Read Time:10 Minute, 41 Second
FERHAT ÜÇOLUK
Kürdistan halkı, Türk devletinin son dönemde iplerini saldığı resmi, sivil faşist güçlerin saldırıları altındadır. Devlet terörünün azgınca saldırdığı, savaş hukukunun sayısız kez geçersizleştiği bu koşullarda Kürtlerin payına onur ve kimliği için direnmek düşüyor. Newroz serhildanlarıyla birlikte Kürt halkı kendisine dayatılan rehavet politikalarını militan çıkışıyla boşa çıkarmıştı. Tam da bu esnada T.C devleti klasik temel politikalarından biri olan provokasyon saldırılarını gündemleştirdi.
Kürdistan halkı, Türk devletinin son dönemde iplerini saldığı resmi, sivil faşist güçlerin saldırıları altındadır. Devlet terörünün azgınca saldırdığı, savaş hukukunun sayısız kez geçersizleştiği bu koşullarda Kürtlerin payına onur ve kimliği için direnmek düşüyor. Newroz serhildanlarıyla birlikte Kürt halkı kendisine dayatılan rehavet politikalarını militan çıkışıyla boşa çıkarmıştı. Tam da bu esnada T.C devleti klasik temel politikalarından biri olan provokasyon saldırılarını gündemleştirdi.
Osmanlıda oyun çoktur!
Faşist Türk Devletinin yöneticileri ataları gibi katliamlar, olmadı mı provokasyon ve oyunlarla Kürtleri sindirme, ezme terörüne maruz bırakıyor. Mersin serhildanı provokasyonlarına malzeme yapılmıştır. Türk Genelkurmayının örgütlediği bayrak şovlarıyla şovenizm tırmandırılmıştır.
Türk egemenlerinin topyekûn savaş çizgisini derinleştirdi, Siyasal tasfiyeciliğinin halkımızı kendi ucuz politikaları doğrultusunda boş beklentilerle oyaladığı koşullarda devrimci sosyalistlere tarihsel görevler düşmektedir. Kürdistan’da gerçeklerin savunucusu olmalıyız. Halkın direnişini büyütecek politizasyonu sağlamamız gerekiyor. Buna yeni 15 Ağustos’lar yaratmak da diyebiliriz. Ülkemizin dağlarında silahlar özgür ve bağımsız Kürdistan amacıyla patlamalı, UKH’de ML hâkim kılınmalıdır. Gelinen aşamada 15 Ağustos 1984’deki gerilla atılımın önemini görmek ve belirtmekte fayda var. 15 Ağustos’un Kürtler için neyi ifade ettiğine kısaca değinelim.
12 Eylül faşizmi Kürdistan’da sömürgeciliğin sorunsuz uygulanması adına askeri terörü yaygınlaştırmıştır. Kürdistan’ı açık cezaevine çevirmişlerdir. Kürt kimliğini yok sayan, dağı taşı Türklük vurgusu olan yazılarla donatan, Türk egemenlerinin nasıl bir zihniyete sahip oldukları ve bu anlayışın Kürt halkına duyduğu kinin, düşmanlığın pratik yönelim boyutunu da hesaba kattığımızda sömürgeci terörün Kürdistan’da halk düşmanı saldırganlığının hangi aşamalara vardırıldığının genel anlamda kavrayabiliyoruz. 12 Eylül koşullarında bu saldırganlık bir nebzede olsa Kürdistan’da korku, suskunluk yaratmıştır. Halkın özgür yaşam ideali karartılmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
12 Eylül faşizmi Kürdistan’da sömürgeciliğin sorunsuz uygulanması adına askeri terörü yaygınlaştırmıştır. Kürdistan’ı açık cezaevine çevirmişlerdir. Kürt kimliğini yok sayan, dağı taşı Türklük vurgusu olan yazılarla donatan, Türk egemenlerinin nasıl bir zihniyete sahip oldukları ve bu anlayışın Kürt halkına duyduğu kinin, düşmanlığın pratik yönelim boyutunu da hesaba kattığımızda sömürgeci terörün Kürdistan’da halk düşmanı saldırganlığının hangi aşamalara vardırıldığının genel anlamda kavrayabiliyoruz. 12 Eylül koşullarında bu saldırganlık bir nebzede olsa Kürdistan’da korku, suskunluk yaratmıştır. Halkın özgür yaşam ideali karartılmak tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Dışarıda tepkisizliğin ağır sancıları yaşanırken, Diyarbakır Hapishanesinde yaratılan direniş büyük bedeller ödenerek gelecek özgür günlerin ölümüne verilen mücadeleyle kazanılacağını öğretmiştir. Çağdaş Kawa Mazlum DOĞAN, Türk halkının Özgürlüğünün Kürt halkının kurtuluşundan geçer diyen Kemal Pir, Dörtler ve diğer Ölüm Orucu şehitleri zindan karanlığını aydınlatan, direnmenin onurunu yaşatan devrimin meşaleleri olmuşlardır. KUKH zindan şehitlerinin direnişini rehber edinerek uzun süreli halk savaşını başlatma çalışmalarını hızlandırmış, gerilla güçlerinin hazırlığının Ortadoğu sahasında tamamlama noktasına vardırmıştır. Fedakârlığının, öz verinin, davaya bağlılığın öğretici örnekleri yüzünü Kürdistan’ın dağlarına çeviren savaşçıların niteliğini belirlemektedir. Mahsum KORKMAZ (Agit) öncülüğünde ülkeye giren gerilla grubu kendilerinden onlarca yıl önce Koçgiri ve Dersim halk hareketlerini katılan Nuri Dersimi’nin şiarını kuşanmıştır.
Yaşasın Özgür ve Bağımsız Kürdistan diyerek şehitlik tacını giyen yüz binlerce vatan kurbanının amaçlarını gerçekleştirmek için hedefe yürümüşlerdir. 15 Ağustosta Türk sömürgeciliğine sıkılan kurşun aynı zamanda işbirlikçi feodallere, mücadele kaçkınlarına uyarı, cevap olmuştur. 15 Ağustos atılımının mayasında Marksist Leninist ideolojiye olan inanç Kürdistan halkına duyulan sevgi ve güven vardır.15 Ağustos 1984’de Eruh, Şemdinli baskınları Kürdistan’da yeni dönemin kapısını aralamış halk kurtuluş mücadelesinin hangi yolda, nasıl başarıya ulaşacağını netleştirmiştir. Yok sayılan, toprakları parçalanan, açlığa sefalete mahkûm edilen halkımız,15 Ağustos Atılımının devrimci çizgisini sahiplenmekte gecikmemiştir. Sömürgeciliğin uzunca yıllar ördüğü imha ve inkâr barikatı bu tarihten itibaren parçalanmıştır. Umutsuzluk tohumları ekmek isteyenler kanla canla güçlenen irade karşısında kaybetmişlerdir. Ölü halk olmaktan çıkıp kısa sürede toparlanan, gerillalaşma seviyesine erişen Kürtler için 15 Ağustos hayati derecede ateşleyici, öncü rol oynamıştır. Bugün yörüngesini şaşıranlar devrimci 15 Ağustosun mirasını sahiplenemezler.
90’lı yılların başlarında merkezi anlamda gelişen, 1999 İmralı süreci ile doruğa tırmanan (sistematize edilen) tasfiyecilik, 15 Ağustos atılımının özünü boşaltarak çarpıtmaktadır. Kürdistan’ın reel koşullarına politik karşılığı bulunmayan Konfederalizm teorisini meşrulaştırmanın aracı olarak yıl dönümünde nasıl kullandıklarını gördük. Ama gerçeğin üzerini örtemezler. 15 Ağustosun yaşayan ruhunda af dilemek, düzene yedeklenmek yoktur. Onun ruhunda özgürlük ve bağımsızlık için ulusal kurtuluşa kadar savaşmak vardır.
Gelelim Kürt sorunu üzerinden yaşanan son gelişmelere. AKP kurmayları ve T.Erdoğan’ın Ağustos ayında kabul ettiği, 150 Türk aydını adına küçük heyetle görüşmeleri ve sonrası yaşananları bütünsel bakış açısıyla değerlendirelim. Neler söylendi, bir bakalım. Ağustos’tan, Ekime neler duyduk, neler yaşadık kısaca inceleyelim. Türkiye’nin gündemi T.Erdoğan’ın Kürt Sorunu üzerinden yaptığı takiyyelerle hareketlenmiştir. Siyasal tasfiyeciliğinin ve reformist solun ağız birliği etmişçesine onayladığı, büyük umutlar bağladığı gelişmeden başlayarak konumuzu açalım.
10 Ağustos’ta T.Erdoğan kendisinden bir buçuk ay önce randevu talep eden Türk aydın heyetiyle görüşme yaptı. Sol tasfiyecilikte rüştünü ispatlamış ÖDP’nin dolaylı çağrısıyla ‘Türk kimliğiyle’ toplanan küçük burjuva aydınlar 15 Haziranda silahlı mücadele düşmanlığının ağırlıkta olduğu bir bildiri yayınlamışlardır. Tasfiyeci reformist Kürt cephesinin de bildiriyi desteklemesiyle, artık klasikleşmiş iyimserlik havasına girilmiş oldu. İktidar hedefi olmayan, mücadele dinamikleri tükenmiş bu kesimler Kürt halkını aldatmaya dönük oyunun gönüllü ortaklığına soyundular. ABD ve AB emperyalizminin işbirlikçileri Genelkurmay ile AKP’nin hem fikir olduğu topyekûn mücadele konseptinin adımlarının hukuksal zeminleri güçlendirdiği koşullarda, malum heyete faşist Tayyip’in huzuruna çıkma şerefine layık görüldü. Zaten heyetin bileşenlerine baktığımızda görüşmenin hangi havada, nasıl geçtiği anlaşılıyor. Görüşmeden kısa bir süre önce Genelkurmayın burjuva medya temsilcilerine verdiği brifingde Kürt halkına karşı yürütülen savaşta medyanın rolü ve görevleri gözden geçirilmiştir. Genelkurmayın Kürt kartını elinde tutma girişimini gündemde olduğu bir süreçte, aydın kisvesi altında Kürt düşmanlığını dışa vuran Adalet Ağaoğlu Genelkurmayın çizgisine paralel şoven açıklamalar yapmıştır. T. Erdoğan’ın A. Ağaoğlu’nu Kürtlerle ilgili görüşmede karşısına alıp dinlemesini neye yormak lazım? Ya da kontenjandan listeye eklenen isimler Kürtleri ne derece düşünüyor? Hepsinden en önemlisi de Türk egemen sınıfını temsilen konuşan Erdoğan’ın sorunu görmek akabinde de çözmek gibi bir düşüncesi var mı? Daha düne kadar Kürt gerçekliği karşısında ‘Düşünmezsen yoktur’, ‘Sanal sorun’ diyen Erdoğan’ın kendisidir. Kürt düşmanlığında ipi kimseye bırakmayan Genel Kurmaya ‘Ordumuz bir istesin biz bin veririz’ diyen adalet bakanına sahip, AKP’nin lideri T.Erdoğan’dan bahsediyoruz. Dinsel gerici akım içerisinde ‘Devşirilmiş’ tekelci burjuvazinin icazetinde pohpohlanarak Başbakanlık koltuğuna oturtulan bu zat, statükonun, imha ve inkârın sürdürülmesi yanlısıdır. Onu iktidara getiren güçlerin çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapmak zorundadır. Kürt halkının en küçük demokratik taleplerinin bile ‘terör’ demagojisine malzeme yapıldığı koşullarda burjuva siyasetinden, siyasetçilerinden medet ummak göz göre göre gel beni kandır demektir.
Türk aydın heyetinin ÖDP yöneticisi olan Hakan Tahmaz gazetecilere görüşme sonrası ‘Olumlu bulduk. Tecrit meselesi gündeme geldi. Duymamış gibi davrandı’ diyor. Peki, olumlu olan ne? Cevap yok. PKK silah bıraksın sorun çözülür. Ne kadar basit değimli? Bu anlayışa göre AB süreci reformlarla ülkeyi demokratikleşmeye zorluyor. Kürtlerin silahlı olması süreci sekteye uğratıyor. Emeğin Avrupa’sı hayali Kürtler yüzünden kâbusa dönüyormuş. Reformizm sistemin bekası için görevini kavramış gözüküyor. Onlara da zaten böyle yapmak yakışır. Siyasal tarihinin önemli kesitini popülizm yaparak geçirmiş,12 Eylül faşizmini Mamak ıslah evinde sistem için tehdit olmaktan uzaklaştırdığı, reformizmi keşfe çıkan kadroların zamanla oluşturdukları ÖDP’nin Kürt halkının ulusal, demokratik mücadelesiyle son dönemde ilgilenmesi, aslında kendi küçük hedefleri önünde engel olarak görmesinden kaynaklıdır.
Devrimci potansiyeli yok edilmiş, düzenin sınırlarını zorlamayan Kürtler olsun istiyorlar. KONGRA-GEL’le ortaklaşmalarını düzen içerisinde yer bulma telaşının yansıması olarak değerlendirmeliyiz. Mevcut yaklaşımlarıyla bir kez daha kabul gören realite reformizmin haklarımıza verebileceği hiç bir şeyinin olmadığıdır. T.Erdoğan’ının bol ‘ama’larla dillendirildiği buna ‘dil sürçmesi’ de diyebiliriz. Kürt Sorunu tespiti reformist Kürt cenahının da yüreğine su serpmiştir. DEHAP (DTH) ve aynı kulvardaki oluşumların teslimiyetçi karakterleri her yanıyla ortadadır. DEHAP (DTH)’dan konu ilgili alıntı yapmayalım. Tavırları yeterince bilindiği için gerek yoktur. Yine de örnek vermemiz gerekiyorsa Diyarbakır barosu başkanı hukukçu Sezgin Tanrıkulu’nun siyasal cahillik örneği olacak sözlerine bakalım. Tanrıkulu ‘Sorunların çözümünde şiddetin çözüm olmadığını tarihsel olarak ortaya çıktığı’nı vurgulamış. Egemen sınıfların terörüne direnen, ulusal ve sınıfsal kurtuluş için silahlı mücadele verenlere hata yapmakla suçluyor. Tanrıkulu anlaşılan emperyalist barbarlığı ideologlarına özenmiş. Çünkü mantalite hemen hemen aynı. Demecinin sonunda da AKP siyasal irade ve kararlılık göstersin, sorunu silahlı kuvvetlere havale etmesin uyarısında bulunmuş. Ne diyelim nede olsa dilin kemiği yok. TC’nin Kürdistan’da ki sömürgeciliğinin Asker, siyasetçi güçlerin konsensüsü üzerinden kurumsallaştığı ve bu durumun halen tüm yakıcılığıyla devam ettiği apaçık ortada. Peki, hukukçularımız bunları bilmiyor mu?
AKP ile Genelkurmay arasındaki mevcut çelişki düzen içi konumlarını büyütme, güçlendirme üzerinden şekillenmektedir. Yetki ve sömürgeci dengeleri elde tutmaya dönük manevralar yapıyorlar. Son dönemdeki çıkışlarında uluslar arası politik gelişmelerin epeyce gerisine düşmelerinin de küçümsenmeyecek payı vardır. Irak’ın emperyalistler tarafından işgaliyle birlikte, Güney Kürdistan’daki TC aleyhindeki hareketlenme Türk egemenlerinin kaygılandırmaktadır.(Tabi tartışmaya açık olmakla birlikte) Güney Kürtlerinin fiili kazanımları Kuzey Kürdistan’daki halkımızın asmpatisini kazanmıştır. Güneydeki federatif oluşum seksen küsur yıldır inkâr edilen kuzeyde yaşayan halkımızı cesaretlendirmiştir. Kürtler, duyguda düşüncede birbirlerine daha fazla yakınlaşmışlardır. İmralı çizgisinin ısrarla tehdit olarak vurguladığı gerçeklikte budur.
Siyasal tasfiyeciğinin altı yıldır empoze ettiği “Devletle barışma” propagandası Kürdistan gerçekliğine çarpıyor. KONGRA-GEL’in halkımızın bilincini muğlâklaştırma politikaları artık sonuç vermiyor. Bugün için Kürdistan’da devrimci öznenin zayıflığı Kürtlerin siyasal tasfiyeciliğe tavır almalarını geciktiriyor. Daha çok lokal tepkiler kopuşlar olmaktadır. Bu da siyasal tasfiyeciliği şimdilik zorlamamaktadır. Diyalektik dünya görüşü sosyalizm, nitel birikimlerin nicel sıçramalara dönüştüğünü sayısız kez kanıtlamıştır. Halkımızda Kürdistan’da devrimci özlemin gelişimiyle tasfiye ve teslimiyet çemberini kıracaktır. T.Erdoğan’ın Türk aydın heyetine yaptığı açıklamalarının ve sonrası Diyarbakır’daki sözlerinin tarihsel, sosyolojik kökeni olan Kürt Ulusal Sorunu için önemli görmüyoruz. Faşist Tayib’in ağzından çıkan sözlerin hiçbir ciddiyeti, hükmü yoktur. Olmadığı da son gelişmelerden anlaşılıyor.
İmralı çizgisinin paradoksal beklentilerini, gelişmelere yüklediği misyonu bir kenarda tutalım. Onlar için son genel saldırılar devlet içerisinde bulunan ‘rantçı’ güçlerin kışkırtmalarıyla olmuştur. AB sürecini baltalamak isteyenler bu oyunları tezgâhlamıştır. Barışa (Siz onu teslimiyet olarak okuyun) şans verilmeliymiş. İmralı partisinin sürece bakış açısı budur. Genelkurmayın AKP’nin son 6 aydır haklarımıza dayattıkları saldırıların uzun vadeli sonuçları her yönüyle açığa çıkarılmalı, teşhir edilmelidir. Özellikle son linç girişimlerinin ırkçı faşist saldırganlığa dönüşme potansiyeli tehlikeli boyutlara varmıştır. T.C devleti, İmralı ihanetinin yarattığı siyasal boşluktan her açıdan faydalanmakta devrimci muhalefetin dağınık, cılız kaldığı günümüzde sömürgeci düzenini ayakta tutmaktadır. “Böl, parçala, yönet” politikasının araçlarını geliştirerek hakların kardeşlik duyguları köreltiliyor. Kürt halkının inkârı üzerinden kurumsallaşan T.C devleti dizginleyemediği Kürt Halk dinamiğini, kendi kontrolü altında bulunan maskeli sivil uzantılarla kuşatmaktadır. Kızıl Elma koalisyonu denen faşist ittifakın palazlanması tam da bu döneme denk gelmiştir. Anlaşılan kendilerine devletin “kutsal” çıkarları adına yaratılan provokasyonların provokatörü olma rolü verilmiş. Medya kışkırtıyor asker polis bağlantılı sivil çetelerde belirlenen hedefe yönlendiriyor. Sonrasında da T.C başbakanı, Genelkurmay sözcüsü yaşanılanları “milli hassasiyet, vatandaşın teröre öfkesi” süslemesiyle sıradanlaştırarak meşrulaştırmaktadır. T.C devleti “özde” vatandaşlarını kullanarak haklarımızı birbirine boğazlatmak, böylelikle de kendi tarihsel Kürt düşmanlığını büyütüp mevcut politikasını sürdürmektedir. Son isyan olarak tanımladıkları devrimci Kürt dinamiğini şiddetle ezip, sonrasında da “en iyi kürdün ben türküm diyen Kürt olduğu” bir ülke hayali kurguluyorlar. Düne kadar olmayan Kürt bugün zorla Türkleştirilmek isteniyor. Osmanlının enkazı üzerinden şekillenen T.C devleti ulus-devlet yaratma uğraşını Kürt ulusal gerçeğini yok sayarak başlamıştı. Kemalistlerin kurduğu Türk dil kurumu sözlüğünde Kürt ; “Çoğu dillerini değiştirmiş, Türklerden ibaret olup, bozuk bir Farsça konuşan ve Türkiye, Irak ve İran’da yaşayan bir topluluk adı ve bu topluluktan olan kimse” olarak belirtilmektedir. Bu safsatalarını da Güneş Dil Teorisine dayandırıyorlar. Okuyana komik gelen tanımlamalar Kürdistan’da sömürgeciliğin faşist yapısını göstermektedir.
Karşısına Türk sömürgeciliğini almayan siyasetler, programlar Kürdistan sorununu çözemez. İmralı çizgisi buna en iyi örnektir. Öcalan’dın üzerine basarak vurguladığı “Anayasal vatandaşlık” tezi, Kürtler adına Kürtlerin zorla Türkleştirilmesi politikalarına örtülü hizmet ediyor. Ruh, bellek ve bilinç katliamı bu açılımlarla ifadesini buluyor. Mersin serhildanıyla birlikte Genelkurmayın aleni müdahalesiyle başlayan, kışkırtma ve linç girişimleri, gerilla cesetlerine yapılan insanlık dışı saldırılar, halk eylemliklerine tahammülsüzlük, sokak infazlarındaki artış, bozöyükte kendisini gösteren ırkçı vahşet sahneleri vb. acaba neyin işaretleridir?
Emperyalist güçlere her geçen gün daha fazla bel bağlayan Türk egemen sınıfı, dış siyasetinde Türkiye halkının onurunu ayaklar altına alırken, kendi işbirlikçiliğini başarı yaftası yapıştırarak halka yutturmaktadır. En son AB’ye yamanmaları, önlerine konulan bağımlılık anlaşmasını imzalamaları bunun en tipik örneğidir. Emperyalistlerin önünde kuzu, halklarımıza karşı kurt kesiliyorlar. Politikasını işbirlikçileri üzerinden ABD ve AB emperyalizminin belirlediği, ekonomik bağımsızlığı lafta kalan IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası emperyalist kurumların kredileriyle, ödevleriyle yönetilen TC devleti, içeride iktidarını koruma kaygısıyla başta Kürtler olmak üzere ezilen, sömürülen, yoksul Türkiye halkına da savaş açmıştır. Hal böyle iken KONGRA-GEL’in Kürt halkının yok sayılmasında, katliamlara uğramasında, devriminin boğulmak istenmesinde T.C devletine hem siyasi gerekse de ekonomik destek vermiş ve verecek olan AB emperyalistlerini şirin gösterme, sorunu onlara havale etme girişimleri karşı devrimci karakterlerine uygun tasfiye politikalarının sonucudur.
AB’nin kapılarında T.C devleti ve işbirlikçi burjuvazi için kulis yapmaları binlerce kürdü yanıltıp Avrupa sokaklarında yürütmeleri, elinde bulunan basın araçlarını AB’nin sesine dönüştürmeleri yakın gelecekten itibaren kaybettirdikleriyle birlikte halkımız tarafından sorgulanmaya, mahkûm edilmeye başlanacaktır. İlerleyen dönemlerde tasfiyeciler tasfiye olacaklardır. Halkımız ise Devrimci Partinin öncülüğünde Kürdistan ulusal kurtuluş devrimini sömürgeciliği yıkarak, topraklarımızdan kovarak başarıya ulaştıracaktır.
AKP hükümeti T.C tarihinin gelmiş geçmiş en işbirlikçi iktidarıdır. İslamcılığı ise asıl yüzünü gizlediği maskesidir. Kürdistan sorununu “uluslar arası sömürge statüsü” bağlamında değerlendirildiğinde bir devrim sorunudur. AKP ve Genelkurmay ülkemizdeki sömürgeciliklerini, düzenlerini yedeklenen güçlerle sürdürmektedir. AKP halkımıza karşı geliştirilen Topyekûn savaş güzergâhında görevlerini yapıyor. Görevlerinin neler olduğu da apaçık ortadadır. Tabii özelliklede gelişmelerin gösterdiği gerçekler İmralı tasfiyeciliğinin Kürt halkına anlattığı demokratik çözüm, kalıcı barışta sonu gelmeyecek başka bahara kalacağıdır. Son olarak bilinen bir hatırlatma yapalım, Ezen ulus sömürgeciliğine karşı ezilen ulusun özgürlüğü ve bağımsızlığı için savaşması meşrudur. Gerçek aydın tavrı, Kürdistan halkının şartsız, koşulsuz ayrılma hakkını savunmak olmalıdır.