Read Time:28 Minute, 12 Second
1 Ocak 2006 günü yaşamını yitiren sosyalist düşünürlerden HARRY MAGDOFF’un anısına… (Sosyaliste Şoreşger)
(Harry Magdoff, Monthly Review’in kendisinin 90. Yaş günü onuruna tertip ettiği "Emperyalizm Bugün" başlıklı konferanstan üç hafta önce Nisan 2003’te kamera karşısına geçti. Konferansının düzeltilmiş bir versiyonu konferansın başlangıcında dev bir ekranda gösterilecekti. Alakasız olmasından değil fakat video filmin kısa olup önemli bir kısmının O’nun nasıl sosyalist olduğuna ayrılması Harry’nin konuşmasının önemli kısmının düzelti aşamasında kesilmesini gerekli kılmıştır. Bu nedenle, burada Harry’nin kapitalizmi, emperyalizm, Birleşik Devletler ve Irak üzerine görüşleri sunulmaktadır. (Not: Görüşme metni Temmuz 2003’te ayrıntıları ile tamamlanmak üzere Harry’nin denetimi altında düzeltilmiştir.)
Görüşme esnasında, Harry kamera ve videografı tamamen boş verir. Fanila ve koyu mavi bir eşofman giyinmiş, uykusuz bir gece geçirmesine rağmen rahat ve akıcı konuşmuştu. Doksanına yaklaşsa da zihni duru, konuşurken genç, bakışları güçlü. -H.G.
HUCK GUTMAN: Harry, tartışmaya senin kapitalizmin bir dünya ekonomisi olarak başladığı fikrine kafa yorarak başlayabiliriz diye düşündüm.
HARRY MAGDOFF: Evet, kapitalizm bir dünya ekonomisinin içinde doğdu. Bununla birlikte, ticaret kapitalizmini sanayi kapitalizminden ayırmalıyız. 15. yüzyıl ile birlikte okyanus ötesi uzaklıklara önemli düzeyde mürettebat ve yük taşıyabilen üç direkli, ağır silahlarla donanmış yelkenli gemilerin geliştirilmesi uluslararası ticareti ve deniz savaşlarını ön plana itti. Avrupa’nın bu yeni gemileri kâr ve yağma arayışıyla yedi denize yayıldılar. Böylelikle, aynı zamanda bir fetihler çağı olan Keşifler Çağı 15. yüzyılla başladı ve dünya-ekonomisi temelli, ticaret kapitalizmini imledi. Batı Avrupa refahı sıçramalarla arttı: bankalar Güney Amerika gümüş ve altın ile doyuruldu, insanlar Batı Avrupa’nın atölyelerinde tüketim malı ve ham madde üretmek üzere köleleştirildi. Dünya ticareti, yeni kolonilerin ele geçirilmesi, eskilerin genişletilmesi, köleliğin yayılması ve açıktan açığa soygunla canlandı. Bunlar, sanayi kapitalizminden önce iki yüzyıldan fazla gelişim gösteren dünya piyasalarının ana öğeleridir. Kapitalizmin ticari aşamasının kilit öğesi, 1700’lerin ortasında başlayan sanayi devrimine gerekli piyasa ve zenginliği temin etmesidir.
Sanayi kapitalizmi farklı ülkelerde farklı zamanlarda ortaya çıktığından özellikleri bir ulustan diğerine özdeş değildir. Fakat ortak olan bir öğe vardır. Hareket yasalarının altında yatan nedenler aynıdır. Yatırım, tüketim ve finansman arasında bir dereceye kadar bir denge gerekmekte ve arzulanmaktadır. Eğer mühim öğeler dengeyi yitirirse, bir ekonomik krizle karşı karşıya kalınır. Bu krizler geleceği etkileyip şekillendirir; fakat temel hareket yasalarından önemli bir sapma göstermez. Bu dengesizliklerin alt edilmesinin ana yolları emperyalist hareketlerde aranmıştır: uluslararası yoğun rekabetin ateşlediği yeni pazar ve yatırım olanakları arayışları. Sistemin iç mantığından kaçış mümkün değildir. Kapitalizmin hasta yanlarının üstesinden gelmek önceden tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayan bir gücün transferine dayalı tamamen farklı bir toplum yaratımını gerektirmektedir. Bu, kârın azamileştirilmesi anlayışıyla piyasaların dikte ettiklerinin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
Çin, kapitalizme doğru bir adımın bir diğerine neden olduğunun bir örneğidir. 25 yıl önce Çin Komünist Partisi’nin yönetici grubu iki ekonomik sistem oluşturma kararı aldı. Ekonomiyi kumanda unsurları, hükümetçe yürütülen bir merkezi planla doğrudan kontrol edilirken toplumun geri kalanı özel teşebbüse açılacaktır. Devlet ve yabancı sermayenin teşvik ve desteği ile özel sektör etkileyici bir hızla büyüdü. Ne kadar ve nasıl üretileceğini kar amacı güden piyasalar belirler hale geldi. Bu tarzda büyüyen ekonomi ile bir sermaye piyasasına ihtiyaç duyuldu. Bunun için bir borsa kurulup ticari bankacılık başlatıldı. Yabancı yatırımcılar uluslararası ticarette rekabet için çok düşük ücretlerin kendilerine sunduğu avantajları elde etmek için ülkeye geldiler. Ekonominin ihracata itibar etmesi, Çin’i Dünya Ticaret Örgütü’ne katılıp bu örgütün ilkelerini uygulamaya ve yabancı yatırım üzerindeki kontrolleri azaltarak kapitalist ticaret kurallarına bağlılığa sevk etti.
Küreselleşmenin baskılarına yanıt olarak Çin’de kamu teşebbüsleri özelleştirilmektedir. Sınıf ayrılıkları ve insanlar arasındaki farklılıklar genişletildi. Özel teşebbüsün teşvik edildiği bu yol izlenerek eğitim ve sağlıkta tüm nüfus için sosyal refah keskin bir biçimde düştü. İşsizlik ve açlık çoğaldı. Çin oldukça eşitlikçi bir toplumdan gelirin Birleşik Devletler’de olduğu gibi hatalı dağıldığı bir topluma dönüştü.
H.G: Sıklıkla kapitalizmin bir ekonomideki büyümeyi ateşleyen en iyi yolda olduğunu duymaktayız.
H.M: Temel fikir kapitalizmin büyüme mecburiyetidir. Müteşebbis bireyler yeni bir fikir ya da icadı destekler, fabrikalar kurulur, işçiler istihdam edilir-bu, sarmal bir arz-talep artışı ile nihayetlenir. Bu model elbette bir anlamlılık ifade eder. Fakat sadece bir modeldir, gerçeklik değil. Kapitalist büyümenin dinaasmu yatırımdır. Yalnız, yatırım haddi sakin bir seyir izlemekten uzaktır. Yatırım, ürünü satın alma istek ve gücünde yeterince müşteri bulamayınca yavaşlayacaktır.
Mamul malların iç satışlarının genelde benzer nitelikte olması bu nedenledir: satış ve üretim, sunumdan bir süre sonra hızlanırlar ve sonunda bir asimptot gibi azalırlar. Asimptot eğrinin bir kesitidir. Bunun gibi yükselir ve sonra alçalır ( Harry’nin eli dik bir şekilde kalkar ve sonra düşer). Örneğin, Birleşik Devletler’in bazı bölgelerinin gelişiminde ve ulusal piyasaların belirmesinde hayati rol oynayan buzdolabı yeniliğini alalım. Bu tartışma için, ev buzdolaplarını örnek almayı istiyorum.
Buzdolabı henüz yeni bir icat olduğu dönemde kapitalizmin Birleşik Devletler’deki tüm gelişim süreci bağlamında oldukça önemliydi. Fakat insanların kaç tane buzdolapları var, bir aile kaç tane kullanabilir? Eğer zenginseniz bodrumda bir, bir de mutfakta ya da mutfakta iki buzdolabınız olacaktır. Fakat yine de evinizi buzdolabıyla dolduramazsınız. Alabilecekler satın aldıktan sonra buzdolabına talep sadece eskisini değiştirmek ya da yeni ailelerle artan bir nüfustan gelecektir. Genç bir karı-koca bir apartman dairesi aldıklarında- güçleri yeterse- bir buzdolabı satın alırlar. Fakat aile sayısında dramatik bir artış her zaman gözlenmez. Bu nedenle talepte bir düşüş olur. Ve soru gelir: İşi nasıl devam ettiriyorsunuz? Sonra işi nasıl genişletiyorsunuz? İşte, dışarıya yönelme buradan kaynaklıdır.
H.G: Yani, emperyalizm ve onun iç dinamiğini güdüleyen güç her zaman için durgunluk eğilimindendi.
H.M: Evet, tek sorun olmamasına rağmen durgunluk eğilimi emperyalizme sebep önemli bir faktördür. Önceden de belirttiğim gibi sermaye yatırımı kapitalist bir ekonomide büyümenin dinaasmudur. Yeni yatırım ihtiyaçları sınırlarına ulaştığından kapitalist gelişimin bir ileri aşaması yeni ürünler, yeni icatlar ve muazzam nüfusların fethine bağlıdır.
Zengin kapitalist ülkeler büyüme hadlerini yabancı piyasaları bastırarak yüksek tutmuşlardır. Joan Robinson’un dediği gibi " pek az insan akademisyen bir iktisatçının son iki yüz yılın ‘büyük dünyevilik infilakı’ dediği şeyin ana kaynağının kapitalizmin yeni bölgelere yayılması olduğunu inkâr eder." İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra varoşların çoğalması (Birleşik Devletler’de) ana uyarıcıların bir başka türlüsüdür. Fakat ne yeni ürünler ne de yeni teknoloji büyümenin düzenli sürdürülmesine yetmektedir. Böylelikle sanayileşmiş kapitalist uluslar, yabancı topraklara yeni piyasa ve yatırım olanaklarının oluşturulması için zor ve hile ile sürekli bir itilişle, "karacanın su için sekişi" gibi yeni ülkelerin fetihlerine susamışlardır.
Yalnız, bu mühimdir, her başarılı kapitalist ülkede bu mekanizmanın yeni piyasaların elde edilmesi ve rekabetçi piyasaların alt edilmesi yolu ile sağlıklı işlemesini sağladılar.
İngiltere’nin Sanayi Devrimi’ndeki büyük başarıları buharlı motorun geliştirilmesi, makineli tekstil üretimi, makineli iplik eğirme, dokuma vb.dir. Çok geçmeden İngilizler ürettikleri giysiler için yeni pazarlara ihtiyaç duydular. Yoksa işi bırakmak zorunda kalacaklardı. Çünkü eğer satacak bir yerler yoksa sürekli aynı şey üretmeye devam etmeniz mümkün değildir. Nihayetinde İngiltere için de böyle olmuştur, Hindistan tekstil sanayi bir İngiliz giysi piyasası oluşturulmak üzere ortadan kaldırıldı. Hindistan mükemmel bir tekstil üretimine sahipti; ürettikleri giysiler İngiliz giysilerinden kesinlikle daha iyi idi.
Benzer şekilde birçok ülkenin yaşam biçimi, İngilizlere, Kıta Avrupa’sına, Japonlara ve Amerika iş çevrelerine yeni piyasa ve yatırım olanakları sağlamaları için dönüştürülmüştür. Kapitalizm genişlemek zorundadır. Yoksa teşebbüsler batar, üretim ve karlar keskin düşüşler sergiler, bankalar dahi sorunlar yaşar. Bu, Büyük Bunalım’da meydana gelendir.
Şimdi, Huck, elbette daha birçok karmaşık ayrıntı mevcut. Emperyalizmin karmaşık unsurları üzerine bir ders vermeye girişmeyeceğim. Fakat koloni edinmede bir başka dürtü hammadde arzını garantilemede üstünlük sağlamaktır. Bir süre sonra iş dışarıdan baharat, çay, tütün sağlamayı aşmıştır. Sanayi Devrimi’nin fabrikaları pamuk, bakır, çinko vb. ile doyurulmaya muhtaçtır. Öncelikle Britanya’nın fazla miktarda sahip olduğu kömüre ihtiyaç duydular. Sonra, gittikçe dışarıdan ithal anlamına gelen demir, bakır, çinko ya da nikel. Ürünleriniz teknolojik olarak ileri hale geldikçe yeni alaşımlar için çoğu zaman elde etmesi zor kimi kaynaklara daha fazla ihtiyaç duyarsınız. Alaşımlar çok az ya da çok fazla nikel gerektirir. Kapitalist üretim bu tür materyallere ihtiyaç duyar ve elde etmek için dışarı yönelmek zorundadır. Bu hayati maddelerin elde edilmesinin birçok yolu olmasına rağmen kapitalistlerin arzusu denetimdir. — gerektiğinde düzenli bir girdi akışının sağlanmasını garantilemek için.
H.G: Bu halde, durgunluğa karşı yeni piyasa ihtiyacı ve üretimde kullanılmak üzere girdi ihtiyacı dışarı yönelme sebepleridir?
H.M: Evet. Yeni piyasalar ve ihtiyaç duyulan her seri mal ana sebepleridir. Fakat bir üçüncü öğe var. Kapitalizm bir ülkede geliştikçe, işçi sınıfı daha yüksek ücretler, kısaltılmış mesai saatleri ve üzerlerindeki diktatöryel hiyerarşiden kurtulmak için mücadele eder. Başarıya ulaştıklarında bu mücadeleler ücret ve sosyal haklar gibi diğer kazanımların düzeylerini arttırır.
Böylelikle kapitalist, karı arttırmak amacıyla aşırı düşük ücretler ve az gelişmiş ülkeleri daha yoğun sömürü olanaklarından faydalanmak için başka yerlere gider. Bu süreçte dış sermaye yatırımı sömürge ve yarı sömürge ulusların mevcut içsel kalkınma potansiyellerini kesintiye uğratır ve bozar. Çeşitli nedenlerle insanlık tarihi boyunca, kalkınma çeşit ve hızları farklılıklar göstermiştir. Fakat kapitalizm doğrudan ya da dolaylı güçle devreye girdikten sonra yönlendirici olmuştur. Her şeyi devralmamıştır fakat ülkelerin gidişatını önemli düzeyde etkilemiştir. Bu az gelişmiş ülke için bir anayurda bağlılık anlamına gelebilir ve de sıklıkla kitlelerin daha fazla yoksullaşmasıyla sonuçlanır.
Bu arada, ileri kapitalist ülkelerde daha az iş olanağı mevcuttur. Daha yüksek işsizlik oranları elde edersiniz.
H.G: Böylece, emperyalizm kısmi olarak kapitalist ulusların yüksek emek maliyetlerine karşı ucuz emek bulma ihtiyacından doğmuştur. Fakat emperyalizm geliştikçe biçim değiştirmemiş midir?
H.M: Evet. İlk büyük değişiklik sanayi kapitalizminin Batı Avrupa, Birleşik Devletler ve Avustralya gibi Batı Avrupa halklarının yerleştiği bölgeler ve Japonya’da ortaya çıkışı ve yayılmasıdır. Lakin dünya artık "fethe açık" devirlerde olduğu gibi tamamen " açık" değildir. Gezegen diledikleri yerlere gitmek arzusunda olan uluslara tümüyle açık değildir. Çünkü şimdi, İngiltere imparatorluğunu genişletmeye çalıştığında Almanya, Fransa ve diğer güçlerinde yapacağı budur.
Bu nedenle zengin güçler rekabet halindedirler. 1850’li ve 1860’lı yıllarda buharlı geminin geliştirilmesiyle Britanya birden tüm diğer ülkeler gibi gemilerini eskimiş bulur. Acele ile bir dolu buharlı demir gemi üretmek zorundaydılar. Britanya Birinci Dünya Savaşı patlak verene dek bir süre için gemi inşasında oldukça mühim bir tekel oluşturdu. 1840’larda dünya deniz taşımacılığındaki tonaj payı %25 olan Britanya’nın 1850’lerden Birinci Dünya Savaşı’na kadar payı %40-50’ye çıkmıştır. Bununla birlikte yeni yüzyılda Britanya’nın gemi inşa faaliyetleri ve deniz taşımacılığındaki tonaj payı gerilemiştir. Almanya, Birleşik Devletler, Fransa ve Japonya gibi diğer uluslar bu hususlarda İngiltere’ye yetişmeye başladılar. Yeni bir rekabet düzeyi söz konusuydu, yalnız buharlı gemi üretiminde değil fakat buharlı gemilerin ticaret yapacakları yerlerin ele geçirilmesinde de.
Yeni soru "dünyanın hangi kesimini yönetiyorsunuz?" halini aldı. Örneğin Afrika önceden "açık"tı: Köleler almaya ve doğal kaynakların sömürüsüne. Fakat eşitsiz gelişen kapitalizmin merkezleri rekabetin yeni aşamalarına ulaştıkça 19. yüzyılın sonlarına doğru Afrika ve diğer bölgeleri sömürgelere bölme yarışına girişildi.
Yabancı bölgelerin sömürgeler olarak işgali ticaret kapitalizmi ile sanayi kapitalizminin erken aşamalarının ana özelliğidir, fakat bu ilk aşamalarda dünyanın büyük bölümü henüz sömürgeleştirilmemişti. Eğer öncesi yoksa 15. yüzyılda başlayıp gittikçe artan sömürge fetihlerine rağmen kapitalist güçler tarafından sömürgeleştirilen bölgelerin mil karelerinde çarpıcı değişimler söz konusu. Bu sıçrayış 19. yüzyılın son çeyreğinde dev korporasyonların ve tekellerin gelişimine koşut olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında sömürge ele geçirmede %300 bir artış mevcuttu. 1870’i izleyen 45 yılda, kolonyal güçler 19. yüzyılın ilk 75 yılının yıllık ortalama 83.000 mil karesi ile karşılaştırıldığında yılda ortalama 240.000 mil kare alan ele geçirdiler.
H.G: Birinci Dünya Savaşına neden olan bu rekabet toprak içindi?
H.M: Dünyanın yeniden bölüşülmesi kesinlikle Birinci Dünya Savaşı’nın ana nedenlerinden biriydi. Fakat savaşa sebep başka etkenler mevcuttu- bu aşamada incelemek için çok uzun bir konu. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki tekelci firmaların pazar için artan rekabetinin resmin önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Britanya’nın hegemonyasına karşı koyuşlara bir açıklık getireyim. Britanya’nın rakipleri Londra’nın uluslararası mali piyasaların merkezi ve sterlinin egemen uluslararası para oluşunu hoş karşılamıyorlardı.
H.G: Biraz ileriye atlamama müsaade et. Tarif ettiğin rekabetçi kolonyal düzen İkinci Dünya Savaşı boyunca devam etti, fakat savaştan sonra bağımsızlık hareketlerinin başarıları ile sömürgeler edinme çağı kelimenin bilinen manasıyla sonlandı. Birleşik Devletler’in önemli bir dünya gücü olarak belirmesiyle tamamıyla yeni bir iktisadi düzen ortaya çıktı.
H.M: Dekolonizasyon süreci gelişmiş kapitalist ülkeler için yeni bir sorun ortaya çıkardı. Bu sorun, kapitalist güçlerin önceki sömürgeleri etkileyip, onlara egemen olduğu neokolonyalizmin farklı birçok biçimine sebep oldu.
H.G: Ve söz konusu denetim Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu vasıtasıyla hayata geçirilecekti?
H.M: Evet, fakat neokolonyal oyunda, bu kurumlar etki ve denetimde yalnız değildirler. Gelişmiş uluslar yönetici elite yardım ve destekle çevrenin mali sistemlerini ellerinde tutarlar. Güç ilişkilerini değiştirip ülkeleri emperyalist ağdan kurtarmaya çalışan halk hareketlerini bastırmada ortak hareket ederler.
Dünya Bankası azgelişmiş ülkelerin doğal kaynaklarını geliştirmeleri, temiz su elde etmeleri ve çevre ülkelerini bir adım ileri götürecek faydalı şeylerin yapılmasına yardımcı olacağı düşünülerek vücuda getirildi. Fakat banka pratikte yerel özel teşebbüslerle çokuluslu yatırımcıları destekledi. Aynı zamanda üçüncü dünyanın borç köleliğini destekledi. Dünya Bankasının büyük ölçüde merkez ülke yatırımcılarına satılan tahvillerle finanse edildiğini akılda tutunuz. Dünya Bankası bu nedenle çevreden faiz ve anapara toplamalıdır.
IMF, Büyük Bunalım akılda tutularak oluşturuldu. Bu yıllarda kısmi olarak komşuyu yoksullaştırma uygulamalarından dolayı uluslararası ticaret ve yatırım sert bir düşüş kaydetti, döviz kurları aşağı yukarı ani hareketler sergiledi. IMF’nin kurulmasının altında yatan neden kapitalist ekonomilere zarar verebilecek ödemeler dengesi ve döviz kurlarındaki çılgın dalgalanmaları ortadan kaldırmaktı. Fakat kapitalizmin merkez ülkelerinde işe yarayabilecek yaklaşımlar, çevre ülkeler için işlerin daha da kötüye gitmesine sebep olur. Çevreye yatırım süreci yabancı yatırımcıya- dolar olarak- ödenmesi gereken faiz, kar ve harçların oluşmasına neden olur. İhracat yabancı yatırımcılara karşı yükümlülükler ve ithalata ödenmek için gerekli doları sağlayamazsa IMF borç tahsildarı olarak devreye girer. Ülke ekonomisini yapısal değişimlere zorlar, ülkeyi daha fazla borçlandırır-insanların zor olan yaşam şartlarını daha da zorlaştırırken ülkenin borç köleliğinin devamını ve derinleşmesini sağlar.
Bu kurumların yaratıcıları- New Deal’cılar* ve diğer liberaller- İkinci Dünya Savaşı sonrası ortamda Birleşik Devletler önderliğinde barış ve işbirliği içinde bir dünya tasavvur ettiler. Bu umutlu teorileri, Doğu Bloku dışında egemen olan kapitalizme temel teşkil eden gerçekliği ve onun hareket yasalarını göz ardı etmekteydi. Emperyalizm, kapitalizmin yaşama yoludur: Önder kapitalist ülkelerin düşmanlıkları sürdükçe, sömürgelerin politik bağımsızlığının olup olmamasına bakılmaksızın çevrenin sömürüsü sürdürülecektir.
H.G: Kurulma amaçları ne olursa olsun IMF ve Dünya Bankası böylece gelişmekte olan ulusların az gelişmişliklerinin aşılmasına çalışacaklarına gelişmiş kapitalist ülkeleri desteklemektedirler.
H.M: Çevrenin sömürüsünün ortadan kaldırılmasının kapitalist yapı içinde hiçbir yolu yoktu. Borç köleliğinin önüne geçilemedi. Bu, çevreyi içinde bulunduğu krizden kurtarmak için oraya giden IMF’nin belirlediği koşullar altında daha fazla böyleydi. Aslında IMF büyük Batı bankaları için borç geri ödemelerinde zorlayıcı kurumdur ve bu role uygun olarak kapitalizmin merkezlerinden yeniden borçlanmaya neden olacak koşulların oluşmasını sağlar. Çevredeki krizler kısır bir döngü içinde yenilenir. Krizdeki ülke eğer- ancak ve ancak- külfetli neoliberal uygulamaları sürdürürse, IMF eski borçların geri ödenmesi için borç verir. Bu uygulamalar elbette kitlelerde artan yoksulluğa ve borç birikiminin yenilenmesine neden olmaktadır. Dünya Bankası’nın uygulamaları da neoliberal ilkelerin uygulanıp kitlelerin yaşam koşullarının kötüleşmesine katkıda bulunur.
Bu ilişkiler, Kuzey-ileri endüstriyel ülkeler- ve Güney dediğimiz kesimler arasındaki artan farklılıklar fenomenine sebep oldular. 1400 civarlarında, insanlar arasında ayrılıklar mevcuttu, fakat bir ülke içindeki insanların nasıl yaşadığını belirleyen koşullar önemli ölçüde aynı düzeydeydi. Elbette beyler ve farklı nitelikte efendiler mevcuttu. Fakat çoğu tahıla bağımlı idi. Yeterince tahıl olmazsa hiçbir şey yiyemezdiniz. Yalnız, ekonomilerin entegrasyonu ve endüstriyel gelişime yardım için denetimlerin getirilmesi ile bir kısım insan ile geriye kalanların yaşam biçimleri arasında belirgin farkların olduğu bir dünya ortaya çıktı. İşler beş yüz yıl boyunca refahın, nüfusun %10 ya da %20’sinin elinde tutulduğu, %80 ya da %90’ın geriye kalanla idare ettiği bu doğrultuda devam etti. Bu sadece tesadüfle açıklanamaz.
Bu ayrım, genel kapitalist ve emperyalist sistemin tümünün bir parçası olarak emperyalist merkezdeki ülkelerin aralarında ve içlerinde mevcuttur. Bu başından beri emperyalizmin gelişiminin bir parçasıdır. Fakat durum gittikçe kötüleşmektedir- dünya nüfusunun %20’si en yoksul elli ülkede yaşamakta ve dünya ölçeğinde gelirin %2’sinden azını elde etmektedirler.
Yine de muazzam refahın yaratıldığı gelişmiş ülkelerde yoksul ve zenginler arasındaki farkın büyüdükçe büyüdüğü gerçeği geçerliliğini korumaktadır. Bu kapitalizmin işlemesi için bir gereklilik olarak belirmektedir. İşlerlik için iyi olduğu düşünülürse bu " gereklilik" değil, fakat işleyişin bir sonucudur. Farklılıklar yaratmak kapitalizmin işleyiş yoludur, işlemesi için bir zorunluluktur. Bir CEO’nun yüz milyon dolar kazanması gereklidir demiyorum, demek istediğim kapitalizm sefalet içerisinde yaşanılan, çocukların gıda ve sıhhi bakımdan yoksun, doğru dürüst eğitilmediği toplum kesimlerine müsaade edecek bir şekilde işler ve bu dünyanın en zengin ülkelerinde meydana gelmektedir. Yoksullaştıkça yoksullaşan bir kesimle, zenginleştikçe zenginleşiyoruz. Birleşik Devletler’in on üç bin ailesinin en yoksul yirmi milyon aileden daha fazla kazandığı bir ortamdayız.
H.G: Harry, biz konuşurken, Birleşik Devletler Irak’la bir savaşın ortasında belki de sonuna yaklaşmakta. Bu güncel durum öncekilerden faklı mıdır? Irak’la savaş bir şekliyle istisna mıdır, yoksa yeni bir dönüm noktası mı?
H.M: Durumun yeni olduğunu düşünmüyorum. Afrika yenilgiye uğratıldı ve İngilizler tarafından ele geçirildi. Mısır İngiliz, Fas ve Tunus Fransız denetimindeydi. Dışarıya gidip savaşmak, bir ülkeyi ele geçirmek ve bu süreçte insan öldürmekte yeni olan hiçbir şey yok.
Size benim için önem arz eden bir şey anlatmak istiyorum. Britanicca Ansiklopedisi yeniden yazıldığında benden Avrupa’nın 1763’ten günümüze kadar yayılmasına dair bir makale yazmam istendi-garip bir seçim,1763. Diğer mevzular içinden, Afrika için kapışmayı yazdım. Berlin Konferansı’yla sonuçlanan yoğun savaşımı yazdım. Burada bir önder seçerler ve "Tamam, bu bölüm bana, bu ülke bir diğerine, bu ise sana aittir" derler.
Doğal ve kabilelere ait sınırlara pek az dikkat edilmiştir. Tarih kitapları ve ansiklopedilerde, Afrika için çekişme Avrupalı güçler arasındaki savaşım olarak tarif edilir. Bir husus dışında doğrudur: Fetihlerin çoğunda savaşlar Afrika halklarıyla olmuştur. Bütün hikâyeyi, bu davetsiz güçlere karşı savaşan tüm Afrika kabileleri, koalisyonlar ve krallıklarının spesifik adlarını vererek anlatmayı kendime görev bildim-Ashantis, Fanti Konfederasyonu, Opobo Krallığı, Fulani, Tuarekler, Mandingos, vd… Britanicca Ansiklopedisi’nin editörleri ilk önce direnen halkların adlarını basmayı istemediler. Neden? Çünkü bu adlar ansiklopedide başka hiçbir yerde zikredilmemişti, okuyucu bu nedenle neden bahsettiğimi anlayamayacaktı. Editörlerin, üzerine makaleler bulunmasına rağmen Afrika halklarını adlarıyla belirtmedikleri için kendilerinden utanmaları gerektiği cevabını verdim. Sonra, makaleme yapılan bu itiraza göz yumuldu.
Sömürge denetimi için mücadele ve rekabet devri boyunca gelişmiş kapitalist dünya içinde hiyerarşik bir yapı mevcuttu. Örneğin; altın piyasası Londra’daydı. İspanya ve Portekiz’in Güney Amerika’dan getirdiği altın ve gümüşün yolculuğu İngiltere’de kasalarda nihayetlenmekteydi. Benzer şekilde, 19. yy sonlarında uluslararası mali pazara olduğu gibi uluslararası meta pazarına da Britanya merkezdi. Önceden de belirttiğim gibi kapitalist ülkeler arası rekabet, bu tür denetim için mücadele, sonunda Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945’te kapitalist ülkelerin çoğu çok kötü durumdaydı. Yeniden inşaları zorunluydu. Özellikle, Britanya çok fena vurulmuştu, galipler arasında olmasına rağmen imparatorluğunu sürdürecek durumda değildi.
Birleşik Devletler, Avrupa uluslarından çok sonra savaşa girmesine rağmen ekonomik olarak en güçlü ulus olarak belirdi. Bir gecede gemi inşa edebilecek bir teçhizat ve sanayisi vardı. Kısa zamanda savaş gemileri ve ticari gemiler, silah depoları inşa edildi, muazzam sayıda silah, mermi ve uçak üretildi. Böylece, savaş sona erdiğinde askeri bir güç olarak Rusya dışında Birleşik Devletler şüphesiz dünyanın en güçlü ülkesi idi. Birçok bakımdan eksik yapılanmasına rağmen sosyalist devrimi ve merkezi plan ekonomisi ile Rusya, güçlü bir ordu, birçok tank, silah depoları, uçaklar ve benzerine sahip bir güç olarak Almanların yenilmesinde önemli rol oynadı.
Böylelikle savaştan sonra yeni bir yönelim belirdi: farklı bir mantığa sahip ve tarifi oldukça zaman gerektiren Soğuk Savaş. Savaş sonrası bu erken dönemde, muhtemel savaşları önlemek için San Francisco ve Dumbarton Meşelikleri’nde Birleşmiş Milletler’in kurulması için uzun toplantılar düzenlendi. Önceden de söylediğim gibi IMF ve Dünya Bankası oluşturuluyordu.
Bu uluslararası kurumların oluşumunda Birleşik Devletler etkin bir rol oynuyordu. Örneğin, IMF’nin kuruluşunda oy hakkınız mali katkınıza bağlı idi. Birleşik Devletler en büyük katkıyla son söz sahibi idi-benzer şekilde Dünya Bankasında da.
Soğuk Savaş dönemi boyunca Sovyetler Birliği potansiyel tehdit olarak görüldü. Sovyetlerin gerçekte bir tehdit olup olmadığı ise başka bir sorundur. Fakat kapitalist güçlerin politikaları dikkate alındığında Sovyetler Birliği, Birleşik Devletlerin düşmanıydı. Eğer bir savaş olursa, bu Rusya ve Batılı endüstriyel güçler arasında olur hissindeydiler. Bu karşıtlık savaş sonrası dünyasını yapılandırdı. Sonra, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle Birleşik Devletler sorgusuz hegomonik güç halini aldı.
Fakat Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından önce de Birleşik Devletler merkezi bir role sahip idi. Fransa’nın Vietnam’ı ele geçirmesi fikri Birleşik Devletler tarafından desteklendi: ilk olarak, sömürgenin elde tutulması için Fransa’ya yardımla sonra Fransa’nın Dienbienphu’da yenilmesi üzerine doğrudan Amerikan müdahalesi ile ve nihayet geri çekiliş. Birleşik Devletler savaşa orayı Birleşik Devletler İmparatorluğu’nun, eğer bu adı tercih ediyorsanız, bir parçası kılmanın sorumluluğunu yüklenmek için gitti. Malaya’da ulusal bağımsızlık hareketleri mevcuttu, Endonezya’da ulusal bağımsızlık hareketleri mevcuttu. Bunların hepsinde Birleşik Devletler resme dahil oldu.
Böylece Birleşik Devletler İngiliz egemenliğinin son bulması ve eski sömürge imparatorluklarının çökmesiyle önder güç olarak hegemonik bir güç halini aldı. Birleşik Devletler’in genişleyen emperyal rolü, iktisadi gelişiminin mantığı ve küresel nüfuzunu genişletme ihtiyacı ile doğru orantılı idi. Önceden değindiğim gibi kapitalizm genişlemek zorundadır. Amerikan iktisadi gelişiminin bir iç mantığı vardır. Bu mantık genişledikçe emperyalizm sorunu-uluslararası rekabet ve hiyerarşi- daha da büyür.
Birleşik Devletler hegemonyasına eşlik eden dönüşümün bir parçası uluslararası finansın merkezinin Britanya’dan Birleşik Devletler’e kaymasıdır. IMF ve Dünya Bankası’nın yaratıldığı konferans olan Bretton Woods’daki düzenlemeye göre tek standart dolardı. Merkez bankaları dışında kimse altın tutmayacak hatta ellerindekini sadece dolara çevirebileceklerdi. Dolar uluslararası para halini aldı. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Hollanda’dan Fas’a mal satıldığında faturalar Sterlin üzerinden düzenlenirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra faturalar dolar ile yazılır oldu. Örneğin, OPEC kurulduktan sonra petrol üreten ülkeler fiyatları belli bir düzeyde tutmak için üretimlerini denetleyerek bir fiyat belirlediler, bu durumda da petrol karşılığı ödeme ancak dolar ile yapılabilirdi.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası Birleşik Devletleri’ne geri dönülecek olursa: dünyanın en büyük verimlilik kapasitesini tutturmuştu, ülkesini yeniden inşa zorunda da değildi. Savaşlar Avrupa, Kuzey Afrika, Pasifik ve Asya’da gerçekleştiği için Birleşik Devletler’de sanayi toprak namına hiçbir şey zarar görmedi. Ülke birçok sanayi ürünün ve makine gereçlerinin ana kaynağı haline geldi: kamyon, köprü ya da uçak istediğinizde Birleşik Devletler’e bakmanız lazım gelirdi. Birleşik Devletler bu üstünlüğünü gücünü hegemonik bir, tek, güç olmak amacıyla olabildiğince fazla pazarı ele geçirmek için üçüncü dünyaya yayılmada kullandı. O zamandan beri hegemonyasını sürdürmek için sürekli bir mücadele içindedir.
Irak’ın bu saatten sonra muhtemelen daha can alıcı bir hal alacak emperyal hegemonyaya doğru hareketin basitçe bir devamı olduğunu düşünüyorum. Daha önce Vietnam Savaşı vardı, Amerikan askerleri Lübnan’daydı, Panama’yı işgal ettiler, küçük bir adayı, Grenada’yı aldılar. Küba’ya saldırdılar, ambargo uyguladılar, Şili’de Allende’nin devrilmesine yardım ettiler. Birleşik Devletler daha düzinelerce müdahalenin içinde bulundu. Birleşik Devletler’in dünyanın jandarması ve denetleyen ulus olma fikri İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beri daimdir.
Birleşik Devletler savaştan sonra ülkelere işlerini nasıl yürütmeleri gerektiğini buyurma rolünü üstlendi. Japonya’da yaptı bunu, Almanya’da yaptı. Çok güçlü ulusal hareketlerin bulunduğu Orta Doğu’da, bu hareketler dine vurgu ile önemsiz kılınıp engellendi. Ulusal hareketlere Birleşik Devletler karşıtlığının, İsrail’e ise açık desteğinin olduğunu demeye getiriyorum. Bu, kimlik belirlemede birer kontrol aracı olarak İslam’ı, İslami inancı, Müslüman dine bağlılığı teşvik etti. Amerikalılar kimi şeyleri manipüle ederek ulusların yerine gerçekte politik İslam etrafında örgütlenen dinciler ile Sünni ve Şiiler gibi çeşitli kesimlerin olduğunu kabul ettirdiler.
Bu sorunlar şimdilerde Irak meselesiyle yoğunlaşmaktalar. Irak Orta Doğu’nun merkezi kısımlarından biri olup, dünyanın ana petrol kaynağıdır. Bu nedenle Irak Savaşı bir sürpriz değildir.
Petrol ve ona iyelik konusunda uzun zaman önce keşfettiğim bir gerçeğe değinmeme izin veriniz. Aslında, bu olguyu "Emperyalizm Çağı"nda bir tabloya dökeli otuz yıldan fazla oldu.
İran’da bir devrim gerçekleşti. İran hükümdarı Şah devrildi ve demokratik bir hükümet oluşturuldu. Hükümet başkanı [Doktor Muhammet] Mosaddegh idi. Bu aşamada sahip olduğum bilgi gizli değildir, kamuya açık kayıtlarda mevcuttur: CIA’nin elli yıl önce Mosaddegh’in devrilip Şah’ın yeniden hükümdar olmasında dahli vardı. 1940’da Mosaddegh petrol sanayisini millileştirmeden önce petrol rezervlerinin %70 kadarını İngiliz, % 30’unu Amerikan şirketleri kontrol ediyorlardı. İran’ın Birleşik Devletler İmparatorluğunun bir parçası kılma gayesi ile Mosaddegh devrilir ve ne olur dersiniz? %30 İngiliz denetimine karşı ( farkı yaratan diğer ülkelerle) yaklaşık %60 petrol Amerikan şirketlerinin denetimine geçti.
İddia ediyorum ki aynı şey Irak’ta da olacak. Irak Savaşı’nın da birçok sebepleri vardı ve bunlardan biri Irak’ta çok fazla petrol bulunduğudur. Bir Fransız şirketin burada büyük çıkarları vardı. İtalyanların ve Rusların petrol işlemek için büyük anlaşmaları vardı. Bu anlaşmaların kimlerle olacağını göreceğiz. Birleşik Devletler’in Orta Doğu ve Orta Asya ve Afrika’da kaç tane yeni askeri üssünün olacağını da göreceğiz.
Çev: Aydın Ördek
* ÇN. Roosevelt başkanlığındaki Amerikan federal hükümetince 1933’ten itibaren Büyük Bunalım nedeniyle işsiz kalmışlara mali destek ve iş sağlamak için bir dizi proje hayata geçirildi. "New Deal" bu politika değişikliğinin adıdır.
Özgür Üniversitenin internet sitesinden alınmıştır.
Happy
0
0 %
Sad
0
0 %
Excited
0
0 %
Sleepy
0
0 %
Angry
0
0 %
Surprise
0
0 %