0 0
Read Time:10 Minute, 54 Second

KÜRT KADINI YENİDEN KAZANACAK!..

Her yıkımın şiddeti, en alttakilerin üzerinde daha katmerli duyuluyor. Enkaz adeta onların başında kalıyor. Fiziğin bu en basit yasasının toplumsal olaylarda da geçerli olduğunu söylemeliyiz. Öcalan tasfiyeciliğinin yarattığı yıkımın altında ilk nefessiz kalan da Kürt kadını oldu. Tıkanan yollar karşısında çıkış arayan, sesini duyurmak isteyen yine kadındı. Hızla su alan geminin 2. sınıf kamera yolcuları gibi ilk boğulma tehlikesiyle yüz yüze kalan kadınlardı.

Kadın intiharlarının birden bire artması, ulusal sınıfsal, cinsel baskı ve sömürüye karşı Kürt kadınının son imdat çığlığıydı. Gelinen aşamayı kabullenmeyen, duyarsızlığa duyduğu öfkeyi çaresizlerin intikam diliyle ifade eden kadının sesini duyan olmadı. Bu çığlık anlaşılmadı. Tasfiyecilik yarattığı sanal alemle halkın gözlerini bağlayarak kadını ve erkeğiyle toplumu sürüklemeye devam etti. Feodal gericilik ile zincirlenen kadına kapitalizmin metalaştırıcı yöntemleriyle saldırılmaya hız verildi.

Gün geçmiyor ki kadın bedenine ve ruhuna yönelik saldırı haberi okumayalım. Kadının cinsel bir araç haline getirilmesi, aile içi şiddete maruz kalması, aile meclislerinin infaz kararları alıp uygulamaları, sorunun vahametini ortaya koymaya yetiyor.

Bugün toplumsal bir yara olarak kadın sorunu, iki açıdan daha derin boyutlar kazanmıştır. Kısaca şöyle:

Birincisi, toplumsal özgürlüğe bağlı olarak kadının özgürleşmesi ihtiyacı tüm acilliğini koruyor.

İkincisi, özgürleşme yoluna giren Kürt kadınının Sema Yüce gibi şehit yoldaşların yakaladığı düzeyden son beş yılda çok gerilere savrulmaları gerçeğidir.

Birinci noktayı konunun kapsamı nedeniyle bu makalemizde ele almayacağız. Burada esas tartışmak istediğimiz konu, özgürleşme mücadelesinde büyük adımlar atan Kürt kadınının değişim gücü olmayı devam ettirememesi ve iç yıkımın kadına yönelmesinin nedenleri olacaktır.

Bugün Kürt kadını binlerce kadın yoldaşın emeği ve canıyla yarattığı kazanımları, mevzilerini koruyup geliştiremediği gibi tersine hızla kaybediyor. Dün kapitalist emperyalist sistem dışında bir yaşam seçeneğine, gerillanın gücüne sahipken, gelinen aşamada çürümüş bir toplumun kalıplarına sıkışıp kalmakla yüz yüze. Kadın çok ciddi sancılar yaşıyor. Ekonomik, cinsel, ulusal baskının her biçimiyle karşı karşıya. Sesini örgütlü duyuracak olanakları olmayınca da bireysel trajedileriyle toplumun yüzüne bir tokat gibi iniyor. Bunun örneklerini her gün basından okuyor, duyuyoruz. İlk çığlık Batman’da, Diyarbakır’da kadınların intiharlarıyla gelmişti. Kadın intiharları arttığında, başta kadın çevreleri olmak üzere hemen hemen herkes “Kürdistan’da neler oluyor” sorusunu sordu. Fakat sorunun ana kaynağına inilmedi. Cesaretle araştırılıp tartışılmadı. Bir süre sonra da sorun kendiliğinden soğudu. Ardından ise tartışmalar Mardin’de küçük bir kıza devletin bazı memur ve askerileri başta olmak üzere iki yüzden fazla kişinin tecavüz etmesi olayıyla yeniden canlandı. Benzer örnekler hala da yaşanmaya devam ediyor.

Kuşkusuz sorunu tek tek olaylar özgülünde irdelemiyoruz. Yaşanan bu çarpıcı örnekler, gelinen aşamada kadının yaşadığı sorunların ve karşı karşıya bulunduğumuz tehlikenin önemini ve ne denli hayati boyutlara ulaştığını gösteriyor. Yine bunların tekil olaylar olmadığına, giderek yaygınlaşan, kadını köhnemiş toplumun cenderesinde sıkıştıran bir ağa dönüştüğüne işaret ediyor. O halde Kürdistan kadınını gerilere çeken, onu çürümüş bir siteme hapseden, örgütsüz, seçeneksiz ve güvensiz bırakan günümüz gerçeklerine daha sorgulayıcı bakmak gerekiyor.

Dün Kürt kızlarını kullanmaya, pazarlamaya cesaret edemeyen kirli işlerle uğraşan çevreler, bu gücü bugün nereden alıyorlar? Kadın üzerinde beş yıl önce şiddet ve sömürü bu kadar yaygın ve yoğun muydu? Büyük özgürlük düşlerine dalan, kendini aşma iddiasını taşıyan, Sema ve Beritan yoldaşları gibi özgürlüğe direnişten köprüler kuran Kürt kadını şiirsel romantizmini, ideallerini mi kaybediyor? Kadın umutla koştuğu özgürlük mücadelesinde nefessiz mi kaldı? Bundan böyle umudu nerede arayacak? Sorular, sorular… daha da çoğaltmak mümkün… Hiç tereddütsüz belirtmek gerekir ki, ezilen cinsin özgürlük özlemleri hep diri kalacaktır. Bugün de yaşanan budur. Sistem içine çekilmiş de olsa Kürt kadınları DC çizgisinin en ön saflarını tutuyorlar. Barış, af, tecride karşı eylemlerin en aktif gücünü oluşturuyorlar. Özgürlük özlemlerini yanılsamalı da olsa Öcalan’ın şahsında görüyor, onu “özgürlük önderi” olarak görüyor, bağlılıklarını, sevgilerini göstermekten çekinmiyorlar. Bu, paradoksal trajedilerini anlatsa da yine böyledir! Hatta Fatma Sağlamgöz arkadaş örneğinde olduğu gibi (DC çizgisine ters düşse de) feda eylemlerinden kaçınmıyorlar. Görüldüğü gibi kadının en temiz duyguları ve mücadele azmi doğru bir mecraya olmasa da akmaya devam ediyor. O halde Kürdistan kadını için bir yılgınlıktan söz edilemez. Hatta hayallerinde gökyüzüne erişmek, güllerle süslenmiş bir kadın dünyasında yaşamak var…

Kadınlar yine özgürleşmek istiyor, yüreklerindeki sıcaklığı ve hayallerindeki özgürlüğü saklamak için çırpınıyorlar. Fakat bütün çabalarına rağmen giderek güçsüz düşüyor, siyasetin belirleyici öğesi olmaktan uzaklaşıyorlar. Sistemin içine girerek sistemi dönüştürme iddiaları sonuçsuz kalıyor ve yenik düşüyorlar. PKK’nin bilinçli, yeniyi arayan, öncüleşmek isteyen, biçime değil, ideolojik ve moral donanıma önem veren kadın tipi yerini biçimi öne çıkaran, TV dizilerinden moral dünyasını besleyen ve giderek (kalıpları kırma adına) sıradan kadınlara benzeyen kadınlar alıyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklamak gerekiyor?

A. Öcalan’ın ulusal ve toplumsal devrimi tasfiye etmesiyle birlikte kadın için de büyük bir zemin kayması yaşandı. Kadın en başta iddiasının altını dolduracak ideolojik, politik ve örgütsel zeminini kaybetti.Bu, bağımsız duruş gücünü sistemle çatışmasında izleyeceği yolu ve araçlarını kaybetmesi ve donanımsız kalması anlamına geliyordu. Ayakları yerden kesilen, ülke, sınıf ve egemenlerin gerçeklerinden uzaklaştırılan kadının özgürleşmesi soyut tasarımlara bırakıldı. Demokratik Cumhuriyet (DC) teziyle en başta kadınlar vuruldu! Kürt kadını bugün de bir gelecek arıyor. Fakat aradığı gelecek sınıf ve toplum gerçekleri çarpıtılarak hazırlanmış, Kafdağı’nın arkasına saklanmış, ne olduğu belirsiz tanrıçalaşma gibi tanımlarla süslenmiş bir bilmecede saklı. Kadınlar hayallerinde kendilerini tanrıçalara benzetirken, gerçek yaşamda ise edilgen, toplum sorunlarına çözüm üretecek araçlardan uzaklaştırılarak yaşamaya yöneltilmişlerdir.

Burada bir noktaya açıklık getirmemiz gerekir. Kadının elindeki bazı örgütler biçimde de olsa korunmuş, hata bir çok yeni kadın örgütü, inisiyatifi değişik adlarla kurulmuştur. Ancak bunların da yukarda belirtilen nedenlerden dolayı politika üretmekten uzak, kadının örgütlü iradesini ifade etmeyen içi boş zeminler olduğunu belirtmek durumundayız.Bu örgütlerin eylemleri var, ama baskı oluşturacak, sonuç getirecek etkileri yok. Bakış açısından özgür bir toplum projesi olmayan kadın, egemenlerle hesaplaşmayı “vicdan devriminde”, toplumsal konumunu ise “Gül devriminde” arıyor!

Öte yanda gerillanın silahsızlandırılması ve tasfiyesi kadının en önemli güven kaynağını da yitirmesi anlamına geliyordu. Kadın erkek egemenlikli toplumun bütün yönelimlerine açık hale geldi. Kapitalist toplumun orman kanunları yeniden şiddetlenerek işlemeye başladı. Oysa gerilla kadına toplum içinde bir yer, irade, kimlik ve büyük saygı kazandırmıştı. Kadın nesne olmaktan çıkıp öncü güç, siyasetin aktif unsuru haline gelme yoluna girmişti. Bu yolun kapatılmasıyla birlikte kadındaki özgürleşme eğilimi tersine döndü…

Kadın kendisine yeniden yaşam alanı nasıl açacak? Adaleti, TC devletinin hukukunda, mahkemelerinde mi arayacak? Kadına uygulanan şiddeti nasıl ortadan kaldıracağız? Kadın sığınma evleriyle mi? Kadınlara sınırlı iş olanakları sağlayan belediye atölyeleriyle mi? Ya da kadınların dünyasına yeni pencereler açtıklarını iddia eden dernekleriyle mi?

Bütün bu soruların yanıtları aslında yukarıda yazdıklarımızın içinde saklı. Özgürleşmek isteyen kadın, bir eve, atölyeye, niyetlere sığamaz. Bir kadının koca dayağından kurtarılması, cendere altına alınmış bir toplumun ve cinsin kurtarılması anlamına gelmez. O halde toplumsal düşünmek ve yaratmak, sorunların kaynağına inmek zorundayız.

Kadın sorunu her şeyden önce bir devrim sorunudur. Kadın özgürlüğü, somut sosyalist bir devrim projesi ve onun araçlarına sahip olmaktan geçer. İktidarı hedeflemeyen, öncüleşmeyen kadın hareketi erkek egemen sistemin yedeğine düşmekten kurtulamayacaktır.

Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile onurlu bir yer edinen Kürt kadını kazanımlarını ancak bir devrimle koruyup kalıcılaştırabilir. Kadınlar egemenlerde vicdan aramayacak kadar bu sistemin katı gerçekleriyle yüz yüze yaşıyorlar. Bu dünya niyetlerle değiştirilemiyor. Bilinçli insan eylemi olmaksızın toplumsal değişim yaşanmıyor. Kürt kadını devrimci savaşıyla geleneksel bütün yargıları yerle bir etmeye başlamış, örgütlü mücadelesiyle öncüleşme yolunda belli bir mesafe kaydetmişti. Binlerce kadın şehidimiz devrim yolunda en önde yürüdüler ve öncüleştiler. Onlar düşlerinin büyüklüğüyle bu dünyaya sığmayacak kadar özgürlük tutkusuna sahiptiler. Bugün hala Kürdistanlı kadınlar, onların yarattığı özgür kadın hareketinin değerlerinden, militan eylemciliğinden güç alıyorlar. O ruhla sokaklara dökülüyorlar…

Unutulmamalıdır ki çöken Öcalan sistemidir. Öcalan sistemi düzenle bütünleşmiştir. Bugün biz kadınlar ise dünün paradoksal gelişimini bilince çıkarıp mücadelenin devrimci yanlarıyla kadını Öcalan sistemine bağımlı hale getiren, gözlerini bağlayan yanlarını ayrıştırma gücüne ve bilincine sahibiz. Özgürleşme yolunda önümüz daha açık. Kürt kadını devrim tarihimiz ve kültürümüzden beslenerek, Öcalan sisteminin kullaştıran bağlarından kendini koparma ve özgürce yürüme olanaklarına sahip. Kadınlarımızın özgürleşme yoluna girmeleri ise öncelikle tasfiyeciliğe karşı tavır almalarıyla başlayacaktır.

Kadınlarımız en temiz duygularını ve özgürlük özlemlerini kullanan Öcalan’a karşı tavır almalı ve önermelerini reddetmelidirler. Biz kadınlar, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Gerçek sevgiyi, aşkı, güzelliğe dair olan her şeyi yeryüzünde arıyoruz. Bilimsel sosyalizmin yol göstericiliğinde bütün zincirleri kıracağımızı biliyoruz. Bütün kadınları hareketimizin devrimci çizgisinde yürümeye ve mücadele vermeye çağırıyoruz. Bu yaşam bizim.

Ve kazanmaya değer olacak kadar da güzel!

 

13 Şubat 2004

S. SEMA

 

 

MENDE

 

Bir ağacın filizi gibi

yeşil ve canlıyken gülüşleri

onüçünde kaçırdılar

Dolaştırdılar

eşya misali

pazar pazar

Açlığı da tattı

dayağı da

Kilitlediler kapıları üzerine

Hoyrat elleriyle

saldırdılar körpe bedenine

Henüz çocuktu

yüreğindeki yaralarla

büyüdü

Oyun yerine

efendilerine

hizmet etmeyi öğrendi

Mende uzay çağında

medeni insanların esiriydi

Mende

cilalı burjuvaların

kibar beylerin

kapalı kapılar ardındaki

vahşi yüzlerini gördü

Mende

hayatı gece ve gündüzden

ibaret saymadı

kadere razı olmadı

Kaçtı soluk soluğa

Sahipsiz bir güne başladı

Kılıç yarası iyileşir mi

çocukluğunu çağırsa

geri gelir mi

Dönemezse de Mende

onüç yaşına

o mavi umutlarla

anlattı başından geçenleri

 

6 Şubat 2004

Sema

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter