0 0
Read Time:4 Minute, 46 Second

basbakan-erdogan3M. Can YÜCE / İki “Tarafta” da hummalı bir çalışmadadır sürüyor. Hükümet görevlendirdiği bakanı aracılığıyla çeşitli kesimlerin görüşünü alıyor. Başbakan ve diğer ilgililer, her defasında “olumlu”, “iyimser” bir hava estirmeye özen gösteriyorlar…

Diğer “tarafta” ise kimi zaman “farklı” sesler çıksa da tek bir noktaya kilitlenmişlerdir: İmralı’ya!

Aslında “Kürt Açılımı” paketini hazırlamaya çalışan hükümet de gözlerini İmralı’ya dikmiş gibi bir izlenim veriyor. Peki, İmralı’dan çıkacak “Yol haritasının” özünü ve çerçevesini bilmiyor mu? Bilmemesi mümkün mü? Hükümet, kendisinin hazırlamaya çalıştığını açıkladığı “Açılım” hakkında ipucu vermemeye özen gösteriyor. Peki neden?

Şu kadarı çok açık: AKP hükümeti, Kürt sorunu konusunda bir paket hazırlığı içindedir. Bu paketi bir hükümet paketi değil, bir devlet politikası, geniş politik ve toplumsal bir desteğe dayandırma eğilimindedir.

Şu da kaydedilmesi gereken ikinci noktadır. Hükümetin Kürt açılımıyla İmralı’nın Yol Haritası, en genel çerçevede ve anlamıyla aynı sürecin, etkenlerin ve dinamiklerin ortak damgasını taşıyor. Özü ise, belli kırıntılar karşısında Kürtleri “Cumhuriyet Kürdü” haline getirmektir. Aslında bu, en az 10 yıllık bir politik süreçtir işliyor; bunu etkileyen, kimi zaman saptıran etkenler ve etkiler olsa da ana doğrultusundan bir şey kaybetmeden süren bir süreçtir. İmralı’nın özü de budur.

Aslında Öcalan, 10 önce söylediklerini, talimat olarak dayattığı politikaları bugün dile getiriyor ve uygulamaya sokmak istiyor; ana doğrultu ve özü itibarıyla böyle… 15 Ağustosta tamamlayıp sunamadığı belirtilen Yol haritasının da özü budur! Yol haritasını açıklamadı, ama bu konuda kayda değer ipuçları verdi, değerlendirmelerde bulundu:

Ona göre tarihi bir aşamadan geçiliyor, en az Cumhuriyetin kuruluşu kadar önemli bir süreçten geçiliyor. Peki, bu, Cumhuriyetin yeniden kuruluşu mu, yoksa onun sömürgeci özüne dokunmadan orasından burasından dökülen yapısının yenilenmesi, dar anlamda bir restorasyonu mu?

Bu sorunun yanıtı, aynı zamanda içinden geçilen sürecin “tarihsel” olup olmadığını da ortaya koyacaktır.

Devletin “Açılımından” ortaya çıkan ipuçları, dil ve kültüre ilişkin kimi kültürel kırıntılar ile PKK’nin silahsızlandırılması ve düzene bağlanması noktalarında toplanmaktadır. Kuşkusuz kimi küçük gedikler, kimi sıyrıklar bile katı inkârcı resmi çizgi ve yapılanmada daha büyük gediklerin açılmasına yol açabilir, ya da bunlar süreç içinde farklı boyutlar kazanabilir. Ama öyle de olsa bu, içinde geçmekte olduğumuz sürecin özünü değiştirmiyor.

Peki, Öcalan’ın Yol haritası, gerçekten “yetiştirilemediği” için mi açıklanmadı, yoksa başka etkenler mi bunda bir rol oynadı? Spekülasyon yapmak istemiyoruz. Ama Yol haritasının özüne ve genel çerçevesine olmasa da üslup, “terminoloji” ve bazı asmbolik “jestlerin” kendisine önemli itirazların olması muhtemel olamaz mı? Örneğin 15 Ağustosu mahkûm edici bir ifade, bunun Eruh’ta ifade ettirilmesi, ya da silahlara bir kez daha veda biçimi ve yöntemi gibi… noktalarda gidecek bir itirazın veya itirazların etkisizleştirilmesi belli bir zamanı gerekli kılar… Avukatlar aracılığıyla yayınlatılan “Notlarda” böyle bir olasılığın izlerini görmek mümkündür. Sürecin tarihselliğine vurgu, DTP’nin anlamaması durumundan aşılacağı uyarısı ve daha da önemlisi içi boş “demokratik Kürt ulusu” kavramının dile getirilmesi “ikna” ve tehdit öğelerini anlatıyor! Öcalan yaptığı son değerlendirmede “Benim çözüm anlayışım kısaca budur” dediği “anlayış” aslında birbiriyle çelişkili, eklektik ve tutarlı olmayan cümlelerden oluşan bir paragraftan oluşmaktadır. Olduğu gibi aktarmakta yarar var:

“Benim çözüm modelim şudur: Devlet olacak, diğer tarafta da demokratik Kürt ulusu olacak. Kürtler devletin varlığını tanıyacak, kabul edecek. Devlet de Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını kabul edecek. Böylece orta bir yerde buluşacak, uzlaşacaklar. Benim çözüm anlayışım kısaca budur.”

Federasyon, Güneydeki “oluşum” gibi bir yapıyı da istemediğini belirten Öcalan, “Demokratik Kürt Ulusu”ndan ne anladığını da şöyle özetliyor:

“Geri kalan her konu daha sonra gelir. Bu şu demektir: Sivil toplumun demokratikleşmesidir. Yani demokratik sivil toplum oluşacak. Sonra devlet isterse yine her yerde bayrağı olacak, isterse her yere hizmet götürecek, isterse her yerde Türkçe öğretecek.”

Uniter devlet, dilini ve bayrağını egemen olarak devam ettirecek devlet, yani sömürgeci devlet ile “Demokratik Kürt Ulusu”, hatta tek başına Kürt ulusu kavramlarını bağdaştırmak, uzlaştırmak mümkün mü?

Açık ki hayır, bu ikisini bağdaştırmak mümkün değildir. O halde burada kullanılan “Demokratik Kürt Ulusu” kavramı, içi boş, politik hiçbir değeri olmayan bir demagoji, “Kürtleri” ve kendi kamuoyunu oyalamanın ötesinde ne anlamı ve değeri var?

Bu kavram iki açıdan anlamsız ve içerikten yoksundur. Biri ve en önemlisi, “Demokratik Kürt Ulusu” kavramının, en dar anlamda eşitlik ve özgürlük, kendi kaderini belirleme hakkını ön şartsız kabulünü içermesidir. Kürtleri resmi düzeyde ulus olarak kabul etmek, doğal olarak ulus olmaktan kaynaklanan bütün haklarını, en başta da kendi kaderini kabul etme hakkını kabul etmek demektir! İkinci nokta ise demokratik bir ulus kavramında samimi olmak demek, ulusun kaderini mutlak denetim altındaki İmralı’ya hapsetmek değil, onun özgür tartışmasına ve demokratik platformlarına bırakmak demektir. Oysa biliniyor ki, Öcalan’ın iktidar sisteminde ve politik programında bu iki öğenin varlığının easmesi bile okunmamaktadır. Onun iktidar sisteminde kendisinin dışında hiçbir iradeye yer yoktur; programında ise Demokratik Türkiye Ulusu ile bunu tamamlayan “alt-kimlikler vardır.

Gerçeklik bu olmasına rağmen neden bu kavramı kullanıyor? Tek bir nedeni var: Kürtleri “ikna etmek” ve böylece “Cumhuriyet Kürdü” olma programını ve planını daha rahat ve engelsiz uygulayabilmek!

Kısacası, birkaç gün sonra açıklanacak Yol Haritasında beklenmedik bir sürpriz çıkmayacak. “anlayışın” ne olduğu 10 yıldır tekrarlanıyor, son görüşme notlarında da bu bir kez daha tekrarlanıyor. İmralı’nın durumu bir Bektaşi fıkrasındaki İmam’ın durumunu andırıyor.

Vakti zamanında Bektaşi ile İmam bir tartışmaya tutuşmuşlar. Tartışma konusu Allah’ın varlığı ve yokluğu ile ilgilidir. İmam sözü almış ve bildiğimiz Allahın “niteliklerini” sıralamaya başlamış… “Ne yerdedir ne göktedir” ile başlayan; “ne şuna benzer ne de şuna” diye devam eden… Bunları sakin sakin dinleyen Bektaşi yerinde duramamış ve İmamın sözünü şöyle kesmiş: “Bre İmam, lafı niye uzatıp dolandırıyorsun, “Ne yerdedir ne göktedir” “ne odur, ne de budur” diyeceğine, kısaca buna ‘yoktur’ desene…

Öcalan da şimdi lafı dolandırıp duruyor. Oysa 10 yılda tekrarladıkları sözün ve programın özü ve özeti şudur: “Kürtler için hiçbir talebimiz yok, biz, sadece bu devlete ve düzene kabul edilmek, Cumhuriyet Kürdü olmak, bunun için af edilmek istiyoruz; bunu hayata geçirmek için de Kürtlerin ağzına bir parmak bal istiyoruz!” Bunu ötesi mi?

Laf u güzaf!

18 Ağustos 2009

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter