0 0
Read Time:20 Minute, 0 Second

FERHAT ÜÇOLUK
ImageKuzey Kürdistan ve Türkiye’de Mart ayı siyasal atasmferin ısındığı bir ay oldu. Şemdinli saldırısıyla birlikte yaşanan gelişmelerle birlikte Türk burjuva siyasetinde tansiyonun  yükselmesiyle gerilimler yaşandı, yaşanıyor. Şemdinli iddianamesinde çete kurmakla suçlanan Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın üzerinden kopan fırtına genelkurmayın etrafında ‘milli’ uzlaşma görüntüleriyle hız kesmişe benziyor. Düzenin tüm kurumları özellikle de medya, genelkurmayın itibarının zedelenmemesi adına yalakalıkta sınır tanımamıştır.

Nede olsa “ordu (larının) yedeği yoktu”. Yüz sayfalık iddianamede altı çizilen bölümler Kürdistan’da gerçeklerin sadece çok küçük ayrıntılarıdır. Türk ordusunun yıllardır Kürdistan’da yürüttüğü faaliyetler bir sır değildir. “Dağlarda savaşan, vatan koruyan” ordu vizyonu altında gayri meşru çıkar ilişkileriyle en tepedekinden en alttakine kadar pisliğe bulanmışlardır. Kurdukları resmi çeteler, özel savaş sürecinin gelişmesinde etkin görevler üstlenmiştir. Kamuoyuna yansıtıldığı kadarıyla birkaç aydır göstermelik operasyonlarda gözaltına alınanların hepsinde ya subay ya da polis ve bürokratlar çıkıyor. TC devleti bütün kurumlarıyla birlikte adeta tel tel dökülmekte. Çürümenin ve kokuşmanın bariz örnekleri her geçen gün çoğalmaktadır. Hal böyle iken çeteleri devlet görevlisi kişilerin menfi davranışlarıyla izah etmekte devleti korumanın diğer bir çeşididir. Çeteleri uzak iklimlerde aramaya gerek yok. Halklarımıza karşı örgütlenen, seksen küsur yıldır süregelen büyük çete TC devletinin kendisidir.

Şemdinli iddianamesi ekseninde dönen burjuva siyaseti Newroz’dan sonraki serhıldanlarla birlikte farklı bir mecraya taşındı. Aynı zamanda devlet Şemdinli’nin intikamını da halkımızdan almaya çalıştı. Bu konuyu daha sonra detaylı biçimde ele alacağız. Şimdi geride bıraktığımız Mart ayına damgasını vuran gelişmelere değinelim.

Bildiğiniz gibi Mart ayı ulusal ve toplumsal mücadelemizde içine sığdırdığı tarihi günler ve katliamlarla geçmişe dönük hafızalarımızın tazelendiği, kaybettiklerimize hüzünlendiğimiz düşmanlarımıza öfkemizin bilendiği bir süreç olma özelliği taşır. Martla birlikte sokaklar özgürleşir. Devrimcilerin hesap sorma kararlılığı en üst seviyeye ulaşır. İçinde taşıdığı faktörler Kürt ve Türk halklarının devrim mücadelelerinin ortak değerleri olarak yolumuzu aydınlatır. Bu günleri sıralarsak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 12 Mart Gazi Mahallesi Katliamı, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Katliamı, 21 Mart Newroz Bayramı, 28 Mart Agit yoldaşın şahadeti, 30 Mart Kızıldere katliamı. Mart ayı yine Kuzey Kürdistan’da Koçgiri halk ayaklanmasının başlangıcına da tanıklık etmiştir.

Geride bıraktığımız Mart ayında dikkat çeken ayrışmalardan biri de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde yaşandı. Alanlarda ayrı ayrı kutlamalar gerçekleşti.

1857 yılında ABD’nin Newyork şehrinde dokuma işçisi kadınların ağır iş koşullarını protesto etmesiyle başlayan eşit işe eşit ücret, 10 saatlik çalışma hakkı, işyerinde koşulların iyileştirilmesi talepleriyle bütünleşen grevleri fabrikayı terk etmeme eylemiyle sürerken 8 Mart günü fabrika içindeki kadın işçilerle birlikte yakılmış. 129 kadın işçi yakılarak katledilmişti. O tarihten sonra sosyalist kadın enternasyonalinde alınan kararla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan edilmiştir. Diğer ülkelerde olduğu gibi 8 Mart Kürdistan ve Türkiye’de ezilen sömürülen, ayrımcılığa maruz kadınların sınıfsal talepleriyle bir araya gelerek kapitalizme ve sömürgeciliğe hayır dediği, simgesel bir mücadele günü olarak kutlanmaktadır.

İki senedir İstanbul merkezli yaşanan tartışmalar ve toplantılarda reformist-feminist çevrelerin mitinglere erkek katılımıyla ilgili olumsuz yaklaşımları ön planda tutulsa da sorunun kaynağı tamamen ideolojiktir. Reformist-feminist blok devrimcilerle aralarına mesafeler koyarak sistem için kabul edilir ölçülerde kadın hakları savunuculuğu peşindedir. Özellikle belirtmeliyiz ki son yıllarda devrim iddiasını yitiren, mücadeleden kopan örgütler peşi sıra sivil toplumculuk çizgisinde buluşuyorlar. Devletin devrimci hareketleri etkisiz bırakma ezme konsepti derinleşmiştir. Psikolojik savaş araçları da bu konseptin önemli bir ayağını oluşturuyor. Mücadele cephesini zayıflatan parçalayan ne kadar unsur ve anlayış varsa kullanılma sıralarına göre değerlendirilmektir. Genel tablo böyle iken 8 Marttaki ayrışmanın nedenlerini erkeklerin eylemlere gelip gelmemesiyle açıklamak da gerçekte var olan nedenleri perdelemekten başka hiç bir şey değildir. 8 Martın emekçi yönünü yok sayarak kadınların sorunlarını erkek-koca baskısıyla sınırlayan anlayışların emekçi yoksul kadınların yaşamlarında kalıcı ne gibi çözümleri olabilir ki? Sınıflı toplum tarihinin kötü mirasını devralan kapitalizm kadınların emeğini sömürürken görece bir takım sosyal ve hukuksal haklarda tanımıştır. Daha doğrusu üretim ilişkileriyle buluşan kadın, kendisiyle aynı kaderi paylaşan erkekle beraber sınıfsal mücadelelerle bu statüyü kazandı. Kapitalizm ataerkil toplum yapısına dayanan sistem olduğundan kadınlar çifte sömürüye maruz kalmakta. Sınıfsal, ulusal, cinsel baskı ve ayrımcılığın yok edilmesi total anlamda kapitalizmin yıkılışıyla mümkün olur.

Kürdistan’da kadınların durumu daha karmaşık ve zordur. Feodal yaşam kuralları, gelenekçi töre zihniyeti, dinsel gericilik kadının yaşamını alt üst etmektedir. Sömürgecilerin ülkemizde yaptıkları vahşetten, yarattıkları tahribattan en çok Kürt kadını etkilendi. TC ordusunun ölüm timlerinin cinayetlerinde binlerce evlatlarını kaybettiler, kaybediyorlar. Özel savaşın bizzat hedefi oluyor. İşkenceler, tutuklamalar, hapishaneler katledilmelerle örülü acılarla yıkımlarla karşılaşıyorlar. TC devleti sadece silahla, bombayla saldırmıyor. Halkı yoksul işsiz ve aşsız bırakan politikalarla günümüzde eşi benzerine zor rastlanır zalimliği de Kürdistan halkına reva görmektedir. Büyük şehirlerin varoşlarına göç etmek zorunda kalan milyonlarca Kürdün dramı da buralarda bitmiyor. Mevsimlik veya geçici işlerde sosyal güvencelerden yoksun biçimde çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Devletin terörü yoksulluğun ağır baskısı Kürt kadınının hayatını cehenneme çevirmektedir.

Kürt kadını çeyrek asırlık KUKM’le özgürlük ve bağımsızlık yolunda örgütlenerek savaşa kitleler halinde katılmıştır. Nice kahramanlığı, nice başarıları halkımızın belleğinde silinmeyecek şekilde yer edinmiştir. Kürt kadını mücadele kararlığını büyüterek önceleşerek toplumsal alanda büyük değişimleri de pozitif duruşuyla besledi. Kürdistan’da tabuların kısa zaman diliminde parçalanması kadının toplum karşısında kimliğini kabullendirmesiyle de alakalı bir süreçti. Kürt kadını bu açıdan başarılı sınavlar vermiştir. Gel gelelim ki bugün geçmişteki kazanımları tek tek yok ediliyor. Ve en kötüsü de bunun “özgürlük” yalanıyla yapılmasıdır. Tasfiye ve teslimiyet saldırısının sistematik araçları Kürt kadınına yeni bir kölelik zinciri vurmakta. Kadın sorununa yaklaşım, kullanılan terminoloji, içi boş projeler Kürt kadınını politik ve toplumsal yaşamda özne olmaktan uzaklaşıyor. İmralı partisi kendi teslimiyetçi çizgisini halka dayatırken duygusal temaları sürekli kullanmaktadır. Ne yazık ki bu yanılsamanın prangaları Kürt kadının iç dünyasını, duygu ve düşüncelerini esaret altına alıyor, mücadeledeki misyonunu geriletiyor. Son 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününde İstanbul Kadıköy meydanındaki tabloya bakarken Kürt kadınının konumu gereği yerinin orası olmadığını açıkça belirtelim. Yoksul emekçi Kürt kadını kendisi gibi ezilen yoksul Türk kadınıyla devrim kavgasında aynı alanda saf tutmalıdır. Sömürge Kürdistan’da kadın ancak ve ancak ulusal kurtuluş devrimiyle ve onu yaratacak devrimci emekçi çizgiyle bütünleşerek kölelik zincirlerini parçalayabilir. Unutulmamalıdır ki kadın kurtulmadan toplum, toplum kurtulmadan da kadın kurtulmaz.

Bu yılda 21 Mart Newroz Bayramı ülkemizin dört parçasında kutlandı. Kürdistan’da direnişin ve isyanın alev kızılı renkleri tarihler boyu halkımızın yaşam pınarları olmuş, Demirci Kawa efsanesini canlı tutan özgürlük ateşi hiç sönmemiştir. Ne sömürgeci zalimlerin inkârı ne de devrime sırt çevirmişlerin dayatmaları Newroz’un özünü boşaltabilir. Kuzey Kürdistan’daki izinli Newroz kutlamaları İmralı partisinin teslimiyetçi, ideolojik yönelimlerinin basıncı altında tasfiyeciliğin meşrulaştırılmak istendiği platformlara dönüştü. Tasfiyeci cenahtaki panik havası daha doğrusu çöküş sendromunun belirtilerini de gözlemledik. Referandum konusundaki vaazların kürsülerden sürekli tekrarlatılması mesaj özelliğinin yanında başkaca sıkıntılarının sonucu olduğunu biliyoruz. Yıllardır “hizmet etmek” isteyerek onca şey yaptılar. “Üniter devlete karşı olmadık”larını her fırsatta dile getirdiler. AB + TC Devleti + Konfederalizm bayraklarını yan yana koyarak samimiyet sınavından tam not almak istediler. Acemi politikacılar gibi elde avuçta ne varsa hepsini serince orta yere inandırıcılıklarını çok çabuk kaybettiler. Yani vaziyet yalancı çoban ile kurdun hikâyesine benzedi. Girdikleri kulvarda düzen siyasetini kendilerinden daha ustaca yapabilecek aktörlerin varlığı rahatsızlığın başlıca sebeplerindendir. Dışlanma fobisini yaşamaktalar. 2006 yılı farklı bir yıl olacak demişlerdi. Demek ki bu fobiyi yenmek için tasfiyecilikte yeni buluşların altına imza atılacak.

Kürt halkının ulusal kurtuluş özlemiyle asmbolleşen Newroz dört parçada halkımızın ortak beklentileriyle kutlanıyor. Mitolojik dönemin zaman tünelinde başlangıç noktası Asur Kralı Zalim Dehak’ı öldüren Demirci Kawa’nın tutuşturduğu ateşe dayanır. Bildiğimiz diğer bayramlardan ayrılan yanı da özgürlüğe susamış halkımızın Newroz’u bir isyan ve direniş günü olarak görmesidir. TC sömürgeciliğine karşı öfke patlamasına dönüşen 1991 yılındaki serhıldanların çıkışı Newroz eylemleriyle gündeme geldi. Devlet halkımızın onurlu direnişini asker postalları altında ezerek sonuç almak istedi. Yüzlerce yurtsever Kürt, Newroz serhıldanlarında katledildi. Kuzey Kürdistan’da bağımsızlık savaşının çizgisi ve kazanımları Newrozlarda halkın sahiplenmesiyle gücüne güç katmıştır. KUKM’nin halklaşma evresi Newroz serhıldanlarıyla pratikte karşılığını bulmuştur. Newroz aynı zamanda Mazlum DOĞAN demektir. Yaşama açılan pencereden esen özgürlük rüzgârının esintisini yüreklerine nakış nakış işleyen Kürdistan savaşçılarının ölümsüzleşirken yarattıkları değerlerle Newroz bütünleşmiştir.

2006 Newroz kutlamalarında DTP yöneticileri alışık barış nutukları atarken ne alaka dedirten ilginç örnekleriyle de karşılaştık. DTP’nin siyaset mimarlığının hangi yapı ve kuramlarla şekilleneceği de netleşiyor. Örneklerin ilki Çanakkale DTP İl Örgütü’nün ırkçı ve şovenist içeriğe sahip 18 Mart anma etkinliklerinde boy göstermesiyle başlıyor. Sonrasında da Newroz günü Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla sonuçlanıyordu. İkincisi de Hakkâri’de Newroz alanında halka dağıtılan Amasya Protokolü Belgeleri. Acaba belgelerde Newroz’la ilgili yazılmış kararlar vardı da biz mi okumadık? Yoksa Mustafa Kemal ve ekibinin Kürtleri nasıl oyaladıklarını, kandırdıklarını mı hatırlatmaya niyetlenildi? Tabii ki değil. Newroz’la ilgili dezenformasyon bu pratiklerle sınırlı değildi. Sonuncusu da Kandil’den geldi. “Atatürk de Newroz’u kutlamış”. Röportajın yapıldığı kişi M. Karayılan. İddiasını ortaya atarken söylentilere rivayetlere dayanarak açıklamasını yapmıştır. Kanıtla o zaman denilse muhtemelen duymazlıktan gelecek. Çünkü yok öyle bir şey.

İzinli Newroz kutlamaları nispeten sakin geçmiştir. “Barış için hala bir şans var” yazılı pankartlar alanlarda herkesin görebileceği yerlere asılmış, konser havasında politik yanı zayıf kutlamalardı bunlar. Katılımların kitleselliğiyle çelişen sessizlik havası genelde bütün kutlamalara hakimdi diyebiliriz. DTP’nin geniş halk kitlelerine umut veren bir siyasete sahip olamaması, politika(sızlığı) marjinal söylem ve unsurlarla yapması, felaket senaryolarıyla oluşturulan oto-kontrolcü baskıları da Newroz alanlarında etkisini böylece göstermiştir. Mahalle ve asmtlerde yapılan Newroz kutlamaları daha militan düzeyde Newroz ruhunu yansıtan nitelikteydi.

Son Newroz kutlamalarının da gösterdiği gibi ülkemizde devrimci politika boşluğu doldurulmadıkça ulusal ve siyasal sorunlarımız sömürgecilerin lehine daha da ağırlaşacaktır. Devrimci sosyalist çalışmanın önemi de sürece müdahalede bir adımdır. Kürdistan’da halkın yaşadığı sorunları gündemde tutan kapsamlı ve bütünlüklü olan, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların çözüm pratiğini sistemli araçlarla örgütlemeliyiz. Devrimci sosyalist kadro bilinç birikimiyle ideolojik formülasyonuyla mücadele azmiyle KUKM’ni toparlayacak, özgür ülke düşünü ve kurtuluş umudunu yeniden diriltecektir. Sabırlı, ufku geniş olmalıyız. Af dilenciliği, kültürel kırıntılarla sınırlı siyasete dönük mesafeli ve tepkisel duruş eğilim boyutundadır. Devrimci sosyalist perspektiflerimizle, aydınlatma faaliyetlerimizle açığa çıkan potansiyeli devrime kazanabiliriz. Çalışmalarımızı yaygınlaştırmanın imkân ve olanakları geldiğimiz aşamada artmıştır.

Newroz’dan hemen sonra, 24–25 Mart tarihinde faşist Türk ordusu Muş’un Şenyayla bölgesinde 14 gerillanın yaşamını yitirdiği katliam operasyonu düzenledi. Şehit düşen gerillalar kimyasal silahlarla vurulmuştur. TC devleti topyekûn savaş güzergâhında saldırılarını yoğunlaştırıyor. Ve yeni katliamların hazırlıkları da gündemdedir. Sömürgeciler, Kürt halkının ulusal duyarlılığını, mücadele dinamizmini bastırmak, yok etmek için askeri metotlarla, siyasal linç kampanyalarıyla klasik imha ve inkâr politikalarını uygulamaya devam edeceklerdir. Barış, demokrasi gibi kavramlarla TC devletini yan yana getiren programların pasifikasyonu da geri tepiyor. Halkımızdaki isyan ruhu her fırsatta açığa çıkmaktadır. Gerillaların cenazelerinde Amed sokaklarındaki serhıldan, mücadelenin dili ve yönteminin nasıl olması gerektiğini öğretiyor. TC devletinin saldırganlığına serhıldanlarla cevap veren halkımızın direnişi devrimci öncüsüyle buluştuğu koşulda KUKM’nin zaferi kaçınılmazdır.

TC devleti, şehitlerini sahiplenen halkımıza Amed başta olmak üzere Adana, Batman, Van, Siirt’te alçakça saldırmıştır. Katil ve provokatör devlet halkımıza olan düşmanlığını kusmaktadır. Genelkurmay ile AKP halkımızın katledildiği saldırıların baş sorumlularıdır. Şemdinli’de deşifre olan generaller şebekesi Amed’de halkımızdan intikam almak istedi. Cenazeye katılan halkın üzerine panzerleri sürerek, havadan savaş uçaklarıyla tahrik ederek, polis sürülerini müdahaleye göre konumlandırarak devletin sömürgeci terör dalgasını başlatmış oldular. Kürt halkını suçlayan anlayışlarda devletin terörüne hizmet etmektedir. Maalesef bazı Kürt ve solcu çevreler olayları yorumlarken devletin suçunu perdeleyen, dikkatleri dağıtan komplo teorileriyle zaman kaybetmişlerdir. Gelişmeleri özetlersek, sömürgeci devlet halkımıza açıktan saldırmış, insanlarımızı katletmiştir. Halkımız devletin terörüne teslim olmamış haklı öfkesini günlerce çatışarak, direnerek ortaya koymuştur. İmralı partisini pratikte aşan örneklerde yaşanmıştır. Tasfiyeci cenahın köşe başlarını tutanların, ’Newroz’un barış gündemi sabote edildi, gençlerin tepkisi çok serti, (bu zatlar gülle, çiçekle ve zeytin dallarıyla meşgul olduklarından hayal kırıklıkları devam edecektir) demokratik sınırları aşmayın, vb. açıklamaları direniş karşısında tutumlarını yansıtmıştır. İmralı partisi yaşanan direnişi kendini düzene kabul ettirmede kullanacağı kesindir. “Artık barış elimiz havada kalmasın” başlıklı açıklamaları birbirini izleyecektir. Zaten şu koşulda kendilerinden alışılmışın dışında bir şey beklenemez. Tasfiyeciler, Marksizm’i-Leninizm’i aştıklarından ekolojik demokratik konfederal toplum modellerinin üniter devlet yapısına zarar vermesini istemezler. Yeni paradigmaları neyi öngörmüşse, öyle bildikleri yoldan şaşmadan gidecekler. Kuzey Kürdistan’da sömürgeci vahşet düzeninin savaş halinde olduğu halkımızı kurtuluşa ve bağımsızlığa götürecek çizgi, devrimci emekçi çizgidir. İşte o zaman halkımızın kahramanca direnişleri gerçek anlamda kalıcı kazanımlara dönüşecektir.

Apoletli burjuva medyası, kendilerinden beklediğimiz gibi misyonlarına uygun görevlerini yerine getirdiler. “Kürt, Kürdistan seslerini duyduklarında nasıl da çıldırdıklarına, deliye dönme pozlarına bir kez daha tanık olduk. “Şefkatli, yardımsever polis, asker ve vatanperver siyasetçiler.” Öbür tarafta ‘huzur bozucular, tahrikçiler, bölücü Kürtler.’ Burjuva basının çizdiği senaryo aşağı yukarı böyleydi. Yalan söylemekte, sansür uygulamakta adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Ne de olsa bunlar özel savaş medyası. Günlerce yayınlarında atılan taşlarla ölen insanların olduğuna inandırmaya çalışmaları benzeri yayınları utanmadan, sıkılmadan tekrarlamalarını unutmayacağımızı, hesabını soracağımızı bilsinler. Amed’de, Batmanda bebek yaşta çocuklarımızı ve genç, yaşlı insanlarımızı katleden TC’nin katillerini ‘helal olsun polisimize’ spotlarıyla alkışlayan, aklamaya çalışan özel savaş medyasının sonu sömürgeci egemenlerinden farklı olmayacak. Er ya da geç halkımıza hesap verecekler.

TC devletinin yöneticileri ile burjuva medyanın kalemşorları, “Kürt gençlerin ve çocukların olaylarda kullanıldığını günlerce polis, askerle niçin çatıştığını bilmediğini vb” gerekçeler öne sürerek saçma-sapan tespitlerle direnişi karalamaya çalıştılar. Devletin militarist kuvvetleri ve siyasal hegomanyasının baskısını terörünü yaşamının her döneminde iliklerine kadar hisseden halkımız onlarca kez isyan etmiş, zulme direnmiştir. PKK’nin siyaset sahnesine çıkışıyla birlikte devrimci mücadeleyle politikleşen halkımız direnişini örgütlü zeminde sürdürmüş serhıldanlara durmuştur. Kürdistan gençliğini Türkiye’deki yaşıtlarıyla kıyaslarsak tecrübe ve birikimiyle, savaşçı kimliğiyle politikleşmiş bir gençliktir. Savaşın içersinde olgunlaşmıştır. Kuzey Kürdistan’da gençlerin yaşadığı sorunlar, sıkıntılar oldukça büyük ve sancılıdır. Ulusal, sosyal açıdan çözümsüzlük ilk başta gençliği etkiliyor. Genel ifadelerle değerlendirirsek; Toplumların en diri en enerjik kesimi olan gençler, toplumsal yaşam içersinde tavır ve davranışlarıyla yeniyi temsil ederler. Hayata bakışıyla, beklentileriyle, çeşitli haksızlıklar karşısında gösterdiği farklı reflekslerle muhafazakâr tutucu dayatmalara, kurallara verdiği tepkilerle gençler, egemen zihniyetin otoritesiyle çatışma halindedir. Mevcut koşulları kabullenmeyen pratiğiyle süreklileşen arayışları ve aidiyet oluşturma çabası, gençlerin eğilimlerinin belirginleşmeye başlamasıyla niteliksel gelişime dönüşür. Gelecekle ilgili tercihler düşünsel yoğunlaşmalar özellikle ilk denemelerle sorumluluk duymaya başladığı bu dönemde yaşanır. Bahsettiğimiz sorumluluklar, tercihler tabii ki gençlerin hayatın neresinde durduğuyla da çok ilgilidir. Ezen-ezilen sınıf kimliğidir belirleyici olan. Burjuva gençle, işçi yoksul gencin yaşamdaki rolleri de sınıfsal konumlarına göre şekillenir. Ezenle-ezilen arasındaki ulusal ve sınıfsal savaşta tarafların dayandığı dinamik güç gençliktir. Ülkemizde PKK de ilkin gençlik hareketi olarak mücadelesine başlamıştır. Şehitlere ve kadro yapısına bakıldığında ezici çoğunluğun gençler olduğu görülecektir. Sadece Kürdistan’da değil başka ülkelerde de devrimci mücadeleler gençliğin omuzlarındadır. TC yöneticilerinin son yaklaşımlarına gelirsek, Amed’de, Batman’da, Kızıltepe’de barikat başlarında kurşunlara, tanklara inat direnenlerin büyük bölümünün genç olması gayet doğaldır. Böyle kokuşmuş demagojilerle Kürt gençliğinin isyanını gölgeleyemezsiniz!

AKP hükümeti, katliam saldırılarının sorumlusudur. Genelkurmayın istediği şekilde hareket etmektedir. Daha önce AB’ye uyum adına ‘demokratikleşme safsatalarıyla’ makyaj yasalar çıkarılmış, düzenlemeler yapılmıştı. İmralı partisi de bu süreç boyunca hükümeti desteklemiş, diplomatik alanda yardımcı olmuştu. “Genel affı da kabullendirdik mi bu iş tamam diyorlardı”. Tasfiyecilerin boş hayalleri sözde vatandaşlık tanımıyla ve Şemdinli’yle birlikte tuzla buz oldu. TC devleti. Kürdistan sorununa yaklaşımda bırakın ilerlemeyi, eski statükoların bile gerisindedir. Şimdi de rafa kaldırıldığı söylenen TMY (terörle mücadele yasası) tasarısı AKP tarafından yasalaştırılıyor. Olmadık yakıştırmalarla AKP’ye değer biçenlerin, faşist Tayyip’in takkiyelerine umut bağlayanların ‘yol haritaları’ iflas etmiştir. “Mutfakta pişecek yemekle de durumu idare edemezler.” Öğretici olduğundan bir örnek verelim. DTP eşbaşkanı Ahmet Türk, katıldığı TV programında son olayları ve sorunları konuşmak için “başbakanla görüşme yapmak istiyorum” diyor. Ve bir gün sonra hükümetin adalet bakanı bu talebe şöyle cevap veriyor, “bizimle randevu istemeden önce PKK’yi terör örgütü olarak açık biçimde kabul edeceksiniz, âmâyla, fakatla olmaz.” Dayatmadan anlaşıldığı gibi AKP’nin formatı, mantığı alenen bellidir. Bu ‘devşirmelerin’ mantalitesinden başkaca bir şey çıkmaz. Sonrasında faşist Tayyip’in tahammül sınırlarını aşan tehditleri gündeme gelmiştir. “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır.” Tayyip Kürt halkına nasıl yaklaştığını göstermiş oldu. Bir halkı terörist ilan eden başbakan herhalde sadece TC ye özgü bir durumdur. Çocuklarımızın katledildiği devlet terörünün sorumlusu ordu ve Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP’dir.

TC devleti, yeni bir saldırı dalgasıyla Kürt halkını ve devrimci demokratik muhalefeti susturmak istiyor. Son yasal düzenlemeler neye hazırlandıklarını gösteriyor. TMY ve askeri operasyon girişimleri önümüzdeki sürecin zorlu geçeceğinin işaretidir. İşçi sınıfı ve ezilen halkların Birlik, Dayanışma, Mücadele Günü 1 Mayıs, alanlarda faşist teröre, şovenist saldırganlığa karşı halkların ortak mücadele kararlılığıyla kutlanmalıdır.

Devletin saldırganlığını durdurmak için halkların mücadele barikatını örelim!

 

                                                                                      

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter