0 0
Read Time:8 Minute, 18 Second
SANAT’IN İŞLEVİ VE GÖRME BİÇİMLERİ ÜZERİNE- 1
Sanat, sanatçı, sanatkâr vs. tüm bu sıfatların görünümde ayrı olduğu izlenimini ediniriz ve sonra bu sıfatlara farklı biçim, içerik bağlamında birer fonksiyon yükleriz! Bunun nedeni olayları, olguları kendi işleviyle orantılı olarak ele almamızdan kaynaklanan düşünce yapımızdan dolayıdır.

“Görme konuşmadan önce gelmiştir, der John BERGER; Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.” (*)
Görme, tanıma ve dokunma toplumsal sürecin tarihsel, kültürel açıdan gelişimini kavramamız insanın üretim faaliyetiyle birlikte yarattığı değerleriyle mümkün olmuştur.
Nedir bu değerler? 
Üretim!

 Demek ki üretim faaliyet alanı konuşmaya başlamadan önce vardır ve biz bu var olanı algılamaya, görmeye, dokunmaya başladığımız an bizim iç yetilerimizin hareketi başlar.  İşte bu hareketten doğan üretime sanat deriz.

Sanat toplumsal gelişmenin hem öncüsü, hem de sancısı olmaktadır.

Tarihte ilk sanat konuşmanın aracı olarak şekiller biçiminde ortaya çıkmıştır. Yani insan gördüğünü bir başkasına anlatabilmesi için şekiller biçiminde tarif ederek anlatmasıyla söz konusu olmuştur. Harflerin bulunması ve ilk mağara resmileri ile el aletleri bu dönemin ürünüdür. Bu dönemin sanatı zorunluluktan doğan üretim faaliyetinin toplumsal yanı tümü insan gücüne dayanmasında dolayı olarak insana aittir.

İkinci dönem sanatı ise din erki ile yönetici sınıfın hizmetinde toplumu yönetme biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Din erki toplum üzerinde kayıtsız şartsız egemenliğini sağlamak için mitolojik biçimlerin üretimine ağırlık vermesi ve hayali bir cennet veya cehennem tasviri ile tanrı ve elçilerinin birer garabet biçiminde toplumsal korkuyu sanat yoluyla içselleştirilmesi hedeflenmiştir. Örneğin, resim, müzik, mimarlık din erki sınıfın izni ve alanı içinde söz konusuydu, kesinlikle resmi anlayışın dışında mümkün değildi. Diğer yanıyla da sanat bu dönemin egemen sınıfların salonlarına taşınarak büyük halk yığınını ona yabacılaştırarak onun bilincini din erki yöneticilerin tasarladığı biçimde ona sunmuştur. İlk dönem sanatı insanla bir bütünlük içinde iken ikinci dönem insandan ve onun evinden koparılarak ona yabancılaşması sağlanmıştır.

Toplumsal gelişmenin öncüsü sanat olmuştur. Sanat toplumsal gelişmenin en üst kültür düzeyini meydana getirmektedir. Bu toplumsal gelişmenin öncüsü olan sanat kimin hizmetinde ve nasıl bir işleve sahiptir? Diğer yanda ise sanat sanat olarak toplumsal işlevi insan yaşantısı iken, bu sanat yaşantısı daha sonra belli bir amaca göre kullanılmak üzere egemenlerin saraylarına, salonlarına ve onların çelik kasalarına taşındı. Sanatın toplumsal değişimdeki rolü tehlike arz edince bunun engellenmesi ve insandan koparılmasına gidildi.
Sanat sanat içindir! Sanat toplum içindir! Bu iki farklı bakış açısıyla sanatı nasıl algılarız?

Sanat sanat içindir diyenler uygar çağın egemenleriyle burjuvalaşmış sanatçıların dünya görüşüne hizmet edenlerin anlayışı olarak topluma sunulmaya çalışılmasıdır.
Bunlar, sanatın toplusal gelişmenin dönüşmenin bir aracı olarak insana hizmeti yerine, onu pazarın bir parçası; dolaysıyla da bunlar için “ Tarihte ilk kez sanat imgeleri gelip geçici, her yere taşınabilen, değeri maddesine bağlı olmayan, kolayca bulunabilen, değersiz, bedava şeyler oldular.” (**)
Sanat toplum içindir diyenler ise, sanatı toplumun dönüşmesi ve değişmesi için resmi yaptırıma karşı olarak onu sokağa taşıyarak halka mal etmeye çalışan devrimcilerdir.
Diğer bir olguda sanatın toplumların, kimlikleşmesinde önemli bir araç olmasıdır.  Bunun günümüz koşullarındaki en bariz örneği sömürge Kürdistan dır. Kürdistan’ı bölüp parçalayan sömürgeci devletler Kürt Kültürü ve sanatını kendilerine mal ederek onu kendisine yabancılaşması sağlanarak asimile edilmesi hedeflenmiştir. Müzikten folklora, halıcılıktan el sanatlarına, görsel sanatlardan heykelciliğe, şiir den edebiyata, mimariden dile kadar olan bu Kürt ulusal değerleri imha ve inkâr edilmiştir.
“Gerçekten de, diyor Mehrdad R.IZADY: bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir müze de tek bir arkeolojik objenin, tek bir kırık ok başlığının, bir çömlek parçasının veya bir mozaik tanesinin bile “Kürt” olarak tanımlanmamış olması son derece şaşırtıcı ve düşündürücü bir olgudur.”(***)

( Devam edecek)

————————————————————————————————-

Yazının ikinci bölümünde Kürd sanatı ve sorunlarını irdelemeye çalışacağım.

(*) John BERGER, GÖRME BİÇİMLERİ, syf  7

(**) agk. Syf 32

(***) Mehrdad R.IZADY, Bir El Kitabı  KÜRTLER, syf 13  

  {asmpagebreak}
                    BİR GÜN OLURDA KALIRSAM BU YERDE

bir gün olurda kalırsam bu yerde demişti babam

hiç anlatmayacağım yalnızlığımı 

kapı aralıklarında düşmüş ‘yeniden görüşürüz de

hiç nasip olmadı bana

çocukluğumda ki düşlerimle oynamak

ve ayrılıkta kalan akşam üstlerinde

iş dönüşü okunan bildirilerin mürekkebinde

savrulan gençliğim

ve sonrası
ne yamandı karşı dağlar

amansız esen tipi kesiyor iflahını sabrın

bir ölünün hatıra defterinde kalan ilkbahar

ve arpaçay da bir akşam

benim yollarımı bekleyen o yaşlı anamın

gözyaşlarında akıp giden babamı ilk sevdiği günler

ve sonrası
şimdi hep çocuk kaldık o günlerde

vesikalık bir resim “hatıradır”

sürgün konduların firari yollarında

koca afişlerde duruyordu o kara gözlerimiz

ve bir an olup o eski tarihe düşmek

yürek nasıl çırpınırdı kafesinde

vurulmuş bir kürt militanına ağlarken çaresiz


uzun zaman eşkıyalarıydı akşam maceralarımız

içinde taşınması yasak şifreleri olan randevulardı gök yüzü

‘bir o yandan bir bu yandan’ koşardık

 ipi kopmuş uçurtmaların arkasından

ve sevgili seni düşünüyorum

devrimin yirmi dört saatinde

vurgun yemiş yoldaşların arkasında kalan intikam yeminlerinde

‘kanımın son damlasına kadar’

ve sonrası

ve ben çoğaldım koynunda ‘aranıyorum’

çocuğum

anam

avradım

doğum günleri

ve baltazar bayramların kasvetinde büyüyen gülüşüm

ne yamandı adıma yemin eden bacılarım

alnında patlamış küfürleriyle halkım

ne yamandı yaşarken ölmek

ve sonrası

bir gün olurda kalırsam bu yerde demişti babam

hiç anlatmayacağım yalnızlığımı

                                        2


şafağın rengini taşlara vuran sabahın

şerrini akşama saklarken koynunda

yaralı bir çığlıkta uçan kuşlar

hep bir sızıntıyla döner yağmur öncesi

rüzgar avcıdır kırar boynunu

vurur toprak kılıcıyla

kayıp olur gün ortasında

ve yaran derin

ve ölümün bir iz değil


 

sermayesi kan olmuş entelektüellerin aksesuar akşamlarında

ve gün batımına kurulmuş giyotinlerin

bedbaht sultasında kalmış kırık aynaların gümüş rengi

ve ben orada yitirdim gök yüzünü

ve ben orada boğdum gün yüzünü ve kardeşliği

merhabası kan olmuş ihanetin


 kaç gece durdu barutu ısıran çocuk yüzlü selviler

kaç gece vuruldu sevdası yanık

kına renginde yürüyen gelinlerin

çarmıhta asılı kalan resmi “bir kayıptır”

ve ben sana vurgundum ‘leylim leylim’

gülüşün düşümdü yaramdı kandı

namlulara değmiş yüzümdü vurulmuştum dağ suyuydum

sürgündüm parçalanmıştım intiharlar çalıyordu kapımı

sen yoktun

sen bir önceydin bir sonraya düşmüştün

 vakitsiz gelen bir ölüm gibi çıkıp geldin yaşamınla

kan izi yara izi taş izi kurşun izi silinip gitti

gözyaşları kargışlar afsunlanmış yeminler ortasında

gözleği gözleği eskiyen ömrüm

gençliğimi tırpanlayan hapishane kapıları

iflahımı kesen polis copu

kalp yetmezliği

avucunda eskiyen asasıyla yaşlı babam

hep ömrünü yele vurdu kayıp oğlun yiten kızın nazlı düğünlerine hasret

şimdi kaç yağmur kaç dolu kaç yıldırım kaç bahar düşer yalnızlığına

ve sonrası

bir gün olurda kalırsam bu yerde demişti babam

hiç anlatmayacağım yalnızlığımı
                                                                    Haziran 04

                                                               Metin M.KARATAŞ

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter