Read Time:18 Minute, 53 Second
MART 2004 BİLDİRİLERİ
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!
Her 8 Mart günü kadınlar hatırlanır, konuşulur, tartışılır; kadınlarla ilgili eylemler gündeme getirilir, eylemler yapılır. Her 8 Mart günü genelde bir tekrarı hatırlatır…
Elbette tek başına ve birebir bir tekrardan söz edilemez. Genel toplumsal mücadelenin düzeyine bağlı olarak kadın sorunu da belli bir düzey kazanır. Ulusal ve toplumsal mücadelelerin düzeyi, kadın kurtuluş hareketinin gelişme düzeyi ve etkisi, 8 Martın pratik etkinlik düzeyini de belirlemektedir.
Tasfiyeciliğin egemen olduğu, sağdan ve düzenden sert rüzgarların estiği, yenilgili ruh halinin, karamsarlığın ve umutsuzluğun genel yaşam gözeneklerine sindiği bir dönemde, 8 Mart ve Kadın Sorunu ile ilgili sözlerin içeriksiz ve yavan niteliği hemen kendisini dışa vurur…
Günümüzde Kürdistan’da, Kürt halkının yaşadığı ülkelerde olduğu gibi…
Kürt kadınları, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyor, eylemli olarak, kitlesel toplantılarla… Bu toplantılarda ve etkinliklerde 8 Mart ile ilgili, Kadının özgürlüğü ile ilgili yığınca laf ediliyor… Ama bu etkinlikler ve toplantılar içerikten, ruhtan, umuttan yoksundur… Gerçekten “Önderliğe bağlılıkla” başlayan ve “Öndeliğe bağlılık”la biten bu sözlerin gerçek anlamda 8 Martla, Kadın kurtuluşu ile bir ilişkisi olamaz.
8 Mart, kadın özgürlüğüne çağrı, kadının yaşamı, geleceği ve kişiliği üzerine söz ve karar sahibi olma iddiası ve mücadele kararlılığıdır.
8 Mart, tarih boyunca yaşamın dışına itilen, her açıdan kullaştırılan, köleleştirilen kadının tarih sahnesine çıkışının, kendi tarihini yazma bilinci ve kavgasıdır!
Peki Kürdistan kadınları 8 Martı böyle mi algılıyor ve yaşıyor?
Evet, teorik olarak 8 Martın ve içerdiği değerleri biliyor; kendi mücadelesiyle bunu sayısız kez kanıtladı. Ancak bağlandığı sisteme, bir kült ve giderek dine dönüşen Öcalan sitemine karşı küçücük bir söz söyleme, kendini ifade etme olanağı var mı? Yoksa buna özgülük denilebilir mi?Soruları uzatmak mümkün, ancak bunların üzerinde düşünülmesi bile sayısız gerçeği açığa çıkarmaya yeterlidir…
“Önderliğe bağlılık” ayinlerine dönüşen kadın etkinliklerinin gerçekten özgürlükle, kadın kurtuluş mücadelesiyle ne ilgisi olabilir?
Özgürlük için ödenen bunca bedele rağmen Kürdistan kadınlarının çok daha geri noktalara itilmesi, herhangi bir müritler topluğundaki bireylerden farksız bir noktaya düşürülmesi gerçekten acıdır!
8 Martlarda sayfalar dolusu laf sıralayan, toplantılarda uzun uzun konuşmalar yapan İmralı Partisinin etkisindeki kadınların gözlerinde bir yaşam ışığı, bir umut parıltısı, heyecan ve enerji ışıltısı görmek mümkün mü?
İçerikten yoksun bir “mecburi vazifeyi yerine getirmenin” ölgün duruşu ve donukluğu dışında başka bir yaşam ve mücadele işaretine rastlamak mümkün mü?
Gerçekten düzene, aileye, toplumun köleleştirici değer yargılarına kafa tutan Kürdistan kadınının Öcalan sistemi tarafından tutsak alınarak çok daha geri konumlara itilmesi, bunun topluma ve kadına “özgürlük” olarak empoze edilmesi Kürdistan kadınları için büyük bir talihsizlik ve trajedidir. Bu trajedinin en önemli boyutu, özgürlük adına dayatılan en kaba ve ilkel kölelik bağlarının görülmemesi, bunun özgürlük olarak algılanması ve sürekli tekrarlanarak karşı çıkılmaz ve durulmaz bir dogmaya dönüştürülmesidir.
“Önderliğe bağlılık” ayinleri ile 8 Mart özgürlük eylemlerini bir birine karıştıran İmralı Partisinin etkisi altındaki kadınlar geleceği nerede arıyor, eğilimleri, erkek egemen sistem karşısındaki duruşları ne? Af ve yaşam dilenciliği ile kadın özgürlük ve kurtuluş hareketinin bir ilişkisi olabilir mi? Peki, özgür kadın bu düzene sığabilir mi? Bu düzende kadın özgür olabilir mi?
Bu sorular yanıtlanmadan özgürlükten, kadın özgürlük hareketinden söz etmek mümkün mü? Mümkün değilse o zaman kadının verili konumunu daha da ağırlaştıran, boynundaki kölelik halkalarına yeni halkalar ekleyen Öcalan sistemine bağlılığı dinsel ayinlere dönüştürmenin, bu ayinlerin başını çekmenin anlamı nedir?
Çok iyi biliniyor ki, “ Kadın, özgürlük özlemiyle mücadeleye katıldı. Yanılsamalı bir formülasyonla yanılsamalı bir ışığa bağlandı. Öcalan "sizi ben yarattım, ben varsam siz varsınız, ben yoksam siz de yoksunuz" biçiminde bir kültür ve psikoloji yarattı ve kendine bağladı.” Bugün bu sistemin, bu kültün en büyük kurbanı yine kadının kendisidir!
Peki, bu kadar büyük bir paradoksu ve trajediyi yaşayan Kürt kadını ne yapmalı? Kulluğa devam mı? Egemen yaşam ve siyasetin basit bir eklentisi olmak mı, “özgürlük yanılsamasının” bitirici tutsağı olmaya devam mı?..
Bu soruların yanıtı, son çeyrek yüzyıllık mücadele pratiğinin çözümlenmesinde saklıdır!
Ulusal, toplumsal ve cinsel olarak sömürülen, ezilen, egemenlik ve denetim altında tutulan kadın, “özgürlük yanılsamasının” tutsağı Kürt kadını ulusal, toplumsal ve cinsel sorunlarının, kimliğinin eylemli bilincine ulaştığı ölçüde, bu bağlamda kendi yaşamı, kaderi ve geleceği üzerinde söz ve karar hakkını kazandığı ölçüde özgürleşme sürecine girer; daha doğrusu kesintilere uğrayan, baltalanan, tersine çevrilen özgürleşme sürecini toparlayabilir, yeniden ayakları üzerinde doğrultabilir!
Bunun için Kürt kadını, öncelikle Öcalan sistemini sorgulamak ve aşmak durumundadır. Örgütsel, kadrosal tasfiyeyi öngören ve devrimci değerlerden, simgelerden geriye ne kalmışsa onların tasfiyesini hedefleyen Kongra-Gel ve onun özünü oluşturan İmralı çizgisiyle radikal devrimci anlamda hesaplaşmadan özgürlük yanılsamasından kurtulmak ve özgür bir kadın hareketini geliştirmek mümkün değildir.
Özgürlüğe çağrı, geleceği ve yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olmanın mücadelesi ve onun simgesel ifadesi olan 8 Martın Kürt kadını açısından anlamı budur! Öcalan kültünden kurtulmadan, özgürce soru sormadan, tartışmadan, eleştirel bir duruşa sahip olmadan özgürleşmek mümkün olmadığına göre, öncelikle beyinlerdeki duvarları yıkmak, ruhlara sinen kölelik tortuları silip atmak gerekiyor…
Kürt kadını için 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününün öncelikli ve güncel anlamı budur!
Özgürlük, her şeyden önce “Tanrılara” kafa tutmaktan geçer!
8 Mart, her türden “Tanrı”ya kararlı ve sürekli bir kafa tutuştur!
Bu kafa tutuş, yaşamı ve yaşam ilişkilerini özgürce belirleme ilkesi bir yaşam tarzına dönüştürüldüğünde, 8 Mart da bir gün olmaktan çıkarak sürekli bir yaşam gerçekliğine dönüşür!
Bu ise, ulusal, toplumsal ve kadın devrimlerinden geçer!..
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!
8 Mart 2004
Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
————————————————————-
HALKIMIZA!
Sömürgeci Suriye rejimi, Güney Batı halkımız üzerinde dünyanın gözleri önünde bir katliam ve kırım hareketi uyguluyor. Buna karşılık Güney Batı Kürdistan halkı, yılların birikimi sonucu ayakta ve sömürgeci zulme karşı direniyor, bir çok yerde serhildana duruyor!
Öncelikle halkımız üzerinde geliştirilen katliam ve kırım hareketine karşı başta emekçi sınıflar olmak üzere bütün parçalardaki Kürt halkı sesini yükseltmeli, ulusal direniş hareketini geliştirmelidir!
Katliam ve kırım, zulüm ve her türlü yıkım halkımız için bir kader mi?
Sömürgeciler ve emperyalist sistem temsilcilerine bakılırsa bu, değişmez bir kaderdir!
Öyle düşündükleri için her kritik gelişme karşısında bir araya gelir, ortak bastırma ve sindirme stratejileri çizer, günlük olarak bunu uygulama alanına sokarlar. TC, Suriye ve İran son aylarda bir akaç kez biraya gelip ortak bastırma stratejilerini gözden geçirip güncelleştirdiler. Her üç sömürgeci güç de tetikte bekliyor, her hangi bir parçada meydana gelebilecek bir kıpırdanmayı ortak bastırmaya çalışıyor. Şimdi yine tetikteler, Suriye rejiminin Kürt halkının haklı öfkesini ve kalkışmasını bastırmasını alkışlamaktadırlar…
ABD’nin Irak’ı işgal hareketini, bunun Güney Kürtler için ortaya çıkardığı elverişli koşulları, oluşmaya başlayan federasyonlaşmayı Güney Kürtlerini kışkırttığı, sokaklara döktüğü propagandasıyla gerçekleştirilen katliam ve kanlı bastırma hareketini meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Yıllardır en sıradan haklardan bile yoksun bırakılan Güney Batı Kürdistan Kürtlerinin haklı ve meşru talepleri, bu doğrultudaki direnişleri böylece gözlerden kaçırılmaya çalışılıyor.
Elbette Güneyde ve Irak’taki son gelişmeleri Güney Batı Kürtlerini de etkilemekte ve ulusal istemlerini daha etkin biçimde ifade etmelerini tetiklemektedir. Ama bu etkilenmenin kendisi, sorunun kedisini ve yakıcılığını ortadan kaldırmaya yeter mi?
Büyük bir çoğunluğu hukuksal bir statüye sahip olmayan Güney Batı halkımız, diğer parçalardaki gelişmelerden etkilendiği gibi, daha çok da Kuzeydeki ulusal kurtuluş savaşından etkilenmiş, bu mücadele içinde etkin bir biçimde yer almış, çocuklarını bu mücadeleye seferber etmiş, bunun sonucu sayısız bedel ödemiştir. Yılları bulan bu mücadelenin Güney Batı Kürtlerinde belli bir bilinç ve birikim yaratmıştır. Bunlardan dolayı bütün haklarından yoksun bırakılan bu parçadaki halkımızın bugün küçük bir kıvılcımla ayaklanması anlaşılır değil mi?
Bu parçadaki halkımızın haklı istemleri ve serhildana dönüşen tepkisini katliamla bastıran sömürgeci Suriye devleti, belki kısa sürede “başarı” kazanabilir. Ama bu “başarı” geçici olmaya mahkumdur. Bu parçada da ok yaydan çıkmıştır, halkımızın haklı özgürlük istemlerini bastırmak ve yeniden küllendirmek mümkün değildir.
Bu noktada Kuzeydeki ulusal kurtuluş mücadelesinden doğrudan etkilenen Güney Batı Kürdistan’daki halkımızın direnişi karşısındaki görev ve sorumluluğumuzun altını bir kez daha çizmek durumundayız. Katliamları eylemli olarak protesto etmek, destek ve dayanışma mesajlarını yine eylemli olarak vermek gereklidir. Ancak bunlar güncel ve etkileri son derece sınırlı olan tutumlardır. Esas olan bu güncel görevleri ihmal etmeden stratejik boyutta yapılması gerekenlerdir. Bunun özü de İmralı çizgisi tarafından tasfiyeye götürülen ulusal kurtuluş mücadelesini devrimci emekçi çizgide toparlamak ve yeniden inşa etmektir! Bunu başardığımız ölçüde sömürgeci devletlerin ortak stratejileri karşısında gerçek anlamda bir savunma hattını oluşturabilir, diğer parçalardaki direniş ve mücadelelerle ilkeli ve sonuç getirici ortak politikalar geliştirebiliriz. Son 25-30 yıllık mücadele pratiği de bunu kanıtlamıştır.
Sömürgeci Suriye devletinin katliamını lanetlerken, Güney Batı halkımızın haklı direnişinin yanında olduğumuzu vurgulamak istiyoruz.
Özgür ve onurlu gelecek, direnen ve direnişinde sonuna kadar ısrar eden halkımızın olacaktır!
15 Mart 2004
Kürdistan Devrimci Sosyalistleri
———————————————-
CEJNA NEWROZ PÎROZ BE!..
2004 NEWROZ’UNU DEVRİMCİ ÇİZGİYİ GELİŞTİRME VE BÜYÜTME VESİLESİ YAPALIM!
2004 Newroz’unu çok önemli ve kritik bir dönemde kutluyoruz.
Görev ve sorumluluklarımız, her zamankinden çok daha ağır, çok daha önemli ve kritik… Bu tarihsel dönemdeki görevlerimizin üstüne bütün gücümüzle gidersek, mücadelenin geleceği açısından çok önemli sonuçlar doğurabileceğimize inanıyoruz…
Newroz, bir direniş ve direniş çağrısıdır!
Mazlum’un Newroz’u bir kıvılcım, “Bozkırı tutuşturmaya aday” bir kıvılcım!
Newroz, teslimiyet ve ihanete karşı net ve kesin bir tutum alıştır!
Mazlum Doğan’dan Sema Yüce’ye uzanan Newroz çizgisi bunu anlatıyor!
2004 Newroz’unu çok kritik bir dönemde kutuluyoruz.
Güney Kürdistan’da ABD işgali temelinde Irak devletinin yıkılışı, Kürtler açısından federasyonlaşma olanaklarını ve fırsatını doğurdu. Güneydeki Kürtler ve onların egemen partileri bu olanak ve fırsatları sonuna kadar kullanma eğiliminde ve kararında görünüyorlar. İmzalanan “Geçici Anayasa” metni önemli ölçüde bunun göstergesi niteliğinde. Ancak buna rağmen federasyonlaşma, Kürtlerin güç ve iktidar konumları henüz ciddi bir tehdit ve tehlike altındadır.
Bu tehdit ve tehlike büyüktür. Irak ve Güney üzerinde sayısız bölgesel ve uluslararası güç çatışıyor, sayısız yöntem ve araçla bu yapılıyor. Irak’ın ve Güneyin yeniden yapılandırılması sürecinde sayısız güç ve denge işin içine karışıyor… Bu karmaşık ve çelişik boyutlara sahip süreçte KDP ve YNK, ABD ekseninde en geniş hakları kazanmaya, bunu siyasal ve hukuksal güvencelere bağlamaya çalışıyor. Mevcut durumu kritik bir fırsat olarak değerlendiriyor ve azami düzeyde yararlanmaya çalışıyorlar. Bu, anlaşılırdır. Ancak karşı karşıya bulundukları tehdit de bütün şiddetiyle varlığını sürdürüyor… Eksen, ABD’nin ekseni ve sonucu belirleyecek olan da ABD’nin dünya ve bölge stratejisi ve bu bağlamda gözetmek durumunda kaldığı güç dengeleridir. Ya ABD, Arap devletlerinin ve TC’nin “duyarlılıklarını” gözetir ve iki taraf arasında bir tercih yapmak durumunda kalırsa ne olacak?
“Bizim” Kürtler bu soruyu kendilerine soruyorlar mı?
Soru sormak, yanıtını araştırmak ve oluşturmak içindir!
ABD, Arap devletlerinin ve TC’nin, başka dengelerin duyarlılıklarını gözetir ve tercihini onlardan yana kullanırsa, Güney Kürtlerinin ortaya çıkabilecek tehlikeye karşı bir önlemleri, stratejileri var mı?
Ortaya çıkan verilerden ortada bir önlem ve strateji gözükmüyor! Son tahlilde bütün geleceklerini ve kaderlerini ABD’nin stratejik tercihlerine bağlamışlardır. İki ucu açık bir durumla karşı karşıyayız. Güneyde Kürtler mevcut federasyonlaşma düzeyini koruyabilme şansı olduğu gibi, mevcut kazanımlarını yeni bir “Cezayir Anlaşması” ile yitirebilirler de…
Bu olasılıklar karşısında ne yapılabilir?
Güneyde halk inisiyatifini ve iktidarlaşmasını geliştirecek bir yaklaşım ve çalışma içinde olmak; Kuzeyde ise ulusal kurtuluş mücadelesini ve olanaklarını toparlayacak ve yeniden ayakları üzerinde yükseltecek bir çaba içinde olmak gerekir! Bu iki görev de ancak bağımsız bir çizgi, emekçi inisiyatifi bağlamında gerçekleşebilir!
Eğer Kuzeyde ulusal kurtuluş mücadelesi İmralı tasfiyeciliğine tabi tutulmasaydı, bu, Güneydeki dengeler ve gelişmeler üzerinde daha soluklandırıcı etkide bulunabilirdi. En azından TC, bu kadar rahat ve pervasız davranma gücünü ve olanağını bulamazdı… Dolayısıyla Kuzeydeki ulusal kurtuluş mücadelesini toparlamak ve yeniden günlük politikaya dayatmak Güzey açısından da soluklandırıcı bir işlev görecektir!
Kuzeydeki mücadele, Güney Batı Kürdistan’daki gelişmeleri daha yakından etkilemektedir. Kamişlo’daki olaylar, hemen ardından meydana gelen serhildanlar ve Suriye devletinin katliam, bastırma ve kitlesel sindirme hareketi kutlamakta olduğumuz Newroz’u daha kritik kılan etkenlerden biridir. Kuşkusuz Kürtlerin ulusal istemleri doğrultusundaki duruşları, kitlesel tepkileri ve buna karşı Suriye devletinin bastırma hareketi bu parçadaki Kürt sorununa ve genelde Kürdistan sorununa yeni boyutlar getirme eğiliminde görünüyor. Güney ve Güney Batı Kürdistan sorunu bölgesel ve uluslararası platformlarda daha çok tartışılacak, sömürgeci devletler ortak bastırma stratejilerini yeni öğelerle zenginleştirmeye, farklı taktikleri, özel savaş yöntemlerini devreye sokmaya çalışacaklardır. Kuşkusuz buna devrimci yurtseverlerin kayıtsız kalmaları düşünülemez!
Kuzeyde de önemli gelişmeler yaşanıyor. İmralı Partisi cephesinde tasfiye çizgisinin bir sonucu olarak kırılmalar, bölünme ve çözülmeler yaşanmaktadır. Bu süreç daha da derinleşme eğilimindedir. İmralı tasfiyeciliğinin mantıki sonucu bundan başkası olamazdı! Kongra-Gel içindeki kanatlar, birbirlerini “liberal-bozguncu” ve “muhafazakar” olarak tanımlamaktadırlar. Bu iki kanada da Öcalan müdahale etti. A. Öcalan’ın bu müdahalesi sonuç verebilir mi? Her iki “kanat” da İmralı çizgisine ve Öcalan’a bağlı olduklarını döne döne vurgulamaktadırlar. Aslında her iki “kanat” da İmralı çizgisinin ürünüdür ve her iki kanadı da harekete geçiren temel etken yaşam ve gelecek kaygısıdır.
Aynı tasfiyecilik yasal zeminde de gelişmekte ve derinleşmektedir. Yasal zeminde yıllardır gerçek yurtseverler, emekçiler ve onların temsilcileri yönetim kademelerinden tasfiye edildi. İmralı teslimiyetiyle birlikte gerçek anlamda bir Kürt sorunu olmayan Kürt egemen sınıflarının temsilcileri, mücadelede hiç değer yaratmayan unsurlar yasal partinin iplerini tümden ellerine geçirdiler. Kuşkusuz bu unsurların kendi sınıfları adına da olsa bağımsız, “onurlu” bir duruşları yoktur. Ama kimi kırıntılar karşılığında düzen içinde daha rahat yer alabileceklerini ve çıkarlarını büyütebileceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle mücadelenin gerçek yükünü taşıyan, değerler yaratan emekçileri ve yurtseverleri tasfiye ediyorlardı.
28 Mart seçimlerinde seçilen adayların durumu, oynanan ayak oyunları bu tespitlerimizin en kestirme kanıtını sunmaktadır. Adayların kaygılarında, DEHAP yöneticilerinin yaklaşımlarında ulusal mücadelenin en sıradan bir ayrıntısını görmek mümkün mü? SHP ile yapılan “Demokratik Güçbirliği” ise, İmralı tasfiyeciliğinin yasal zemini ve Kürt halkını tümden devletin denetimine alma operasyonundan başka bir şey değildir.
Bütün bu gelişmeler, Kuzeyde devrimci yurtsever değerlerin ve potansiyelin nasıl bir tasfiye tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Aslında son çeyrek yüzyıllık mücadelenin ortaya çıkardığı değerler, devrimci dinamizm ve potansiyel İmralı sürecinin büyük tasfiye sürecine rağmen ve sayısız tahribata rağmen varlığını sürdürüyor. Bütün tasfiyeci planlar, taktikler ve operasyonlar da bu potansiyel, değerler ve dinamikler üzerinde oynanıyor…
Bu Newroz’da emekçi halkımız, devrimci değerlerimizin gerçek sahipleri alanlara dökülecek, kendi istemlerinin ve birikimlerinin içsel dürtüleriyle… Tasfiyecilerin, emek ve değer gaspçılarının yanıltıcı propagandalarının yarattığı yanılsamalı havanın ağır etkisi altında… Kısaca tasfiyeciliğe ve çok yönlü tahribatlarına rağmen Kürdistan halkı, emekçiler ve yoksullar bir boşluk içinde, bir arayış içinde… Umudu, geleceği ve kendisine ait olanı bulma arayışıdır bu. Bu umuda ve kendisine ait olanı bulma arayışına ancak devrimci emekçi bir çizgi yanıt verebilir! Bu çizgi de Mazlum Doğan’dan Sema Yüce’ye uzanan Newroz çizgisinden başka bir şey değildir!
Mazlum Doğan, çaktığı kıvılcımla sadece 12 Eylül karanlığına, teslimiyet ve ihanete karşı net bir duruşu işaret etmekle kalmadı, aynı zamanda Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin emekçilerin devrimci inisiyatifi, devrimci sosyalistlerin yol gösterici çizgileriyle başarıya ulaşabileceğini gösterdi. Bu, ulusal kurtuluşun devrimci emekçi yorumundan, Newroz’un emekçi özünden başka bir şey değildi.
İçinde geçmekte olduğumuz tarihsel dönem, Newroz’u Mazlum Doğanca algılamamızı ve kutlamamızı dayatıyor. Güncel görevler devrimci ulusal kurtuluş çabalarını büyütmeyi, daha etkili ve sonucu alıcı kılmayı dayatıyor.
Newroz, bir direniş ve direniş çağrısıdır!
Mazlum’un Newroz’u bir kıvılcım, “Bozkırı tutuşturmaya aday” bir kıvılcımdır!
Newroz, teslimiyet ve ihanete karşı net ve kesin bir tutum alıştır!
Biz, bu çağrı ve duruşu kuvvetlice vurgulamayı bir görev biliyoruz…
Cejna Newroz Pîroz be!
Biji Newroz!
Yaşasın Ulusal Kurtuluş Mücadelesini Toparlama ve Yeniden İnşa Mücadelemiz!
17 Mart 2004
Sosyalîstên Şoreşgerên Kurdistan-Sosyalîstê Xeleskarê Kurdistani
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)