M. Can YÜCE / Bir önceki yazımızda üzerinde ayrıntılı durmamız gereken üçüncü soruyu hatırlamakta yarar var. Bu, aynı zamanda gerekli bağlantıları kurmamıza da yardımcı olacaktır. Sorumuz şu:
“PKK’de sahiplenilmesi ve reddedilmesi gereken temeller, gerçekler, pratikler nelerdir?”
Satır başlıkları biçiminde özetlemek gerekirse:
Bir: PKK, devrimci bir ihtiyacın ürünü olarak doğdu. Bu devrimci ihtiyacın ideolojik ve politik düzeyde kavranması, bunun bir program, bir strateji olarak belirlenmesi, bunun politik araçlarının oluşturulması gerekliydi. Bu gerekliklerin karşılanması, kuşkusuz, içinden geçilen tarihsel, toplumsal ve kültürel koşulların etkisinde olacaktı; buna rağmen sömürge Kürdistan tespiti ve bundan kurtuluş mücadelesinin geliştirilmesi, bunun devrimci tarzda yapılması doğru ve sahiplenilmesi gereken bir değerdir!
İki: Kurtuluş ideolojisi olarak sosyalizmin seçilmesi, rastlantı değil, temelli nedenlere dayanıyordu. O koşullarda sosyalizm ve emekçi perspektifi de Kürdistan sorununun kavranışında ve mücadelesinde temel ideolojik bir silahtı. Bugün de kendini aşmış ve gerekli dersleri özümsemiş sosyalizmin Kürdistan Kurtuluş sorununda temel bir rol oynayacağından kuşku yok.
Üç: 1970 ve sonraki yıllarda sömürgeci sisteme karşı verilen mücadele ve sergilenen direnişler haklı ve meşrudur. Bu bağlamda;
Dört: Başta Diyarbakır olmak üzere zindanlarda sergilenen direnişler, mahkemelerde yapılan politik savunmalar, haklı ve meşru olduğu kadar, Kürdistan tarihine damgasını vuran devrimci direnişçiliğin, ’70 yıllarda şekillenen Kürdistan Devrimciliğinin özünü ve ruhunu oluşturmaktadır. Bu dönemde bu devrimci direnişçiliğin PKK’de cisimleşmesi boşuna ve rastlantı değildir, samimi ve tutarlı devrimciliğin bir gereğidir! 14 Temmuz Direnişi bu çizginin en somut zirvesi niteliğindedir.
Beş: 15 Ağustos Atılımı, özünde 14 Temmuz direnişçiliğinin eylemsel bir devamı ve o çizginin somut kurtuluş pratiğine dönüştürülmesidir! Devrimci bir güç olmadan, devrimci bir güç yaratılmadan, bu devrimci güç tüm bir halkı kavramdan kurtuluş, bağımsızlık ve özgürlük adına tek adım atmak, sıradan bir mevzi kazanmak mümkün değildir. 14 Temmuz ve 15 Ağustos çizgisi bu gerçekliğin en somut kanıtlarıdır. Bu, ne kadar gerçekse, aynı şekilde yaratılan, biriktirilen ve yönetilen bu gücün yaratma, kullanma ve yönetme biçimi ve nitelikleri de o kadar sorunludur; bu sorunlu alan, aynı zamanda sosyalizmin, yeni toplum projesi iddiasındaki hareketlerin çözmek zorunda oldukları temel bir sorundur! (Bu konunun tartışmasına geleceğiz.)
Altı: Halkın gerillayı sahiplenmesi ve “Serhildanlar” olarak tanımlanan halk hareketi, Kürt halkının kendi sorunlarına ve taleplerine eylemli sahip çıkması demekti. Bu, aynı zamanda bir halkın eylemli olarak politik alana çıkması anlamına geliyordu. Ancak bununla birlikte bu politik alana çıkış, halkın özgürleşmesi, her koşulda düşünce ve ifade özgürlüğüne kavuşması anlamına gelmiyordu. Bu nokta bugün de “politikleşen halkımızın” en temel özgürleşme sorunlarından biridir. Bu özgürleşme sorunu, esas olarak mücadele sürecinde oluşturulan gücün yönetimi sorunuyla doğrudan ilişkilidir! Yani özgürleşmek ve politikleşmek, sadece sömürgeci ve gerici düzene karşı durma, karşı mücadele etme düşüncüsü ve eylemi değildir; daha da önemlisi, bu politikleşme ve politik güç haline gelme sürecinde, gerçekten gücü etkileme, gücün kullanımı ve yönetilmesi sürecinde gerçek anlamda söz ve karar sahibi mi sorusu özgürleşmenin can alıcı sorunu olmaktadır!
Yedi: PKK içinde devrimci değerlere ve çizgiye sahip çıkan kadrolar ve bunların başarısızlığa da uğrasa da direnişleri olmuştur. Bu resmi tarihe “tasfiyeci”, “hain” olarak geçirilen devrimci direnişleri sahiplenmek, özünde Mazlumların PKK’sine sahip çıkmak demektir, bir bakıma onun kaçınılmaz bir gereğidir! Semir’den Şener’in Vejin’e, oradan İmralı teslimiyetine kafa tutan devrimci çıkışlara sahip çıkmak kendi devrimci değerlerimize ve emeklerimize sahip çıkmanın bir gereğidir.
Sekiz: İmralı sürecine, onun ideolojik ve politik tersine dönüş, tasfiye sürecine rağmen halkın görünürde en alt düzeyde ulusal ve demokratik taleplerine sahip çıkması önemlidir; bu, aslında Kürdistan devrimci dinamizminin bir biçimiyle kendisini dışa vurmasıdır. Bu da sahiplenilmesi ve devrimci bir kanala yönlendirilmesi gereken bir değerdir.
PKK ve onun damgasını vurduğu harekette sahiplenilmesi gereken noktaları en genel ve kaba çizgileriyle bu biçimde özetledikten sonra şimdi de reddedilmesi gereken noktaları özetlememiz gerekir:
Dokuz: ‘70’li yıllarda sola ve “halk içi çelişkilere” şiddet araçlarıyla müdahale etme, hatta bunu politik güç haline gelebilmenin bir silahı olarak görme ve kullanma anlayışı ve pratiği reddedilmelidir! Sol içi şiddetin nedenleri kuşkusuz çok boyutludur. Esas olarak politik bir anlayış ve kültürden, toplumsal verili politika yapma anlayışı ve geleneğinden beslendiğini, şimdilik, sadece belirtmekle yetinelim.
On: Güç biriktirme, güç olma, gücü kullanma ve yönetme anlayışı, özelikle PKK’de sorunludur, bu, sadece PKK’ye de özgü bir sorun değildir; ama PKK’de en uç boyutlarda yaşanmıştır ve sonuçları itibarıyla büyük acılara neden olmuştur! Bu bağlamda, PKK içinde farklı düşünenleri ve her türlü farklılığı şiddetle bastırma pratiği olan ve resmi olarak “Antep Hizbi” diye ifade edilen pratik, despotik iktidar ilişkilerinin kurumlaşmasında, çok yönlü bir işlev görmüş, farklılıkları şiddetle bastırma ve susturma anlayışı ve pratiğinin içselleşmesinde çok temel bir rol oynamıştır! Anılan pratiği ve dayandığı anlayışı reddetmek, nedenleri ve ortaya çıkardığı sonuçları bütün ayrıntılarıyla değerlendirmek doğru ve özgürlükçü bir anlayışa ulaşmak bakımından kaçınılmazdır!
On bir: 2. ve 3. Kongre arasında Resul Altıok ve Çetin Güngörlerin şahsında gerçekleştirilen tasfiye ve kanlı bastırma pratiği, 3. Kongrede gerçekleşen Öcalan darbesinin ön ve hazırlık aşamaları olmuştur. Bu aşama, tek kişiye dayanan despotik iktidar ilişkileri, mekanizmaları ve sisteminin de kanlı pratiği olmuştur. Bu kanlı pratik, aynı zamanda despotik iktidar mekanizmaları kadar kültürünü ve giderek kadrolarını da yaratacak, bunun yolunu döşeyecektir!
On iki: PKK 3. Kongresi, Öcalan’ın PKK’de iktidar iplerini hemen hemen tümden eline geçirdiği, kedisi dışındaki “iktidar seçenek ve olanaklarını”, bunun kadrolarını susturduğu, bu suskunluğu bir çizgi ve kişiliğe dönüştürmenin temellerini döşediği, “Kongre çözümlemeleriyle” bunu ideolojik ve politik “meşruiyete” kavuşturduğu bir platform olmuştur. Bu, PKK tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra devrimin emekçileri çalışmış, direnmiş, yaratmış, emek ve değer yaratmış, ama bunlara ve kendisine sahip çıkamamıştır; buna karşılık, kendisini “Parti Önderliği” olarak tanımlayan ve yücelten Öcalan, yaratılan her şeye sahip çıkmış, partinin ve onun adına yaratılan her şeyin tek sahibi olmuştur! O, artık “her şeydir”, onun dışındaki partililer ve halk ise “hiçbir şey” olmuştur! Başka bir ifadeyle O her şeyin yaratıcı, diğerleri ise “yaratana mahkûm” ve borçlu “günahkârlar topluluğu” oluvermiştir. Giderek bu bir politik iktidar sistemine, kültürüne ve “gerçeğine” dönüşmüştür! Elbette bu iktidar sistemine, kültüne ve kültürüne karşı durmak, buna karşı mücadele etmek, sadece devrimciliğin değil, aynı zamanda sıradan demokratlığın da kaçınılmaz bir gereğidir.
Bu iki karşıt, ama aynı zamanda aynı “bütünde”, PKK’de varlık bulan çizgiyi ve gerçekliği daha önceki yazılarımızda ayrıntılı olarak değerlendirdik. Şimdi sadece bir özet vermekle yetindik. Bu bölümü bir önceki yazımızdan bir alıntıyla tamamlamak istiyoruz. Gelecek yazımızda ise Güç biriktirme ve kullanma sistemi, yani iktidar sistemi hakkında yazacağız. O zaman PKK’deki iktidar sisteminin teorik ve pratik temelleri daha iyi kavranacaktır, kanısındayız. Şimdi bu bölümün son sözü:
“Bir: Devrimci programı, ideolojisi ve direnişçi pratiğiyle, direnenlerin, sembolik ifadesiyle Mazlumların PKK’si… İki: Bu düzen ve sistemle uzlaşmayı ve bu düzen tarafından kabul edilmeyi bir çizgi hailine getiren, süreç içinde devrimci emekçi çizgi ve kadrolarının tasfiyesini bir iktidar olma ve iktidar tarzı haline getiren, orta ve egemen sınıflara dayanan tek kişiye dayalı despotik iktidar sistemini kurumlaştıran Öcalan PKK’si…
En genel anlamda birincisine sahip çıkmak, ikincisini reddetmek, hem doğru bir tarih anlayışının, hem de devrimci ideolojik ve politik çizginin kaçınılmaz bir gereğidir!”
Devam edecek…
30 Kasım 2010