0 0
Read Time:16 Minute, 43 Second

M. Can YÜCE
ImageKuzey Kürdistan’da uluslaşma süreci kendine özgü bir yol izler. Güneyde yabancı egemenlik kurumlaşıp iç ulusal ve toplumsal dinamikler üzerinde kesin denetim kuramamasına karşılık, Kuzeyde ayaklanmalar bastırıldıktan sonra ulusal dinamikler dağıtılmaya, olası dinamikler üzerinde de büyük ölçüde denetim kurulmaya başlandı. 1970’li yılların ortalarında tartışılan sorular şunlardı: Uluslaşma açısından Kürtlerin durumu nedir, bugün egemen süreç nedir? Kürt ulusal sorununun çözümü nasıl ve hangi yol izlenerek, hangi devrim programıyla gerçekleşebilir?


Aslında bu sorular bugün de geçerliliğini koruyor. 1978 tarihinde yayınlanan Kürdistan Devriminin Yolu adlı eserde bu soruların yanıtları bütün açıklığı ile konulmuştur. Anılan bu çalışmada öncelikle Kürtlerin, Kürdistan’ın durumu uluslaşma açısından çok net bir biçimde konuluyor. Egemen sürecin uluslaşma değil, ulusal imha süreci olduğunu çok çarpıcı bir biçimde vurguluyor. Şöyle:

“Gelişen Türk sömürgeciliği altında, uluslaşmadan ziyade, ulusal yok olma süreci hâkimdir. Türk burjuvazisi, Kürdistan’daki ulusal öğeler üzerinde tam bir tahrip işlevi sürdürmekte, yerine kendi ulusal öğelerini hâkim kılmaya çalışmaktadır.

Feodal dönemde kendi ulusal öğelerini birçok komşu halktan daha fazla geliştiren Kürt halkı, bu öğeleri güçlü bir ulusal şekillenmeye dönüştüremeden, kapitalist sömürgeciliğin etkisi altında ulusal yok olma sürecine girdi. (…)”

Kapitalizm ile uluslaşma süreci arasındaki ilişki de veciz sözlerle ifade ediliyor:

“Genelde kapitalizmin uluslaştırıcı etkisinden bahsedilir. Doğrudur. Ama şu da doğrudur ki, kapitalizmin egemenliği altında birçok halk ya yok oldu ya da ulusal kişiliğini yitirerek hâkim ulus içinde eridi. Çoğu da, uluslaşmak için, kapitalist emperyalizme karşı amansız bir savaşım vermekten başka çare görmedi. Aztekler, İnkalar gibi tüm Kızılderili halklarla, Anadolu Ermenileri vb. gibi halklar, katliamlarla yok edildiler. Filistin, Bask, İrlanda, Eritre, Kürdistan vb. gibi halklar da, hâkim ulus içinde eritilerek yok edilmek istenmektedir. Vietnam, Çin, Mozambik, Kore, Gine, Angola vb. gibi uluslar da, kapitalist emperyalizme karşı savaşım içinde oluşmuşlardır.”

Uluslaşma sürecinin zaferi ile ulusal hareket, örgütleneme ve güç arasındaki ifadeler de çarpıcıdır. Kendiliğinden uluslaşma ve nesnel öğelerin varlığı ile uluslaşmanın kendiliğinden gelişeceği tezi de reddediliyor. Bu tez yerine ulusal kurtuluş mücadelesi, bunun için güç ve örgütlenme ve mücadelede zaferin zorunluluğu vurgulanıyor. Anılan değerlendirme bu noktada durmuyor, ulusal ve toplumsal mücadelenin iç içe olması gerektiği, mücadelede proletarya önderliği ve işçi-köylü temel ittifakı gibi devrimci sınıf bakış açısının çarpıcı bir örneğini sunuyor:

“Kapitalist sömürgeciliğin gelişmesiyle uluslaşmak için objektif şartların ortaya çıkması, ‘kapitalizm uluslaştırıyor’ diye yorumlanamaz. Yolların açılması, pazarın gelişmesi, modern sınıfların doğması objektif olgulardır. Bu temelde, uluslaşma da gelişebilir, ulusal yok olma da. Ülkenin yurtsever güçleri, bu objektif temeller üzerinde geliştirecekleri ulusal kurtuluş mücadelesi süreci içinde, toprağı, dili, kültürü, ekonomiyi kurtararak yeni bir ulus yaratabilecekleri, yani uluslaşmayı sağlayabilecekleri gibi; sömürgeci güçler de, halkın dilini, kültürünü yok edip, topraklarını kendi ulusal yayılma alanı haline getirip, ekonomik kaynaklarını kurutarak, o halkın ulus olmasını önleyebilirler. Bu, bir güç ve örgütlenme meselesidir. (abç) Durgun, kendiliğinden, mücadelesiz uluslaşacağını söyleyenler, sömürgeciliğin uşaklarıdırlar. Hiçbir sömürge halk, mücadelesiz, durduğu yerde uluslaşmamıştır. Uluslaşmayı, başlangıçta feodalizme karşı savaşan ilerici burjuvazi sağlarken; günümüzde, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı savaşan proletarya önderliğinde işçi-köylü ittifakı sağlamaktadır. Emperyalizme karşı burjuva ve küçük-burjuva önderliğinde verilen ulusal kurtuluş hareketleri ise, ulusu kurtarmak veya ulusal gelişmeyi hızlandırmak yerine, emperyalizme yeni şartlarda köleliği getirmiştir.”

Anılan eserde, sömürge ve ulusal imha süreci altındaki Kürdistan sorunu bir devrim sorunu olarak konuluyor, düzen içi çözümler, sömürgeci sistemle uzlaşma arayışları çok net bir biçimde reddediliyor ve devrimci çözümün özü çok net bir biçimde özetleniyor:

“Bu genel belirlemeler ışığında, Kürdistan’da, kapitalist sömürgecilik altında gelişen Kürt uluslaşması değil, Türk uluslaşmasıdır. Kürdistan pazarını eline geçiren, topraklarını en ufak parçalarına kadar askeri işgal altına alan, Kürt dili ve kültürü üzerinde amansız bir baskı kuran Türk burjuvazisi, sömürgeci ekonomisinin gelişmesiyle birlikte Kürdistan’da, diliyle, kültürüyle, sosyal yapısıyla Türk ulusunu geliştirmektedir. Zaten Kemalizm’in en önemli ilkesi, "misak-ı milli" sınırları içinde bir Türk ulusu yaratmaktır. İşte Kürdistan’da bugün işleyen, bu ilkedir.

Kürt uluslaşması ise, ancak zıt bir süreçle gelişebilir. Bu da, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve askeri alanlarda Türk sömürgeciliğiyle dişe diş bir mücadele vermekten geçer. (…)

Kapitalist sömürgecilik altında ulusal inkârcılığa ve ulusal yok oluşa karşı koymanın tek yolu, ulusal kurtuluş mücadelesinin geliştirilmesidir. Ortaçağ kalıntılarıyla, bu kalıntıları ayakta tutan her türlü sömürgeciliği ortadan kaldırmadan, ulusal gelişme sağlanamaz. Kürdistan’ın ulus ve uluslaşma sorununu "Misak-ı milli" sınırları içinde ele alan, sömürgeci düzende bazı reformları gerçekleştirmekle sorunun çözüme kavuşacağını savunan, sorunun çözümünün devrimde, ulusal bağımsızlıkta olduğunu göremeyen tüm görüşler, özünde ezen-ezilen ulus milliyetçiliğinden kaynaklanıp, sömürgeciliği meşrulaştırmaya hizmet eder. Ulusal sorun konusundaki bu yanlış görüşler teşhir ve tecrit edilmeden, ulusal kurtuluş mücadelesi gelişip güçlenemez.” (Kürdistan Devriminin Yolu, 1978)

Bir kez daha tekrarlamakta yarar var. Yurtseverlikte samimi olanların bir kez daha okumasında ve üzerinde düşünmelerinde sayısız yarar var. “Kürdistan’ın ulus ve uluslaşma sorununu "Misak-ı milli" sınırları içinde ele alan, sömürgeci düzende bazı reformları gerçekleştirmekle sorunun çözüme kavuşacağını savunan, sorunun çözümünün devrimde, ulusal bağımsızlıkta olduğunu göremeyen tüm görüşler, özünde ezen-ezilen ulus milliyetçiliğinden kaynaklanıp, sömürgeciliği meşrulaştırmaya hizmet eder. Ulusal sorun konusundaki bu yanlış görüşler teşhir ve tecrit edilmeden, ulusal kurtuluş mücadelesi gelişip güçlenemez.”

Bu görüşler çeyrek yüzyıllık mücadele pratiği tarafından doğrulanmıştır. Yine çeyrek yüzyıllık mücadele değerlerini ve birikimlerini tasfiye etme ve devlete altın tepside sunma platformu olan İmralı çizgisinin pratiği tarafından da tersten doğrulanmıştır. “Uluslaşma ve ulus sorununu” Misak-ı milli sınırları içinde ele alma, “Türkiye ulusu” safsatasıyla çözüm önerileri sunma, kimi kültürel kırıntılarla sorunun çözüleceğini vaaz etme çabaları sayısız kez iflas etmiştir…

Kürdistan sorununu devrim ve bağımsızlık sorunu olarak ele alan, feodal, burjuva, küçük burjuva önderliklerin soluksuzluğunu ve çapsızlığını çok net bir biçimde vurgulayan, devrimde emekçi yaklaşımı ve işçi-köylü ittifakının önemini vurgulayan 1970, 1980’li yılların PKK’si bu temel görüşlerini savaşla hayata geçirmeye çalıştı. Bu, aslında ulusal imha sürecine karşı bir ulusal kurtuluş savaşıydı. Bu süreç zorlu, kanlı, inişli çıkışlı, karmaşık, çelişkili bir süreç oldu. Bağımsızlık uğruna verilen devrimci savaş, Kürdistan toplumunda büyük alt üst oluşlara yol açtığı gibi uluslaşma doğrultusunda da önemli başarılara ve gelişmelere imzasını attı. Bugün 7 yıllık tasfiye sürecine, uluslaşmayı tersine döndürme hareketine rağmen Kürt halkının kazandığı ulusal bilinç ve davasına sahip çıkma kararlılığı bu kazanımların derinliğini gösterir. Anılan bilinç kendi içinde ters unsurlar, çarpıtılmış yönler taşısa da, anılan kararlılık tersten bir yöne bükülse de bu yine de böyledir!

Evet, çeyrek asırlık çok zorlu bir mücadele sürecine ve kazanımlarına rağmen Kürdistan ulusal sorunu çözülmedi. Ulusal imha süreci devam ediyor, hem de egemen yan da budur! Mücadele etmek elbette kaçınılmazdır, ama bu mücadelenin belli bir zafer perspektifine bağlanması gerekiyor. Bu, iktidar perspektifidir. Nasıl bir iktidar sorusu, önemlidir, ama ayrı bir tartışma konusudur.

Kuzeyde Kürt halkı, kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmadan, bunun örgütsel-kurumsal yapısına sahip olmadan, ulusal sorununu, uluslaşma sorununu çözebilir mi?

Yine Kürt halkı kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmadan, bunun örgütsel-kurumsal yapısına sahip olmadan diğer halklarla eşit bir konum kazanabilir mi?

Özgürlük, kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmak değilse nedir?

Kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olma anlamında özgürlük olmadan, eşitlik içi boş bir laftan başka ne anlama gelebilir ki?

Bir halk ve ulus olarak kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olma durumu, aslında ulus devlete tekabül ediyor. Dilin gelişmesi, ulusal kültürün gelişmesi, diğer ulusal öğe ve değerlerin gelişmesi ancak ulus devlet düzeyindeki siyasal kurumlaşmayla mümkündür! Uluslaşma süreci tamamlanmadan ulusu ve ondan kaynaklanan sorunları aşmak da mümkün olmamaktadır. 20. yüzyıl deneyimleri bu görüşü fazlasıyla doğrulamıştır! Uluslaşma süreci tamamlansın, uluslar bu alanda tam doygunluğa ulaşsın, ondan sonra bu tarihi sürecin sonuna gelinir! Milliyetçilik, ulusal dar görüşlülük ancak böyle aşılabilir! Tabii bu, sürecin kendiliğinden, tek boyutlu, basit, çelişkisiz, inişsiz çıkışsız olmayacağı anlamına gelmez! Ama tarihsel gelişme eğilimi budur! Elbette kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olma anlamında ulus devlet çözümü, uluslaşma sürecinin tamamlanacağı anlamına gelmez, çözümde çok önemli, ama devamının getirilmesi gereken bir noktadan söz ediyoruz!

Kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmanın özü, yani ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkının politik özü, bağımsız ulus devlet hakkını bir gerçeklik haline getirmekten başka bir şey değildir.

Dolayısıyla Kürdistan ulusal sorunu, politik öz itibarıyla bir ulus devlet kurma sorundur! Yani bağımsızlık sorunudur!

Ama bunun kadar önemli olan başka noktalar var: Bunun yolu, stratejisi, ittifaklar politikası ve dünya güçler dizilişi içinde tutmak istediği yer…

Kuzey Kürdistan’ın sömürgeleşme tarihi, bu tarihin toplumsal ve ulusal çaptaki tahripleri, ulusal, toplumsal ve siyasal yapı incelendiğinde, bütün gelişme ve mücadele birikimlerine rağmen Kürdistan ulusal sorunun çözülmediği, her gün yeniden üretildiği, çözüm için kendisini dayattığı rahatlıkla görülecektir! Yine bu tarihin objektif değerlendirilmesi sonucu Kürt egemen sınıflarının kendi kaderini belirleme, bağımsızlık anlamında bir Kürt sorunlarının olmadığı görülecektir. Elbette bu, herhangi bir fırsat ve olanağın doğması durumunda Güney benzeri gelişmeleri reddedecekleri anlamına gelmez. Bu, istisna olur, oysa biz genel kural ve eğilimden söz ediyoruz.

İmralı Partisi Kongra-Gel/PKK, son 30 yılın birikimlerine de dayanarak Kürdistan’daki egemen ve tekel konumunu sürdürüyor. Temel programı kimi kültürel kırıntılar ve af edilme karşılığında düzenin etkin ve yasal bir öğesi haline gelmektir. Yine bu programın bir gereği olarak Kürt egemen sınıflarının da karakterine uygun bir parti haline gelmek istediği de diğer bir olgudur. Ancak bu konuda sayısız engelle karşı karşıyadırlar… En başta Türk devleti kendisini kabul etmemektedir. Aynı durum AB ve ABD için de geçerlidir.

Bunun dışında düzen içi bir çözümden yana olan grup ve unsurların etkin politik bir güç olma olanakları da hemen hemen yok gibidir. Güneyde yaşanan gelişmelere benzer gelişmelerin Kuzeyde de yaşanabileceğini düşünen, umudunu buna bağlayanlar, yani ABD ve AB’nin Türkiye üzerine geliştireceği politikalar ve bunların sonuçlarına umudunu bağlayanlar da var. Ama bu hayallerin gerçekleşme şansı hemen hemen yok denecek kadar zayıftır!

Geriye devrimci çözüm ve devrimci dinamikler kalıyor… Politik, örgütsel ve pratik olarak bu seçenek bugün son derece zayıftır, günlük politikaya müdahale etme olanağı ve gücü hemen hemen yoktur. Ama bu, bugünkü koşulların bir ürünüdür ve geçicidir. Çünkü yaşamın kendisinin doğruladığı gibi, Kürdistan sorunu ancak devrimci bir perspektifle, Kürdistan halkının gerçek anlamda kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olması ile çözülebilir. Yani iktidar gücü yakalanmadan kimsenin her hangi bir kırıntı bahşetmesi mümkün değildir. Bu dünyanın tek geçerli ana yasası, güç yasasıdır! Güç olmanın yolu ancak devrimci bakış açısından ve devrimci mücadeleden geçer…

Devrimci çözümün temel toplumsal dinamiği ise emekçi sınıflardan başkası değildir. Emekçi sınıflar ise kendilerini tecrit ederek değil, kendilerini dar ulusal sınırlara hapsederek değil, toplumsal sorunlarının çözümünü göz ardı ederek değil; tersine diğer halklardan emekçi sınıflarla özgürlük ve eşitlik temelinde, kendi kaderini belirleme ilkesine söz ve pratik düzeyinde saygı temelinde mücadele birliği, ulusal kurtuluş mücadelesini toplumsal kurtuluş mücadelesiyle iç içe ele alarak, ulusal devrimini aynı zamanda enternasyonal bir bağlama oturtarak bu zorlu görevleri başarabilirler…

Ulusal devrimin enternasyonal bir bağlama oturtulması, aslında dünya devrimi ve devrimci enternasyonalizmin bir gereğidir. Bu yaklaşım, hem uluslar gerçeğinin tüm tarihsel ve toplumsal kapsamıyla kavranmasını, hem ulusal sorunun çözümünü, yani ezilen ve sömürge ulusların kendi yaşamları ve kaderleri üzerinde tam söz ve karar sahibi olmaları programını kapsar, hem de dar ulusal yaklaşımların olumsuz sonuçlarını önlemeyi içerir… Burada ulusal ve enternasyonal boyutlar, bir bütünün biçimini ve özünü anlatır! Bu bütünlük, kuşkusuz çelişik boyutları kapsıyor, bu nedenle her zaman sorun üretmeye uygundur. Bu nedenle bu bütünün doğru bir gelecek projesine oturtulması ve bu projenin doğru yönetilmesini gerektirmektedir. Pratik süreç söz düzeyinde konulduğu gibi rahat ve sorunsuz olmayacaktır. Ama yaşanan deneyimler, ulaşılan dersler işlerin kolaylaşmasını koşullamaktadır!

Toparlamak gerekirse;

Kürdistan sorunu, bir devrim ve emekçiler sorunudur! Kürdistan sorunun çözümü, Kürdistan halkının kendi yaşamı ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmasından geçer! Bu, kendi ulus devletine sahip olması demektir. Buradan 19. yüzyıl ulus devlet modelini önermiyoruz. Biçim veya modelden çok, ulusların bağımsız ve egemen olduğu, böylece eşitlik zeminini yakalayabildiği bir temelden söz ediyoruz. Ulusların özgür ve eşit temellerinin alt yapısı olabilecek bir zeminden, Kürt halkının kendi yaşamı ve geleceği üzerinde tam söz sahibi olabileceği bir kurumsal yapıdan söz ediyoruz! Bu, her açıdan bağımsızlaşmayı da anlatmaktadır. Sömürgeci düzen içinde Kürt halkının kendi yaşamı ve kaderi üzerinde söz söyleme ve karar verme hakkı ve olanağının olması mümkün mü? Gerçeklikte yaşanan ve yürürlükte olan inkâr ve imha sürecidir ve bu TC devletinin var oluş nedeni sayılmaktadır. Böyle bir devletten çözüm beklemek olmayacak duaya âmin demekten başka ne anlama gelebilir ki?

Gerçek çözüm, ancak emekçi sınıfların devrimci mücadelesiyle, bu mücadelenin enternasyonal bir bağlama oturtulmasıyla mümkündür. Böyle bir mücadele perspektifi ile güzel yarınları bugünden kurmak da mümkün hale gelebilir!

                                                                                          27 Haziran 2006

                                                                                         

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter