Read Time:8 Minute, 25 Second
Büyük Ekim Devriminin üzerinden tam 88 yıl geçti. 1917 tarihinde gerçekleşen Ekim Devrimi, dünya tarihinde yeni bir çağ açtı, insanlığa yeni bir ufuk gösterdi. Ekim Devrimi o kadar sarsıcı sonuçlar doğurdu ki ondan etkilemeyen tek bir olay ve gelişme yoktur. Buna emperyalist kapitalist sistem ve egemen sınıflar da dahildir. Onlar, bu tarihten sonra attıkları her adımda, izledikleri her politikada Ekim Devrimi gerçeğini hesaba katmak durumunda kaldılar.
Devrim ve sosyalizm, artık, emperyalist kapitalist sistem için hayali bir tehlike, bir uzak gelecek sorunu değil, karşılarında duran, temellerini sarsan güncel bir olgu, somut ve “yakın tehlike”, güncel bir korkuydu. İçte işçilerden, emekçilerden ve diğer ezilen toplumsal kategorilerden, dışta ise ezilen, sömürge ve bağımlı halklardan korkuyorlardı; her an tepelerinde patlayan toplumsal yangından, çevreden kendilerini kuşatacak ulusal kurtuluş hareketlerinden korkuyorlardı… Haksız da sayılmazlardı…
Çünkü Ekim Devrimi, ilk başta, bütün Avrupa’yı sarsacak bir kıta devriminin ilk ateşi olarak algılanıyordu. İrili ufaklı birçok devrimci ayaklanma bu algılarını güçlendiriyordu. Rusya Bolşevikleri de Avrupa’nın başka ülkelerinden, özellikle Almanya’dan devrim bekliyorlardı. Onların devrimleriyle bütünleşecek bir Ekim Devriminin nihai zaferinin garanti altına alınacağını düşünüyorlardı.
Emperyalist Savaşın getirdiği yıkım ve artan toplumsal çelişkiler ile işçilere, emekçilere ve ezilen haklara umut ışığı ve esin kaynağı olan Ekim Devrimi, dünya devrimi idealini daha somut bir algı haline getiriyordu.
İkincisi, Ekim Devrimi sömürge ve bağımlı hakların uyanışında, harekete geçmelerinde salt bir esin kaynağı değil, aynı zamanda zaferleri için elverişli bir uluslararası ortam yaratmıştı. Ekim Devrimi, ulusal kurutuluş hareketleri için zafer yolunu açtı, koşullarını oluşturdu…
Ancak dünya devrimi hayali, Alman Devriminin yenilgisiyle birlikte yeni tartışmalara, ayrışmalara ve yönelimlere yol açtı. Ekim Devrimi ve genç Sovyet iktidarı yaşayacak mıydı? Nasıl, neye dayanarak, ne yapılarak? Avrupa’da devrim dalgası geri çekildiğine göre, bu ülkelerin devrimci proleter partileriyle, gelişecek sınıf mücadeleleriyle ilişkiler nasıl olmalıydı? Enternasyonalizm ve onun somut örgütü konumundaki Komintern’in rolü, çizgisi ne olmalıydı? Bu bağlamda ezilen ve sömürge ülkelerde gelişmekte olan ve giderek dünya siyasetinin önemli güç dengelerinden biri olmaya aday ulusal kurtuluş hareketlerine yaklaşım ne olmalıydı? Bu soruların yanında devlet-iktidar, demokrasi, Sovyetler, ekonomi, köylülük, içteki sınıf mücadelesi ve bunların araçları gibi çetin sorunlar da ciddi bir tartışma platformunu oluşturuyordu, yeni ayrışmalara ve farklılaşmalara yol açıyordu…
Her şeye rağmen Ekim Devriminin yol açtığı iktidar ilişkileri ve olanakları üzerinde bir tür sosyalizm kuruldu. Kuşkusuz bu sorunlu bir kuruluştu, bu sorunları daha farklı bir tartışma konusudur. Kurulan sosyalizmin tüm kusurlarına, sapmalı ve giderek içten çürümeye götüren ciddi zaaflarına rağmen yaşadığı yetmiş kusur yıl boyunca emperyalist kapitalist sistemi dizginlemede, bu ülkelerde “sosyal devlet” politikalarının uygulanmasında, sömürge halkların kurtuluşunda hatırı sayılır bir rol oynadı…
1990’lardan bu yana reel sosyalizmin yıkılışından sonra emperyalist saldırganlık, neo liberal politikalar, açlık, yoksulluk, sömürü inanılmaz boyutlar kazandı. Şimdi, uzun bir zamandır kendilerini rahat ve güvende hissettikleri “Anavatan”larında kitlesel öfkenin yangınıyla büyük bir telaş yaşamaktadırlar. Yüzyıllar süren sömürge siyasetinin sonuçları bugün kendilerini vuran, yarın daha derinden vuracak olan toplumsal silaha dönüşmüş bulunuyor. “Rüzgâr eken fırtına biçiyor.” Dünün ve bugünün tatlı kâr politikaları, toplumsal çelişkileri de derinleştirmeden edemezdi. Bugün Fransa ve diğer ülkelerde yaşanan bir yönüyle budur.
1990’ların başında sosyalizmle adından başka hiçbir ilgisi kalmamış Sovyet sisteminin yıkılışından yola çıkarak “Tarihin sonunu” ilan edenler, dönüp günlük gelişmelere baksınlar. “Tarihin sonu” mu, yoksa bu emperyalist-kapitalist barbarizm dünyasının sonunu hazırlayacak dinamiklerin kendisi mi bir gerçek?
Reel sosyalizm şahsında devrim ve sosyalizm davasına “Fatiha” okumada acele edenler, fena halde yanıldılar. Dünyanın dört bir yanındaki toplumsal ve ulusal çelişkiler, çatışmalar, arayışlar, alternatif eğilimler, derin bir hoşnutsuzluğu, bununla birlikte “Yeni bir dünya ve yaşam”ın olanaklı olduğunu anlatıyor. Bu “Yeni dünya” arayışının genel bir eğilim olarak devrim ve sosyalizme yöneleceğinden de kuşku duymamak gerekir.
Elbette, bugün sosyalizmi, dünün bir tekrarı olmayacak. Yanı “Ulusal sosyalizm” versiyonlarının aşılması gerektiği, enternasyonalizm, devlet, iktidar, demokrasi, ulus, parti ve sınıf ilişkisi, toplum, birey ve daha birçok konuda teorik ve programatik yenilenmeye, eskiyi aşan bir öz ve biçim zenginliğine ulaşması gerekir. Biriken bir deneyim var, yapılmaması gerekenler konusunda zengin dersler önümüzde duruyor. Dolayısıyla nesnel zeminde olgunlaşan devrim ve sosyalizm mücadelesini daha güçlü teorik ve programatik silahlara kavuşturmak zorunludur. Bunun da masa başında değil, günlük mücadele ile bağ içinde gerçekleşeceği kuşkusuzdur!
Bir süredir genelde Kürtler arasında, özellikle de Kuzey Kürt siyaseti ve siyasetçileri içinde devrim ve sosyalizm karşıtlığı gelişmektedir. ABD ve AB’yi “Kurtarıcı” birer güç olarak algılamanın yanı sıra, Kürdistan’daki her kötülüğün sorumluğunu sosyalizme ve sosyalistlere yıkma anlayışı var. Bu, eğer derin bir bilinçsizlik değilse, bilinçli bir çarpıtma ve gerçeklerle oynamadır. Bu karşıtlığı eski “sosyalistlerin” ve o eğilimli kökenlerden gelenlerin yapması şaşırtıcı bir gerçekliğe işaret ediyor.
Daha öncesi bir yana sosyalistler, son iki yüzyılın tarihinin ve halklarının ak vicdanları olmuşlar; sömürüye, ırkçılığa, faşizme karşı mücadelenin en önünde yürümüşlerdir. Bu, rastlantı mı? Hitler ve Musolloni faşizmleri karşısında en önde direnen, direnirken her şeylerini gözlerini kırpmadan veren kimdi? Yine 2. Dünya Savaşında en ağır bedeli ödeyerek insanlığa soluk aldıran kimlerdi? Kapitalist emperyalist metropollerde demokrasinin görece yol almasında ve genişlemesinde en etkin rolü oynayan yine sosyalistlerin önderliğindeki işçi ve emekçilerin mücadelesinden başkası değildir.
Kuzey Kürdistan’da Kürdistan sorununu en radikal bir tarzda gündeme getiren, bunun mücadelesini veren, bu mücadelede en cesur ve fedakâr duruşu sergileyen yine sosyalistler ve temsilcisi oldukları, ezilen sınıf ve emekçilerden başkası değildir. Kuzey Kürdistan’ın son 30 yılında liberallerin, reformistlerin, Kürt ağa ve beylerinin ulusal mücadeleye yaptıkları somut bir katkıları var mı, kendi başlarına bir duruşları ve kayda değer bir eylemleri olmuş mudur? Peki, bu rastlantı mı?
!970’li yılları hatırlayalım: Kürdistan sorununu bir devrim ve ulusal kurtuluş sorunu olarak koymak, bunu teorik olarak kanıtlamak için referans noktamız Ekim Devrimi idi. Neredeyse her söze “Ekim Devriminden önce” ve “Ekim Devriminden sonra” diye başlardık. Burada şunu anlatmaya çalışıyoruz: Ekim Devrimi, devrim ve sosyalizm ideolojisi, bugün yenilgi koşullarının yarattığı yanıltıcı havanın tersine, yurtseverliğin gelişmesinde, devrimci mücadelenin iktidar olacak kadar politik bir gücü dönüşmesinde, milyonların ayağa kalkmasında öncü bir rol oynamıştır. Daha sonra onun içi boşaltılsa da, giderek karşıtına dönüşülse de tarihsel gerçekliğin kendisi budur!
Bu anlamda ne kadar Ekim Devrimini anarsak analım yeridir, anlamlıdır. Ekim Devrimi ideolojisinin Kürdistan sorunun konuluşunda ve çözümünde anahtar bir role sahiptir. Çünkü Kürdistan sorunu, devrim sorunudur, emekçi sınıfların gerçekleştireceği bir devrim sorunudur! Bizim de yeni Ekimlere, yeni 15 Ağustoslara ihtiyacımız var.
Büyük Ekim Devrimi Yaşıyor!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Her şey Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini toparlana ve yeniden inşa mücadelesi için!
9 Kasım 2005
SOSYALİST-ŞOREŞGER