M. Can YÜCE / Bir yanda “Açılım süreci” ile ilgili tartışmalar yapılıyor, öte yandan Güney Kürdistan’a askeri operasyon gerçekleştirmek için istenen yetki teskeresi Meclis’te onaylandı. Bu ikisi çelişkili mi? Ya da egemen cephedeki güç ilişkileri ve “iktidar çekişmesinin” bir yansıması mı?
İkinci sorunun “evet” olarak yanıtlanması son derece zorlama bir yaklaşım olur. Kuşkusuz egemen cephede hatırı sayılır bir çekişme var. Ancak Kürdistan sorunu ve bu konudaki resmi çizgi ve kurumlaşma söz konusu olduğunda bu çekişme ve çelişkiler geri plana düşer, hatta “önemsizleşir”. Resmi çizgi ve yapılanma, aslında neredeyse “tanrısal” bir tabı niteliğini kazanmış ve her kesimi, daha doğru bir ifadeyle devletin kendisini, bütününü teslim almıştır. Bu, kurumlaşmanın özünden, kuruluş felsefesinden ve devletin ve toplumun hemen hemen bütün dokularına nüfuz etmesinden kaynaklanan bir durum…
Güneye askeri operasyon yapabilme yetkisini içeren tezkerenin istemi ve kabulü, kuşkusuz, salt bu genel durum ve yapıyla açıklanamaz. Öncelikle vurgulanmamız gerekir ki, öteden beri tartışılan Açılım süreciyle son tezkere onayı birbirinin karşıtı değil, tersine birbirini tamamlayan genel Kürdistan ve Ortadoğu politikasının birer parçalarıdır. Yani ortada bir çelişki değil, tamamlama, bütünleme ve güçlendirme durumu var…
Bu, hem politikanın özü ve esaslarıyla ilgili bir durumdur, hem de taktik beklentiler ve hesaplar bakımından böyledir.
Güneye operasyon yapabilme yetki tezkeresini, dar anlamda PKK’ye karşı operasyon yapabilme yetkisi olarak okumak son daraltıcı bir yaklaşım olur. Bu var elbette, ancak sıradan bir parçası ve daha doğrusu bahanesidir. Egemen cephenin yazar-çizerleri bile “25 yıldan fazla bir süredir bu yol deniyor ve başarısız olduğu, en azından çözüm getirmediği ortadadır, buna rağmen ordu, neden bu konuda ısrarlı ve hükümet de tereddütsüz bu istemlerine onay verdi”, biçiminde değerlendirmelerde bulunmaktadırlar. Evet, bu askeri yöntemlerin başarısız olduğu ve askeri hedeflere varmada sonuç itibarıyla işe yaramadığı bilinmektedir. Ancak, bu operasyonların ve onun kaynaklandığı politikanın temel hedefinde dar anlamda PKK’yi askeri açıdan yenilgiye uğratmak yok ki! Askeri araç ve tehditler, geniş bir politikaya ve politik hedeflere oturmaktadır.
Hatırlanacağı gibi 2006 Kasımında Washington’da sağlanan mutabakat, TC’ye Güney Kürdistan ve onun üzerinden Irak üzerinde çok önemli politik avantajlar getirmiş, hatta bununla TC’ye yeni bir rol yüklediği de sık sık tekrarlanmaktadır. Daha önce yaptığımız bir değerlendirmede “Güney Kürdistan dağlarına yağdırılan bombaların ve askeri operasyonların hedefinde Güney yönetimini teslim almak ve kendisi için kabul edilebilir ölçülere çekmektir. Son üç yılın gelişmeleri bunu sürekli doğrulamaktadır. Bu tarihten sonra Güney Yönetimi kendi geleneksel sınırlarına çekildi, Kerkük sorunu bilinmezliklere terk edildi…
Hiş kuşku yok ki, TC, bu alanda kazandığı mevziiyi, terk etmek istemez. Bugün Meclis’ten geçen Tezkerenin, en temel nedeni ve dürtükleyeni budur! Yani Güney üzerinde sağlanılan ve kazanılan politik ve psikolojik mevzi ve olanakları korumak, kendileri açısından temel önemde bir olgudur!
TC’nin Güney üzerinden Irak ve bölge politikasında ABD’den daha geniş inisiyatif elde etme istediği, var olanı daha da geliştirme hesabında olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. ABD’nin genel olarak bir gerileme sürecine girdiğini, Irak ve Afganistan’da pek başarılı olmadığını, bunun genel “Global” gerilemeye eşlik ettiğini değerlendirmektedirler. Bundan dolayı bu aşamada Tezkerenin politik ve psikolojik bir üstünlük, ek bir manevra olanağı ve güçlendirici etken gördüğünü biliyorlar. Bu, öteden beri Ortadoğu ve Kafkaslarda oynadıkları “Etkin politikalarına” da denk düşmekte ve onun bir gereği olmaktadır.
Açılım süreciyle ilgili bağlantısına gelince: Açılımın kendisi, Kürtleri oyalama ve dinamik unsurlarını tasfiye sürecine alma özüne sahiptir. Yani ciddi ve tutarlı bir reform paketiyle de karşı karşıya değiliz. PKK’yi silahsızlandırmak ve silahlı unsurlarını tasfiye etmek için gerekli yasal düzenlemeleri yapma sürecinde “sınır dışı” operasyon yapma yetkisini elde etmenin taktik açıdan önemli güç kazandıracağını umuyorlar. “Elimiz daha da güçlenir” hesabıdır bu…
Dolayısıyla ortada bir kanadın veya bir kurumun değil, bir devlet politikası var, devletin resmi çizgiye uygun bir refleksi var…
TC konusunda yanlış bir bilince sahip olanların bu son gelişmeleri görmesi ve buna göre sonuç alıcı politikalar geliştirmeleri mümkün değildir. Yaptıkları da bu…
6 Ekim 2009