resim: sadık varer
Sadık Varer / ürt hareketi, anlaşılır nedenlerle yüzünü İmralı’ya dönmüş, milyonlarca Kürdün kaderini belirlemeye muktedir bir ‘kurtarıcı’ sayılan Abdullah Öcalan’ın işaretini bekliyordu.
Emperyalizmin Irak merkezli yeni Ortadoğu ve enerji siyaseti ile oluşan uygun atmosferi değerlendiren Öcalan, bir “yol haritası” hazırladı ve kamuoyuna duyurulması isteğiyle yetkililere verdi. Ne var ki, iktidar, Kürt hareketinin heyecanla beklediği bu “harita”yı pek ciddiye almıyormuş gibi göründü.
Bunun üzerine Öcalan, iktidarın ‘barış isteğini’ test etmeyi de amaçlayan bir girişim başlattı; Kandil dağından, Mahmur Kampından ve Avrupa’dan seçilmiş ‘Barış ve Demokratik Çözüm Grupları’nın Türkiye’ye dönmelerine karar verdi. Gelenleri, “milli birlik projesi çerçevesinde teslim olan gruplar” şeklinde lanse eden iktidar, milliyetçi – Kemalist siyasetin bombardımanına rağmen yolu açtı, ‘anlayış gösterdi’ ve ‘teslim’ olanları tutuklamadı; hukuki formaliteleri hızla tamamlanan PKK’liler, barışa susamış Kürt halkının coşkulu kalabalıkları eşliğinde, gerilla savaşıyla diktatörlüğü bozguna uğratmış Küba’lı devrimcilerin Havana’ya girişlerini çağrıştıran bir gösteriyle, evlerine döndüler.
Benzer bir ‘barış girişimi’ on yıl önce de gerçekleşmişti. Suriye’den çıkartıldıktan sonra, CIA tarafından Türkiye’ye teslim edilen Öcalan, İmralı’dan Kürdün ‘barış’ serüvenini başlatmış, bir grup PKK’linin ‘barış elçisi’ misyonuyla gelip devlete ‘teslim’ olmalarına karar vermişti. Fakat, ‘teslim’ olan PKK’liler, şimdiki gibi ‘hoş’ karşılanmamış; sorgulanıp tutuklanmış, ağır cezalara çarptırılmış ve sonuçta, Kürdün tarihsel yarası kanamaya devam etmişti.
Barış ve Demokratik Çözüm Grubu’nda yer alanlar, devlet yetkililerine ve demokratik kamuoyuna iletilmek üzere, PKK taleplerini içeren bir mektubu da beraberlerinde getirdiler.
Bölücülük paranoyasından muzdarip savaş yanlısı güçlerin siyasi yaygaralarından etkilenmeye açık çevreler bir yana, objektif olmayı başarabilen herkes, bu taleplerin, vasat bir demokratik iktidarın bile, fazla hırpalanmadan yanıtlayabileceği, ‘sistem içi – demokratik talepler’ olduğunu teslim edebilir…
Bilindiği gibi, Kürdün savaşı bu taleplerle başlamamıştı; talepler zamanla savaşsız elde edilebilir düzeylere çekilmiş ve barış, savaş yorgunu Kürt halkının temel meselesi haline gelmiştir.
Siyasi arenaya çıktığı yıllarda PKK kendini, “Bağımsız Sosyalist Kürdistan” projesiyle ifade etmişti. Sonra, bu projeden vazgeçildi; ilan edilen yeni siyasal projenin adı, “Bağımsız Kürdistan”dı. Barışçıl – demokratik mücadeleyi merkeze alarak bu projelerin pratik karşılığını kurmak ise mümkün değildi.
Daha sonra, Bağımsız Kürdistan projesinden de vazgeçildi ve nihayet, ‘Demokratik Özerklik’ projesine karar verildi. Demokratik Özerklik projesinin içeriği ile, Kandil ve Mahmur’dan gelen Barış ve Demokratik Çözüm Grubu tarafından kamuoyuna duyurulan PKK talepleri arasında kayda değer bir fark yoktur. Bu yüzden Öcalan, yıllardır, söz konusu taleplerin elde edilmesi için barışçıl – demokratik mücadeleye girmek istediklerini, istekleri gerçekleşirse, gerillayı tasfiye edebileceğini anlatmaya çalışmaktadır. On yıl önce Türkiye’ye teslim edilen Öcalan’ın ilk açıklamalarından biri şöyledir: “Bir genel af çıkartın, dağdakiler tümüyle gelip silahlarıyla birlikte teslim olsunlar..”
Bu durumun ‘tercümesi’ şöyle yapılabilir; Demokratik Özerklik projesinin mimarı Öcalan’ın kafasında Kürdün özgürlük savaşı on yıl önce bitmişti. Ve hiç kuşku yok ki, çok farklı bir amaçla başlayan, fakat ‘mecburen sürdürülen’ savaşın bugünlere taşınmasının ve yaşanan tarifsiz acıların asıl müsebbibi, taleplerini olabilecek en alt düzeye çeken ve ısrarla ‘aflı bir barış’ isteyen PKK’li Kürt hareketinin bu isteğine kulaklarını tıkayan iktidarlar ve savaş yanlısı güçlerdir.
Kürdün ‘barışı’ hakkında söylenmesi gereken bir şey daha var: Öcalan’ın düşüncelerinden başka her düşünceye kapalı olan PKK’li Kürt hareketinin temsilcileri ‘dışarıdan’ gelen komünist önerileri önemsemezler ya, yine de, teslimiyet kültürüne uzak durması gereken Kürt emekçilerinin dik başlı sosyalist yarınları adına ifade etmek lazım; onurlu bir barış için, ‘muhataplarınızla’ kuracağınız ilişkilerde, Kürdün yüz yıllık esaretine rağmen, her yerde ve her koşulda, özgür bir halkın temsilcileri gibi davranmalısınız!..