0 0
Read Time:3 Minute, 30 Second

gerilla2M. Can YÜCE / KCK-PKK yönetimi, yaptığı açıklama ile hem İstanbul’daki eylemle bir ilişkilerinin olmadığını, hem de “Eylemsizlik kararını” genel seçimlere kadar uzattıklarını açıkladı. Daha önce yapılan açıklama ve değerlendirmeler, böyle bir kararın işaretlerini veriyordu. Bu tutum, İmralı sürecinden bu yana izlenen çizgi ile “tutarlı” ve onun bir gereğidir; dahası, taktik politika açısından kendilerine, yasal zemindeki çalışmalarına geniş bir manevra alanı kazandırabilecek bir adımdır! Ancak biz bu son karar üzerinde durmak ve değerlendirme yapmak eğiliminde değiliz. Esas olarak bundan kısa bir süre önce yapılan ve daha önce de birkaç kez tekrarlanan temel bir yaklaşım ve bunun stratejik-politik ve ruhsal arka planı üzerinde durmak istiyoruz.

Radikal’den gazeteci Ertuğrul Mavioğlu soruyor, Murat Karayılan yanıtlıyor; “mealen” şöyle diyordu:

“Ortaya çıktı ki, devlet bizi yenilgiye uğratamaz! Ama biz de devleti yenilgiye uğratamayız!”

 

Karayılan, bu yargısını gerekçelendiriyor, ortada bir “pata” durumu olduğunu söylüyor; bu durumun her iki tarafa da zarar verdiğini, devamının kayıpları daha da büyüteceğini, bundan dolayı barış sürecinin her iki taraf için de kaçınılmaz olduğunu belirtiyor…

Barış ve uzlaşma isteminin yukarda özetlenen “Pata durumuna” dayandırılması, ilk planda “tutarlı” gibi görünebilir. Ancak bu yaklaşımın çok boyutlu tahliline girildiğinde “Kürt tarafı” açısından önemli stratejik duruş sorunlarının olduğunu çok net bir biçimde gösteriyor.

“Devleti yenilgiye uğratamayız” sözü sıradan bir cümle değildir. Bu, stratejik bir kırılmayı, aynı zamanda bugüne dek sürdürülen direnişin kendisiyle, özü ve kapsamıyla bir paradoksu anlatıyor.

Bu stratejik kırılmanın, ideolojik ve programatik kırılmaya dayandığı, kaynağını bundan aldığı çok açık, bunu bugüne dek sayısız kez yazıp değerlendirdik, tekrarlamanın bir gereği yok!

Anılan ideolojik ve programatik kırılmanın anlamı, devletle en geri noktada uzlaşma, daha doğru bir ifadeyle devletin temellerine dokunmadan devlet ve düzen içinde bir kendine bir yer edinme veya devlet tarafından kabul edinme istemine dayanıyor; bu, kendilerinin azami programları ve stratejik hedefleridir!

Elbette bu stratejik yaklaşımın, yani devlet tarafından kabul edilme, bu düzen ve devlet içinde kendini var etme programı kendi içinde “sorunludur”. Sorulması gereken temel soru şu:

Yenilgiye uğratılmayan, belli ölçülerde de olsa iradesi kırılmayan bir devlet, en sıradan hakkı teslim eder mi? Ya da neden, hangi gerekçelerle bu hakların teslimini kabul etsin?

Diyelim ki bu karşılıklı “Pata –yenişemem- durumu” devleti herhangi bir adım atmaya zorlamadı, yöneltmedi. Bu durumda ne olacak, ne yapılacak?

Devleti yenilgiye uğratabileceğine inanmayan bir hareket ve halk, bu “pata durumunun” sürüp gitmesine ne kadar dayanabilir? Başarı ve zafer inancı olan, bu konuda bir zaaf yaşamayan bir hareket ve halkın dayanma gücü, hiç kuşkusuz, tartışmasızdır; bunun sayısız kanıtı, sayısız örneği vardır. Ama aynı şeyi umudunu “pata durumunun” sonuçlarına bağlamış bir hareket için söylemek mümkün mü?

Devleti yenilgiye uğratabileceğine inanmama durumunun, belli ki, düşünsel ve ruhsal derinliklerindeki bir umutsuzluğu dışa vuruyor. Bu da paradoksun başka bir boyutunu anlatıyor.

Oysa program ve strateji şöyle kurulsa ve özümsense bunun stratejik, taktik, pratik, ruhsal sonuçları farklı olur: Devleti ve onun sömürgeci sistemini yenilgiye uğratmak ve bağımsızlık ile özgürlüğü kazanmak mümkündür! Yani geleceği özgür bir zeminde kurma istemi stratejik bir hedef olarak kurulsa; o zaman sıradan haklardan özerkliğe, eşit hak ve özgürlüklere dayanan federasyona ulaşmak daha bir olanaklı hale gelir! Ama programatik çıta en alt düzeyde alındığında kazanmanın olanak ve olasılıkları aynı düzeyde sınırlı, daha doğrusu kuşkulu olur!

Açık ki, direnmek çok önemli bir şeydir; ama daha da önemli ve belirleyici olan, kazandıracak olan stratejik duruşun sağlamlılığı, bunun iradesinin olmasıdır. Yani sonuna kadar gitme, kazanma bilinci, inancı ve ruhu, bunların toplamı anlamında kazanma iradesinin varlığı belirleyicidir; direnişi belirleyen ve anlamlandıran da bundan başkası değildir!

Kazanma iradesi nedir? Kazanma iradesi, bağımsız bir stratejiye sahip olma ve bunun başarma bilinci ve iradesi, “imkânsızı isteme” ve bunun düşünsel, ruhsal ve eylemsel donanımına sahip olmak değilse nedir?

Direniyorsun, ama mücadele ettiğin gücü yenemeyeceğini söylüyorsun! Peki, sormazlar mı? O zaman niçin, hangi amaç ve hangi bilinç ve inançla savaşıyorsun?

“Demokratik Özerklik” için mi? Genel bir af için mi? Ya da başka bir amaç için mi?

Bütün bu amaçları gerçekleştirmenin yolu, savaştığın gücün, devletin iradesini şu veya bu düzeyde kırmaktan, en azından “esnetmekten” geçmez mi?

Eğer verilen mücadeleye “savaş” deniliyorsa, savaşın teorik ve politik anlamı bu değilse nedir?

Belli ki, ortada ciddi bir stratejik kırılma var, bu, ideolojik ve politik programatik kırılmadan kaynaklanıyor. Bu gerçeklik, Kürdistan direnişinin temel paradoksunu, manevra alanını daraltan, en alt düzeye indirgeyen bir durumdur!

Öncelikle aşılması gereken de bundan başkası değildir!

2 Kasım 2010

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter