0 0
Read Time:4 Minute, 48 Second

amedzindan34M. Can YÜCE / T. Erdoğan’ın “merakla” beklenen Diyarbakır gezisi ve mitingi 3 Eylülde gerçekleşti. Resmi çizgiden sapan tek bir söz etmedi. Ancak ağzından, son derece “yavan” ve sahteliği açıkça sırıtan “duygusal” birkaç söz dökülüverdi…  Bu konuşma içinde en dikkate “değer” sözü, Diyarbakır Zindanın, “yenisinin” açılmasından sonra, kapatılacağı sözü oldu. Bu yaklaşım, aslında, TC açısından bir utancın ve Kürtler açısından ise bir tarihsel dönemin, vahşet ve görkemli direnişleriyle bir tarihsel dönemin bütün izlerinin tarihe gömülmesi, tarihten ve belleklerden silinmesi operasyonundan başka bir şey değildir!

Diyarbakır Zindanında yaşatılan vahşeti ve buna karşı gelişen görkemli tarihsel direnişleri tarihten ve belleklerden silme hareketi, “Diyarbakır acılarıyla” hesaplaşma adına yapılıyor. Buradaki sahtelik ve ikiyüzlülük çok açıktır!

12 Eylülün üzerinden 30 yıl geçti. Diyarbakır vahşetinin üzerinden de hemen hemen o kadar yıl geçti. AKP’nin 12 Eylülü ve Diyarbakır zindanını şimdi hatırlaması ve bunu 12 Eylülde yapılacak referandum için bir sömürü aracı olarak kullanması, yukarda vurguladığımız sahtelik ve ikiyüzlülüğün başka bir kanıtıdır.

Daha da önemlisi, Diyarbakır Zindanına ilişkin Erdoğan’ın ağzından dökülen sözler o kadar yavan ve sahte idi ki, “5 Nolu Cezaevi” yerine “5 Nolu Koğuş” sözünü kullanırken bunu hissetmek mümkündü. Diyarbakır Zindanını bilenler, burasını yaşayanlar için Erdoğan’ın sözleri, yavanlıktan öte duygularla oynamayı, bir hakareti anlatıyordu. Mademki bu konuda da tiyatro oynayıp “aptalları” kandıracağını hesaplıyordun, o zaman rolünü doğru dürüst ezberleseydin. Ama pişkinliği bir siyaset tarzı halline getirenlerin bu kadar “küçük” ayrıntıya dikkat etmeleri “fazlalık” olurdu!

Elbette “küçük” ayrıntılara takılmıyoruz, ancak ciddi ve bol iddialı bir konuşma yapılırken, bir cezaevi adını bir koğuşa indirgemek, bunu yaparken sahte acılı ifadeler kullanmak çok gülünç olduğu kadar, bu sözlerin muhatabı Kürtler için ise son derece düşündürücü olmalıdır!

12 Eylül Faşizmi ile hesaplaşmak, Diyarbakır Zindanının hesabını sormak, AKP ve benzeri parti ve çevrelerin “boyunu”, çizgi ve niyetlerini aşar.  AKP ve diğerleri de aslında bu darbenin ürünleri, onun “hukuku” üzerinde var olan ve siyaset yapan hareketlerdir. Daha “derin” tahliller yapmaya gerek yok. O kadar demokratik takılan AKP ve yandaşları, neden 12 Eylülün tamı tamına yapımı olan Seçim ve Partiler Yasalarına, özellikle “lider sultasına” ve yüksek seçim barajına dokunma gereği ve ihtiyacını duymuyorlar? Özel olarak iktidarlarını bunlara borçludurlar; ikincisi, inkârcı ve tekçi TC’nin varlık koşulu iktidarın “dağılmasında” değil,  merkezileşmesinde görülmektedir. Bundan dolayı 12 Eylülün özüne dokunmuyorlar, dokunmak istemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki;

12 Eylül Faşizmi, TC’nin özü ve özetidir!

12 Eylül ile gerçek ve tutarlı bir hesaplaşma, kaçınılmaz olarak TC’nin var oluş, kuruluş ve sürdürülüş felsefesi ve çizgisiyle hesaplaşma anlamına gelir.

12 Eylül ve Diyarbakır Zindanı, Kürtler ve Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi için bir rastlantı mıydı? Yoksa TC açısından “sınırlarını aşan” bir “aşırılık” mı?

TC’nin Kürdistan ve Kürdistan Ulusal Hareketi karşısındaki politikası atlanarak, 12 Eylül ve Diyarbakır Zindan gerçeği kavranamaz. Günceldeki tartışmalarda ve dökülen sahte gözyaşlarında es geçilen, bilinçli olarak gözlerden ve bilinçlerden kaçırtılan budur!

Oysa darbe liderlerinin açık itiraf belgelerinde ve daha da önemlisi yaşadığımız somut pratiklerde gördüğümüz gibi, 12 Eylül faşizminin açık hedefinin başında KUKM ve topyekûn Kürt halkı vardı. İşkence ve vahşetin temel nedeni buydu; yoksa tek tek kişilerin, ya da askeri darbenin “aşırı” bir davranışı değildi. Kürdistan’da sömürgeci sistemi bir özel savaş rejimi olarak yeniden yapılandırma, bunu yaparken şiddet ve vahşeti dizginlerinden boşaltarak yapma, işte bu, TC’nin Kürdistan politikasının özü ve özetiydi.

Diyarbakır, bu öz ve özetin gerçekleştirildiği bir laboratuvarı, en kanlı gerçekleşme biçimi oldu. Burada 12 Eylül Faşizmi ile Diyarbakır vahşeti arasındaki ilişki bu kadar kesin, açık ve dolaysızdır. O nedenle Diyarbakır hakkında “duygusal” laflar etmek, ama onun arkasındaki temel politik çizgi hakkında tek bir söz söylememek, bayağı bir ikiyüzlülükten öte sömürgeci siyaset tüccarlarının sefaletini gözler önüne sergiliyor… Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması, özellikle Diyarbakır zindanı ile ilgili bölümü böyle bir sefaletin tiksinti uyandırıcı bir versiyonu olmaktadır.

Diyarbakır vahşeti, vahşi bir politikanın, bir halkın her şeyi ile inkârı ve imha çizgisinin vahşi ve en kısa sürede sonuç alma uygulamasıdır!

Bu vahşeti doğuran ve yaratan TC’nin Kürdistan politikası hakkında tek bir söz söylemeden Diyarbakır üzerine “gözyaşı” dökmek, tam anlamıyla “Timsah gözyaşları” değilse nedir? Bilinir, timsah karnına indirdiği “avını” sindirmeye çalışırken, gözyaşı döker! Erdoğan’ın da “Diyarbakır gözyaşları” timsah gözyaşlarından öte bir anlam ifade etmiyor.

Diyarbakır Zindanının bir yüzü, TC’nin Kürdistan politikasının vahşi uygulaması iken, diğer yüzü ise, bu politika ve vahşi uygulamasına karşı devrimci yurtsever tutsakların destanlar yaratan tarihsel direnişleridir. Bu direnişler olmasaydı, bu direnişlerle TC’nin Kürdistan politikasının bu zemindeki hedefleri boşa çıkarılmasaydı, bugün, belki de Diyarbakır zindanından söz etmeyeceklerdi. Daha sonraki direniş süreçleriyle Diyarbakır arasındaki kopmaz ilişkiden de söz etmeyeceklerdi. Daha da önemlisi 1984’ten sonra Kürtlerin tarihinde bir kilometre taşı işlevini gören 15 Ağustos Atılımı da olmayabilirdi. Bu nedenle Diyarbakır Zindanındaki direnişlerin tarihsel bir anlamı vardır. Bu direnişlerden söz etmeden Diyarbakır’dan söz etmek, Diyarbakır’ı sadece vahşet ile açıklamak gerçekliğin hakkını teslim etmemek anlamına geliyor. Bugünkü tartışmalarda genel olarak yapılan budur!

Unutulmasın ve unutturulmasın ki, Diyarbakır’ı esas olarak Diyarbakır yapan tarihsel Direnişlerdir; Hayri, Mazlum, Kemal, Ferhat ve diğer yoldaşlarımızın öncülük ettiği tarihsel direnişlerin kendisidir!

Diyarbakır’ın yıktırılmasına en büyük direnişlerle karşı çıkmak ne kadar temel bir görevse, aynı zamanda, Diyarbakır Zindanını müze yaparken onun tarihsel direnişlerini öne çıkarmak, bu yönün önde olduğu vurgusunu yapmak en az diğer etken kadar önemli ve büyük bir direnişi gerektiriyor. Diyarbakır Zindan karanlığında vahşetin neden olduğu çığlıklara saygının, bu vahşete karşı her şeyini ortaya koyarak direnenlere ve bu uğurda yaşamlarını verenlere saygının kaçınılmaz gereği böyle bir yaklaşımı gerektiriyor.

Bu, aynı zamanda sahte gözyaşlarını, “Timsah gözyaşlarını” deşifre etmenin de kaçınılmaz bir gereğidir!

Diyarbakır sadece vahşetin değil, DİRENİŞİN kalesidir! Vahşetin büyüklüğü, onun arkasındaki politikanın korkunçluğu, Direnişlerin büyüklüğünü ve tarihselliğini koşullamıştır!

Tarihsel Zindan Direnişleri, birer tepki hareketi değil, politik bir çizgi, inanç ve iddianın en üst düzeyde, en cesur ve özverili bir biçimde ete kemiğe bürünmesidir!

Bütün bunlar bir bütünlük ve tarihsel arka planıyla kavrandığında Diyarbakır ve onu üzerinde yapılan tartışmalara bir anlam verilebilir, bu konuda doğru bir tutum geliştirilebilir!

7 Eylül 2010

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter