştırmak mümkün mü?

Peki, Öcalan birbiriyle bağdaşması olanaklı olmayan bu sistem ve hukukları neden aynı “paradigma”da bir araya getirmeye çalışıyor? Bunun yanıtı 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana İmralı’da dayattığı tez ve politikalarda gizlidir. Devletin “kırmızı çizgileri” bellidir: Devletin tekliği, bölünmez bütünlüğü, tek dil, tek devlet, tek millet, Kemalizm, Cumhuriyetin temel ilkeleri gibi… Öcalan, devleti ve onun temel tezlerini, stratejisini Kürtlere, onlarını en dinamik ve örgütlü kesimlerine yedirmeye çalışıyor. Ama bunlar, çıplak, kaba ve dolaysız yapıldığında bu yedirme işi istenilen düzeyde ve inandırıcılıkta olamıyor. İnandırıcı, etkili olabilmesi, belli bir düşünsel kabul görmesi ancak teorik ve felsefik bir anlayışla sunulmasıyla mümkündür. Sıradan insanlar için bu yaklaşımın belli bir işlev görmesi olanaklı, ama az çok dünyadan, tarihten ve teoriden haberdar olanlar için ortaya çıkan eklektik bulamacı kavramak çok zor değildir.

Bazı gerçekler vardır ki, onları bağdaştıramazsınız! Kürtler ile TC’nin uniter, tekçi yapısı gibi… Yine Kürtlerin özgürlüğü ile mevcut AB hukukunu bağdaştırmanız da mümkün değildir! Varlığı tanınmayan, yeryüzünde herhangi bir statüsü olmayan Kürtlere geleceklerini, onları tanımayan hukuksal zeminlerde belirleme platformunu bahşettiğinizi söyleyeceksiniz! Bu, bu halkla ve bir bakıma herkesle dalga geçmekten başka bir şey değildir. Öcalan bunu yapıyor!

Öcalan esas olarak kurulu sistemin dokunulmazlığını, Kürtler için mutlaka kabul edilmesi gereken bir çerçeve olarak dayatıyor; bunu, Kürt çözümünde ilk veri, ilk koşul olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Bir yandan da Kürtlerin demokratik konfederalizm temelinde örgütlenmelerini vaaz ediyor. Ama bunları yaparken kendi görüşlerini, kararlarını ve programını bir öneri ve tartışma platformu olarak değil, mutlaka kabul edilmesi gereken bir politika, bir talimatlar dizisi olarak dayatıyor. “Asıl karar yetkisi köy, mahalle, şehir meclis ve delegelerinindir, dolayısıyla halkın ve tabanındır” diyor, ama kurulmasını istediği yapının adından tutalım bayrağına, temel ilkelerine, ana yapısına kadar her şeyi kendisi belirliyor. “Piramit” örgütlenmesi diyor, ama bu tepeden tabana hükmedilen, Mısır despotlarını aratmayan bir iktidar tarzı… Tüm güç ve iktidar kendisinde, o, tepede bir tanrı-kral konumunda, kulları ise buyruklarını harfiyen yerine getirecekler. Bunun adı da Demokratik Konfederalizm olacak! Oh, ne güzel!

Kulları da yaptıkları genel kurul toplantısında bir sözleşme kabul ettiklerini duyurdular. Bu sözleşmede tanrı-krallarının bu konumunu “hukuksal” bir zemine ve dayanağa da kavuşturmuş oldular. Bu konuyu Serhat Ararat başka bir yazıda değerlendirdi. Bu yazıdan yapacağımız bir alıntıyla konuya yaklaşımımızı özetleyebileceğimizi düşünüyoruz. Koma Komalên Kurdistan Üzerine adlı yazıda şunlar deniliyordu:

“Özgür Politika gazetesinde ” Koma Komalên Kurdistan Sözleşmesi” adlı yazı dizisinin ilk bölümünde “Genel Esaslar” başlığı altında “Niteliği” adlı alt başlık altında şunlar yazılı:

“Koma Komalên Kurdistan demokratik ve konfederal bir sistemdir. Demokrasi, cinsiyet özgürlüğü ve ekolojiyi temel alır. Piramit tarzı bir örgütlenmedir. Burada söz, tartışma ve karar topluluklarındır. Tabandan gelişen demokratik seçeneği gerçekleştirmek esastır. İçte demokratik ulusu, dışta ise ulus üstülüğü esas alır. Her düzeyde katılımcılığı öngörür. Halk iradesini komün, ocak, meclis ve kongre ile ortaya koyar. Devlet olmayan örgütlenmiş siyasal ve toplumsal organizasyondur.”

Bu paragraf içindeki tutarsızlıklar ve mantık yanılgıları üzerinde durmayacağız. Sözü, “Burada söz, tartışma ve karar topluluklarındır. Tabandan gelişen demokratik seçeneği gerçekleştirmek esastır” vurgusuna getirmek istiyoruz. Mademki “söz, tartışma ve karar topluluklarındır”, o zaman “Koma Komalên Kurdistan Önderliği” başlığı altında vurgulanan “Tanrı-Kral” yetkileri ve konumu neyin nesi oluyor? Bu konuda yazılanlara bakmakta yarar var.

“Genel Organlar” genel başlığı altında “Koma Komalên Kurdistan Önderliği” başlığı atılıyor ve altında da şunlar yazılıyor: “Koma Komalên Kurdistan (Kürdistan Demokratik Konfederalizm) Önderi Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir. KONGRA GEL Genel Kurul kararlarının demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü devrim çizgisine uygunluğunu gözetir. Yürütme Konseyi Başkanını görevlendirir. Temel konulara ilişkin Yürütme Konseyi kararlarını onaylar.”

[Araya girerek bir sorunun altını çizmek istiyoruz: Sözleşmede, “Koma Komalên Kurdistan (Kürdistan Demokratik Konfederalizm) Önderi Abdullah Öcalan’dır” deniliyor. Peki, Öcalan’ı seçen kim, tayin eden, belirleyen kim? Halkın iradesi mi? Bu irade nerede, nasıl ve ne zaman tecelli etti? Öyle ya, demokrasinin esas alındığı söyleniyor, söz ve karar yetkisinin tabanda olduğu vurgulanıyor; o zaman bunun gerekleri ne zaman yerine getirilecek? Daha da önemlisi, gerçekten bunun gerçekleşme olanağı var mı?]

Mademki “Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları göze(ten) ve temel konulardaki en son karar mercii” Öcalan’dır; o zaman, “ “Burada söz, tartışma ve karar topluluklarındır. Tabandan gelişen demokratik seçeneği gerçekleştirmek esastır” sözleri koca bir yalan ve aldatmaca değilse nedir? Peki, bu topluluklar neyi tartışacak, neyi kararlaştıracak? Öyle ya, temel konularda son karar mercii Öcalan olduğuna göre… Bu iç tutarsızlık rastlantı mı, yoksa büyük bir cehalet örneği mi? Ya da bilinçli bir tezgâh mı?

Öcalan sistemini biliyoruz, bu sistemde, onun dışındaki hiçbir düşünce ve eleştirel eğilime dahi yaşam hakkı yoktur. Bu sistem sorgulanmadan, doğru bir muhasebe çıkarılmadan ve bu konuda halka hesap verilmeden demokrasi adına söylenecek her söz koca bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Yine en geri demokrasilerde bile “Tanrı-Kral” lara yer yoktur; her şeyi ona düğümlediğiniz yerde, o sistemin adı demokrasi olmaz, en despotik ve faşist siyasal sistemlerden daha geri keyfi bir sistem olur!” (KOMA KOMALÊN KURDİSTAN” ÜZERİNE, Serhat ARARAT)

Daha da önemlisi, yapılanlara ve uygulamalar bakmak gerekir: Daha öncesi bir yana İmralı’dan bu yana söylenenlere ve uygulananlara bakıldığında değişmeyen, esnemeyen, katı despotik, bütün yetkileri ve her şeyi kendisinde toplayan ve merkezileştiren tanrı-kral tipi bir iktidar sitemi ile karşılaşırsınız. Öcalan dışında hiçbir kimsenin karar verme, politika yapma hakkı ve yetkisi yoktur. Farklı düşünmek, farklı bir yerde olmak, “ihanetle” damgalanır ve teşhir, tecrit ve suikast ile cezalandırılır. Gerçeklik bu, ama demokrasi üzerine, farklılıklara saygı üzerine bir ton da laf edilir. Dahası “evrensel bir ideoloji geliştirdiği” yalanı uydurulur:

“Aslında ben misyonumuzu ezilen halklar adına evrensel bir çıkış olarak görüyorum. Sistematiğim, kendime has bir üslubumun olduğunu belirtiyorum. Dünya çapında geliştirilmek istenen sol budur aslında. Sol ancak bu temelde gelişebilir. Dost güçleri daha tutarlı yaklaşmaya, özümasmeye çağıracağım. Türkiye de sol ancak bu temelde gelişebilir. Anlamlı, olgun sonuca herkes gidebilir.” (16 Mart Tarihli Görüşme Notlarından)

“Evrensel bir çıkış” iddiası, boşuna değildir, genel teslimiyeti, mücadelesizliği, iktidar perspektifini yok etmeyi, düzen karşısında silahsızlandırmayı öngören ve eklektik laf yığınından başka bir şey olmayan İmralı konseptine ideolojik bir kılıf geçirme çabasından başka bir şey değildir.

Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm ekseninde söylediği birçok şeyi tartışmak ve değerlendirmek mümkündür, ancak özünün konulduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla kısa bir özet ve sonuç bölümüyle değerlendirmemizi tamamlayabiliriz.

 

III. SONUÇ

 

Öcalan savunmalarında ve Avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde ulus devletin, devletin, milliyetçiliğin kötülüklerine vurgu yapmakta, ama burada genel bir ilkesel ve politik tavır alış söz konusu değildir. Ulus devlet ve milliyetçiliğe var olan karşıtlığı, TC’ye ve diğer sömürgeci devletlere yönelik değildir, onun karşıtlığı Kürtlerin ulusal istemlerine ve haklarınadır. “Türkiye beni yanlış anlamasın. Üniter devlete bir itirazım yok. Bayrağa saygılıyım” derken bunu net olarak vurguluyor. Yine Demokratik Konfederalizmin ilkelerini sayarken de bunu net bir biçimde gösteriyor. AB hukukuna ve üniter devlet hukukunu tanıma ve buna saygılı olma konusundaki görüşlerini hatırlayalım.

Açık ki, Öcalan’n Demokratik Konfederalizm anlayışı, Kürt halkının ulusal bilinci, ulusal istemleri konusundaki ısrarı ve kendi kaderini belirleme mücadelesine karşı geliştirilen TC eksenli bir anlayıştır. Şu sözleri bu görüşümüzün dolaysız kanıtı niteliğindedir.

“Ulus-devlet halkları devletleştirme ile uyuşturmadır. Milliyetçiliği geliştirdi. Biri ezen milliyetçilik, diğeri ezilen milliyetçilik, sonuçta dünyayı korkunç milliyetçilik savaşlarına götürdü. Hitler ile korkunç dünya savaşları yaşandı. Ermeni soykırımı tartışılıyor. Sonuçta İttihat ve Terakki milliyetçiliğinin varacağı sonuç soykırım olur.

Milliyetçilik sapmadır. Ben onun için Kürt milliyetçiliğine sapmayı engellemek için büyük tedbirler aldım. Kürt hareketini ne milliyetçiliğe ne de devletçiliğe kaydırmam. Savunmamda bunları açıkladım. En son demokratik konfederalizmle bunun tedbirini geliştirdim. Halkımızın emeklerini boşa harcatmayacağım.”

Ulus-devlete mi karşısın, milliyetçiliğe mi karşısın, bunda ilkeli, samimi ve tutarlı mısın; o zaman, öncelikle üniter devlete karşı olman gerekmiyor mu, kendisini de bir devlet-ulus olarak kurumlaştıran TC’ye cepheden tavır alman, yine onun kurucu ideolojisi olan ırkçı-şovenizmi tescilli olan Kemalizm’e karşı net bir duruş sergilemen gerekmiyor mu? Bunlara “hayır” de; ardından ulus-devlet, milliyetçilik konusunda ahkam kes, yeni teorik açılımlardan dem vur; buna en hafif deyimle pervasızca bir arsızlık denir!

En son demokratik konfederalizmle bunun tedbirini geliştirdim” derken, aslında neyin ideolojik ve politik tedbirini geliştirdiğini de itiraf etmiş oluyor: Ulusal bilinç, ulusal mücadele ve kendi kaderine sahip çıkma, özgürlük ve eşitlik mücadelesini silahsızlandırma ve var olanları ise yok etme!

Bir de Demokratik Konfederalizm anlayışının güncel taktik bir hedefi var: Güney Kürdistan’daki gelişmelerin etkilerinin önüne geçmek, Güneye alternatif bir “model” önermek!

Kendisiyle görüşen avukatların, Bazı kesimler demokratik konfederalizm düşüncenizin Güney’deki gelişmeleri engelleme amacını taşıdığı şeklinde yorumluyorlar” sözleri üzerine Öcalan, köpürmekte ve şu karşılığı vermektedir: Şarlatanlar. İşte benim büyüklüğüm buradadır. Kürt halkı için beş bin yıllık Gılgameş’ten beri işbirlikçi Enkidu örneğini vermiştim, şimdi ucuz işbirlikçi bir devlet kurduruyorlar. O devletin kuruluşuna saldırmıyorum. Ama Ortadoğu’da bu devlet sonuçta despotik devlet karakterine bürünür. Onları muazzam teşhir edin. Bu devletleri kimin kurduğu belli. Bu devlet halkın kanını emecek, çünkü demokrasiyle alakaları yok. Şimdi kendilerini devlet başkanı ilan ediyorlar. Ama benim ulus-devlete karşı çıkışım, Zerdüşt ve Hz. İbrahim çıkışı gibi görkemlidir. Hz. İbrahim’in Nemrut’a karşı yaptığı çıkış kadar değerlidir. Kendimi övmek için söylemiyorum, benim övülmeye ihtiyacım yok, ama çıkışım anlamlıdır, anlamak isteyenler anlayabilir. Nemrutlara boyun mu eğeceğim? Ağa taslaklarına boyun eğmem. Ulus-devlet ideolojisi haramdır, bin defa kuru ekmek yerim, bu devletlere minnet etmem, onların her şeyi haramdır.” (27 Nisan 2005 Tarihli Görüşme Notu) Söylenenler çok açık, ama bir o kadar da eklektik, çelişkili ve kafaları karıştırmaya dönük…

Özetlemek gerekirse;

Ana çizgileriyle açıklamaya çalıştığımız gibi, İmralı konseptinin tüm derdi, on yılların bilinç ve değerler birikimini yok etmek, bilinç, ruh ve mücadele yönünden silahsızlandırmak, bu silahsızlandırma hareketini ideolojik-teorik bir temele, felsefik bir açıklamaya, tarihsel bir arka plana oturtmak, böylece bunu kalıcılaştırmak ve süreklileştirmektir!

TC’nin resmi tezleri, yeni bir toplum projesi geliştirme kabuğu içine oturtma ve bilinçlere yedirme hareketiyle karşı karşıyayız.

En son aşırılan ve uygulamaya sokulduğu söylenen Demokratik Konfederalizm anlayışı da bir kabuktur; teslimiyet ve ihaneti, çok boyutlu tasfiyeciliği teorileştirme ve meşrulaştırma çabasıdır!

Demokratik Konfederalizm cilasını küçük bir tırnakla kazıdığınızda karşınıza, bütün ihtişamıyla teslimiyet, ihanet ve tasfiyecilik teorisi, politikası ve pratiği çıkar!

Demokratik Konfederalizm kabuğu, teslimiyet ve ihaneti örtme ve teorileştirme aracından, bilinçleri katletme, bellekleri silme ve ruhları teslim alma hareketinin ideolojik-politik kılıfından başka bir şey değildir!

Bundan daha iyi “devlete hizmet” sözünün gereği olabilir mi?

 

Temmuz 2005

 

M. Can YÜCE

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter