0 0
Read Time:33 Minute, 42 Second

ImageKürdistan ulusal sorunu, tarihsel ve güncel gerçeklerin ışığında çözüm bekliyor.Emperyalist güçler tarafından yok sayılarak, dört ayrı gerici-faşist devletin hegemonik çıkarlarıyla örtüşün şekilde sömürgeleştirilen ülkemizde,ulusal kurtuluş mücadelesinde net ve ısrarlı olmak, ideolojik-politik duruşun önemini işaretlemektedir.

Anti-emperyalist, anti-sömürgeci programa sahip olmayan, üzerinde siyaset yaptığı zeminin kırılganlığına göre zikzaklar çizen, iradi anlamda egemen sınıflara teslim olmuş anlayış yani örgütlenmelerin sebep olduğu bir tıkanma durumu söz konusudur. Ve bu anlayışların yarattığı çok yönlü tahribat koşullarında, devrimci durabilmek, bağımsız ülke amacına sahip çıkmak, devrimci sosyalist çizgide örgütlenmekle yaşamda karşılığını bulur.

Kürdistan ulusal sorunu, bir ulusal kurtuluş devrimi sorunudur. Dört parçaya bölünmüş sömürge halkın özgürlük ve bağımsızlık sorunudur. Tarihler boyu işgal ordularının saldırı ve katliamlarına uğramış, Ortadoğu coğrafyasında egemen devletlerin hegemonya savaşlarında çatışma alanı olmuş ülkemizde, halkımız kendi özgür geleceğini belirleyecek, bağımsız, demokratik ve birleşik-federal bir Kürdistan'ı er ya da geç kurulacaktır

Kürdistan, emperyalist güçlerin aralarında yapılan bir dizi antlaşma çerçevesinde çizilen Ortadoğu haritasında, işbirlikçi-diktatöryal devletlerin sömürgesi haline getirildi.1.Dünya savaşının sonrasında, İngiliz ve Fransız emperyalizminin çıkarları doğrultusunda şekillenen bölge dengeleri, Kürdistan'ın uluslar arası sömürge statüsüne dönüşmesinin nedeni olmuştur. Ortadoğu'nun en eski halklarından biri olan Kürtler yok sayılmış, ulusal hak ve talepleri her defasında zorbaca bastırılmıştır. Kemalizm,baasizm ve şah-molla gericiliğinin işgalinin uyguladıkları vahşet ve imha saldırganlığının pervasızlığını sadece onların iktidar yapıları, rejim gerçeklilikleriyle ifade edemeyiz. Kürdistan'ın dört parçasında yaşana gelen sömürgeci saldırganlığın dayandığı emperyalist sistem olgusu da görülmeli, bugün ABD ve AB odaklı beklentilerle yürüyen siyaset tarzının açmazları açık şekilde eleştirilmelidir. Emperyalistlerin şimdilerde Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme(BOP vs.) merkezli işgal ve yaptırım politikaları, Kürdistani hareketlerin bir bölümünün nazarında kabul görüyor. Ulusal dar görüşlülüğün rengini verdiği bu bakış açısı, büyük payeler biçerek ABD emperyalizminin bölgede yürüttüğü savaşı desteklemekte, en önemlisi meşrulaştıran bir rol oynamaktadır. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, öncelikli açmazlarından biri emperyalistlere yaslanma, onların sözcülüğüne soyunma şeklinde yaratılan kafa karışıklığı ve ideolojik sapmalardır. Kuzey de, tasfiyeci İmralı partisi(kongra-gel),Güneyde ise PDK ve YNK'nin farklı zemin ve konumlarına rağmen, ABD-AB ve hatta İsrail siyonizmini olumlayan tutum ve pratikleri, Kürt egemen sınıflarının politik tercihlerinin, konumlarının doğal bir sonucudur. Kürt egemen sınıf partilerinin,''kraldan çok kralcı'' tavırlarını, ulusal kurtuluş için zaruri, haklı bir tavır gibi görmek neden genel bir eğilim haline geldi? Ya da sorumuzu şöyle soralım. Emperyalistleri, Kürt ulusunun özgürlük sorunu ne derece ilgilendiriyor? Soruları çoğaltmak mümkündür.

 

 

 

            İki kutuplu denge dönemi, reel sosyalizmin çözülüşü ve etkileri;                                                                                                                                                                                                                                                  

 

 ABD emperyalizminin liderliğinde 2003 yılında fiili saldırıya dönüşen Irak'ın işgali ve savaşı, bölge dengelerini derinden sarmıştır. SSCB'nin dağılmasından sonra, küresel hegemonyasını yeniden daha güçlü şekilde yapılandıran emperyalistler, YDD adını verdikleri uluslar arası saldırganlık çizgisiyle, ezilen halkları siyasal, ekonomik, askeri ve kültürel yaptırım ve dayatmalarla iradesizleştirme, teslim alma amaçlarını hızlandırmışlardır. İki kutuplu dünya koşullarının, reel sosyalizmin çözülmesiyle ortadan kalkması, soğuk savaş olarak anılan sürecin güçler dengesini de emperyalistlerin lehine çevirdi. Reel sosyalist blok ile emperyalist-kapitalist blok arasında 2.Dünya savaşından sonra sürekli artan çelişkiler,1991 yılı itibarıyla sonuçlanan ‘'soğuk savaş''la görünürde emperyalizmin baskın geldiğinin ilanı sayıldı. Artık, dünyayı ‘dikensiz gül bahçesine' çevirmeleri önünde bir engel yoktu. Kapitalizmin zaferiyle,'tarihin sonu' bağırtıları yeni miladın çağrılarıyla empoze ediliyordu. Bu ideolojik-psikolojik bombardımanın tozu dumanı arasında ezilen sınıf ve halkları nasıl bir gelecek bekliyordu, Burjuva liberallerin dillerinden düşürmedikleri ‘sosyal toplum, refah ve mutluluk' neyi ifade etmekteydi? Gerçekleri o koşullarda tersyüz edenlerin şişirdikleri yalan balonlarının birbiri ardına patlaması uzun sürmedi. Her şey çok açıktı. SSCB, bürokratik yozlaşmayla sosyalist amaç ve ilkelerden kopmuş olsa da, emperyal yayılmacıkları önünde aşılması zorunlu bir engeldi. Sovyetler Birliği üzerinde süreklilik arz eden kuşatma, iç kargaşalar çıkarma, manipülasyon araçlarını kullanıp toplumun geri yanlarına seslenilerek hoşnutsuzluk olgusunu büyütmek vs. birçok yöntem denendi. Ancak, çözülmenin asıl sebebi bunlar değildir. SSCB, kendi iç zaaflarının sonucu tıkanmış, çözülme ve çöküş sürecini yaşamıştır.

 

Ekim devrimin tarihsel zaferi ve halkların özgürlük mücadelelerine kattığı değerler;

 

Büyük ekim devrimiyle yoksul Sovyet halkları kendi kaderlerini kendi ellerine aldı. Sovyetler, halkın devrimci öz gücü ve iktidarıydı. Bolşevik parti, Sovyet halklarının öncü çekirdeği, devrimin kurumsallaşmasının temel dinamiğiydi. 2.Dünya savaşının eşiğine gelindiğinde Sovyet iktidarı her açıdan güçlenmiş, siyasal ve iktisadi ilerleyişini sürdürmüştü. Devrim ve sosyalizm gerçekliği, ezilen sınıf ve halklara kurtuluşları için mücadele bilinci, savaşma cesareti veriyordu. Sosyalizm ‘dünya çapında' düzey de ciddi bir saygınlık, Sovyet iktidarı da çekim merkezi olma yolundaydı.1.Paylaşım savaşı, hegemonya çatışmalarını durdurmak bir yana kapitalist devletlerin kendi aralarındaki çelişkileri daha da derinleştirmiştir. Ekim devrimi ve Sovyet iktidarı, ezilenler cephesinde halkların egemen sınıftan köklü kopuşun, kendini yönetme araçlarını yaratması demekti.1.Paylaşım savaşı amaçlandığının ötesinde yani dışında sonuçlarla neticelendi. Ekim devrimi o tarihsel koşullarının bir ürünü olarak doğdu ve iktidarlaştı. Emperyalistler, büyük Ekim devrimiyle stratejik bir darbe aldılar ve ne pahasına olursa olsun devrimi ezmeli, boğmalıydılar.

 

Emperyalistler, aradıkları fırsatı Almanya'da Nazi partisiyle bulmuşlardı. Bu çerçevede Alman tekellerinin kesintiye uğrayan çıkarlarını garanti altına alma adına, yükseltilen nasyonal faşizm, emperyalistlerin uluslar arası karşı-devrim programıyla da örtüşen özellikleriyle, Sovyetler birliğine karşı ‘vurucu güç' misyonuyla palazlandırıldı. Almanya'da iktidar, Adolf Hitler'in başında bulunduğu nasyonal faşistlere teslim edildi.1.Paylaşım savaşında hegemonya çizgisi sekteye uğrayan Alman burjuvazisinin, komplekslerinin tercümanlığına soyunan faşist iktidar aygıtı,'üstün ırk' safsatasıyla emperyal saldırganlık hazırlıklarını perdeleyip harekete geçti. Faşizm, burjuvazinin en zorba en kanlı yönetim biçimidir. Egemen sınıfların,'burjuva demokrasisinin' maskesinin düştüğü, zulümlerinin açık diktatörlüğüdür. Almanya'da faşist iktidar, düzenlerine muhalif gördükleri farklı politik güç ve Yahudi inanç kurumlarını barbarca tasfiye ederek, faşizmin sınıf karakterine özgü, toplumsal dinamikleri biçme, korku ve terörle susturma, iradesi teslim alınmış ‘kılıç artıkları' üzerinden kanıksamayı ve yılgınlığı hâkim kılma vs. sistemli politikalarla iktidar aygıtlarını güçlendirmişlerdir.

 

Emperyalistler, Ekim devrimini daha ilk yıllarında boğmak için Sovyet topraklarında iç savaş çıkartmak istemiş ancak başarılı olamamışlardı. İşte bu bağlamda, Almanya'da faşist diktatörlük aradıkları imkânı bulmalarını sağlıyordu. Nazi ordusunun kendini yapılandırmasına, silahlanmasına sessiz kalındı, dahası desteklendi. Almanya'daki faşist iktidarı, Sovyetler Birliği'ne saldırtıp, Sovyet iktidarını tasfiye edeceklerdi. Tasarlanan, işleyen planları buydu. Nazi ordusu, 2.dünya savaşının fitilini tutuşturduğunda, diğer emperyalist devletler ‘pusuya yatıp' beklemeyi tercih ettiler. Nazi ordusu, Doğu Avrupa üzerinden SSCB'ye doğru ilerlerken,1.dünya savaşının galiplerinden Fransa da Nazi ordularının saldırısına uğradı. Beklenmedik bu işgal karşısında Fransa devleti, hemen teslimiyet bayrağı çekti. Nazi güçleri,1 hafta gibi kısa süre içersinde başkent Paris'e ulaştılar. O ana kadar ‘bekle-gör' politikasıyla zaman kazanma hesapları yapan diğer emperyalist devletler savaş kararı aldılar. Ancak, bekleyişlerini aynen sürdürüyorlardı, çünkü Nazi ordusu Sovyet topraklarının içlerine doğru işgalini genişletiyordu. Hitler ve ordusu her ne kadar kontrolden çıksa bile, SSCB'nin yok edilmesi amacına hizmet etmesi nedeniyle işlerine yaramaktaydı. Moskova önlerinde durdurulan Nazi güçleri, Sovyet kızıl ordusunun stratejik saldırısıyla geri püskürtülürken, Almanya'nın içlerine kadar devam eden karşı-saldırıyla tarihin çöplüğüne gönderildi.2.Dünya savaşının, ezilen sınıf ve halklar cephesinde tarihsel bir kazanımla sonuçlanması sağlanmıştır. Emperyalist devletler, savaşın son döneminde Nazi'lerin yenilgisinin kesinleşmesi üzerine ‘ikinci cephede 'bir iki ufak çatışma yaptılar. Daha çok, devrimci dalgayı durdurmak, Doğu Avrupa ülkelerinde gelişen halk iktidarlaşmasını engellemek, SSCB'yi müttefik devletlerin antlaşmasına razı etmek biçiminde müdahalelerde bulundular. Korkularını büyüten durum ise, artık emperyalist-kapitalist kutup tek değildi, karşısında sosyalist bir kutup oluşmuştu. Ezilen halkların kurtuluş mücadeleleri için elverişli, sübjektif ve objektif koşullar da yakalanmıştı.

 

İki kutuplu dünya dengelerini yönlendiren, etkileyen devletler, ABD ve SSCB'dir. Kapitalizmin uluslar arası jandarmalığına soyunan ABD,'soğuk savaş' döneminin baş aktörlüğünü yapmıştır. Kırk küsur yıl süren ‘soğuk savaş 'döneminin, kendine özgü siyasal dengeleri ve bunun neticesinde şekillenen bölgesel ve global etkileri vardı. Farklı ülkelerde süren devrimci mücadeleler, sosyalizm deneyimleri bire bir bu konjektörden etkilenmekteydi. Genel boyutuyla değerlendirirsek; Emperyalist sistemin sürekli kriz üreten, çelişkileri derinleştiren yapısına rağmen, bu süreci kendi lehine çevirdiği ayan beyan ortada. SSCB,2.Dünya savaşından sonra savunma refleksi ile hareket etmiş,'ulusal sosyalizm' çizgisi ne saplanıp kalmıştı. Ulusal sınırlarına kapanan iktidar, enternasyonalizmden kopmuş, devrim üreten değil, devrimin kazanımlarını tüketen bir rol oynamıştır. Emperyalist blok,2. Dünya savaşından sonra sermaye ihracını sürekli arttırmış, işbirlikçi egemen sınıfları ayakta tutacak mekanizmaları yaratırken, yeni-sömürgecilik ilişkilerini yaymıştır. Mevcut dengeler böyle şekillense de, Vietnam ulusal kurtuluş devrimi gibi, halkların özgürlük ve bağımsızlık yolunda savaşları kazanımlara dönüşebiliyor, devrimsel çıkışları ateşliyordu.

 

1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan çözülme ve parçalanma,1991 yılı SSCB'nin çöküşüyle reel sosyalist kutup dağıldı. Kapitalizmin tek, geçerli sistem olduğu ilan edildi. SSCB'nin şubesiymiş gibi gözüken KP'ler ya tasfiye oldu, ya da likidasyon geçirerek burjuva sistemlerle uzlaştı. Bu yıllar tam anlamıyla bir gericilik ve kitlesel kaçış(döneklik) süreciydi. Ezen-ezilen sınıf gerçeği yok sayılıyor, kapitalizmin nimetlerinden faydalanma hikâyeleri salık veriliyordu. Ancak, dünyanın tarihi sınıfların tarihiydi. Ezen ile ezilenin birbirlerine karşı süren savaşları yazmaktaydı bu tarihi. Evet, ortada bir yenilgi ve çözülme olgusu vardı. Yenilen iddia edildiğinin aksine SOSYALİZM değil, sosyalizmin kaba, revize edilmiş biçimiydi. Marksist-Leninist dünya görüşüyle yürüyen bizler için doğru tahlil budur. Sosyalizm, ezilen sınıf ve halkların özgürlük ve bağımsızlık ideolojisidir.

 

Emperyalist dünya düzeninin rakipsiz patronu ABD, 20. yüzyılın son dönemlerinde yakaladığı elverişli uluslar arası imkânları kalıcılaştıracak politikalarını belirleyerek, YDD adını verdikleri uluslar arası saldırganlık ve hegemonya çizgisini genelleştirdi. Reel sosyalizm engeli de ortadan kalktığına göre, global hegemonyalarını daha aleni politik program ve araçlarla dayatıp, hakim kılabilirdiler, öylede yaptılar.

 

KUKM'yi toparlama ve yeniden inşa bildirgesinde, ABD'nin dönem stratejisi ve açılımlarını ana hatlarıyla şöyle değerlendirmiştik;

"1-Tek kutupluluğa dayanan dünya düzenini korumak, oturtmak ve bütün güç odaklarına kabul ettirmek; bunun için her türlü ekonomik, politik, diplomatik ve askeri gücü kullanmaktan sakınmamak.

2- Bu stratejik hedefin gereği ve onun tamamlayıcı bir unsuru olarak ABD'ye dünya çapında rakip olabilecek, ayrı bir kutup ve denge unsuru olarak sivrilebilecek hiçbir devlete veya devletler grubuna izin vermemek. Bu bağlamda dünya çapında varolan askeri ve siyasal üstünlüğü daha da geliştirmek, güçlendirmek, ekonomik büyümeyi de aksatmamak… 

3- Askeri-siyasi ve ekonomik hegemonyayı derinleştirerek sürdürmek için stratejik ve ekonomik açıdan önemli bölgelerde ABD egemenliğini stratejik bir öncelik olarak gözetmek ve uygulamak. Bu bağlamda Ortadoğu da tek hakim güç olmak, Balkanlar, Kafkasya ve Asya'da stratejik üstünlüğü sağlayacak, bu alanlardaki petrol ve doğal gaz kaynaklarını denetim altına alacak, bu çerçevede olası rakipleri etkisiz hale getirecek politikalar geliştirmek

4- Rusya-Çin ekseninde gelişebilecek bir Avrasya blokunu önlemek için dünya politikasında Avrasya hegemonyasına özel bir ağırlık vermek; Bu anlamda da Kafkasya ve Orta Asya üzerinde özel olarak durmak…

5- Tek kutupluluğa dayanan Yeni Dünya Düzenine kafa tutan, potansiyel olarak buna gelmeyen iktidarları, yapısı gereği emperyalist kapitalist sistemi cepheden hedefleyen sosyalist, anti-emperyalist ve devrimci demokrat, radikal İslamcı hareketleri''terörist'' olarak mahkûm edip ezmek ve alternatif olmaktan çıkartmak. Bunun için her yolu ve aracı mubah görmek, hiçbir ölçü ve sınırı engelleyici etken olarak görmemek.

6-Yeni Dünya Düzenine karşı direnen güçlere, hareketlere askeri müdahale bulunulurken, ekonomik ambargo ve diğer yöntemler geliştirilirken BM gibi kuruluşları kullanmak, diğer emperyalist devletleri yedeğe alıp ortak hareket etmeye, saldırıya uluslar arası bir kimlik ve meşruiyet kazandırmaya özen göstermek. Eğer bunlar olmuyorsa, gerektiğinde uluslar arası meşruiyet gibi bir zemin olmadan da tek başına harekete geçmeye karar vermek, harekete geçmek ve bunu destekleyen ittifaklar geliştirmek, yani BM kararlarını ve meşruiyetini vazgeçilmez bir koşul olarak görmemek

7- NATO'yu Yeni Dünya Düzeni'nin dünya polisi haline getirmek. Bunun için yeni konseptler geliştirerek ilgili devletlere kabul ettirmek. Dünya jandarmalığı kadar NATO'nun ABD'nin Avrupa üzerindeki üstünlüğünü ve hegemonyasını sağlayan önemli bir araç olduğu gerçeğini derinleştirecek bir tutum içinde olmak!       

8- Eski reel sosyalist ülkeleri düzene entegre etmede etkili bir rol oynamak, bu alanları düzen için güvenli ve istikrarlı hale getirmek.

9- Sorunlu bölgelerde ‘'Amerikan Barışı'nı dayatmak, tarafları kendi inisiyatifin de uzlaştırmak, bunda zoru temel araç olarak kullanmak!

10- Askeri ve siyasal üstünlüğü tamamlayan ve meşrulaştırılmasını sağlayan ideolojik ve kültürel hegemonyayı, bunun araçlarını geliştirmek, bu araçların tekelini elinde tutmak…''

 (KUKM'yi toparlama ve yeniden inşa bildirgesi, syf:36-37.)

 

ABD emperyalizminin Ortadoğu üzerindeki statükosu 1979 yılında İran'da işbirlikçisi şahlık rejimini kaybetmesiyle ciddi anlamda zora girmişti. İran İslam devrimi, ABD'nin bölge politikasına büyük bir darbe vurdu. ABD'nin bölgedeki ayaklarından biri kırılmıştı. İsrail ve TC, ABD için neyi ifade ediyorsa, İran da ki Şahlık rejimi de aynı önemi taşıyordu. Bölgedeki üslerinden İran'ı kaybetmesi ABD için yeni kartlarını kullanmasını koşulladı. İran'da molla iktidarını zayıflatmak, etkisini sınırlamak odaklı planlarını uygulamaya soktular. ABD'nin o süreçte en gözde kartı Irakta'ki BAAS rejimiydi. Emperyalistlerin her türlü desteğini alan işbirlikçi Baas rejimi İran'a savaş açtı. Sekiz yıl süren fiili savaş durumu iki ülke halkları açısından büyük trajedilerin yaşanmasına neden oldu. Emperyalistler, işbirlikçileri Saddam üzerinden İran'ı teslim alamasalar da iradesini zayıflatmışlardı. Molla gericiliği artık ciddi bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştı. Doğu ve Güney parçalarındaki Kürt halkı bu savaşın bedelini çok ağır ödemek zorunda kaldı. Her iki sömürgeci devletin sistematik katliam ve saldırılarına maruz kaldılar. Irak ve İran egemenleri kendi kirli çıkarları için cebelleşirken, Kürtlere saldırma konusunda hiç tereddütsüz aynı hassasiyetlerle hareket ettiler. TC ve Suriye sömürgeciliği de, benzer uygulamalarla suç ortaklarından geri kalmıyorlardı. Halepçe, Enfal, Doğu Kürdistan'da ezme operasyonları, yüz binlerce Kürdün katledildiği vahşetin hafızalardan silinmeyecek örnekleridir.

 

Bir dönem Sovyetler Birliği'nin, Ortadoğu ve Asya bölgesinde etkinliğini azaltmak, pazar alanlarını genişletmek, devrimci-demokratik muhalefet hareketlerini ezmek amaçlı, emperyalist karargâhlarda üretilen ‘yeşil kuşak' projesi ekseninde gerici iktidarlar, İslam kisveli paramiliter güçler açıktan destekleniyordu. Tabi ki, emperyalizme göbekten bağlı gerici iktidarlar için bu destek dün olduğu gibi bugün de geçerlidir. TC, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Kuveyt vs. devletlerin konumları bu destek çerçevesinde şekillenmektedir. Mesela,11 Eylül saldırısından sonra, Afganistan'da iktidarı elinde tutan Taliban gücü ekarte edilmiş, terörist etiketi yapıştırılarak işgal saldırısıyla iktidardan uzaklaştırılmıştı. Yine Afganistan'ı merkez olarak kullandığı gerekçesiyle işgalin kalıcılaştırılmasının nedeni yaptıkları El Kaide örgütü de ‘uluslar arası düşman' sıfatıyla hedef alındı. Ancak unutmamalıyız ki, tarih belleksiz değil. ABD, Taliban ve El Kaide yi kendisi yaratmıştır. Yeşil kuşak projesinin ürünü bu akımlar, CIA kamplarında yetiştirildi ve Müslüman halkların başına bela edildiler. Bugünkü global konjonktürün yanıltıcı etkisiyle yanlış bakış açısından kaynaklı değerlendirmeler ortalığı kaplamış durumda. Radikal İslamcı hareketleri olumlayan, onları mazlum ulusların özgürlük savaşçısıymış gibi gören anlayışlar, farklı politik referansları olan merkezler eliyle sürekli empoze edilmekte,'medeniyetler çatışması' teorisine yedeklenilmektedir. Ezilen, işgal altında tutulan halklarla dayanışma ile radikal İslamcıları olumlamak arasındaki ideolojik ayrımı göremeyen bazı sosyalist partilerin politik argüman ve tavırları da üzerinde durmayı gerektiren bir ironidir. Şimdilik başka bir yazı konusu olduğundan iki soruyla geçelim. Sosyalistler, Anti-emperyalizmden ne anlıyorlar, Radikal İslam(lık) çevreleri karşısında ilkeli ve bağımsız duruş nasıl olmalıdır?

 

Emperyalizm, halkların yaşam damarlarını kurutan doyumsuzluk sistemidir. Bir avuç kapitalist tekelin küresel hâkimiyetini yayma, koruma sistemi ve ideolojisidir. Kapitalist sistemde refah ve mutluluktan bahsediliyorsa, bunun sermaye sınıfı için geçerli olduğunu belirtelim.'Küreselleşme' olarak adlandırılan süreç, sorunlu gördükleri ülkelerde bağımlılık ilişkilerini yeniden örmek, emperyal sistemle entegrasyonlarını vakit geçirmeden tamamlamak biçiminde ilerliyor. Gelinen aşamada, epey yol aldıkları bir gerçek. Bu olgunun karşısında ise ‘eşitsiz güç' araçlarına rağmen, ideolojik-örgütsel sorunlar yaşansa da, direnen halklar gerçeği var. İşbirlikçi-komprador sınıfların iktidar aygıtlarını zorlayan, küresel hegemonya savaşlarına öfke duyan yoksul halklar, emperyalist-kapitalizmin sömürü çarkını bir gün mutlaka kıracaktır. Halklar ve emperyalizm çatışması büyürken, saflar da netleşmektedir. Ezilen sınıf ve halklar, devrimci-sosyalist önderliklerle buluştuğu koşulda, sınıfsal ve ulusal kurtuluş umudu ütopya olmaktan çıkar, somut bir realiteye dönüşür. Sosyalizmi, yenilmez ve güçlü kılan da, halkların bağrında mayalanan özgür yaşam istemidir.

 

Geçenlerde, Forbes adlı Dergi,'en zengin 400 Amerikalı' listesi yayınladı. Her yıl yayınlanan listede genellikle dolar milyonerlerinin isimleri veriliyordu. Bu yıl en zenginler listesinin 400 tanesi de, dolar milyarderinden oluşmuş. Derginin editörü Matthew Miller, ağzından salyalar akıtarak,'kapitalizme hayranlık' duyduğunu yazmış, bu hızlı zenginleşmeyi ‘büyük bir olay' süslemesiyle açıklamıştır. Emperyalist Dünya düzeninde, pastanın en büyük parçasını iştahla yutan açgözlü ‘neocon' görünümlü bu leş kargaları sevinmesin de kim sevinsin. Dolar milyonerliğinden, Dolar milyarderliğine geçen kapitalist kişilerin(şirketlerin) hangi yol ve yöntemlerle kasalarını doldurduklarını bugün başta Ortadoğu olmak üzere, yeryüzünün her parçasındaki neo-liberal saldırganlığın geldiği aşamaya bakarak anlayabiliriz. Ortadoğu bölgesine işgal orduları gönderip, Irak topraklarına yerleşen ABD ve İngiltere emperyalizmi, kendi egemenlerinin yani petrol, silah, finans vs. tekellerinin küresel çıkarları adına saldırmaktadır.'Irak'a özgürlük götürdük' klişesinin altına gizlenerek haklılık pozları vermekten de geri kalmıyorlar. Ortada bir özgürlük var, ancak bu özgürlük kapitalist sermaye sınıfının,'haydutluk ve barbarlık' çizgisiyle genelleştirdikleri talan, işgal, sömürü ve katliam özgürlüğüdür. Çok gerilere gitmeden bir örnek verelim; Birleşmiş Milletler (BM), Irak'ta, son iki ay içersinde 6 bin 599 sivilin öldürüldüğünü rapor etti. Gerçek rakamların BM raporundan çok fazla olduğu da biliniyor. Yine Irak'ta, işkence vakalarının ‘vahim' boyuta olduğu, gözaltı merkezleri ve hapishanelerde insanların çok kötü uygulamalara maruz kaldığı bilgisi veriliyor.20 Mart 2003'den bugüne, Irak için iyimserlik palavralarının dışında iyi giden ne var? Yüz binlerce ölüm, altyapısı çöken, petrol ve diğer kaynakları işgal devletleri tarafından ipotek edilmiş bir Irak tablosu var.'Büyük balık küçük balığı yer' atasözünü, Irak ve Ortadoğu'daki güncel gelişmelere uyarlayıp şöyle demeliyiz; Büyük ‘imparatorluk' küçük diktatörlüğü (Baas rejimini) yer. Ve hemen gözünü yanı başındaki diğerlerine diker…

 

Ulusal dar görüşlülük ve icazetçilikle Kürt ulusal sorununa çözüm olunamaz!

 

Irak'ın emperyalistler tarafından işgaliyle paralel, Güney Kürdistan'ın statüsü de değişmiştir. Güney Kürdistan'ın yaşadığı süreç birçok belirsizlik emaresi taşısa da, devletleşme yolunda gitmektedir. Bir üstyapı işlevi gören bölge yönetimi ve parlamentosu, kendi alt yapı kurumlarını hızla inşa ediyor. Güneydeki gelişmelerin geldiği düzey, Başta TC olmak üzere diğer sömürgeci devletleri kaygılandırmakta, tarihsel korkularının depreşmesine yol açmaktadır. En son TC Başbakanı Tayyip'in, TBMM'de kazayla ret edilen 1 Mart teskeresiyle ilgili sözleri, sömürgecilerin ruh halini aleni olarak yansıtıyordu. Tayyip, teskerenin o zaman reddedilmesinin pişmanlığını hala yaşadığını ve eğer teskere geçseymiş şimdilerde ‘Irak politikalarını' pratikleştirme noktasında pek sorun yaşamayacaklarını düşünüyormuş.(Bu sözleri de, ABD ziyaretinin hemen öncesi Bush'a şirinlik yapmak için söylemiştir.)Lübnan teskeresindeki acelecilikleri işte bu ruh hali ve kaygılarının bir neticesidir. TC egemenlerinin, pişmanlığı sadece 1 Mart teskeresiyle sınırlı değil. Güney Kürdistan için çizdikleri ‘kırmızı çizgileri 'fena halde çizildi. Süleymaniye de, Türk ordu mensubu kontrgerilla timlerinin başına,'stratejik müttefikleri' tarafından çuval geçirildi. Türkmen kartı dikiş tutmadı. Son pişmanlık fayda etmez diyerek, ABD ile nice badireler atlayarak kurdukları(kurumsallaştırdıkları) uşaklık rollerini kullanarak ‘gayretkeş' çabalarını sürdürüyorlar.

 

Biz Devrimci-Sosyalistler, sömürgeci devletlerin Güney Kürdistan üzerinde gelişmeleri boğma, operasyon tehditleriyle sınırlama, diplomatik kanalları kullanarak altını boşaltma vs. genel politikaların karşısında duruyoruz. Güney Kürtlerini hedef alan sömürgeci saldırganlık politikalarının işlevsizleştirilmesi ve teşhiri bağlamında sorumluluklarımızı yerine getirmekten kaçınmayız.

 

Güney Kürdistan'da, egemen konumunu sürdüren PDK ve YNK çizgisi, ulusal özgürlük sorununu çözme iradesi ve programına sahipler mi, ideolojik-sınıfsal kimlikleri buna müsait mi?

 

ABD emperyalizminin Irak savaşı ve işgaliyle, Iraktaki mevcut devlet mekanizmaları tasfiye edildi. Saddam'ın başkanlığını yaptığı BAAS rejimi ve sömürgeciliği altında, ulusal ve mezhepsel kimliklerinden dolayı Kürt ve Şii Araplar, devlet terörünün her biçimine maruz kaldılar. Politik örgütlenme araçları, inanç merkezleri yasaklandı, bu yönlü talep ve girişimler büyük kitle katliamlarıyla bastırıldı. Rejimin karar organlarını elinde tutan elitin iktidar anlayışı, tarihinin hiçbir döneminde farklılıklara tahammül etmemiştir. Rejime itaat ve kulluk ilişkileriyle bağlanılmasını temel şart koşmuştur. Bu temel koşul, başta Kürt ve Şii Araplar olmak üzere, Sünni Araplar ve Hıristiyanlar içinde tepelerinde ‘demoklesin kılıcı' misali sallandırılmıştır. İşte şimdilerde tek tek bulunan toplu mezarlar sözümüzün pratik karşılığıdır. BAAS diktatörlüğü, Irak'ı halklar mezarlığına ve inanç despotizminin en kanlı uygulamalarının vuku bulduğu topraklara çevirmiştir. Tersini iddia eden varsa da beri gelsin! Irakta, BAAS rejiminin asıl suç ortağı emperyalist devletlerdir. Dün Ortadoğu politikaları çerçevesinde siyasal ve askeri yardımlarla ayakta tutmuşlardır.1991 Körfez kriziyle birlikte sorunlu hale geldikten sonra, daha doğrusu bölgeye Yeni Dünya Düzenlerinin öngördüğü biçimde yerleşmek için, ‘eski dostlar' bugün düşman olmuş ve netice itibarıyla beklentilerini karşılamayan BAAS rejimi tasfiye edilmiştir.

 

Güney Kürdistan halkı, BAAS sömürgeciliği boyunca ulusal kurtuluş mücadelesini sürdürmüştür. İki kutuplu Dünya düzeninde Irak konusunda statükonun bozulması istenmediğinden bu ses duyulmamış, izole edilmişti. Bu dezavantajlı durum Güney de uzunca bir dönem, uluslar arası alanda tanınan ulusal kurtuluş hareketinin gelişmesinin zeminini daraltan, onu yanlızlaştıran bir rol oynamıştır. Yine de Güney Kürtleri, kendilerini ifade eden araçlar oluşturmuş, sömürgeciliğe karşı ulusal direniş çizgisini korumuşlardır. Güneydeki ulusal güçler, sosyalizm prestijinin yükseldiği, ulusal kurtuluş savaşlarının ilerici-sosyalist önderlikli hareketlerle yürütüldüğü dönemlerde bu genel atmosferden etkilenmiş, ancak bunu, ideolojik-örgütsel bütünlüğü, devamlılığı olan araçlarla buluşturamamışlardı. PDK çizgisi, Güneydeki gelişmeleri yönlendiren, etkileyen hâkim güç misyonunu devam ettirmiştir.

 

ABD emperyalizminin Irak'ı işgali, Güney Kürdistan partileri ve Şii inanç örgütlenmelerinin desteğini alarak ilerledi. ABD için bu destek stratejik önemde bir destekti ve Irak halklarının büyük çoğunluğunu yanına almış sayılıyordu. Irak'ta, hâlihazırda anti-sömürgeci, demokratik, Kürt ve Arap halklarını eşitlik temelinde kucaklayacak, anti-emperyalist devrim programına sahip olan bir siyasal öznenin bulunmayışı da, sürecin böyle şekillenmesinin temel nedenlerinden biridir. Irak Komünist Partisinin bile, işgali savunan ve meşrulaşmasına hizmet eden çizgisi, sorunun çelişkili, paradoksal özelliğini yansıtıyor. ABD ve İngiliz emperyalizminin, yukarıda da belirttiğimiz gibi,'Irak'a özgürlük götürme' diye bir derdi yok. Büyük Ortadoğu Projesi ekseninde, zengin petrol yatakları bulunan, coğrafi konumu itibarıyla jeo-stratejik önemi olan Ortadoğu ya yerleşip, sonrasında sorunlu gördükleri devletleri sürece yayılmış karşı konseptlerle zayıflatıp, hizaya getirerek, yeni-sömürgecilik ilişkilerini adım adım örecek,21. yüzyılın emperyal 'imparatorluğu' anglo-sakson ittifakının global zaferini ilan edeceklerdir. Ortadoğu, Kafkasya, Latin Amerika ve Asya vs. bölgelere yönelik emperyalist savaş karargâhlarında planlanan ‘projeleri' hayata geçirmek adına uyguladıkları uluslar arası saldırganlık doktrini ve çizgisi, yeni hegemonya savaşlarının artacağının göstergesidir.

 

ABD Irak'ta, bir yanda Bağdat'ta merkezi hükümet ve meclisi güçlendirirken, farklı hesaplar üzerinde çalıştığını da gizlemiyor. Mezhep çatışmalarının bir iç savaş şeklini aldığı, tarafların (Sünni-Şii) birbirlerini hedeflediği, çok yönlü çözümsüzlük ve tıkanma durumu Irak'ın geleceğiyle ilgili plan ve tartışmaların seyrini etkilemekte, Federal Irak politikasının alternatifi biçiminde, üç ayrı devlet seçeneği de yoğunca dile getirilmektedir. Güney Kürdistanlı partilerin, işgalle birlikte yakaladıkları politik imkânlar şu aşamada onlara bazı serbestlik ve pazarlık alanları yarattığı ortada. Ancak bu durum göreceli ve uzun vadede muğlâktır. Bölge ile ilgili egemen güçlerin uzlaşma ve tavır değişiklikleri sürecin işleyişinde başka araç ve kuvvetlerin kullanılmasını zorunlu kılarsa dengelerde değişir. PDK veYNK Güneyde, devlet formülasyonunu amaçladıklarını çeşitli vesilelerle deklare etmektedirler. Ancak, söylemle-eylemleri arasında bir iç tutarlılığın da olmadığı görülüyor. Daha çok, bağımsızlık vurgulamalarını taktik açılımlarını kabul ettirmeye dönük kullanıyorlar. Güney Kürdistan'ın bağımsızlığını ABD'nin yörüngesinde yürümekle mi sağlayacaklar? M. Barzani ve C. Talabani'nin liderliklerini yaptıkları partilerin her ne kadar mevcut koşullarda Güney parçasında bazı kazanımlar sağlamış olsalar da, ulusal kurtuluş perspektifleri zayıftır. Emperyalist güçlerin politik çelişkilerinden faydalanmak ayrı, bir kurtarıcıymış gibi ona sarılmak ayrıdır. Ulusal dar görüşlülüğün ve egemen sınıf kimliğinin temel çıkmazı da burada düğümleniyor. ABD'li neoconların başkanı Bush'u karşılarken, ‘I Love You BUSH' pankartları açarak verilen mesajların Kürt egemen sınıf güçlerinin duygularını yansıtmaktan başka bir değeri yoktur. Güney Kürdistan Halkı büyük trajediler, zulüm ve sömürgeci terörün en insanlık dışı vahşetlerine tanıktır. Yengi-yenilgi dönemeçlerinden geçerken, kitleler halinde ölüm kamplarına gönderildi. Biyolojik başlıklı bombaların ölüm yağdıran katliamlarını yaşadı. Acıları ve gelecek yarınları kalıcı kazanıma dönüştürecek tek yol, Bağımsız ve Demokratik Kürdistan yoludur. Bu bağlamda, Güney parçasında devrimci iktidar seçeneğini örgütleyecek, sosyalist muhtevaya sahip güç ve güçlerle ulusal dayanışma ilişkilerinin ve kolektif duruşun önemini de görüyoruz.

 

Son yıllarda Kuzey Kürdistan'da, bazı Kürdistani çevrelerin politika ve pratiklerine rengini veren PDK ve YNK icazetçiliği, moda halini aldı. Çeşitli platform ve ‘inisiyatif' grup çalışmaları yapılıyor. Ulusal,'sivil',güç birliği yaratalım havasında yürütülen çalışmalar ne derece başarılı olur? Başka bir yazı konusu olduğundan fazla durmadan bir iki cümle ile belirtelim.(Konu özelinde daha önce Sosyalist-Şoreşger sitesinde ‘BİRLİK ÜZERİNE' yazısı incelene bilinir.) Hak-Par, Psk, Pwd vs. çevrelerin sürekli dillendirdikleri ulusal alternatif olma iddiası temelsizdir. Şu koşullarda mevcut siyasal çizgileriyle yaşamsallaşma olanağı yoktur. Kürt egemen sınıflarının siyaset sözcülüğüne soyunan, icazetçilik ve pragmatizmle güç haline gelmenin hesaplarını yapan bu çevrelerin, Kuzey Kürdistan'ın kurtuluşu adına yapabileceği katkının ne olacağı tartışmalıdır. Güneydeki işleyen sürecin bir benzerinin de, Kuzey Kürdistan da olmasını mı düşünüyorlar? PDK ve YNK icazetçiliği, ABD hayranlığı ulusal sorununa hangi pencereden baktıklarını gösteriyor. İmralı tasfiyeciliğinin yarattığı tahribat sürecini aşmak şöyle dursun, çözümsüzlüğün daha da derinleşmesinin bir ayağı olurlar. İmitasyonist kurgularla yürüyenlerin yaşamın sayısız kez doğruladığı gerçekler karşısında tutunma şansları olmaz. Burjuva-demokratizmin sınırlarını aşmayan, devrimci dinamiklerden öcü gibi korkan, halktan uzak, pasifist anlayış ve hareketler, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi veremezler. Kürdistan da doğrular Devrimcidir. Özgürlük ve Bağımsızlığımız da bu doğrular üzerinden amaca yürünerek gerçekleşecektir.

 

"Açık ki ulusal kurtuluş sorunu bütün şiddetiyle ve yakıcılığı ile önümüzde durmaktadır.

  

Ulusal Kurtuluş mücadelesinin toparlanması ve yeniden inşa edilmesi günün en acil ve ertelenmez görevidir!

 

Peki, bu acil görevi kim başaracak, hangi çizgi, hangi sınıf? Kim?

 

Sağı, neo liberalizmi, globalizmi yeniden keşfedip 'Amerikan kurtarıcılığını' bir siyaset tarzı olarak gören ve taşımaya çalışanlar mı?

 

Kürt egemen ve orta sınıfları mı, onların geleneksel siyaset tarzları mı?

 

 ‘Dünün kalıntıları mı?

 

Çözümü bu düzende arayanlar mı, düzenle uzlaşmayı temel siyaset çizgisi haline getirmek isteyenler mi?

 

Açık ki, yaşam tarafından sayısız kez doğrulandığı gibi bunların hiçbiri!

 

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini toparlayacak, değerlerini ve birikimlerini derleyecek ve yeniden inşayı devrimci tarzda üretecek çizgi, devrimci emekçi çizgidir''

(KUKM'yi toparlama ve yeniden inşa bildirgesi,syf:16-17)

 

Kuzey Kürdistan ulusal kurtuluş devrimi, bağımsızlık ve devrimci enternasyonalizm şiarının ışığıyla yürüyüşünü sürdüren, Devrimci-Sosyalistlerin öncülüğünde hayat bulacaktır.

                                                                                                  

 

                                                                                                   FERHAT ÜÇOLUK

 

 

                         

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter