M. Can YÜCE / Dikkatler İmralı’da… Öcalan’ın yapacağını söylediği açıklamada… Bir iki ay önce duyurulan bu haber birçok çevreyi heyecanlandırmışa benziyor… Daha önce yazdığımız bir yazıda, neden 15 Ağustos? Bu tarih ile verilmek istenen mesaj nedir?
Daha önemli bir soru daha var: Bu bir iki aylık zaman ile kotarılmak istenen nedir? Kürt halkı, PKK–KCK kadro ve kitleleri bir şeylere mi hazırlanıyor? Bu, daha kapsamlı ve dönüşü olmayan bir teslimiyet ve tasfiye planının hazırlıkları ve onun öngördüğü gerekli bir zaman mı?
Bu soruların yanıtını vermek çok önemli… Bunun için 10 yıl öncesine gitmekte yarar var. Tamı tamına 10 yıl önce bu gün ve aylarda ne olmuştu, neler gerçekleşmişti? Benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? Bugünü ve 15 Ağustosta yapılması planlanan açıklamayı ve ona içerilen tasfiye planını doğru anlamak için 10 yıl öncesine gitmek gerekiyor:
“Öcalan, geciktiğini düşünüyor. Devletin kimi adımlar atabilmesi için kendisinin yeni adımlar atmasını beklediğini düşünüyor. Bu yönlü telkinler de var. Basında da bazı özel savaş kalemleri bu doğrultuda yazılar yazmaktadırlar. Hürriyet gazetesi, Öcalan’ı idam etmek yerine PKK’yi tasfiye etmek için yaşatılmasını ve kullanılması konusunu günlerce işledi. E. Çölaşan, Öcalan’ın mahkemede söylediği sözlerin binde birini gerçekleştirse bile bunun önemli olduğunu, ama PKK’yi tasfiye yönünde verdiği sözleri yerine getirmemesi durumunda idamının birkaç dakikalık bir iş olduğunu yazdı. Benzer görüşleri birçok gazete ve yazar işledi. Öcalan bu haber ve değerlendirmeleri olumlu buluyordu, idam edilmeyeceğine dair umudu artıyordu. 5 Temmuz 1999 tarihinde avukatlarıyla yaptığı bir görüşmede Öcalan, “O. Ekşi, Çölaşan gibilerle irtibata geçin. Öcalan milyarda bir değil, yüzde 99 başarabilir. Göreceksiniz yakında önemli adımlar atacak. Ben pratik adım atacağım. Yeter ki barış ve kardeşlik yürüsün. Kimlik sorunu iyi anlatılmalı, mütevazıdır. Ateşkesten daha ileri bir adım atmak istiyorum. Bunun çareleri üzerinde duruyor deyin” açıklamasını yapıyordu.
Devlet, Öcalan’ın durumundan, mahkemedeki tavrından, teslimiyet ve tasfiyeci çizgiyi PKK’ye kabul ettirme çabalarından memnundu. Ama bunları yeterli görmüyordu. Pratik adımların atılmasını istiyordu. Bu da hiçbir şart ileri sürmeden yapılmalıydı. Öcalan’ın örgütü üzerinde etkisi ve denetimi ne ölçüdeydi, bu ciddi bir soruydu. Parti ve devrim değerlerini altın tepside sunmak yetmiyordu, daha da önemlisi tarihten bugüne yaratılan tüm değerleri ve kazanımları bir daha dirilmemecesine tasfiye etmeli, bunu bir uygulama planına bağlamalıydı.
Özel savaş kurmaylığı Öcalan’ı kendisine verdiği sorularla test etmeye çalışır ve daha pratik adımlar atmaya yöneltir. 8 Temmuz 1999 tarihinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede bu sorulardan söz eder. Avukatların aldığı notlara göre devletin Öcalan’a sorduğu ve yanıtlarını istediği sorular şunlardır:
“1. Kürtlerle ilgili kültürel haklardan ne kast ediliyor?
2. Kültürel hakları örgüte kabul ettirebilir misiniz?
3. Barış ve kardeşlik nasıl pratikleşir?
4. Demokratik çözüm ve demokratik çözümden ne kast ediliyor?
5. Bu önerilerin ciddiyetini nasıl kabul edebiliriz?
6. Örgütle olan bağlantınız, uygulama gücünüz? Örgüt dinler mi?
7. Halen sakladığınıza dair kuşkular var?
8. Dağdakileri indirme planınız var mı?
9. Örgütle somut teması nasıl düşünüyorsunuz?
10. Ekonomik, sosyal gelişme planınız?
11. İrtibat biçimleri, kimlerle hangi biçimde?
12. Uluslararası gözlemcilerden ne kast ediyorsunuz?
13. Kemal Burkay, Hizbulkürd sizden sonra ne yapabilir?”
Devlet bu sorularla Öcalan’ın gücünü, etkisini ve uygulama yeteneğini test etmeye çalışıyor. Özel savaş kurmaylığı tasfiye planını daha somut ve uygulama boyutlarıyla netleştirmesini istiyor. Öcalan, bu soruları önemli buluyor, “dolaylı diyalog” olarak değerlendiriyor. Avukatlarına şunları söylüyor: “İş ciddi, bu sorularla birlikte olursa yeni bir döneme girebiliriz. Direkt bir diyalog değil, bana göre dolaylı diyalog. Komisyonu aşan bir durum. İşin ciddiyetini nasıl görüyorsunuz? Bir yıl bekleme dediği (G. Aktan’ın) odur. Ortama bomba gibi düşer. Örgüt tümüyle uyar ve başarılırsa tarihi olur. Fazla zorlama olmaz. Derinliği olan, ulusal, uluslararası alanı derinden çözüme yoğunlaştıran bir çağrıdır. Çok başarılı olunması gerekir. Gerçekten disiplin var mı? Sözümüzün erimiyiz vb. belli olur. Ondan sonra netleşir kamuoyu. Karar gelecek. Samimiyet pratikle olur (çatışmaların durmasıyla) (…) Devlet olumlu adımları, bizim atacağımız adımlara bağlı, geciktik gibi.” Hiç kuşkusuz Öcalan, kendisini ve partimizi aldatıyor. Ortada dolaylı da olsa bir diyalogdan söz etmek mümkün değil. Belli ki devleti esas alıyor, ona güven vermeyi, sözünün eri olup olmadığını, örgütü üzerinde etkili olup olmadığını, tasfiye planında uygulama gücünün olup olmadığını pratikte sınamak, kanıtlamak istiyor. Tereddütleri var, örgüt tümüyle uyar mı, disiplin var mı? “Devlet sanırım, der Öcalan, PKK’den kuşkulu. PKK kendini kanıtlasın diyor. Benim için örgüte hâkim mi? Hâkimiyeti dağdan indirebilecek güçte mi? Tek şans asmayalım, asmazsak rolünü oynasın. Devletin kuşkusu acaba taktik mi yapıyor? Devlet Apo taktik yapıyor diyor. Makul bir adım atması gerekir diyor. Sanki ben örgütü toparlıyorum gibi. Öcalan dürüstçe rolünü oynasın deniyor.” Bu kaygı ve sorular aynı zamanda devletin de kaygıları ve sorularıdır. Hemen belirtmeliyiz ki devletin kendisi, PKK’nin firesiz, bütün üyeleri ve organlarıyla bu tasfiye planına disiplin içinde uymasını istiyor. Devlet için artık sorun pratik uygulamadır, başka bir ifade ile uygulanabilir bir plan dahilinde PKK ve gerillayı bütünüyle silahsızlandırmaktır. Öcalan artık bu konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Eline tutuşturulan sorular da bunun içindir.
Bu ara İmralı’ya ilginç konuklar uğrar. Öcalan havalandırmadayken birden havalandırma kapısında karşısında omuzu kalabalık bir general ile yüz yüze gelir. Omuzlarında dört yıldız vardır, ama kim olduğunu çıkaramaz. Daha sonra bu generalin, I. Ordu Komutanı Çevik Bir olduğu ortaya çıkar. Karşısında omuzu kalabalık generali gören Öcalan heyecanlanır, bunu bir fırsat olarak değerlendirir. Öcalan, kendisini o kadar “barış”a kilitlemiştir ki kendiliğinden, kendisinin deyimiyle “gayri ihtiyari” generale seslenir. Şöyle der: “Barışa hazırım!” General de fırsatı kaçırmaz, Öcalan’a kendilerinin anladıkları barışın ne anlama geldiğini çok net sözcüklerle anlatır. Şöyle der: “O zaman dağdakileri indirmelisin, sen bunu yaparsın, ancak dağdakileri sen indirebilirsin. Hiçbir şart iler sürmeden silahları bırakmanız gerekir.” Özel savaş kurmaylığının dayatması açık ve nettir: Kayıtsız şartsız teslimiyet, silahları bırakma ve kendini dağıtma, tasfiye etme! Yukarıdaki bilgileri Öcalan’la 29 Temmuz 1999 tarihinde görüşen avukatların aldığı görüşme notlarından aldık. Öcalan anılan bu generalin adaya gelmesini ve kendisini “ziyaretini” çok önemli ve anlamlı buluyor. “Ben konuşmasaydım, diye sorar Öcalan, acaba kendisi konuşur muydu? Ne derdi? Ama ben konuşmama rağmen cevap verdi, cevap vermeyebilirdi? Bunu en üst düzeyde bir mesaj olarak algılayabilir miyiz? Başka bir yetkili yoktu. Geleneklere göre yani devlet yaklaşımına ve geleneğine göre ne anlam ifade edebilir? Hiçbir şart ileri sürmeden silahları bırakmam gerektiğini söyledi. Silahlar elde olunca diyalog olamaz. Bu devletin klasik bir yaklaşımıdır. Silahları bıraktıktan sonra diyalog yolu başlar.” Öcalan’ın generalin gelişinden ve “Hiçbir şart ileri sürmeden silahları bırakın” ültimatomundan çıkardığı sonuç bu. Silahların bırakılmasıyla diyalog kapısının aralanabileceği yanılgısını yaşıyor ve partiye de egemen kılmaya çalışıyor. “Silahlar elde diyalog olmaz” sözü, en sıradan barış anlayışını değil, mutlak teslimiyeti anlatıyor. Bunu en sıradan insan bile bilir. Ama Öcalan, mutlak teslimiyeti partiye ve halka kabul ettirmek için böyle “teoriler” üretiyor. Öcalan, devletin gücü karşısında o kadar büyülenmiş ki bunu açıkça itiraf etmekten kendini alamıyor. “Devlet güçlü, diyor, sen adım atmadan ondan adım atmasını isteyemezsin.” Aynı görüşmede Öcalan, “Devletten adım beklenmez. Şartlara dayalı konuşulmaz. Ben PKK ile görüşürüm olmaz” diyor ve yine de devletten umutsuz olmamak gerektiğini, “Devlet kendi dili ile politika yapar. Bu ne teslim olmadır, ne de yalvarmadır” sözleriyle belirtir ve partililerin ve halkın yüreğine su serper! Gerçekten bu kimin mantığıdır, kimin dili ve bakış açısıdır? Yıllardır savaşan bir örgüt liderinin bakış açısı, mantığı, dili, yaklaşımı böyle olabilir mi? Partiyi ve halkı topyekûn teslimiyete ve tasfiyeye hazırlamak için devlet, diyalog ve barış kavramlarının içi ancak bu kadar boşaltılabilir, anlamaları ancak bu kadar çarpıtılabilir!
Kendisinin eline tutuşturulan sorulardan nasıl bir uygulama planını çıkarması gerektiğini bilen Öcalan, generalin gelişiyle adeta büyülenir, “dolaylı diyalog” düşünü görür. Ültimatomu almış ve gerekenlerini yapacaktır. Savcılığa verdiği 3 Nisan 1999 tarihli ifadeden bu yana ileri sürdüğü kimi koşullardan da vazgeçer, kayıtsız şartsız teslimiyeti ve silahsızlandırmayı partiye ve devrime bir uygulama planı temelinde dayatır. Daha önceki açıklamalarında kültürel haklar, af, pişmanlık yasası gibi kimi yasal düzenlemelerin yapılmasını silahları bırakmada birer koşul olarak ileri sürüyordu. Ancak Öcalan, gelinen noktada silahlara nihai olarak veda etmeyi, silahlı güçleri sınırların ötesine çekmeyi ve orada çürümeye terk ettirmeyi, bütün bu ideolojik, politik-stratejik, askeri, ruhsal-moral tasfiyeyi kesinleştirip resmileştirecek bir kongrenin yapılışını koşulsuz bir uygulama planına bağlayacaktır. Bu planda esas alınan devletin istemleridir. Partimize ve halkımıza dayatılan silahsızlanma ve tasfiye iradesi devletin, özel savaş kurmaylığının iradesidir. Bunda zerre kadar kuşku yok. Gelişmelerin dili ve mantığı bu gerçekliği fazlasıyla kanıtlıyor.
Öcalan, bulunduğu hücresinde tasfiye planı üzerinde yoğunlaşmaktadır. General kendisine “dağdakileri ancak sen indirebilirsin” demişti. Galiba biraz gecikmişti, öyle düşünüyordu. Hemen harekete geçmeli, bir talimat kaleme almalıydı. Talimattaki görüşleri hemen yerine getirilecek emirler biçiminde değil, öneri biçiminde sunacaktı. Örgütün görüşünü, ne düşündüğünü bilmeden, nabzını tutmadan “emirdir” demek doğru olmazdı. Gerçi pek kimse itiraz edemezdi, yıllardır kurduğu “önderlik sistemi” herkesin elini kolunu, yüreğini ve zihnini bağlamamış mıydı? Ama öyle de olsa işi biraz kitabına göre götürmek gerekiyordu. Talimatı yazdı, 8 Temmuz 1999 tarihinde gelecek avukatları bekledi. Hiç kuşkusuz talimat, özel savaş kurmaylığının bilgisi dışında değildi, zaten onların izni ve onayı ile avukatlara verecek ve onlar aracılığı ile partiye ulaştıracaktı…” (Mahsum Hayri Pir, Bir Yanılsamanın Sonu, 217-220)
2 Ağustos 1999’da kamuoyuna resmen duyurulan tasfiye planı, 7 Temmuz tarihinde kaleme alınan ve 8 Temmuz 1999’da cezaevi yönetimi aracılığıyla Avukatlara verilen “Talimata” dayanmaktadır. Büyük bir olasılıkla 15 Ağustos 2009 tarihinde açıklanacağı söylenen “Yol Haritası” da daha önce yazılıp Avukatlar aracılığı ile örgüt yönetimine ulaştırılan bir talimata dayandırılmaktadır. O günden bu yana, yani bu 10 yıllık sürede değişen çok şey var, ama değişmeyen şeyler de var. “Barış” adı ile kodlanan tasfiye ve teslimiyet planı… “Yeni Yol Haritası” da bu planın güncellenmiş bir versiyonundan başka bir şey olmayacaktır. Bu gerçekliği daha iyi kavramak için bir kez daha 10 yıl öncesine gitmek ve 7 Temmuz 1999 tarihli talimatın özüne ana çizgileriyle bakmak gerekiyor:
“Öcalan işlerin kolaylaştırılmasını düşünüyor. “Sanıyorum, diyor 5 Temmuz 1999 tarihli görüşmede, bizim işleri kolaylaştırmamız gerekiyor. Zamanında tavrımızın yetersiz olduğunu tahmin ediyorum. Sanırım suç bizde. Şimdilik şunu söyleyebilirim. Bazı mektuplaşmalarım oldu. Sanırım devlet tümüyle cevapsız bırakmaz. Tümüyle ümitsiz değilim. Talimatım dayanaksız olmayacak. Devlet somut işbirliğimiz var demez ama talimatı dikkate alır. Çatışma var, her şey öyle kolay yürümez. Operasyonlar şiddetli olabilir. Bu, çözümün dışlandığı anlamına gelmez. Ama uzlaşma var da diyemiyorum. Başarılı olup olmayacağını adımlar gösterir. Yetkililere yazdığım mektubu makale gibi değerlendirin. Başını ve sonunu atın. Basına dağıtın.” Öcalan, aynı görüşmede avukatlarından Avrupa temsilciliğinin ve Konseyin telefon numaralarını da getirmelerini istiyor. Telefon numaralarını geliştireceği tasfiye planının kesin başarısı için gerekli görüyor. Öcalan talimatını yazmıştır. Talimat, 7 Temmuz 1999 tarihini taşır. Talimatı 8 Temmuz tarihli görüşmelerinde avukatlarına verir ve konuyla ilgili gerekli açıklamaları yapar. Konseyden bir an önce bu talimatına yanıt verilmesini ister. Talimatta dile getirdiği tasfiye planının, başka bir değişle gerillanın silahlandırılması ve sınırların ötesine çektirilmesi kararının mutlaka başarılı olmasını istiyor. Avukatlarla görüşürken bir avukat parti içinde kimlerin bu planına karşı çıkabileceğini soruyor ve bunun yanıtını veriyor. “Başarılı olması, sağa sola bulaşmaması gerekir, diyen Öcalan, Anlaşılmayan bir şey olursa açıklanır. Bir problem çıkarsa ikinci talimat yazılır. Sorunlar çıkaranlar olabilir. (Kimler olabileceği soruldu) Örneğin Hamili, Dersimliler Dersimi sever, ayrılmak istemezler.” Hamili ve ‘Dersimlilerin’ bu tarzda açıklanması, bu bilginin anında özel savaş kurmaylığı tarafından öğrenileceği bilinmesine rağmen, böyle davranılması açık ihbar değilse nedir? Hamili ve Dersimlilerin açık hedef gösterilmesi hangi ahlakla, vicdanla açıklanabilir? Dersim bölgesinin yıl boyunca sürekli en kapsamlı askeri imha operasyonlarına hedef olması ile Öcalan’ın anılan ihbarı arasında sıkı sıkıya bir ilişki yok mu? Kesinlikle var, Haydar Alpaslan ve Orhan İlbay arkadaşlarımızın katledilmesinde bu anlamda Öcalan ve BK’nin sorumluluğu vardır.
Devam ediyoruz. Avukatlar birlikte getirdikleri Avrupa temsilciliği telefon numarasını Öcalan’ın istemi doğrultusunda “Cezaevi Müdürü”ne verirler ve Öcalan’ın 7 Temmuz tarihli talimatını alarak adadan ayrılırlar. İstanbul’a vardıklarında talimatı ve onunla ilgili bilgileri PKK yetkililerine iletirler. Öcalan talimatına hemen yanıt verilmesini ister. En geç 25 Temmuza kadar bu konuda kararın kesinleşmiş olması ve kamuoyuna duyurulmaya hazır hale getirilmiş olması gerekiyor. Konsey bu takvimi dikkate alarak davranmalıdır. Geç olursa iyi olmaz. Öcalan ayrıca bu talimatın şimdilik gizli tutulmasını, tartışılmamasını, basına verilmemesini istiyor. Tüm partiye hâkim kılınması ve herhangi bir engelin çıkmaması için bu gizlilik önlemini kaçınılmaz görüyor.
Öcalan, 7 Temmuz 1999 tarihli talimatında, daha önce savunmalarda dile getirdiği görüşleri özetler ve partiyi silahlı mücadeleye nihai olarak son verdiğini ve silahlı güçlerini sınırların dışına çekme kararını aldığını ve pratik uygulama planı açıklar. Talimatı kısaca şöyle özetlemek mümkün: Öcalan, anılan talimatında; sınırlar meselesini tamamen gündem ve tartışma dışı tutmanın, var olanı veri olarak kabul etmenin, var olan bütün sorunlara (toplumsal ve ulusal, etnik, dinsel, kültürel) insan hakları ve demokrasi çerçevesinde çözüm aramanın kaçınılmaz olduğunu, çağımızın hâkim anlayış ve uygulamasının bu olduğunu anlatıyor. Açık ki burada Öcalan, çağımızın temel ulusal ve toplumsal sorunlarını emperyalist ve burjuva bir ideolojik çerçeve içinde çözülebileceğini ve bunun dışında bir yolun olmadığını belirtiyor ve partinin de bu “yeni” çizgiyi benimasmesini istiyor. İdeolojik tersine dönüş, emperyalist ideolojiye iltihak bundan daha açık ifade edilemezdi.
Öcalan’ın anılan talimatta üzerinde durduğu ikinci önemli konu da devrimci şiddettir. Siyaseti şiddet unsurundan arındırmanın çok önem taşıdığını, şiddet yerine sorunların çözümünü insan hakları, kültürel özgürlükler ve buna dayalı demokratikleşme adımlarında aramanın gerekli ve doğru olduğunu vazetmektedir. Barış yaklaşımının özünün bu bağlamda olduğunu belirten Öcalan, Türkiye’de barışın en temel amaç haline geldiğini, barışın tek seçenek olduğunu vurguluyor. İlginçtir, bu sözleriyle Öcalan, devletin ve tekelci burjuvazinin sık sık dile getirdiği istikrarlı, güvenlikli ve tam denetimin sağlandığı düzen istemini, “barış” kavramında ete kemiğe büründürüyor ve somutlaştırarak kamufle ediyor.
Bu genel çerçeveyi çizdikten sonra Öcalan bu kez PKK programı ve eylem çizgisine sözü getiriyor. PKK ideolojik ve politik çizgisinin tüm ütopik yanlarına rağmen Kürt sorununu başarıyla açığa çıkardığını, ama 1990’lı yıllardan sonra kendini dönüştürmediği için bunun tekrara ve çıkmaza götürdüğünü, gelinen noktada ya çözüm, ya tekrar ve çıkmazda derinleşme yönünde karar verileceğini belirtiyor. Öcalan’a göre mücadele ve devrimci savaş anlamsızlaşmıştır, PKK artık amaçsızlaşmıştır, bundan sonra gideceği bir yol yoktur, yapacağı tek şey vardır, o da “barış”a gelmektir. Burada barışın mutlak teslimiyet ve tasfiye olduğunu bir kez daha tekrarlamamıza bilmiyoruz gerek var mı?
Öcalan, “mütevazı ve gerçekçi bir barış seçeneği tek yol olarak karşımızda duruyor” yargısına vardıktan sonra iç ve dış provokasyonlara dikkat çekiyor. Öcalan içine girilen sürecin barış olmadığını, bunun gerçek barışla hiçbir ilişkisinin olmadığını ve parti içinde de tepkilerin olabileceğini bildiği için barış kavramının özünü çarpıtıyor, teslimiyet ve tasfiye planını barış olarak teorileştirmeye çalışıyor. Bunu “Klasik bir barış yapılmıyor. Devlet direkt PKK ile barış yapıyorum demez. Biz de eşit bir tarafmışız gibi yaklaşamayız” sözleriyle yapıyor. Yıllardır bir halk savaşını ver, milyonlar bu savaşta şu veya bu düzeyde yerini alsın, ama gelinen noktada kendini savaşan ve eşit bir taraf olarak dahi görme; bunu, devrimci onur ve ulusal gururla bağdaştırmak mümkün mü? Dahası, kendini eşit taraf olarak görmeyen ve bunu da meşru kabul eden bir anlayış ve kişiliğin durumunu hangi siyaset anlayışıyla açıklamak gerekiyor? Açık ki mutlak teslimiyet ve ihanet ancak bu sözlerle savunulabilir, ancak bu yaklaşımla kabul ettirilebilirdi!
Öcalan, PKK çizgisi ve eylem anlayışının artık bir çıkmazı anlattığını kesin bir dille belirttikten ve şiddetin demokrasi ve insan hakları önünde bir engel haline geldiğini vazettikten sonra sözü, kesin tasfiye ve silahsızlandırma planına getiriyor. Daha önceki savunmaları ve tavırlarıyla Öcalan teslimiyet ve tasfiye çizgisini ideolojik ve politik çerçevesiyle ortaya koymuştu; ama bu emperyalizm ve Türk sömürgeciliği için tatmin edici değildi, olamazdı. Onlar için önemli olan ilk planda gerillanın tasfiye edilmesi, partinin silahsızlandırılması, bunun hemen şimdi ve aksatılmadan yapılmasıydı. Öcalan’a dayattıkları buydu ve hemen pratik sonuç almak istiyorlardı. Bu dayatmayı çok iyi anlayan Öcalan, parti yetkililerine “bu talimata ne kadar erken cevap verirseniz o kadar uygundur, hatta hayatidir” diyordu. Neden “hayatiydi”, kim için “hayatiydi”?
Öcalan, silahsızlandırma ve tasfiye planını kısaca şöyle özetliyordu: “Bu ilkesel çerçevede olası bir barış planını şöyle düşünüyor, önemle tarihi anlamda öneriyorum:
1 Eylül 1998 ateşkesi sınırlı rol oynayıp idam kararından sonra önemli oranda zorlandı. Kaldı ki ordu bu tarzdan kuşkulu ve fazla anlam vermedi. Bu tarz ancak geçici olabilirdi ve uzatmak giderek daha sakıncalı olur. Sonuç alıcı bir adım gerekir. Hem iç ve hem dış koşullar çözümün yoğun gelişmesi için bu adımı gerekli kılıyor. Şiddetin pratik olarak da güvenceli olarak sona erdiğini kuşku götürmez bir biçimde kanıtlamak gerekiyor. Bu durumda en etkili, sonuç alıcı yol ve herkesi üzerine düşeni yapmaya zorlayacak ve aynı zamanda kolaylık sağlayacak olanı barış için silahlı mücadeleye son vermek ilanıdır ve güçleri güvenlikli bir alana çekmedir. Bunun pratik ve en elverişli imkânı 1 Eylül 1999 silahlı mücadeleye son verdiğimiz ve güçlerimizi sınır gerisine güneye çekip sürece göre değerlendirme ve hazırlıklara çekmektir.” Bu sözleriyle Öcalan, kimlerin istemi ve dayatmasıyla, hangi gerekçelerle silahlara ve silahlı mücadeleye veda etme kararına vardığını tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta orta koyuyor. Tasfiye ve silahsızlandırma planını Öcalan, anlatmaya devam ediyor:
“7- Güçleri benim bu tarih için yapacağım ilanla birlikte daha önce önerilen olağanüstü Barış Kongresi için çektiğimiz ve devletten beklenen tutum netleşinceye kadar bu adımın çözümleyici, hayati olduğuna ve en güvenlikli bir biçimde zorunlu meşru savunma durumu dışında çatışmalara girmeden yeni dönem karar ve uygulamalarına katılmak için bunun tartışma ve eğitiminden geçmek için disiplinli, bütünlüklü, provokasyon ve olası bozgunculuğa fırsat vermeden gerçekleştirmeleri istenir, sağlanır. En can alıcı pratik görev tüm ülke içindeki güçleri fire vermeden belirlenen alanlarda yoğunlaştırmaktır. Olası olumsuz tutumlara karşı elden gelen tedbirleri almaktır. Bu yol hem güçleri korumak, eğer barış gelişecekse en emin hazırlamak yoludur. Duygusal yaklaşmamak barış pratiğinin tarihi sınırlı, zor ama önemli bir fırsatı olarak değerlendirmek herkesten üstün bir sorumluluk ister. Filistin ve başka örneklerde görüldüğü gibi sahte radikal gruplara ve başka oluşumlara fırsat vermemek de önemli görev olarak anlaşılmalı ve ona göre tedbirleri alınmalıdır. En geç yılsonuna doğru bu pratik adım başarıyla atılırsa geriye devlet bünyesindeki gelişmeler beklenecektir. Bu arada resmi BM kampı olarak Mahmure Kampı bu işin pratik resmi adresi olarak kullanmaya en uygunudur. Hem BM olası gözlemciliği, bağımsızlığı, hem de güvenlik açısından uygundur. Hazırlıklar burada ve benzeri yerlerde çok derinlikli olarak yürütülebilir. Gerekirse dost güçlerden arabuluculuk istenir. Tüm bu nedenlerle burası uygundur. Bunu bir perspektif olarak söylüyorum, somut gelişmeler neyin doğru olduğunu daha açık gösterecektir.” Bu topyekûn tasfiye ve silahsızlandırma planına karşı tek bir itirazın olmaması, farklı bir tavrın ortaya çıkmaması için tedbir alınmasını isteyen Öcalan, bunun için ne gerekiyorsa onun yapılmasını, “Filistin ve başka örneklerde görüldüğü gibi sahte radikal gruplara ve başka oluşumlara fırsat vermemek de önemli görev olarak anlaşılmalı ve ona göre tedbirleri alınmalıdır” diyor. Devrimci Çizgide ısrar eden arkadaşlarımıza Öcalan ve İmralı Partisinin neden bu kadar pervasız saldırdığı ve bu saldırının hangi talimata ve hangi iradeye dayandığı çok daha iyi anlaşılmış olmuyor mu? Belli ki, Öcalan’dan firesiz, tam ve mutlak teslimiyet ve tasfiye isteniyor. Öcalan bunu partiye dayatıyor, parti yöneticileri de itirazsız, tartışmasız ve büyük bir aldatma ve bastırma kampanyası eşliğinde partiden ve halktan istiyor ve uygulamaya çalışıyor. Bütün bu onursuz ve utanç verici teslimiyet ve tasfiye planının amacı, devlete güven vermek, “yeni” çizgisinde ne kadar samimi ve tutarlı olduğunu kanıtlamaktır. Öcalan’ın, “PKK cephesinde bu adımlar başarıyla atılırsa devletin tutumu şüphesiz beklenecektir. Dikkat edilirse bu adımları kendi çözümleyici inisiyatifimizle en üst iyi niyet tutumumuzla atıyoruz. Devlete bundan daha açık güvence verilemez. Geriye kalan devlet eğer çözüm istiyorsa gereken yaklaşımı gösterecektir. Bu konuda sizlere önemle söyleyebileceğim devletle bir antlaşmam yok” biçimindeki sözleri görüşlerimizin en dolaysız kanıtları değil mi? Öcalan devlete güven vermek ve samimiyetini kanıtlamak için çabalamakla yetinmiyor, aynı zamanda, “olgun devlete”, yani “Derin devlet”e, daha doğru ve açık bir deyişle Kontrgerillaya güveniyor ve bunu partiye telkin ediyor. Bu konuda şöyle diyor:
“Hemen belirteyim daha önce çerçevesini size verdiğim ve süreci kontrol ettiğine dair düşünce ve inancımı belirttiğim ve olgun devlet yaklaşımı diyebileceğim devlet organ veya organlarına güveni sürdürme gereğini bir kez daha dile getirmek durumundayım. Bazı gelişmeleri tahmin edebiliyor. Beni sorunun çözümünde değerlendirmek istedikleri ama derinliği, özellikleri konusunda fazla bir şey diyemeyeceğimi belirtmeliyim. Bu da giderek netleşir ve hatta ilerde size kadar yansır kanısındayım. Bu adımı atarken bu güven duygusu vardır, tümüyle nedensiz değildir. Sanıyorum bizim bu planda başarı düzeyimiz ve vereceğimiz anlamlı çözüm gücü devleti daha duyarlı kılacak ve bazı adımları atabilecektir. Nedir bunlar; bazı üst düzey açıklamaları, anti-terör yasasında değişiklikler, benim idam kararımın sonuçları, kamuoyu basın tartışmalarında kendini gösterecektir. Sizlerle olan diyalogda bu netlik daha iyi kendini izah edecektir. Sizler de durumu izliyor ve gelişmeleri daha rahat anlayabilirsiniz. Ona göre de adımlar atılır. Bunun için dediğim gibi bizim cephedeki başarılı ve güvenlikli gelişmeler sonucu daha çok belirleyecektir.” Tasfiye planı ve bunun arka planı bundan daha açık bir biçimde konulabilir mi? Devlete güvenilecek, devlete güven verilecek, devlet de bunlara bakarak gerekli adımları atacaktır; partimizi ve halkımızı “ikna etmenin” basit ve yalın mantığı budur! Bir parti ve halk için bundan daha hazin ve trajik bir son düşünülebilir mi? Böyle bir basit aldatılma ve oyuna gelme dünyanın başka bir yerinde görülmüş müdür? Elbette sorun salt bu kadar basit ve yalın değildir, karmaşık ve katmerli boyutları vardır; bunlar, Öcalan’ın kurumlaştırdığı ve adına “önderli gerçeği” denilen Öcalan sisteminde gizlidir. (…)
Öcalan, talimatın sonunda şunları belirtir: “Daha da pratikleşme anlamında eğer siz bu planı tam yerinde bulur ve uygun yolla tüm güçlerin de kabulünden geçirirseniz sıra benim ilk ilanı yapmama gelecektir. Burada kamuoyuna hemen daha doğrusu ilana kadar yansıtmamak önem taşır. Çok çevre engellemeye çalışabilir. Hem bizde hem devlet tarafında bu tehlike vardır. Bu açıdan dikkat gerektirir. Eğer bir bütünlük sağladığınızı, sonuçları hayata geçirme gücünde olduğunuzu bize iletirseniz geriye benim ilk ilanı yapmama sıra gelir. Bunu kendi adıma, hem kamuoyu hem yapıya yaparım. Ne kadar erken cevap verirseniz o kadar uygundur, hatta hayatidir. İlk başlangıcın sağlamlığı sonucu belirlemede temel rol oynar. Ondan sonra kısa aralıklarla siz de gerek Konsey adına gerek birey bazında daha önce yaptığınız gibi destek mesajlarını verebilirsiniz. Bunu çeşitli birim temsilcileri de gerektiğinde yapar. Bu ilanlarla birlikte artık silahlı birlikler en uygun biçimde oyuna gelmeden, kayıp vermeden uygun yollarla belirleyeceğiniz alanlara çekileceklerdir. Bu adımın başarısından sonra bir yandan olağanüstü ‘Barış Kongresi’, diğer yandan olası başka çalışmaları planlayıp yürüteceksiniz.”
Daha önce avukatlar aracılığı ile istenen ve İmralı Yönetimine teslim edilen telefon numaralarını kastederek, “diyalog imkânım olursa zaman zaman ulaşmaya çalışırım” diyor ve bütün basın ve yayın organları üzerinde kesin denetim kurmanın önemini vurguluyor.
Bu talimat tam anlamıyla teslimiyet, topyekûn silahsızlandırma ve tasfiye çizgisinin uygulama planıdır; dikkat çekici olan nokta ise pratikte hiçbir koşulun ileri sürülmemesi ve pazarlık imajını verebilecek en küçük bir imada dahi bulunulmamasıdır. Belli ki Öcalan, kendisine uğrayan generalin ültimatomunu harfiyen yerine getiriyor. Gerçekler bu kadar açık ve net, ama tasfiyecilerimiz, halka ve dünyaya böyle mi yansıtıyorlar?” –Bu ilginç tasfiye talimatın tamamı bir “ek” olarak aşağıda sunulacaktır- (Mahsum Hayri Pir, Bir Yanılsamanın Sonu, 217-220)
10 yıl öncesiyle ilgili söylenecek daha çok şey var, ama yeri burası değil. 10 yıl sonrasını kavramada yukarda özetlediğimiz gelişmeler ve belgelerin önemli bir ışık tuttuğuna kuşku yok. Bir süre sonra açıklanacağı söylenen “Yol Haritası” ile 10 yıl öncesinin bağlantıları ve “farklılıkları” hakkında temel ana başlıkları vurgulamamız gerekir. Geldiğimiz noktanın kavranması ve halkımıza dayatılan güncel tasfiye planının özü ve temel özelliklerinin kavranması açısından bu kaçınılmazdır. Bunu da bir sonraki yazımızda ortaya koymaya çalışacağız…
04 Ağustos 2009
—————————————————————————————————————
EK:
7 Temmuz 1999 Tarihli Talimat
Başkanlık Konseyi’ne;
Değerli Yoldaşlar!
En son 13 Mayıs tarihli değerlendirmemden bu yana yaşanan ağır ve tarihi süreci sağlıklı ve olumlu yöne doğru yol almasında elden geleni yapmaya çalıştım. En önemli husus İmralı yargılanmasıydı ve ortaya çıkan sonuçlardı. Sanırım gelişmeleri izlediniz. Benim yaklaşımlarım ön ve esas hakkındaki savunmalarımda özce konulduğu gibidir. Sanırım kitapçık halinde sizlere de ulaşmıştır. Dolayısıyla tekrarlamayacağım. Bu değerlendirme ve önerilerimi de tarihi anlamda önümüzdeki sürece ilişkin yapacağım:
1- İdeolojik ve politik anlamda eşitlik ve özgürlük problemleri genelde olduğu gibi Türkiye realitesinde de esas çerçevesinin şu noktalarda yoğunlaşması gerektiği düşünce ve kanısındayım.
a- Sınırlar meselesini tamamen gündem ve tartışma dışı tutmak, var olanı veri kabul etmek. Dünya ve Türkiye günceli bunu açık ortaya koyuyor. Sorunların ağırlaşmasını önlemek, siyasi sınırlarla oynamamak kadar toplumların, etnik, kültürel, ulusal grupların daha çok insan hakları ve demokrasi çerçevesinde sorunlarına çözüm aramak giderek hâkim olan anlayış ve uygulamalardır. Son örnekler Güney Afrika, Bosna, Kosova hatta İrlanda ve özde İsrail-Filistin sorunu bile bunu gösteriyor.
b- Siyaseti şiddet unsurundan arındırmak. Dünya çapında bu yönlü gelişmeler yoğundur. Tarafların hızla şiddetten uzaklaşmaları oranında sorunlar çözüm bulabiliyor. Anlamsız şiddet sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor. Şiddete nerede son vermek gerçekten büyük önem taşıyor ve sorunların çözümünde temel halka olmaktadır.
c- Olumlu çözüm halkaları ise genelde insan hakları, kültürel özgürlükler ve buna dayalı demokratikleşme adımlarıdır. İçine kapalı toplumsal üniteler ister ulusal-siyasal düzeyde, ister kültürel düzeyde olsun sorunları çözmüyor, donduruyor. Fazla özgürleştirme, eşitliğe götürmeye de tutucu engel oluyor, dolayısıyla altta toplumun, üstte devletin demokratikleşmesi işin özüdür. Sorunların çağdaş çözüm dili bu çerçevededir. Savunmamda da bu tezleri sergilemeye çalıştım. Tabii bunun 70’lerdeki ideolojik-politik ve hatta eylemsel yaklaşım ve kamplaşmalardan farkı açıktır. Aslında 20.yüzyılın ideolojik-pratik kavga dilinin barış diline çevrilmesidir. Yani yüzyıl savaşlarının barış dilidir. Bunu kapitalizm kazandı, sosyalizm kaybetti yorumundan çok -ki yanlıştır- sosyal çatışmaların en çağdaş ve tarihte varabileceği barışa en yakın ifadesidir demek daha doğrudur.
2- Türkiye’nin de aslında 200 yıldır yaşadığı çatışma dili artık 21.yüzyılın barışına çevrilmek durumundadır. Aydın-gerici, sağ-sol, Sünni-alevi ve en son Kürt sorunundaki çatışma düzeyi şiddet içeriğini fazlasıyla yaşamış ve barış süreci toplumun tüm düzey ve derinliklerinde en temel amaç haline gelmiştir. Gerek şiddetin halen varlığı, toplumda içselleşmiş durumu, devletin katılığı barışı zorluyor, ama tek seçenek olduğunu da kanıtlamaktan öteye bir sonuca varmıyor. Yani ağırlıklı olarak şiddet yaklaşımları objektif olarak çıkmazı derinleştirmek, sahte bir rant ekonomisi ve politik yapısı üretmekten öteye dolayısıyla en gerici sonuçlara yol açmaktan öteye varmıyor. Bunu Türkiye’nin önemli bir realitesi olarak derinliğine görmek büyük önem taşıyor.
3- PKK’nin ideolojik-politik yapısı Kürt özgürlük problemini başarıyla ortaya çıkarmasına rağmen 90’lardan itibaren gerekli pratik-politik dönüşümü gösterememesi ve bunu özellikle rejimin dayattığı ve arkasında iç-dış çıkar güçlerinin bulunduğu özel savaşı 93-96 sürecinde yoğun bir şiddetle karşılamaya çalışması çıkmaza düşmeye, tekrara götürmüş ve sınırlı yaratıcı yaklaşım bu gidişin önünü tam alamamıştır. Tabii bu tek başına PKK’den kaynaklanmıyor. Yapılması gereken tutarlı “meşru savunma” çizgisi hem eylemde, hem politikada istenildiği gibi gerçekleşmedi. Bu temelde bugüne kadar gelindi. Mevcut durum aşılmazsa çıkmazda ve tekrarda derinleşmedir.
4- Bu durum iki yoldan aşılabilir. Ya şiddeti tırmandırmak, ki bütün veriler bunun kaosu daha derinleştireceğini ve 21. yüzyılı da en kötü karşılama anlamına geleceğini gösteriyor. PKK yıllarca, hatta on yıllarca da bu biçimde kendini sürdürebilir. Devlet daha güçlü darbeler vurabilir. Yıkım çok yönlü gelişebilir. Ama sonuçta iflas etmiş bir ekonomi, hiçbir çözüme yanaşmayan politik yapı ve kadrolar üretmekten öteye gitmeyecektir. Dışta daha bağlanma, içte şovenizm, dincilik ve her tür yozlaşma. Dolayısıyla bu yolu en sınırlı olanak ve fırsatlarda aşmak doğru seçenek olarak karşımıza çıkıyor.
5- Gecikmiş de olsa mütevazı ve gerçekçi bir barış seçeneği tek yol olarak karşımızda duruyor. Ama oldukça engeller var. Yılların şiddetinin ortaya çıkardığı gerçekler iyi özümsenirse kolay bir barış yolu bulunur. Yok, eski tutum ve davranışlar bu sürece de olduğu gibi yansıtılırsa çok zor olur. Türkiye realitesinde Kürt sorununa çok özgü yaklaşmak gereği açıktır. Önümüzdeki barış için arkada verilen savaş dersleri çok iyi göz önüne getirilmelidir. Her şeyden önce içte ve dışta çok yönlü provokasyonlar kendini dayatabilir. 15 yıllık savaş dengesine dayalı iç ve dış güçlerin çıkarları tehlikeye gireceği için elden gelen bozgunculuğu yapacaklar. Teslim oldular, hatta ihanet ettiler diyenler çıkabilir. Bunlar bir mirasa konmak için çok çaba harcayacaklar. Bilinmeli bunlar savaş olduğunda buna karşı, barış ise barışa karşıdırlar, önemli olan onların çıkarıdır. Diğer bir husus basit yaklaşımı iyi bilmektir. Klasik bir barış yapılmıyor. Devlet direkt PKK ile barış yapıyorum demez. Biz de eşit bir tarafmışız gibi yaklaşamayız. Burada somutluk, özgünlük, yaratıcılık kavranıp gereği yapılmadan iş baştan bozulur. Kısaca ilkede barışa evet demek kolay ama yaratılması savaştan çok zordur. Yaratıcı barış incelikleri uygulamaları sergilenmek durumdadır.
6- Bu ilkesel çerçevede olası bir barış planını şöyle düşünüyor, önemle tarihi anlamda öneriyorum:
1 Eylül 1998 ateşkesi sınırlı rol oynayıp idam kararından sonra önemli oranda zorlandı. Kaldı ki ordu bu tarzdan kuşkulu ve fazla anlam vermedi. Bu tarz ancak geçici olabilirdi ve uzatmak giderek daha sakıncalı olur. Sonuç alıcı bir adım gerekir. Hem iç ve hem dış koşullar çözümün yoğun gelişmesi için bu adımı gerekli kılıyor. Şiddetin pratik olarak da güvenceli olarak sona erdiğini kuşku götürmez bir biçimde kanıtlamak gerekiyor. Bu durumda en etkili, sonuç alıcı yol ve herkesi üzerine düşeni yapmaya zorlayacak ve aynı zamanda kolaylık sağlayacak olanı barış için silahlı mücadeleye son vermek ilanıdır ve güçleri güvenlikli bir alana çekmedir. Bunun pratik ve en elverişli imkânı 1 Eylül 1999 silahlı mücadeleye son verdiğimiz ve güçlerimizi sınır gerisine güneye çekip sürece göre değerlendirme ve hazırlıklara çekmektir.
7- Güçleri benim bu tarih için yapacağım ilanla birlikte daha önce önerilen olağanüstü Barış Kongresi için çektiğimiz ve devletten beklenen tutum netleşinceye kadar bu adımın çözümleyici, hayati olduğuna ve en güvenlikli bir biçimde zorunlu meşru savunma durumu dışında çatışmalara girmeden yeni dönem karar ve uygulamalarına katılmak için bunun tartışma ve eğitiminden geçmek için disiplinli, bütünlüklü, provokasyon ve olası bozgunculuğa fırsat vermeden gerçekleştirmeleri istenir, sağlanır. En can alıcı pratik görev tüm ülke içindeki güçleri fire vermeden belirlenen alanlarda yoğunlaştırmaktır. Olası olumsuz tutumlara karşı elden gelen tedbirleri almaktır. Bu yol hem güçleri korumak, eğer barış gelişecekse en emin hazırlamak yoludur. Duygusal yaklaşmamak barış pratiğinin tarihi sınırlı, zor ama önemli bir fırsatı olarak değerlendirmek herkesten üstün bir sorumluluk ister. Filistin ve başka örneklerde görüldüğü gibi sahte radikal gruplara ve başka oluşumlara fırsat vermemek de önemli görev olarak anlaşılmalı ve ona göre tedbirleri alınmalıdır. En geç yılsonuna doğru bu pratik adım başarıyla atılırsa geriye devlet bünyesindeki gelişmeler beklenecektir. Bu arada resmi BM kampı olarak Mahmure Kampı bu işin pratik resmi adresi olarak kullanmaya en uygunudur. Hem BM olası gözlemciliği, bağımsızlığı, hem de güvenlik açısından uygundur. Hazırlıklar burada ve benzeri yerlerde çok derinlikli olarak yürütülebilir. Gerekirse dost güçlerden arabuluculuk istenir. Tüm bu nedenlerle burası uygundur. Bunu bir perspektif olarak söylüyorum, somut gelişmeler neyin doğru olduğunu daha açık gösterecektir.
8- PKK cephesinde bu adımlar başarıyla atılırsa devletin tutumu şüphesiz beklenecektir. Dikkat edilirse bu adımları kendi çözümleyici inisiyatifimizle en üst iyi niyet tutumumuzla atıyoruz. Devlete bundan daha açık güvence verilemez. Geriye kalan devlet eğer çözüm istiyorsa gereken yaklaşımı gösterecektir. Bu konuda sizlere önemle söyleyebileceğim devletle bir antlaşmam yok. Devletin hakkımdaki kararı belli. İdam kararı dünya çapında bir siyasi kördüğüm oldu. Uluslararası komplonun varacağı da buydu. Türkiye infazla ne kadar zorlanacağını yoğun tartışıyor. Oyunu bozar mı, bu devlet içindeki duruma derin ve yüzeysel grupların dengesine bağlıdır. İşte tam bu noktada ben de olanca açıklığımla oyunu bozmak ve “barış, kardeşlik” çözümü için demokratik cumhuriyet ekseninde söz verdim ve etkili de oldu. Bu bir adımdı, fakat işleri bozulan çevreler teslimiyet vb. değerlendirmelerle gözden düşürmek için her şeyi yaptılar, fakat bu oyunu bozmak, doğru yolu bulmak için tek doğru tutumdu. Devletin bu tutumuma yanıtı ne olacaktır? Halen yoğun tartışılıyor. İnfaz mı, başka bir cezalandırma mı dünya çapında bir sorun olarak sürüp gidiyor. Tabii özünde neyin gizli olduğu kapsamlı değerlendirmeler konusudur. Basında kısmi bir olumlu mantıklı yaklaşım var ama yetersiz. Devletin seçilmiş yüzeysel yapıları ağırlıklı olarak oy hesabıyla “asalımcı” gözükmek zorunda kalıyorlar. Derin devlet organları politik ve artı eksileri hesaplayarak yaklaşıyor, fazla “asalımcı” gözükmüyor. Birazda ve hatta belirleyici olarak rolüm çözümlenmeye çalışılıyor. Ne yapabileceğim giderek önem kazanıyor. İşte bu noktada içte ve dışta barış talebi çok yükseldiğinde benim için ne kadar acı ve zor da olsa kendimi bunun için yaşatmak ve yapabileceğimi sunmak durumundayım. Bunun en pratik yolu da sunmaya çalıştığım bu barış daha genel demokratik çözüm planıdır. Hemen belirteyim daha önce çerçevesini size verdiğim ve süreci kontrol ettiğine dair düşünce ve inancımı belirttiğim ve olgun devlet yaklaşımı diyebileceğim devlet organ veya organlarına güveni sürdürme gereğini bir kez daha dile getirmek durumundayım. Bazı gelişmeleri tahmin edebiliyor. Beni sorunun çözümünde değerlendirmek istedikleri ama derinliği, özellikleri konusunda fazla bir şey diyemeyeceğimi belirtmeliyim. Bu da giderek netleşir ve hatta ilerde size kadar yansır kanısındayım. Bu adımı atarken bu güven duygusu vardır, tümüyle nedensiz değildir. Sanıyorum bizim bu planda başarı düzeyimiz ve vereceğimiz anlamlı çözüm gücü devleti daha duyarlı kılacak ve bazı adımları atabilecektir. Nedir bunlar; bazı üst düzey açıklamaları, anti-terör yasasında değişiklikler, benim idam kararımın sonuçları, kamuoyu basın tartışmalarında kendini gösterecektir. Sizlerle olan diyalogda bu netlik daha iyi kendini izah edecektir. Sizler de durumu izliyor ve gelişmeleri daha rahat anlayabilirsiniz. Ona göre de adımlar atılır. Bunun için dediğim gibi bizim cephedeki başarılı ve güvenlikli gelişmeler sonucu daha çok belirleyecektir.
9- Daha da pratikleşme anlamında eğer siz bu planı tam yerinde bulur ve uygun yolla tüm güçlerin de kabulünden geçirirseniz sıra benim ilk ilanı yapmama gelecektir. Burada kamuoyuna hemen daha doğrusu ilana kadar yansıtmamak önem taşır. Çok çevre engellemeye çalışabilir. Hem bizde hem devlet tarafında bu tehlike vardır. Bu açıdan dikkat gerektirir. Eğer bir bütünlük sağladığınızı, sonuçları hayata geçirme gücünde olduğunuzu bize iletirseniz geriye benim ilk ilanı yapmama sıra gelir. Bunu kendi adıma, hem kamuoyu hem yapıya yaparım. Ne kadar erken cevap verirseniz o kadar uygundur, hatta hayatidir. İlk başlangıcın sağlamlığı sonucu belirlemede temel rol oynar. Ondan sonra kısa aralıklarla siz de gerek Konsey adına gerek birey bazında daha önce yaptığınız gibi destek mesajlarını verebilirsiniz. Bunu çeşitli birim temsilcileri de gerektiğinde yapar. Bu ilanlarla birlikte artık silahlı birlikler en uygun biçimde oyuna gelmeden, kayıp vermeden uygun yollarla belirleyeceğiniz alanlara çekileceklerdir. Bu adımın başarısından sonra bir yandan olağanüstü “Barış Kongresi”, diğer yandan olası başka çalışmaları planlayıp yürüteceksiniz. Eğer diyalog imkânım olursa zaman zaman ulaşmaya çalışır. Olumlu geliştiyse hatta açık bir hal aldıysa bu yürütülür. Diyelim ki en kötü ihtimal gerçekleşti, hepiniz için imha benim için infaz, o zaman da zaten sizin konumunuz çok güçlü, onlarca yıl yetebilecek güç ve potansiyeliniz var. Hazırlıklarla daha iyi geleceği eskisinden de ilerde karşılayabilirsiniz. Bunu istemiyoruz ama başka çaresi yoksa şerefli yoldur. Er geç yine aynı noktaya daha önce söylediğim onurlu barış noktasına gelinmesi acı da olsa kaçınılmazdır. Benim içinse her zaman söylediğim ölüm dirimden daha fazla iş yapacaktır.
10- Bu ara güney parçasındaki Kürtlerin parti ve cepheleşmesi bu hamleyle daha da güçlenecektir. Yeni oluşumu daha önce söylediğim gibi demokratik kılmada sonuna kadar çabalı olmalı ve iktidarlaşmada yerleri olmalıdır. Esnek bir politik yaklaşım, kendilerini güçlendirecek bir eylem hatları büyük önem taşır. Kuzey Irak çok yönlü gelişmelere açıktır. Buna göre hazırlanan ve başarıyla karşılamayı bilmeliler. Yine Türkiye’ye ve Türkmenlere yaklaşım önemlidir. Eğer barış yolu açıksa zaten gelişmeler daha olumlu olacaktır. Diğer parçalardaki halkın demokratik kültürel hakları da uygun bir yolla ve özenle desteklenmelidir. Rejimle ve diğer tüm güçlerle politik yaklaşım içinde olmak, ama her tür tehlikeye karşı da yeterli sonucu olan bir tutum gaflete düşmeden gündemden eksik olmamalıdır.
Başta Avrupa olmak üzere diğer alanlar üzerinde de yetkin bir temsil ve hâkimiyet önem taşır. Yine basın-yayın organlarının çizgisine dikkat etmek gerekir. Çok önemli bir diplomatik siyasal süreç var, iyi değerlendirmek çok verimli sonuç almak mümkündür. Şiddet temelinden vazgeçmek zaten diplomasi ve siyasetin dilini gücünü hiçbir dönemle kıyaslanmaz biçimde ortaya koyacaktır. Türkiye dâhilinde zaten bu adım başarılı olursa yeni bir yasallaşma-siyasallaşma süreci anlamına gelecektir ki buna göre özellikle gerçekleşirse Barış Kongresi’nde kapsamlı kararlara ulaşılacaktır. Var olan çalışmalar bu temelde gelişim sağlayacaktır.
Yaşamımın anlamı olduğu müddetçe sağlığımı korumaya çalışıyorum. Duygu ve özlemlerimi anlatma gücünü kendimde bulamıyorum. Bunca acı ve dökülen kanların, sergilenen çabaların en adil, sevgi ve güzelliğe yakın kişiliğine gerektiği kadar dönüşerek başarması ancak sizleri affettirebilir. Onurlu bir barış aslında tüm bu soy değerlerin en güzel çiçeklenme ortamını verecektir. Onun için diyorum adil ve onurlu bir barış ve kardeşlik en değerlisidir. Bu umut hala beni ayakta tutan tek kuvvettir. Tekrar buluşmak, yazmak dileğimle birlikte başarınızı bekler hepinizi, dostları, tüm halkı sınırsız sevgim ve özlemimle kucaklar, selamlarım.
7.7.999
İmralı. Abdullah Öcalan