0 0
Read Time:4 Minute, 47 Second

kurtler2M. Can YÜCE / Bir önceki yazımızı kısa bir genellemeyle bitirmiş ve bunların ayrıntılarını bir sonraki yazımızda tartışacağımızı vurgulamıştık. Bu genelleme şuydu:

“Bir genelleme yapmak gerekirse iki temel istek ve çizgiden söz etmek mümkündür:

Biri, çözümü ve geleceğini düzen içinde arayan istek ve çizgidir! Bu, bir bakıma görece de olsa bugün egemen olan çizgidir.

Diğeri, çözümü bu düzene sığmayan, tersine çözümü bu düzenin dışında gören devrimci istek ve çizgidir! Bu, bugün yenilgiye uğratılsa da nesnel olarak Kürdistan’ın temel dinamikleriyle örtüşen ve geleceği olan bir çizgidir!”

Birinci ve bugün egemen olan çizgi, kendi içinde farklılıklar içerse de, bu farklılıklar belli noktalarda önemli olsa da, sonuçta, çözümü bu düzen ve devlet sınırları içinde arayan çizgidir. Söz ve teorik düzeyde, Kürtlerin bir halk ve ulus olduğunu ifade eden, çözümü federasyonda gören görüşler, anılan çizgi içinde en “ileri” ucu ifade etmektedir. Ancak program düzeyinde bu ifadelere rağmen bu teorik ve programatik duruşlarında samimi olduklarını gösteren örgütsel ve eylemsel duruşları olmamıştır. Bundan dolayı bu gelenekten gelenlerin, ciddi düzeyde politik bir etkileri ve duruşları olmamış, buna denk bir güç olamamış, olmamışlardır. “Tek tutarlı” duruşları, program ve eylemleriyle bu düzen içinde bir “çözüm arama” istek ve “kararlılıklarından” hiçbir zaman vazgeçmiş olmamalarıdır!

Elbette bunların dayandığı bir toplumsal-sınıfsal temel olmuştur. Ancak hemen vurgulamalıyız ki, bu toplumsal ve sınıfsal temel son derece zayıftır. Hatta bu o kadar öyle ki, kendi adına siyaset yapma gücünde bile olamamıştır. Kuzeydeki Kürt egemen sınıfların 1925-40 döneminde sınıf olarak tahrip edilerek dağıtılması, parça parça düzenin bir eklentisi haline getirilmesi bu güçsüzlüğün en temel tarihsel ve toplumsal nedenidir! 1980’lere kadar genel olarak Kürt egemen ve orta sınıflarından aile ve bireylerin devlet ve düzen partileri içinde “politika” yapmaları, bunu kendi çıkarları için neredeyse tek çıkar yol olarak algılamaları, aslında anılan ezme ve dağıtma, resmi adıyla “Tedip ve tenkil harekâtlarının” trajik sonucundan başka bir şey değildir. 1970’li yıllarda sol adına bazı grupların ortaya çıkması, bu genel “kuralı” değiştirmez. “Bu yönelim” aslında “dönemsel” olmaktan öte politik bir değer ifade etmemektedir. Bu tarihsel ve toplumsal zayıflık, bir bakıma yukarda vurguladığımız “program ve örgüt-eylemsel çizgi” arasındaki samimiyetsizliği ve tutarsızlığı da koşullamaktadır. Bu temel etken görülmeden gelişmelerin tarihini tek tek kişilerin ve grupların salt ahlaki özelliklerine bağlamak yetersizdir, bu da yanılgılı sonuçlara götürür. Daha sonraki yıllarda emekçilere dayanan ve devrimci bir programı esas alan, bunda samimi olduğunu duruş ve eylemiyle kanıtlayan PKK, Kuzeyde mücadeleyi politik bir düzeyine getirdikten ve bunun yenilmezliğini kanıtladıktan sonra, Kürt egemen ve orta sınıf unsurları da onun kanatları altında politika yapmaya başladılar. Gelinen noktada iktidar anlamında olmasa da program çizgisi bakımından eğmen bir konuma geldiler…

Kuşkusuz bugünkü PKK, ilk çıkışındaki ve devrimci savaşı yürüttüğü PKK değildir. Bugünkü PKK, sözcüğün gerçek anlamında İmralı, Öcalan Partisidir! Bu parti politik olarak Kuzeyde egemendir, kendi içinde kurduğu tek kişiye dayalı iktidar sistemini, bütün bir Kürt toplumuna egemen kılmıştır! İdeolojik ve politik çizgisiyle TC devleti ve düzeni içinde kendisine bir “yaşam alanı” açmak istemektedir. Genel af karşılığında Öcalan’ın serbest bıraktırılması, aslında şimdiki PKK’nin varlık nedenidir. “Demokratik özerklik” gibi “politik talepler” ise ikinci planda gelmekte ve Kuzey Kürtlerini devlete bağlamanın yemi niteliğindedir! Bugün yaşanan çatışmaların şiddeti ve yaygınlığı aldatıcı olmamalı, esas hedefi gözlerden kaçırtmamalıdır! Birçok yazımızda da değerlendirdiğimiz gibi, “Demokratik özerklik” veya başka hangi ad altında ifade edilirse edilsin, Kuzey Kürtleri için istenen eşitlik ve özgürlük hakları değil. Aslında çatışmaların şiddeti, eşitlik ve özgürlükten aşağı bir programı kabul etmez; program ve eylemin şiddeti arasındaki kaçınılmaz denge bundan başkası değildir! Ancak yaşanan gerçeklik, ne yazık ki, bu değildir!

Resmi program ile çatışmaların şiddeti arasında çok büyük ve kapanması güç bir dengesizlik var. Öyle de olsa mücadelenin esas yükünü çeken geniş emekçi ve yoksul kitlelerin gerçek talepleri, devrimci dinamizmi resmi programa ve onun çerçevesine sığmamaktadır. Bu, nesnel bir durumdur! Ancak ne yazık bunun bağımsız politik ifadesi ve zemini bugün için bulunmamaktadır. Bu da anılan dengesizlik kadar mücadelenin en büyük paradokslarından biridir!

Resmi program, bugün gelinen noktada resmi ifadesini “Demokratik Özerklik” kavramında bulan çizgi, Kürt halkının taleplerini bulandırıyor, “Kürtlerin ne istediği belli değil” gibi politik ortamı bulandıran propagandaların yapılmasına zemin sunuyor, bu zemini koşulluyor. Onlarca yıllardır verilen bir mücadele ve bunca bedele rağmen tartışmalar ve propagandalar hala “Kürtler ne istiyor” sorusu üzerinde yapılıyorsa, bu çok ciddi bir durumdur, Kürtler açısından son derece geri bir durumu ifade eder!

1970’li yıllarda Kürdistan devrimcileri, Kürtlerin varlığını ve yokluğunu tartışmıyorlardı, bir ulus olup olmadıklarını tartışmıyorlardı. Tartışmalarının merkezinde her açıdan inkâr edilen ve yok sayılan Kürdistan ülkesi vardı. Talepleri ve programları da son derece netti: Bağımsız, Özgür, Birleşik Kürdistan! Buna nasıl varılacağı konusundan da kafaları netti, bu netlik yaşam ve mücadele duruşlarında da somutlaşıyordu, bu açık bir samimiyeti ve tutarlığı ifade ediyordu. Aslında daha sonraki gelişmeler bu temel üzerinden olmuştur. Bugün bile düzen içinde yer edinme, düzen tarafından kabul edilme çizgisinin referans noktaları, yukarda vurguladığımız temellerdir! Devrimci dinamiklerin harekete geçirilmesi bakımından başvurulan referanslar bunlar olmakla birlikte, politik program konusunda en geri çizgide durulmaktadır, dahası “Kürtler ne istiyor” sorusunun sorulmasına ve bir de bu noktada kafaların bulandırılmasına çalışılmaktadır!

Çok geri bir nokta da olsa “Kürtler ne istiyor” sorusu sorulmakta ve tartışılmaktadır. Kuzeydeki egemen çizgi de bu soruların sorulmasına çanak tutmakta, dahası bunu doğrudan koşullamaktadır. Bundan dolayı devrimci yurtseverler, bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik düşüncesini, daha önemlisi ruhsal duruşunu esas alan ve egemen kılmaya çalışan bir çaba içinde olmak durumundadırlar. Kendini en az diğer halklar kadar eşit görme, kimliğinden kaynaklanan hakları eksiksiz hak görme ve bunu bir düşünüş ve politik yaşam tarzına dönüştürmek, kazanmanın, bağımsızlaşmanın ilk ve temel koşuludur! Böyle bir duruşun politik güç veya güçsüzlükle ilişkisi yoktur! Onurlu ve özgür, kendine saygılı bir duruşun kendisidir bu! Bu olmadan “verilecek” veya alınacak her hak, sadakadan öte bir değer ifade edebilir mi?

Onurlu, özgür ve kendine saygılı bir duruş mu, yoksa dilencilik ve sadaka talep eden bir duruş mu? İşte sorulması ve yanıtlanması gereken temel soru budur! Gerisi sadece ve sadece “teferruattır”…

                                                                                                                      6 Temmuz 2010

                                                                                                                 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter