0 0
Read Time:4 Minute, 24 Second

balikciM. Can YÜCE/ İki gündür Neşe Düzel’in “Balıkçı” ile yaptığı röportaj (Taraf Gazetesi, 8-9 Kasım 2010) gündeme damgasını vurdu, en azından Kürtlerin gündeminde önemli bir tutuyor. Dikkatle izlenen bu röportaj devam edecek, tamamlandığı zaman daha bütünlüklü değerlendirmeler yapmak mümkündür. Ama süren süreçle ilgili bilinen veya tahmin edilen birçok ipucu şimdiden ortaya çıkmış bulunuyor. Bunları değerlendirmek, bazı soruları bir kez daha ortaya koymak gereklidir.

31 Ekimde “Eylemsizlik” kararının genel seçimlere kadar uzatılması, bu bağlamda yapılan açıklama, Öcalan’ın avukatları aracılığı ile yaptığı açıklama ve verdiği mesaj sürmekte olan sürecin nitelikleri hakkında önemli ipuçları vermektedir.

Neşe Düzel’e açıklamalarda bulunan “Balıkçı”nın söyledikleri bu ipuçlarını daha da güçlendirmekte, belli ölçülerde doğrulamaktadır. Öcalan ve Karayılan’ın açıkça ifade ettiği, TC Cumhurbaşkanı ve başbakanın dolaylı olarak doğruladığı “İmralı görüşmeleri” bağlamında bir süreç işlemektedir.

Bu dönemde “Balıkçı”nın ortaya çıkması ve geniş açıklamalarda bulunması, yaptığı açıklamalarda sürecin ana çizgileri hakkında bilgiler vermesi, aslında, bir kamuoyu oluşturma operasyonudur! Daha çok da Türkiye kamuoyunu Öcalan ve PKK konusuna, bu bağlamda geliştirilecek süreci yedirme ve alıştırma hareketi niteliğindedir. Kullanılan üslup ve verilen politik mesajlar, af konusunda söyleneneleri, öteden beri oluşan ve oluşturulan “duyarlılıkları” törpüleme girişimi olarak değerlendirmek gerekir.

Belli ki, 31 Ekim “Eylemsizlik kararını” uzatma tutumundan önce İmralı’da yapılan “Görüşmeler” belli bir noktaya getirilmiş ve bu karar bunun sonucu alınmıştır. Karar ile birlikte yapılan açıklamada Öcalan’ın gönderdiği mektubun değerlendirildiği ve kabul edildiği vurgulanmaktadır. Bunu Öcalan da “Görüşme Notlarında” açıkça vurgulamaktadır. “Balıkçı” da bu durumu çok net ifade etmektedir. Neşe Düzel’in “PKK ile devlet sorunu çözmek için nasıl bir anlaşmaya vardı ya da bir anlaşmaya vardı mı” sorusuna “Balıkçı”, çok net yanıt veriyor:

PKK’den ziyade, devlet ile Öcalan bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşmanın uygulama alanında bir yanda PKK’den istenenler var, diğer yanda devletten istenenler var. PKK bunları yerine getirecek mi göreceğiz.”

Bu sözlerin ayrıntılarına geçmeden önce önemli bir noktanın altını çizmek durumundayız: Anılan “anlaşma” sürecinde dikkat edilirse daha önce aracı olarak kullanılan avukatlar bu kez devre dışı bırakılmıştır. Öcalan’ın gönderdiği 5 sayfalık mektup devlet eliyle Kandil’e ulaştırılmıştır! Bu yol ve yöntem neden seçildi, bir rastlantı mı, yoksa başka nedenleri mi var? Bu soruların yanıtları önemlidir; sürecin nitelikleri ve ayrıntıları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır.

Açık ki devlet, bu kez işi biraz daha “sıkı” tutmaya çalışmaktadır. 5 Sayfalık mektupta dile getirilen görüş ve koşulların, istemlerin, belki de dayatmaların Kandil’deki dar bir grubun dışında kimsenin bilmesini ve öğrenmesini istememiştir. Bu nedenle “Operasyon” son derece dar ve içeriği “çok gizli” tutulmuştur! Öcalan da avukatlarıyla yaptığı son görüşmelerde bu mektubun içeriğine girmemeye özen göstermiş, bunun yerine “Çatı ve tarafsız devlet” kavramıyla TC’nin varlığını ve belli rötuşlara uğratılmış niteliklerini Kürtlere ve demokrat kamuoyuna yedirme çabasını sergilemeyi yeğlemiştir. Sürdürülen sürecin Kürt tarafını oluşturma hedefinin gereği de budur zaten!

Peki, içeriği bu kadar gizli tutulan “görüşmeler” sürecinde Öcalan’ın dışında görüşü ve önerileri alınan, kaygıları ve duyarlılıkları hesaba katılan “Kürt tarafı” var mı?

Devlet “tam yetkili” bir “heyetle” “görüşme” sürecini geliştirirken, neden Kürt tarafı bu süreci mutlak yetkilere sahip tek bir kişiyle hem de tam tecrit altında “mahkûm” tutulan bir kişiyle sürdürmek zorunda bırakılıyor, ya da böyle bir duruma “mahkûm” ediliyor?

Burada bir terslik yok mu? “Kandildekiler”, bu karar sürecinin etkin bir parçası mı, yoksa sadece İmralı’da tek başına ve çok gizli bir biçimde alınan kararların meşrulaştırıcı ve uygulayıcı “unsurları” mıdır?

Bu sorular, sadece yöntem ve “teknik” konulara ilişkin sorular mı, yoksa bir halkın kaderini doğrudan ilgilendiren temel bir konuda “karar sürecinin” tersliğini ve bu tersliğin onulması güç sonuçlarına işaret eden, “esasa” ilişkin temel sorular mı?

Bunlar, Kürtlerin, “Dağdakilerin”, PKK’nin tartışması gereken temel sorulardır. Yoksa “Devlet Önderliğimizi muhatap alıyor, onunla bir görüşme süreci yürütülüyor, görüşme süreci müzakere sürecine doğru evriliyor” gibi sadece kendini kandırmaya dönük bir gerekçelendirmeyle anılan sürecin etkin bir “müdahili” haline gelmek mümkün değildir! Yine bu tarzda sürdürülecek “ulusal birlik” sözlerinin samimiyetten uzak boş sözler olduğu bir kez daha ortaya çıkacaktır!

Belli ki devlet de belli ölçüde “akıllandı”, 1999’da İmralı süreciyle birlikte kendisine altın tepside sunulan “fırsatı” bu kez değerlendirme kararında görünüyor. Bu kez “verecekleri” 10 yıl öncesine göre biraz daha fazla olacaktır, ama bu “fazlalığın” esasa ilişkin değil, “niceliğe” göre olacağını biliyor.

Öcalan’ın dile getirdiği ve devletten istediği talepler bellidir; bunlar, 10 yıldan fazla bir süredir çok net bir biçimde ifade edilmektedir. Kürtlere, yapılacak “yeni” bir ulus tanımı ile örneğin “Türkiye ulusu” veya “Türkiye vatandaşlığı” gibi bir tanımla anayasada yer verilecek, Kürtçe TV ve radyo hakkı, sınırlı bir “anadil” öğretimi ve eğitimi, Kürtçe adların iade edilmesi, seçim barajının indirilmesi, yasal siyaset alanının biraz daha genişletilmesi, Kürdistan’da ekonomik alt yapının canlandırılmasına dönük kimi girişimler, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve yetkilerinin arttırılması, genel af ve bu bağlamda gerillanın silahsızlandırılması, bunların “topluma kazandırılmasına” dönük projelerin yapılması; buna karşılık devletin varlığı ve temel niteliklerinin bir “çatı” olarak kabul edilmesi… İşte varılacak anlaşmanın genel kapsamı ve içeriği bunlardan başkası olmayacaktır!

Kısa vadede PKK’den istenenler de bellidir: “Eylemsizlik sürecine devam”, güçlerin Güneye kaydırılması ve İmralı’ya mutlak itaate devam, farklı bir ses ve eğilime izin vermeme gibi…

Bundan dolayı işletilen süreç, Kürt halkını  eşit bir taraf olarak kabul eden bir “barış ve uzlaşma süreci” mi, yoksa tasfiye süreci mi sorusunu eksen alan bir tartışma yapmak önemlidir; Kürtlerin direnişlerinin, ödedikleri ağır bedellerinin boşa gitmemesi açısından bu tartışma önemlidir. Dahası bu sürece daha etkin bir müdahale içinde bulunmak, bunun araç, yol ve zeminlerini yaratmak kaçınılmazdır!

9 Kasım 2010

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter