0 0
Read Time:3 Minute, 12 Second

2M. Can YÜCE / Kürt halkı, aynı dönemde, hatta aynı anda birçok çelişik ucu birlikte yaşayabiliyor. Bunların bazıları trajik, bazıları komik ve her ikisi de son derece düşündürücü…

Yeri geldiğinde Kuzey Kürtlerinin politik-sosyal açıdan ciddi bir devrimi yaşadığı söylenir ve bundan belli bir övünç duyulur. Kendi ulusal kimlikleri açısından son 30 yıldır hatırı sayılır bir sıçrama yaşadıkları bir vakadır; ancak bu “sıçramanın” kendi içinde çelişik uçları barındırdığı, gölgeli, hatta tam karşıt ucu da aynı anda yaşadığı başka bir olgudur!

Kendi ulusal kimliğinin bilincindedir, ancak bu bilinç, sözcüğün tam anlamıyla özgürlük ve bağımsızlık bilinci midir? Bu soruya bir çırpıda “evet” demek mümkün müdür? Bir yandan var olma, tanınma ve saygı görme direnişini göstermektedir, ancak bu direniş, aynı zamanda karşısında ölümüne direndiği güçlerin, düzenin sınırları içinde eriyip gitmekte, bilinç ve program düzeyinde “düzenin içinin” ötesine geçememektedir!

PKK’nin ilk çıkışı, aynı zamanda geri, feodal, dinsel hurafelere karşı çok daha ileri toplumsal ilişkileri geliştirme çıkışıydı. Bu konuda belli bir mesafe alındığı da bir vakadır. Ancak tek özelliği A. Öcalan’ın kardeşi, yakını olan, bundan öte bir özelliği ve anlamı olmayanların elini eteğini öpmek, onların önünde huşu ile eğilmek, hangi kültürün, hangi gelenek ve politik sistemin resmidir!

Öcalan’ın doğduğu evi “Türbeye” çevirmek, yakınlarının elini eteğini öpmek, bunu üsten dayatılan “irade” ile yapmak, hangi özgürlükle, hangi onurla açıklanabilir? Bunu yapanları, “Müritler topluluğunun” dışında bir sıfatla tanımlamak mümkün mü?

Kuşkusuz bu, sıradan ve “masum” bir müritler topluluğu değil, bir politik-iktidar sisteminin geldiği noktayı ve ortaya koyduğu politik kültür ve davranışı anlatmaktadır. Öcalan da bundan son derece memnundur, bu “tapınmayı” onaylamaktadır. Ancak “içini de doldurun” uyarısını yapmaktan da geri durmadan… Bunun anlamı, “dinsel ayını, mutlaka mutlak boyun eğişle sürdürürün, politik itaati elden bırakmayın” demektir…

Ortaçağ görüntülerini andıran ilkel türbe ziyaret ve el etek öpme sahneleri, gerçekten en genel anlamda Kürtleri, Kürt halkını gururlandırıyor mu, sevindiriyor mu? Yoksa dolaylı da olsa “El âlem” karşısında utandırmıyor mu?

Bu, “Bizim” geldiğimiz noktanın, kat ettiğimiz “sosyal gelişme düzeyinin” çarpıcı, ama aynı zamanda utanç verici bir resmi değilse nedir? Yine bu, ulaşılan “politikleşme” düzeyinin traji-komik bir paradoksu değilse nedir?

Böyle bir “sürü”, “müritler kültürü”, dinsel tapınma davranışı yaratılmasaydı ve buna güvenilmeseydi, en azından son on yılda enjekte edilen teslimiyet teori ve politikaları bu düzeyde egemen olabilir miydi? Bu tapınma düzeyi, aynı zamanda Öcalan iktidar sisteminin gücünün kendisi ve temel dayanak noktasıdır! Bu sürü kültürüne dayanılarak ve bu derinleştirilerek bir tapınma kültü, bir iktidar sistemi bugünkü noktaya taşındı!

İlginçtir, her fırsatta Öcalan, özgürlükten, özelikle kadın özgürlüğünden söz etmektedir. Peki, bu el etek öptürme ayinleri karşısında tek bir eleştirel söz söylediğini duydunuz mu? Bu ayinler, “üsten verilen” talimatlarla yaptırıldığı ve süreklileştirildiği bilindiği halde… O zaman dillendirilen “özgürlüklerin” koca bir demagojiden başka bir anlamı var mı? Olmadığı çok açık, ama tekrarlanıyor olması, bilinç ve ruhlardaki “yanılsamanın” derinleştirilmesi içindir!

Sosyal ve ruhsal açıdan el etek öpme-öptürme sahneleri ile Kürtleri düzen ve devlete yamama çabalarının aynı döneme denk gelmesi bir rastlantı mı? Zamanlama açısından bu “denkliğin” pek bir önemi yok, ancak mantıksal “denklik” açısından çok çarpıcıdır. Yani Kürtleri düzen ve devlete bağlama girişimi, ancak sürü ve mürit kültürünün geçerli olduğu bir ortam ve iklimde başarılı olabilir!

Anayasa değişikliği tartışmaları Türkiye’nin gündeminde, Kuzey Kürtlerinin “Kutsal lideri”, müritleşenlere “1921 Anayasasının” faziletlerini bir bir saymaktadır. Oysa 1921 Anayasasında iddia edildiği gibi, Kürtlerin kimliğini ve temel hak ve özgürlüklerini tanıyan tek bir söz bile yok. Orada var olan sadece “Vilayetler” sisteminde “İl idarelerinin, İl Meclislerinin” biraz daha güç sahibi yapılmasıdır. Bu konuyu daha önceki bir yazımızda belgelere dayalı olarak yazmıştık. O nedenle bir daha tekrarlamak gerekmiyor. İlgilenmek isteyenler (http://www.sosyalist-kurd.net/yazarlar/m-can-yuece/1689-onurlu-coezuem-mue-yoksa-dilencilik-mi.html) linkini tıklayabilir.

Kuzey Kürtlerinin yaşadığı ve onlara yaşatılan bu traji-komik paradokslar, politik ve sosyal açıdan gelişmemenin ve mevzi kazanamamanın en temel nedeni değilse nedir? Yine bu paradokslar inkar ve imha sisteminden daha mı az tahrip edicidir?

                                                                                                   13 Nisan 2010

                                                                                                  

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter