M. Can YÜCE / TC Başbakanı R. T. Erdoğan, Dersim Katliamı üzerine yaşanan tartışmalar vesilesiyle Dersim’de bir katliamın gerçekleştiğini, daha önce açığa çıkan bazı resmi belge ve fotoğrafları göstererek söyledi ve devlet adına özür dilenmesi gerekiyorsa, devlet adına özür dilediğini belirtti.
Bu “resmi” itiraf ve “özür”, birçok çevreyi heyecanlandırdı ve önemli ölçüde abartılı destek aldı. İşin bu boyutları üzerinde ayrıntılı durmanın çok gerekli olduğunu sanmıyoruz. Bizi ilgilendiren, daha çok bu açıklamanın, TC ve onun bugünkü hükümeti açısından kendi tarihi ve güncel politikalarıyla samimi, tutarlı ve bütünlüklü bir hesaplaşmanın bir ipucu, bir işareti olup olmadığı noktasıdır! “Samimi, tutarlı ve bütünlüklü hesaplaşma” kavramlarının altını çizmek ve bunun, bu konuda yapılacak değerlendirme ve açıklamalarının mihenk taşı olduğunu tartışmasız bir biçimde vurgulamamız gerekir!
Başka bir noktanın altını çizmek durumundayız: R. T. Erdoğan’ın Dersim özrü samimi, tutarlı ve bütünlüklü bir politikanın bir adımı, onun bir ipucu niteliğinde değildir! Bu, daha çok dar, güncel ve basit taktik politika hesaplarına dayanan, daha çok da CHP’yi kendi silahlarıyla vurmayı hedefleyen “şark kurnazlığı” niteliğindeki bir adımdır.
Bununla birlikte hangi politik hesaba ve hedefe dayanırsa dayansın, tarihimiz açısından önemli bir aşamaya işaret eden Dersim Katliamının resmi düzeyde bir biçimiyle kabul edilmesi ve bundan dolayı devlet adına “yarım ağız” özür dilenmesi, nesnel olarak, resmi tarih ve çizgi açısından bir çatlaktır, bir geri adımdır; bu çatlağı genişletmenin ve buradan resmi tarih ve onun güncel uygulamalarına vurmak mümkündür. Ama buna çok abartılı anlamlar atfetmek, Dersim katliamının dayandığı TC’nin sömürgeci Kürdistan politikasının tarihsel, politik, sosyal ve güncel çizgilerini ve kapsamını gözlerden kaçırma çabalarına omuz vermekten başka bir şey değildir!
R. T. Erdoğan’ın Dersim özrü, kesinlikle samimi, tutarlı ve bütünlüklü bir yaklaşımın, TC’nin tarihiyle, onun Kürt ve Kürdistan politikasıyla yüzleşme ve hesaplaşma çizgisinin bir gereği değildir!
Şu soruların gerçek yanıtı verilmeden Dersim Katliamı üzerine yapılan tartışmaların içi boş kalmaya mahkûmdur!
Bir: Resmi belgelerden de çok net ve kesin bir biçimde anlaşıldığı ve ortaya çıktığı gibi, hazırlıkları yıllar öncesinden başlayan, bunun için gerekli yasal, politik, askeri, idari alt yapısı hazırlanan ve pratik uygulamaları gerçekleştirilen Dersim Katliam Hareketinin politik ve stratejik hedefi, amacı neydi?
İki: Bu sorunun bir devamı olarak, bu politik ve askeri hareket ile o günün tarihsel koşullarında hangi politik hedeflere ulaşılmak isteniyordu?
Üç: Bu iki sorunun daha bütünlüklü kavranması açısından şu sorunun da net bir biçimde sorulması ve yanıtlanması gerekir: Dersim Katliam Hareketi, TC’nin genel Kürdistan politikasının neresine oturuyordu? Bu anlamda Koçgiri ile başlayan, Şeyh Sait ve Ağrı katliamlarıyla devam eden ve kendi içinde “tutarlı bir bütünlük” oluşturan TC’nin Tedip ve Tenkil, yani resmi amacı “Cumhuriyetin Uygarlık Hareketi” olarak beyinlere işlenen ve bugün de olduğu gibi devam ettirilen Kürdistan’ı inkâr ve imha, her şeyiyle tarihten silme çizgisiyle kopmaz bağları ve ilişkileri nelerdir?
Bu temel sorulara doğru ve tutarlı cevaplar vermeden Dersim ve orada gerçekleştirilen kanlı katliamlar hakkında söylenecek her söz, içi boş ve kaba bir aldatmadan başka bir şey olmayacaktır!
Çok net ve açık bir biçimde vurgulamalıyız ki, Dersim Katliamı, kendi başına, TC’nin Kürdistan politikasından bağımsız ve onun dışında bir hareket değildir! Dersim Katliamı, aslında kökleri Osmanlı devletinin II. Mahmut ile başlayan Kürdistan’ı “Merkezi İdare ve Otoriteye bağlama” temel hedefiyle gerçekleştirilen “Kürdistan’ı yeniden fethetme” çizgisinin Cumhuriyet eliyle güncelleştirilmiş kanlı ve bir tarihsel aşamaya oturan bir versiyonudur!
Bu noktada devletin resmi Kürdistan politikası kendi içinde “tutarlı, kararlı bir devamlılık” sunmaktadır! Bu politikanın sonuçları da tarihin tanık olduğu fiziki, politik, kültürel ve sosyal katliam ve kırımlara yol açmıştır! Kanlı tarihimizin bu temel gerçekler dışında açıklanması, en azından, bu katliamın kurbanlarına büyük bir saygısızlık, devletin bugün yine kanlı ve politik kırımla devam eden politikasına onay vermekten başka bir şey değildir!
İki yüz yılı aşan bu kanlı kırım ve tarihten silme politikasına karşı halkımız tarafından çeşitli biçim ve düzeylerde tarihsel direnişlerin sergilenmesi de son derece haklı ve meşru bir haktır! Bu meşru hakkı teslim etmeyen bir yaklaşımın demokrat olarak tanınması da mümkün değildir!
Devam ediyoruz. Dersim Katliamı, TC’nin Kürdistan’ı tarihten silme, her şeyiyle inkâr ve yok etme politikasının bir devamı ve gereğidir! Bu anlamda o günün tarihsel koşullarında Cumhuriyetin egemenliğini askeri ve politik olarak Kürdistan’a oturtmanın kanlı final aşaması niteliğindedir!
Bilindiği gibi, 1925 Şeyh Sait Direnişinin kanlı bastırılması süreci, aynı zamanda Kürdistan’ın direniş potansiyellerini dağıtma, yok etme ve kısa vadede yeniden toparlanma ve direnişe geçme olanaklarını ortadan kaldırma pratiği olarak somutlandı. Katliamla Cumhuriyetin korkusunu bütün bir topluma yedirme ve sürgünlerle, direnme potansiyeli olan toplumsal dinamikleri dağıtma ve böylece Kürdistan’ı örgütsüzleştirme hareketi, aynı zamanda, Cumhuriyeti politik olarak egemen kılma hareketi olmaktadır. Bu hareketi gerçekleştirmek amacıyla çıkarılan yasanın “Tahriri Sükûn Kanunu” olarak tanımlanması boşuna değildir, tam da yürütülen politikanın hedefini özetlemektedir!
TC’nin bu Kürdistan’ı özel sömürgeleştirme, daha doğru bir ifadeyle tarihten silme hareketi sistematik bir biçimde devam etti, Ağrı Direnişinin ezilmesiyle başka bir aşamaya getirildi. 1930’lara gelindiğinde Kürdistan’da fethedilmedik tek bir Dersim kalmıştı. Dersim’in “fethi”, Kürdistan’ın askeri açıdan yeniden işgalinin tamamlanması, politik egemenliğinin ana çatısının kurulması anlamına gelecekti. Bundan dolayı bu aşama, TC açısından tarihi önemdeydi, yasal, askeri, idari ve politik hazırlıklarına yıllar öncesinden başladı. Bunun ayrıntıları için İsmail Beşikçi Hoca’nın “Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi” adlı kitabına bakılabilir.
Dersim’de on binlerce insanımızın hunharca katledilmesi, binlercesinin sürgün edilmesi, çocuklarının kendi katillerine “evlatlık” olarak dağıtılması, sadece tarihsel bir trajedi değil, aynı zamanda, yukarda özetlenen kanlı politikanın bir gereğidir ve bu, amaç ile araç arasındaki “tutarlı” ilişkinin bir yansımasıdır. Katliamdan sonra yapılanlar, etkin, yoğun ve yaygın bir Türkleştirme politikasının gerçekleştirilmesi, bunun için “Yatılı Bölge Okullarının” açılması, “Tunç El” politikasının nihai amacına ulaşabilmesi için yapılan çalışmalardır!
Dolayısıyla TC’nin Kürdistan politikası ve onun Dersim boyutu bir bütünlük içinde görülüp kabul edilmeden, bunların ayrıntıları bütün açıklığı ve samimiyetiyle tartışılmadan hiçbir politik, hukuki sonucu olmayan bir özrün bir anlamı olmayacaktır…
Burada diğer önemli bir nokta da şudur, aslında değindik, ama tekrar vurgulamakta yarar var: Dersim Tedip ve Tenkil hareketi, kendi başına, TC’nin Kürdistan politikasından ayrı bir hareket değildir; bu, devletin bütünlüklü, kendi içinde “iç tutarlılığı” olan Kürdistan politikasının ürünüdür!
Bu politika, aynı zamanda TC’nin kuruluş felsefesinin de temellerinden biridir. TC’nin varlığı, politik, idari, hukuki ve kültürel yapılanması, despotik-askeri, anti demokratik yapısının özü, bu politikadan kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle Dersim katliamıyla hesaplaşmaya başlamak demek, bir bakıma, TC’nin kanlı tarihi ve onun güncel yüzüyle hesaplaşmak demektir.
Öncelikle bu katliamın niçin yapıldığı, bunun hangi politik ve stratejik çizgiye oturduğu gerçeği, bu çizginin TC’nin kurumsal varlığı ve kimliği, temel nitelikleriyle ilişkisinin tartışılması ve dürüstçe ortaya konulması gerekir!
Çok açık ki, ortada “münferit”, devletin politikasından bağımsız, salt parti ve kişilere ait bir politika ve uygulama yok. Ortada var olan çizgi ve katliamcı uygulama bir devlet uygulamasıdır.
Kökleri Osmanlı’ya uzanan, Ermeni soykırımından geçen, onlarca yıldır Kürdistan’ı baştan sona kana boyayan bir devlet politikası var ve bu politikanın arka planı aydınlatılmadan, parti ve kişilerin rolleri bu bağlama oturtulmadan söylenecek her sözün demagojiden öte bir anlamı olmayacaktır.
Bu bağlamda bakıldığında R. T. Erdoğan’ın Dersim katliamı ile ilgili özrü, nasıl bir politik anlam ifade ediyor? Bu özrün tarihsel, politik ve hukuksal bir anlamı ve sonuçları, bunun devamı niteliğinde adımlar, uygulamalar olacak mı?
Bu sorulara tatmin edici, tutarlı yanıt verilecek mi? Yoksa CHP’nin ve onun lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun sefaleti üzerinde oynanan bir manipülasyonun figüranı mı olunacak?
Erdoğan gerçekten Dersim özründe samimi mi? O zaman bu katliam hareketinin bütün tarihsel ve politik arka planını ortaya koysun, işe de “Tunceli Kanunu” ile başlasın! Mağaralara sığınmak durumunda kalan yediden yetmişe Dersimlilerin neden zehirli gazlarla katledildiklerini açıklasın?
Bu akıl almaz katliamlar, yoksa sadist bir parti ve yöneticilerinin kendi kirli ruhlarını tatmin etmek için mi gerçekleştirildi?
Bu katliamlara neden olan politikalar açıklanıp mahkûm edilmeden ve bu politika ve sonuçlarını ortadan kaldıracak adımlar atılmadan söylenecek her söz sadece bir demagoji olarak değil, çirkin bir “suiistimal” malzemesi olarak da kalacak ve anılacaktır!
İlginç bir noktaya dikkat etmek isteriz: Cumhuriyetin Kürdistan’ı yeniden fethetme hareketi (1925-1940), aynı zamanda tek şef, tek parti diktasının kurumlaştırılmasıyla at başı gider; “Doğu’da eşkıyayı tedip ve tenkil harekâtı”, Tek Şef ve tek Parti diktası için bir bahane yapılır. Takriri Sükûn Kanunları, Tunceli kanunu, Sıkıyönetimler, İstiklal Mahkemeleri, bir de bu amaç için kullanılır ve korku, Cumhuriyet diktasının temel dayanağı haline getirilir…
Bugün de AKP hükümeti, Terör kanunlarıyla, Özel mahkemelerle ve etkin bir psikolojik savaşla hem Kürtlerin en meşru taleplerini bastırıyor, hem de kendi iktidarının temellerini ve dayanaklarını güçlendiriyor. Dersim özrü, böyle bir süreçte, öteden beri yürüttüğü iç iktidar savaşını güçlendirme ve bunun dayanaklarını genişletme, “geleneksel iktidar odaklarını” geriletme, kimi uygulamalarla onlar üzerinde baskı kurarak iktidar mevzilerini koruma ve büyütme hesabına oturmuyor mu?
Dün TC devleti, Dersim’i bütün Kürdistan üzerinde merkezi otoritesini oturtmak için, bugün bütün şiddetiyle varlığını sürdüren inkâr ve imhayı temel alan sömürgeci sistemini kurumlaştırmak için katletti. Onlara göre gelinen noktada Dersim artık son durak, son kale olarak kalmıştı, onun ezilmesi, herkese ders olacaktı, dahası Cumhuriyetin uygarlık hareketinin önü tümden düzlenecek ve açılacaktı!
Dersim katliamı ile Dersim’e ve bütün Kürdistan’a “ölüm sessizliği” egemen kılınmak istendi; belli ölçüde ve görece de olsa bunda “başarılı” oldu!
Bugün bu katliamla ilgili yapılan “Özür dileme” açıklamasının samimiyeti ve tutarlılığı, her şeyden önce bu katliama yol açan politikanın bütünlüklü, tutarlı ve samimi eleştirisi, reddi ve mahkûmiyetinden geçer!
Tutarlı demokratizmin yolu da buradan geçer!
27 Kasım 2011