0 0
Read Time:4 Minute, 19 Second

490-255M. Can YÜCE / Demokratik Özerklik konusuna biraz daha devam etmemiz gerekiyor. Bir önceki yazımızda iki açıdan bu projenin demokratik olmadığını vurgulamıştık.

Birincisi, Kürt halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakkını karşılayan bir proje değil, sömürgeci egemenliği biraz daha “yaşanabilir” kılmaya yönelik bir projedir.

İkincisi, bu proje, halkın özgür iradesini, özgür örgütlenmesini, özgür ifadesini açığa çıkaran ve bunlara dayanan, bunları işleten bir yapıya ve “iktidar sitemine” sahip değildir. Bu ikinci noktayla ilgili bir önceki yazımızda kısaca şunları yazmıştık:

“Demokratik Özerklik Projesi, devlet karşısında, devletle ilişkiler açısından Kürt halkının geleceği ve kaderi üzerinde özgürce söz ve karar sahibi olma hakkını içermediği gibi, başka yönleriyle de demokratik bir içeriğe, işleyişe ve mekanizmalara sahip değildir! Halkın özgürce kendini ifade etme, tartışma, özgürce görüş oluşturma ve bununla karar süreçlerini etkileme olanağı yoktur. Bugüne dek yaratılan siyaset anlayışı ve kültürü, üsten belirlenen çerçevede tartışma, görüş belirtme ve resmi çizgi ve kararı onaylamanın ötesinden başka bir işleyişe izin vermemektedir. Dolayıyla kendi içinde demokratik olamayan bir yapının demokrasiden, kavram olarak özerklikten söz etmesi, hele bunu özgürlük teorisiyle açıklaması, en hafif deyimiyle samimiyetsizliktir.”

 

Biraz açmakta yarar var: Bir sömürgeci ve zulüm düzenini hedeflemek, ona karşı “yeni bir dünya” amacıyla mücadele etmek, çok önemlidir. Ancak bunu da içeren ve bundan daha önemli olan bu amaçlanan “yeni dünyanın” nasıl olacağı, nasıl kurulacağı ve hangi temellere dayanacağıdır. “Eskiye” karşı mücadele süreci ile birlikte “yeni” bir iktidar ilişkileri” sistemi de kuruluyor. Bu, her zaman “soylu” amaçlarla, “devrimin çıkarları” ile karşı-devrimci zora karşı devrimi ve halkı koruma amacıyla meşrulaştırılmıştır. Bu meşrulaştırma süreci, aynı zamanda bir iktidar aygıtının kurulması ve oturtulması sürecidir de…  Bu devrim aygıtı, aynı zamanda bir iktidar aygıtı olarak şekilleniyor. Burada ilginç olan bir paradoks var:

Bu devrim aygıtının veya aynı anlama gelmek üzere iktidar aygıtının, programına yazdığı “yeni gelecek ve yeni dünya” hedefiyle çelişmesi, onunla ciddi bir karşıtlık oluşturmasıdır!

Bütün devrimciler, devrimin en temel sorununun iktidar olduğunu belirtirler. Yani egemen devlet iktidarının yıkılması ve yerle bir edilmesi, onun yerine proletaryanın ve emekçilerin iktidarının kurulması… Ancak tarihsel deneyimler ve güncel pratikler de ortaya çıkardı ki, eskinin yerine konulan “yeni” iktidar aygıtı, eskinin “kötü” bir tekrarından başka bir şey değildir…

Sorun şu: Sorun, sadece eski iktidarın tasfiyesi değil, “yeni” olanda “güç ve iktidarın” nasıl ve ne şekilde “dağıldığı ve örgütlendiği sorunudur!

Merkezi iktidar, güç ve yetkinin tek bir merkezde, tek bir kişide toplanması ve yoğunlaşması, bu iktidarın bu yapısıyla denetim dışı kalması, bunun, gerçek anlamda özgürlükle bir ilişkisi olabilir mi? Sadece reel sosyalist devletlerde değil, kendisini parti, örgüt veya cephe olarak tanımlayan hareketlerde de güç, iktidar ve yetki tek elde veya merkezlerde toplandı, toplanıyor…

Bunun sonucu, sadece aracın amacın önüne geçmesi, amacın aracı meşrulaştıran bir araca dönüştürülmesi olmadı, aynı zamanda devrim emekçilerini karar süreçlerinin dışına itti. Ayrıntılara girmek konumuz değil, ancak şu kadarını belirtelim, güç, iktidar ve yetkinin tek elde, tek merkezde toplandığı ve yoğunlaştığı bir zeminde en geniş anlamda demokrasiden, ama bizim için daha kapsayıcı ve doğru olan özgürlük kavramından söz etmek sözcüğün tam anlamında bir demagojidir!

“Eskiyi yıkmak” önemlidir; ancak daha ilk adımdan itibaren eskinin yerine ne konulacağı çok daha belirleyici ve hareketin niteliğini belirleyen temeldir! Eski yıkma ve aynı süreçte yeniyi yapma süreci bir bütündür, bu iki yan gerçek anlamda uyumlu ve birbirini tamamlayan ve geliştiren unsurlar mı? İşte bütün mesele bu noktada düğümlenmektedir! Bugün kendi yapınla, ilişkilerin, karar süreçlerinle ne kadar eskiyi aşıyorsun, ya da gerçekten aşıyor musun? Bu soruların yanıtı, can alıcıdır!

Bu konuda PKK hareketi çok çarpıcı ve derslerle dolu bir deneyimdir. Bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, sosyalizm idealleriyle yola çıktı. Bu ideallerle bir toplumun devrimci dinamiklerini ortaya çıkardı; süreç içinde hatırı sayılır olanaklar, değerler ve ilişkiler ortaya çıktı, birikti. Bu, aynı zamanda bir iktidarlaşma süreciydi de…

Ancak özellikle 3. Kongreden sonra bu iktidar ilişkileri ve olanakları tek bir kişinin elinde despotik bir aygıta dönüştü. Süreç içinde öyle bir noktaya geldi ki, bu bir kişinin dışında kalan bütün kişi ve “kurumlar”, bu bir kişiye hizmet etmek, ona tapınma düzeyinde biat etmek zorunda kaldılar. Öyle bir mekanizme kuruldu ki, “O” her şeydi, tek hâkim, tek karar verici, tek seçici; “diğerleri” ise çalışmak, üretmek, savaşmak ve biat etmenin dışında “hiçbir şeydiler”… Bunun nasıl ve hangi yöntemlerle gerçekleştirildiğini bugüne kadar genişçe değerlendirdik ve yazdık. Güncele gelecek olursak özetle vurgulanması gereken şudur:

Demokratik Toplum Kongresi, “Demokratik Özerklik” kararını aldı. Bunun tabanın görüşü, tartışmalar sonucu oluşan kararı olduğu söylendi, söyleniyor. Elbette DTK içinde yer alanlar, tartışıyorlar, bu bağlamda bu “karar süreçlerine” de katılıyorlar. Ancak bu tartışma ve karar sürecinin, daha öncekilerde ve benzerlerinde olduğu gibi, “yüksek iradenin” onayı ve özümsenmesinden öte bir anlamı var mı? Özgür tartışma, özgür ifade ve karar süreçlerini etkileme ve bu süreçlerde etkin rol alma hak ve yetkisi olmadan, yani “iktidar” olmadan anılan kongre ve platformların bir anlamı var mı?

Elbette var, “Yüksek iradenin” kararlarına uygulama gücü kazandırmak, onları meşrulaştırmak ve özümsetmek…

Kürt halkının kendi kaderi ile ilgili özgür kararını verebilmesi için özgür tartışma, özgür ifade ve özgür örgütlenme zeminlerinin olması gerekir. Bu özgürlük zeminlerinin hem sömürgeci sistem tarafından, hem de halkın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi içinde ortaya çıkan ve ona dayanan, ama her açıdan onun karşıtına dönüşen “irade” tarafından ortadan kaldırıldığını vurgulamamız gerekir. Şu soru da önemli:

“Demokratik Özerklik” kimin iradesi, gerçekten halkımızın mı, yoksa bu devlet ve düzen tarafından kabul edilmek için her türlü yolu denemekten geri durmayan “iradenin” mi?

24 Ağustos 2010


 

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter