Read Time:5 Minute, 48 Second
ZİNDANLAR VE GÜNCEL GÖREVLER…
Sergilenen uzun vadeli direnişlere rağmen 19 Aralık Katliamından sonra tecrit ve teslim almaya dönük zindan politikası oturtuldu. Bu anlamda bir yönüyle zindan cephesi “düşürüldü”. Daha açık bir ifadeyle zindanlarda devlet bir adım önde görünüyor, F Tipi zindan sistemini oturtma konusunda epey bir mesafe kaydetmiş bulunuyor. Bu, tutsaklar ve genelde devrimci hareket açısından önemli bir kayıp anlamına gelmektedir. Ama öte yandan tutsaklar teslim olmamış, direnişlerini çeşitli düzeylerde ve biçimlerde sürdürmüşlerdir. Bu nokta önemli ve mutlaka desteklenmesi, güçlendirilmesi gereken bir olgudur!
TC, zindan cephesinde önemli bir başarı kazandığını bilmekle birlikte tecridi derinleştirerek kurumlaştırmak, her türlü direniş ve eylemin önüne geçmek için yeni yönelimlere hazırlanmaktadır. Basına da yansıdığı gibi bu yeni yönelimler paketi “İnfaz Yasası” olarak adlandırılmaktadır. Bu yasa, tecridi kurumlaştırıyor, her türlü direniş eylemi ve tutumu suç kategorisine alınıyor, 1980’lerin ortalarından itibaren dayatılan Tektip Elbise uygulamasını yeniden öngörülüyor. Açık ki devlet bu yasa ile zindan yaşamını mutlak anlamda denetlemek, tutsaklara soluk aldırmamak, tutsakları teslim almak, siyasal kimlik ve inançlarından soyundurmak için her yolu deneme ve uygulama eğiliminde görünüyor… Belli ki zindanlar, yeni gelişmelere, ciddi olaylara ve direnişlere gebe…
Devlet, kendi lehinde olan mevcut durumu, güç dengelerini sonuna kadar kullanma kararında… Öcalan üzerinden KUKM’ni önemli ölçüde etkisizleştirdiği, devrimci hareketlerin en güçsüz ve etkisiz dönemlerini yaşadıkları, zindanlarda belli ölçüde siyasal üstünlüğü yakaladığı, F Tipi sistemini büyük oranda oturttuğu bu dönemi tümden kazanmak ve zindanları, zindan direnişlerini tümden gündeminden çıkarmak istiyor.
Bu yeni yönelimler karşısında direnmenin dışında başka bir seçeneğin olmadığı tartışmasızdır. Tutsaklar açısından direnmek tartışma dışıdır. Tartışılması gereken direnişin biçimleri ve yöntemleridir. Bu konuda zengin bir deneyimin olduğu biliniyor. F Tipi Zindan sistemine karşı geliştirilen direniş deneyimleri de ortada. Gerçi bu süreç henüz bütün boyutlarıyla tartışılmamıştır. Yapılan tartışmalar ise sınırlıdır. O nedenle yeni dönemi daha doğru ve donanımlı karşılamak için 20 Ekim 2000’de başlayan ve halen süren direniş sürecini doğru bir tarzda tartışmak gerekiyor.
Bu direniş sürecinde ortaya çıkan en önemli sonuç, bir çok direniş biçiminin doğru kullanılmaması, kimisinin yanlış yönetilmesi sonucu büyük ölçüde etkisizleştirilmiş olmasıdır. Örneğin ölüm orucu ve açlık grevlerinin durumu böyledir. Her silah yerinde, zamanında ve gerektiği kadar, doğru bir biçimde kullanıldığı zaman etkili olur, sarsıcı olur. Ancak yanlış, yerli yersiz, zamansız kullanıldığında veya yanlış yönetildiğinde o silahın etkisizleşeceği ve ciddiye bile alınmayacağı bilenen bir doğrudur. 20 Ekimde başlayan ve bugün de belli düzeylerde süren direniş sürecinde, ölüm orucu en genel anlamda doğru yönetilmedi. En başta programı ile, taktik yönetimi ile, ittifak ve güç birliği anlayışıyla, zamanlamasıyla, sürdürülüş tarzıyla, ama daha da önemlisi bir sonraki aşamayı planlamayan strateji yoksunluğu ile anılan süreç doğru ve sonuç alıcı tarzda yönetilmedi… Doğru bir durum ve güç ilişkileri değerlendirmesine dayanmaması da yanlış yönetimin en önemli etkenlerinden biri olmuştur. Öte yandan devletin “tahliye taktiği” de önemli ölçüde ölüm orucunun içten dejenere edilmesine yol açmıştır. Kuşkusuz bu süreç bütün boyutlarıyla çözümlenecek ve değerlendirilecektir. Şimdilik bu konumuz değildir. Konumuzla ilgili olan temel sonuç şu:
Bu aşamada devletin yeni saldırı planlarını ölüm orucu ve açlık grevleriyle karşılamak pek akılcı ve sonuç alıcı değildir. Çünkü kısaca vurguladığımız gibi bu eylem biçimleri süreç içinde etkisizleştirildi. Bugün etkileyici, harekete geçirici, baskı gücü olabilecek eylemler değildir. Şu andan 20 Ekimden bu yana süren direniş sürecinde 107 devrimci yaşamından oldu. Ama gelinen noktada bu önemli olay gazetelerde haber konusu bile olamıyor. Bundan dolayı devlet ve onun özel savaş aygıtı rahat bir biçimde davranıyor, istediği uygulamayı gündeme getirebiliyor. Bu durum salt eylemlerin etkisizleştirilmesiyle açıklanamaz. Aynı zamanda “dışarıdaki” devrimci ve sol hareketlerin güçsüzlüğü ve etkisizliğiyle doğrudan bir bağı vardır. Dolayısıyla kendi güç ve olanaklarıyla sınırlı kalan tutsakların sonuç almaları da son derece zorlaşıyor. Mevcut durum bu olduğuna göre ne yapmak, nasıl bir tutum geliştirmek gerekir? Üzerinde durulması ve yanıtlanması gereken soru budur.
Zindan direnişleri için en doğru tutum, başta tektip elbise olmak üzere var olan saldırılara ve uygulamalara karşı fiili direnişi esas almak, bunu uzun vadeli bir tarz olarak düşünmek, hatta bütün bir zindan yaşamı için bir tarz olarak algılamak gerekiyor. Görünen o ki özel savaş aygıtı zindan cephesinde yakaladığı üstünlüğü kurumlaştırmak için, tutsakları tamamen silahsızlandırmak için saldırılarını sürdürmeye çalışacaktır. Dolayısıyla tutsakların fiili direniş dışından başka bir seçenekleri yoktur. Fiili direnişten kastımız şudur: Tektip elbise mi dayatıldı, bunlar giyilmeyecek, zorla giydirildiğinde çıkarılıp atılacaktır. Gerektiğinde mahkemeye, hastaneye vb, yerlere iç çamaşırlarla çıkılacaktır. 1984’te Metris cezaevinde devrimci tutsakların gösterdiği tutum budur. Fiili dayatmalara karşı ret tavrı esas alınmalı. Elbette bu tutum karşısında özel savaş aygıtı baskılarını, kısıtlamalarını artırabilir. Bununla tutsakları teslim almak, dayatmalarını kabul ettirmek isteyeceklerdir. Bunlara rağmen fiili direnişte sebat etmek, tüm zorluklara ve kısıtlamalara boyun eğmemek önemlidir ve fiili direnişin ruhunu anlatmaktadır.
Kuşkusuz direnişin tüm yükünü tutsakların omuzlarına yüklemek doğru değildir. Bu noktada devrimci hareketlerin doğru ve sağlıklı bir zindan politikasının olması ve bu politikanın etkili ve sonuç alıcı yöntemlerle uygulanması gerekiyor. Etkili olabilmek, genelde politik bir etki sahibi olmakla mümkündür. Bu da en geniş emekçi ve yurtsever kitlelerle sağlıklı bağlar geliştirmekten geçer…