Read Time:7 Minute, 42 Second
Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin Mücadele, Birlik ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı bu yıl çok kritik bir süreçte kutlamaya çalışıyoruz. İçinde geçmekte olduğumuz sürecin kritikliği, bu yıl 1 Mayıs kutlamalarına daha büyük bir önem atfediyor…
Aslında Türkiye’de her 1 Mayıs, güç dengelerinin denendiği, politikaların ve politik kararlıkların sınandığı bir mücadele günü ve alanı olmuştur. Bu yılın da aynı işlevi göreceğinden kuşku duymamak gerekir.
Süreci kritik hale getiren temel gelişmeler Kürdistan odaklıdır. Gerek iktidar ilişkileri üzerinde yaşanan politik hamleler ve kazanılan mevziler, gerekse Ortadoğu politikalarında ortaya çıkan son politik gelişmeler bu bağlamdadır.
Geçen yılın sonlarında devlet ve özel savaş aygıtı Şemdinli’de suçüstü yakalanmıştı. Ama özel savaş aygıtı bunu bastırma ve daha etkin hamleler için bir sıçrama tahtası haline getirmesini bildi. Hükümet bu olayla inisiyatifini arttırmak istedi, ancak kısa sürede harekete geçen ve bastıran özel savaş aygıtı baskın geldi ve sonuçta bir darbe niteliğinde politik ve psikolojik inisiyatifi eline geçirdi. Şemdinli İddianamesi, bir yönüyle hükümetin denge sağlama hamlesi niteliğindeydi, ama bu, tam anlamıyla hükümet için tam bir bozguna dönüştü. Karşılığını “sözlü muhtıra” ile aldı. Özel aygıt, Şemdinli İddianamesinin hazırlanmasında payı ve etkisi olanların “kellelerini” götürdüğü gibi, hükümeti tam anlamıyla teslim aldı, hemen hemen bütün dayatmalarını kabul ettirdi. Şemdinli İddianamesini hazırlayan savcının meslekten ihraç kararı ise kimin gerçek iktidar olduğunu, gerçek iktidar yasasının ne olduğunu, hükümetlerin birer asma yaprağı bile olamayacak kadar iktidar yoksunu olduklarını hiç tartışmaya yer vermeyecek kadar net bir biçimde gösterdi. Terörle Mücadele Yasasının hemen Meclise indirilmesi, bu yasa ile tüm toplumsal ve ulusal kurtuluş hareketlerini bastırmanın yasal dayanağının oluşturulması, en sıradan yasal çalışma olanaklarının bastırılmak istenilmesi özel savaş aygıtının politik hedeflerini göstermektedir.
Yani sorun ordunun son bir iki yıl içinde kaybettiği politik ve psikolojik mevzileri yeniden kazanma, hükümeti tümden teslim alma, gerçek iktidar gücü olduğunu bir kez daha kanıtlama sorunu değildir; bunlarla birlikte sorun, “Terörle Mücadele” adına Kürt halkının ve emekçilerin mücadele olanak ve mevzilerini bastırma hedefidir.
Kabul edilmelidir ki bu çizgilerinde başarılı olmuşlardır. 2005 Newroz’unda belirgin olarak başlayan bu karşı hamle gelinen noktada mantıki sonucuna varmıştır. Bunda 2004 yılının ortalarında PKK/Kongra-Gel’e aldırılan “Savaş” kararı önemli bir hareket noktası olmuştur. Kendi hamlelerinin siyasal ve psikolojik alt yapısını bu karara dayandırmışlardır.
Bu noktada Kürt halkının kendi içinde, günlük yaşamının bağrında mayalandırdığı ve geliştirdiği direnişler ile İmralı merkezli “Savaş kararı”nı birbirine karıştırmamak, nesnel olarak bunlar arasında belli bağ ve etkileşimler olsa da politik özü itibarıyla farklı iki çizgiye işaret etmektedir. İmralı merkezli “Savaş kararı”nın Kürdistan halkı açısından bir anlamı olmadığı gibi, politik ve askeri bir stratejiden yoksun olduğu halde, özel aygıtın planlarına oturuyordu. Bütün gelişmeler bunu fazlasıyla doğruladı. Öte yandan Şemdinli’de devleti ve özel savaş aygıtını açığa çıkaran direniş, Newroz’da kendi ulusal istemlerine ve değerlerine sahip çıkma kararlılığı ile Diyarbakır eksenli son direnişler Kürt halkının devlet karşısındaki duruşunu bir kez daha gösterdi. Ancak ne yazık ki bu direnişler devrimci bir kanala akıtılıp örgütlendirilemedi, bundan dolayı bunlar tek güç olan İmralı Partisinin denetiminde çözülme sürecine alındı.
Özel savaş aygıtı, bu süreçte Kürdistan’ı adeta yeniden işgal etti. Basına yansıyan rakamlara göre 250 binden fazla bir askeri yığınak yaptı, en gelişmiş silahlarını ülkemize aktardı. Bu çaptaki bir askeri yığınak ve hazırlığı “Terör ile mücadele” olarak göstermek gerçeklerle alay etmektir. Bu askeri yığınak ve askeri hazırlığın, gündeme hızla gelmeye başlayan ABD emperyalizminin İran saldırısı ve bunun olası sonuçlarıyla, Güneydeki gelişmelerle yakından bağlantılı olduğu biliniyor. Belli ki TC, bu kez Irak Savaşında yaşanan “hataları” tekrarlama eğiliminde değil, tersine İran saldırı politikasında daha etkin rol oynamak isteyecektir. Eğer ABD ile uzlaşırsa İran saldırısı sürecinde Doğu Kürtleri lehine oluşabilecek gelişmeleri önlemek, Güneyi kontrol altına almak ve böylece bozulan Ortadoğu dengelerini kendi lehine çevirmenin askeri ve politik manevralarını geliştirmeye çalışacaktır. Bunda ne kadar başarılı olup olmayacağı, ya da “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan” olup olmayacağı ayrı bir tartışma konusudur. Burada TC’nin çok geniş politik ve askeri stratejisinin ortaya çıkan belirtilerinden ve bunların açığa çıkan hazırlık düzeyinden söz etmeye çalışıyoruz. Bunun anlamı, ülkemizin daha büyük ve geniş bir savaş alanı olmaya doğru gittiğidir. Bu anlamda Terörle Mücadele Yasasını, özel aygıtın tüm ipleri elinde toplama ve bir yönüyle “arka cepheyi” sağlamlaştırma çabaları olarak değerlendirmek gerekir. “Arka cepheyi sağlamlaştırma” çabalarının emekçilerin hak mücadelelerini daha da daraltma, devrimci demokrat ve sosyalist hareketleri bastırma ve soluksuz bırakma anlamına geldiğini ayrıca belirtmemize gerek var mı? Yine bu cephe gerisini güçlendirmenin bir parçası olarak şoven milliyetçi dalganın sürekli tırmandırıldığını da eklememiz gerekiyor.
Bütün bunlar, devrimci mücadelenin içinde geçmekte olduğu koşulların, önümüzdeki dönemin kritik boyutlarını ve büyük zorluklarını anlatıyor.
Aslında bu gerçekleri gören, anlayan ve dillendiren az değil. Ancak sorun bu değil, sorun, buna karşı koyacak politikaları ve güçleri oluşturma sorunudur. Temel sorunumuz da tam da bu noktada düğümlenmektedir. Bir yandan bu gerçekleri ısrarla anlatmak, ama daha önemlisi politik, örgütsel ve pratik olarak bugüne ve geleceğe hazırlanmak gerekiyor.
Özel savaşa ve şoven milliyetçiliğe karşı halklarımızın mücadele kardeşliğini, ortak mücadele anlayışını geliştirmek, teslimiyet, ihanet ve tasfiyeciliğe karşı devrimci çizgi ve değerleri yükseltmek, Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs’ı bu yaklaşımla algılamak ve kutlamak, bunu bir sıçrama noktası haline getirmek çok önemli ve bu, güncel duruşumuzun ana halkası olmak durumundadır.
Evet, halkımız, emekçiler, tüm ezilenler çok zorlu bir süreçten geçmektedir. Ancak zoru başarmak, devrimci direnişi yarına taşımak, en azından devrimci değerlerin temsilini gerçekleştirmek, halkımızın ve emekçilerin eylemli vicdani olmak mümkündür! Bunu başarmak zorundayız…
Biji 1 Gulan!
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Devrimci Enternasyonalizm!
25 Mayıs 2006
SOSYALİST-ŞOREŞGER
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)