M. Can YÜCE / Siyaset, iktidar olma, güç toplama ve yönetme sanatı olarak tanımlanıyor. Ahlak ile siyaset arasında her zaman doğrudan veya dolaylı bir ilişki kurulur. Burjuva siyesetin ahlakı var mı? Ya da ne kadar? Var olduğu iddia edilen ahlak, nasıl bir ahlaktır?
Son günlerin gelişmeleri bu soruların sorulmasını gerekli kılıyor!
“Amaca varmak için her yol ve araç mübah” biçiminde özetlenebilecek burjuva siyaset ahlakı, aslında, genel geçer ve hemen hemen ortak kabul gören ahlaki ölçü ve kuralları ayaklar altına alıyor! Aynı zamanda genel geçer bir ilkesizliği anlatıyor. Bu aynı zamanda siyasette bir çürümüşlüğü ve onun “teorik temelini” ortaya koyan bir “siyaset ahlakı” anlamına geliyor…
Bilindiği gibi CHP lideri Deniz Baykal’ın “görüntüleri” internet ortamına sızdırıldı ve bu Türkiye siyaset gündeminin birinci konusu haline geldi. Belli ki Deniz Baykal tümden siyaset meydanının dışına çıkana veya tümden tasfiyesi gerçekleşene kadar bu konu tartışılmaya devam edeceğe benziyor…
Burada bizim için önemli olan burjuva siyasetindeki çürümüşlüğe vurgu yapmak ve devrimci siyaset ile ahlak arasınaki kopmaz ilişkiyi bir kez daha hatırlatmaktır!
Devrimci siyaset ahlakına göre, amaca ve hedefe varmak için her yol ve araç mübah ve meşru değildir. Amaç ile araç arasında mutlaka bir uygunluk olmak zorundadır. Bu “uygunluk” kavramının içeriği, ölçüleri ve sınırları çok net, açık ve kesin olmak durumundadır. Bu, teorik olarak genel kabul görmesine rağmen pratik olarak pek dikkate alınmadığını geçerken hatırlatmamızda yarar var. Devrimciler siyaset yaparlarken ve kendi dışında yapılan siyasetlere bakarlarken bu ilke doğrultusunda bakmak, değerlendirme yapmak ve tutum almak durumundadırlar! Yoksa ilkesizliğe düşer ve “eleştiri yapma” konusunda ciddiyet ve tutarlılıklarını yitirirler…
Bilindiği gibi Deniz Baykal, resmi çizginin en bağnaz temsilcisi ve savunucusudur, onun liderliğindeki CHP, rejim bekçiliği yapmaktadır. Dersim Katliamını savunan ve bunu güncelde de uygulamasını isteyen O. Öymen’e kol kanat geren Baykal, çizgisini ve politik kişiliğini çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Irkçı-faşist bir çizgi ve kişiliğin Kürt, halk ve emekçi düşmanlığı tartışmasızdır!
Bu ne kadar gerçekse, her düzlemdeki siyasette istisnasiz her yolu ve yöntemi meşru gören ve uygulayan anlayışlara karşı net bir tavır almak da devrimler açısından bir o kadar kaçınılmaz bir görev olmaktadır.
Belki de bu son “olay”, Baykal gibi siyasetten ırkçı şoven ve resmi çizgi bekçisi olan, ahlaki olarak “dürüstlük” imajı yerle bir olan, daha doğrusu gerçekliği her açıdan açığa çıkan bir kişiliğin tasfiyesine yol açar. Yine belki de bu gelişme, CHP’de “yeni” gelişmelerin önünü açabilir. Bu anlamda Baykal’ın tasfiyesi, bir çok açıdan “hayırlara” vesile olabilir…
Ama öyle de olsa, kendi içinde sayısız kirliliği taşıyan, “hedefe varmada her yol mübah” anlayışını özümseyen burjuva siyaset zemininin yöntem kirliliklerine karşı durmak, buna karşı ilkeleri esas alan, amaca uygun siyeset yöntemlerinin her zaman kullanılması gerektiğini savaunmak ilkeli devrimci siyasetin kaçınılmaz bir gereği olmaktadır.
Aslında Anayasa değişikliği paketi üzerinde derinleşen egemenler cephesindeki iktidar kavgasını tartışmak, “Açılım” ile ilgili boyutlarını değerlendirmek istiyorduk. Ancak gelişmeler yeni boyutlar kazandı, dolayısıyla bu konuya değinme gereğini duyduk. Gerçi Baykal “Vakası” da anılan iktidar kavgasının dışında değil, tersine tam da onun merkezi noktalardan birine oturuyor. Bu nedenle bir bakıma söz konusu değerlendirme “planımızın” dışına çıkmamış oluyoruz.
18 Mayıs 2010