0 0
Read Time:3 Minute, 44 Second

c3d1abd505_b

M. Can YÜCE /

Birbiriyle paralel, genel olarak dolaylı ilişkili ve çatışmalı iki çatışma ve tartışma süreci yaşanıyor…

Biri, egemenler cephesinde süren çatışma ve “uzlaşma” sürecidir.

Diğeri ise bununla paralel süren ve bu süreçle dolaylı bağlantılı ve çatışmalı olan PKK-KCK ekseninde süren tartışma sürecidir.

Birinci sürecin boyutları, sonuçları, ikincisinin gelişimini ve yönünü önemli ölçüde etkileme özelliklerine sahiptir. Bundan dolayı dikkatle izlenmektedir…

Belli ki egemenler cephesindeki çatışma, yakın gelecekte durulacak gibi değildir. Son atak hükümet kanadından geldi. Askerlere “sivil yargı” yolunu açan yasal düzenleme, yaşanan çatışmanın düzeyini ve derinliğini göstermesi bakımından ilginçtir. Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi, bu çatışmadan demokrasinin gelişeceğini sanmanın, bu çatışmayı demokratik bir mücadele olarak değerlendirmenin yanlışlığı ortadadır. Ancak bununla birlikte ordunun bugüne dek tuttuğu iktidar konumunun sarsılması, her şeyden önce ordunun bir tabu olmaktan çıkmaya başlaması önemlidir; emekçi ve yurtsever güçlerin demokrasi mücadelesi açısından elverişli bir zemin sunmaktadır.

Bu süreç ordu ve Genelkurmay için bir gerileme sürecidir. Ama öyle olmakla birlikte hemen “pes” etme gibi bir durumları ve duruşları da yok gibidir. Genelkurmayın son basın toplantısı ve “Psikolojik harekât” tespitinden sonra gelen askere sivil yargı atağı, ardından MGK zemini olmak üzere perde arkasında süren “görüşme” trafiği, yeni hamle ve karşı hamlelere hazırlık niteliğini de taşıyor gibi…

Gelinen noktada ve yakın gelecekte bu çatışma sürecinin durulması beklenmemelidir. Tersine çatışma süreci daha da derinleşme eğilimindedir. Kuşkusuz bu, geçici uzlaşmaları dışlamıyor.

Egemenler cephesindeki bu çatışma süreci, nesnel olarak, demokrasi güçleri için elverişli bir zemin sunmakla birlikte, yurtsever ve emekçi hareketlere karşı esnek, “yumuşak” bir yaklaşım anlamına gelmiyor. Hükümet ve Genelkurmay kanatları, her biri kendi “yetki” alanında şiddet, özel savaş ve hak gaspları politikalarını daha da derinleştirme eğiliminde, dahası kararında görünüyorlar… T. Erdoğan’ın, açıkça işçi ve emekçileri tahrik eden açıklamaları bunun en somut göstergesi niteliğindedir. Yine Genelkurmayın Kürdistan’da yoğunlaştırdığı operasyonlar rastlantı değil, ya da tek başına “rutin” askeri hareketler değil, bunun ötesinde politik hedefler içermektedir.

Açık ki egemenlerin hiçbir kanadı, anılan alanlarda “rakiplerinden” geri kalmamaya özen gösterecektir. Her “esnek” veya “yumuşak” yaklaşımın rakip tarafından bir zaaf olarak görüleceği ve bir silah olarak kullanılacağı açıktır. Bundan dolayı bu sürecin zorlukları ve açmazları hiç de az olmayacaktır.

Yine bu bağlamda Genelkurmayın Kürdistan’daki özel savaşı derinleştirme ve geliştirmeyi, karşı karşıya kaldığı iktidar kavgasında çok temel bir silah olarak gördüğü bilinmektedir. Özel savaşı kendi iktidar konumu için vazgeçilmez görmektedirler…

Egemenler cephesinde kavganın boyutları büyür ve daha da karmaşık hale gelirken, PKK –KCK cephesinde çelişik sesler gelmekte, “çözüm projelerini” hazırlamaya dönük tartışmalar yapılmakta, toplantılar düzenlemektedir. Yöneticilerin kimisi, hiçbir zaman silah bırakmayacaklarını, ancak sistemin bir parçası haline gelebileceklerini, yani “yerel polis gücü” imasında bulunurken, kimisi “demokratik özerkliğin” “Uniter devletle” nasıl uyumlu olduğunun teorisini yapmaktadır. Kuşkusuz İmralı tezlerini, programını ve iradesini reddetmeden ahkâm kesmenin hiçbir politik anlamı ve değeri yoktur. Gerçekten yüksek perdeden dile getirdiğiniz sözlerin bir anlamı mı var, o zaman Kürt halkının eşitliğini ve özgürlüğünü programlaştırma yönünde adımlar atın önce. Bu da her şeyden önce İmralı çizgisini reddetmekten geçer! Ama buna hiçbir güç ve cesaretlerinin olmadığını yine en iyi bu ahkâmcıların kendisi bilir! Lozan Antlaşmasının “toplumsallaştırılmasını” ve güncelleştirilmesini vazeden Öcalan, birkaç ay sonra “bir yol haritasını” sunacağını söylemekte ve bununla birlikte Kemalizm ve M. Kemal “güzellemelerine” devam etmektedir… Bütün bunların hepsi aynı günlerde yaşanmaktadır…

Neden hemen değil de, bir 2-3 ay sonra?

Burada “kazanılan zaman”, yukarıda özetlediğimiz egemenler cephesindeki çatışmanın bir gereği ve aracı mı, yoksa dayatılacak daha kapsamlı teslimiyet ve tasfiye planlarının zeminin, ideolojik ve politik alt yapısının hazırlanması için mi? Sorunun bu iki yanı arasındaki bağlantı gözden kaçırılmamalıdır!

Anılan bu sorunun yanıtı çok önemlidir ve önümüzdeki dönemde önemli ölçüde aydınlanacaktır! Bu dönemde kimi Kürt çevrelerinde dile getirilen haber ve yapılan açıklamalar, pratik tasfiye planı hakkında kimi ipuçlarını veriyor gibi… Silahsızlanma konusunda PKK ile dolaylı görüşmelerin yapıldığı, yürürlüğe konulacak “af” yasası bağlamında “Yöneticilerin” Norveç’e gönderileceği ve orada iltica ettirileceği, diğerlerinin topluma kazandırılacağı söylenmektedir. Yine doğruluğu tartışma konusu olan bu haberlere göre silahların Güney Kürdistan hükümetine teslim edileceği söylenmektedir.

KCK, bu haberleri sert bir dille reddetmekle birlikte bu düzene kabul edilme, başka bir ifadeyle “Cumhuriyeti Kürdü” olma konusunda yoğun bir çaba içinde oldukları da bilinmektedir. Öcalan’ın son açıklamaları da bu doğrultudadır. “Çözüm önerileri” konusunda yapılan tartışmalarda ortaya çıkan görüşler, “Demokratik özerklik” çerçevesindedir. Öcalan’ın açıklayacağı “Yol haritasının” da bundan başka içerikte olmayacağı kesin gibidir!

Egemenler cephesindeki çatışma durulmadığı ve “iç dengeler” belli bir istikrara kavuşmadığı sürece en geri düzeyde de olsa “Düzen içi” bir “Kürt çözümü” ufukta görünmemektedir. Dolayısıyla “Cumhuriyeti Kürdü” olma doğrultusundaki çabalar, Kürt halkının bilincini öğütmekten, düzen içi bilinç ve ruhu derinleştirmekten öte bir işlev görmeyeceği çok açıktır.

07 Temmuz 2009

M. Can YÜCE /

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter