M. Can YÜCE / Hemen hemen herkesin, her yerde, ciddi tartışma ve “dost sohbetlerinde” sorduğu soru bu… Son dönemlerde yapılan tartışmalar, “görüşme” veya “müzakereler”, iç ve dış “temaslar”, Kürdistan sorunu ekseninde bazı gelişmelerin olabileceği beklentisini, “umudunu” yaratmış, bu doğrultuda kafalarda soruların oluşmasına vesile olmuştur…
“Bir şey çıkar mı?” Bu sorunun kesin yanıtı yok veya herkesin anlayış ve beklentisine göre bir yanıtı var. Bize göre, beklentilerin tersine yakın gelecekte “bir şeylerin” çıkmayacağı yönündedir. TC’nin iflah olması mümkün mü? Ya da ne kadar?
Aslında ortada tam anlamıyla bir çok paradoks var. Hem Türk devleti, hem de PKK açısından…
Hemen hemen her çevre ve kişinin kabul edip değerlendirdiği gibi, Türk devleti, “askeri çözüm” konusunda tam anlamıyla bir başarısızlığı, çözümsüzlüğü ve açmazı yaşıyor. Açmaz, salt askeri değil, aynı zamanda ideolojik ve politiktir de! Askeri başarısızlığı temellendiren de bu ideolojik ve politik başarısızlığın kendisidir!
Açıkçası resmi çizgi, Kürtleri inkar ve imha ideolojisi ve politikası iflas etmiştir. Var olan çizgi ve politik-pratik uygulamalarla sonuç almak mümkün değildir; bunu resmi ağızlar, onların “sivil” sözcüleri açıkça teslim etmek durumunda kalıyorlar…
Bir an önce başka yöntem ve politikalar devreye sokulmazsa sorunun daha da ağırlaşacağını, karmaşık boyutlar kazanacağını, verilecek faturanın daha da büyüyeceğini, “Kürt tarafının çıtasının” daha yükseleceğini itiraf etmekten geri durmuyorlar…
Bununla birlikte ciddi bir paradokstan da kurtulamıyorlar. “Çözümün” içeriği, sınırları ve ana başlıkları nedir sorusuna yanıt vermekte büyük güçlükler yaşamadan edemiyorlar.
“PKK sorununun çözümünde kilit nokta, af ve Öcalan’ın durumudur”, bu konuda net ve cesur bir tavırları olacak mı?
Kürt sorununun dillendirilen düzen içi “çözümünde” kilit noktalar birden çoktur. Anadilde eğitim, Kürtçenin “resmi yaşama” girişi ve o alanda tutacağı yer; Kürt kimliğinin açık ve net olarak anayasaya girişi ve yerel yönetimleri güçlendirmeyi heddefleyen “Demokratik Özerklik” konularında nasıl bir görüş ve tutumun geliştirileceği konuları kocaman sorular olarak orta yerde durmaktadır; bu konuda ortaya çıkan işaretler pek “umut verici” değildir!
Ancak bu önemli sorulara rağmen resmi çizgi ve uygulamaların iflasının tartışılması, bunun ifade edilmesi önemlidir, bakış açılarında sömürgeci, egemen ve üstenci yaklaşım ve “ruh” varlığını bütün ağırlığıyla devam ettirmesine rağmen var olan tartışmalar, hem bir çıkmazı, hem de bir arayışı anlatıyor!
Öte yandan devlet, bir yandan İmralı’da belli bir “görüşme sürecini” devam ettirirken, yani “çözüm” yönünde belli işaretler verirken, bir yandan da “Güvenlik tedbirlerini” geliştirmekten de geri durmamaktadır. Diğer sömürgeci devletlerle artan görüşme trafiği, Güneye askeri müdahale Teskeresinin yenilenmesi doğrultusunda atılan adımlar ve “içte” aralıksız devam eden operasyonlar, bunlardan sadece bir kaç örnek olarak sayılabilir…
Aslında bu, bir çelişki değildir. Birbirini tamamlayan unsurlardır. Öyle de olsa yine de bir açmazı, resmi çigi ve pratikte, aynı anlama gelmek üzere çıkmazda ısrarı, “politik çözüm” konusundaki tereddüt ve ikiyüzlülüğü yansıtmaktadır…
PKK açısından da açmazlar, paradokslar var. TC’nin esnemez ve kendisini düzenlerine kabul etmedeki açmaz ve sindirimsizliği, PKK’nin var olan çizgi ve programını sayısız kez açmazla karşı karşıya bırakmıştır. Bazı TC’nin “Akil adamları”, “1999-2004 yılları, bizim için büyük bir fırsattı, bu dönemde bazı adımlar atılsaydı, PKK sorunu büyük ölçüde çözülürdü, ama bu fırsat değerlendirilmedi” derlerken, bir yandan TC’nin açmazını, aynı zamanda da PKK resmi çizgisininin açmazını anlatıyorlardı…
TC, en sıradan istem ve düzene bağlanma istelerini reddederken PKK resmi çizgisini zora sokuyor, buna karşılık özünde devrimci olan Kürt halk dinamiğinin daha da radikalleşmesine etkide bulunuyordu. Sayısız kez ortaya çıktığı gibi, Kürt halk direnişi ne TC’nin düzen sınırlarına, ne de İmralı çemberine sığmaktadır, her ikisini de aşan özellikler taşımaktadır. Bunun en somut örneği Habur karşılaşmasıdır. Ellerinde “Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olma” kararıyla gelen grubu, “Zafer” heyecanı ve coşkusyla algılamıştır. Bu algayış ve kutlayış, hem “Açılımın” sonunu getirmiş, hem de “Demokratik Türkiye ulusu” safsatasının iflasını belgelemiştir!
Bugün özünde, TC’nin resmi çizgisinin açmaz ve paradokslarını etkin bir biçimde tartışma konusu yaptıran da anılan bu Kürt halk dinamiğinden başka değildir!
Bu dinamik, hem TC’yi “çözüme” zorlayan etken, hem de en büyük korkusudur! Korkuları, “ya atılacak adımlar işe yaramazsa” noktasında düğümlenmektedir!
Bu devrimci dinamik, İmralı’nın en temel ve büyük “kozu” niteliğindedir! İlginçtir, bu dinamik, tek kişiye dayalı Öcalan iktidar sisteminin daha da derinleşmesinde kulllanılan en temel güç kaynağıdır! Bu da anılan dinamiğin paradoksudur!
Bütün bu paradokslar birlikte değerlendirildiğinde “Bir şey çıkar mı” sorusunun yanıtı da önemli ölçüde açığa çıkmış olur!
5 Ekim 2010