0 0
Read Time:15 Minute, 39 Second

ImageABD'nin kuruluşundan hemen sonraki dönemin en önemli özelliklerinden birini de, Güney Amerika'ya sürekli olarak müdahale edilmesi olgusu oluşturmaktadır. Bu müdahalelerin ayırt edici özelliği, her zaman doğrudan Amerikan ordu güçleri tarafından yapılmaması…  

Bildiğimiz anlamda Amerikan bürokrasisi, silahlı kuvvetleri tam olarak oluşmamışken de Güney Amerika'ya, Kuzey Amerika kaynaklı müdahale vardı. Sergüzeştçiler, maceracılar, zengin olmak isteyen serseriler ve kapitalistlerin kendileri bu türden müdahaleleri gerçekleştiriyorlardı, Oralarda koloniler, devasa sömürge çiftlikler, hatta devletler kuran çeteci zenginler, korsanlar, büyük kapitalistler vardı. Korsanlık, ilk büyük kapitalistleri doğuran meşru bir etkinlikti o zamanlar. Sonrasında da zaten güçsüz olduğu için Güney Amerika'ya ordu göndermeye gerek kalmıyordu. Monroe Doktriniyle Güney Amerika, ABD'nin bir tür kapatması durumuna indirgenmişti. ABD bölgeyi, kukla rejimlerin askerlerini, polislerini yetiştirip öyle denetliyordu. ABD için sömürgeci değil denir ama aslında Güney Amerika ve hatta Filipinlerle ilişkiler tam sömürge tipiydi.

 

Bugün Venezuela'ya bir Amerikan müdahalesi beklenmeli elbette, ama bu eskisi gibi kolay değil. Her şeyden önce, bu müdahalenin ilk mızrak ucunu oluşturması beklenen yerli burjuvazinin dişleri sökülmüş durumda. Ordu ve polis, Chavez'in kontrolünde görünüyor. Toplumsal desteği de dibe vurmuş durumda burjuvazinin. Bir kısmı zaten kaçmış ülkeden. Gerisi de lanetli bir tecrit durumunda, etrafı elektrikli, dikenli tellerle çevrilmiş evlerde yaşıyor. Tabii kapitalist ekonomi ve devlet cihazı yerinde duruyor. Bu durumda hep akılda tutmak gerekir ki, su uyur burjuvazi asla uyumaz. Bu işin bir başka faslı.

 

Dış müdahaleye gelince… Akla öncelikle (hele ABD şimdi Irak'ta, Afganistan'da sıkışmışken) iç bunalımı tetikleyecek ve darbe koşulları yaratacak tecrit, ambargo, vb. müdahale türleri geliyor. Ne var ki, Venezuela, bırakalım bir müdahaleyi, tecritte bile değil. Çünkü petrolü var ve herkesin bu petrole ihtiyacı var. Amerika da Venezuela'dan çok önemli miktarda petrol alıyor, Venezuela'nın rafinerileri var oralarda. Venezula, Küba gibi tecrit edilebilecek bir ülke değil; petrole bağımlı olanlar ona bağlı, dolayısıyla elindeki petrol gücü onu tecrit edilmekten alıkoyuyor. Hatta Küba'nın yaşadığı türden bir tecrit yaşamadığı gibi, kendisi Küba'nın tecridini kırıyor. Avrupa Birliği'yle ilişkilerindeki özel durumunu bilmiyorum; ama dünyadan tecrit konumunda bir ülke asla değil. Kolay kolay da tecrit edilemez, hiçbir ülke de çıkıp Venezuela petrolünü boykot ediyorum diyemez. Zaten petrol kıt, petrol fiyatları altmış doları geçiyor, ABD dahil kimsenin de böyle bir lüksü yok. Venezuela'yı idare etmek zorundalar. O da akıllı davranıyor ve Amerika'yı idare ediyor, Amerika'nın petrolünü bol veriyor, hatta zam yapmıyor, yoksul Amerikalılara petrol vereceğiz diyorlar, halkla ilişkileri akıllı yönetiyorlar, ABD'nin o bağımlılığını kendi lehlerine kullanmaya özen gösteriyorlar.

 

VENEZUELA ANTİAMERİKANCI DEĞİL, ANTİEMPERYALİSTTİR

 

Chavez rejimini, bizdeki türden basit bir Antiamerikancılıkla tanımlamak haksızlık olur. Öyle yıkıcı, şoven, militarist, reaksiyoner bir milliyetçilikleri sözkonusu bile değil. O anlamda antiamerikancı değiller, yani Amerika'yla ilişkileri, emperyalist sömürü mekanizmalarına duydukları tepki ve içerdeki neo-liberal politikalarla onun organik bağlarına duyulan öfkeyle biçimleniyor.

 

Venezuela'da iki temel kavram biçimlendirici, yol gösterici: Neo-liberalizm ve Yanki emperyalizmi. Bu ikisinden o kadar çekmiş ki kıta, o kadar yıkıma uğratılmış ki; biri politik ve ideolojik, diğeri ekonomik, muazzam yıkımlar yaratmış bu iki düşman. Şimdi önemlisi, açılmış olan bu sürecin kalıcı kazanımlara dönüşmesi. Burada bir boşluk var. Sorun, kapitalizmi tasfiye etmek; ekonomisiyle, devlet cihazıyla, bütün kurum ve aygıtlarıyla, hayat tarzı ve ideolojisiyle. Kullandıkları "21. yüzyıl sosyalizmi" kavramı, bizim bildiğimiz klasik devrim yöntemini reddediyor, ama yerine tam olarak ne koyuyor, bu tam belli değil, en azından benim kafamda. Ben şunu söyleyebilirim: Sen istediğin kadar neo-liberalizme karşı ol, Yanki emperyalizmine karşı ol, eğer kapitalizmi, milli kapitalizm biçiminde, devlet kapitalizmi biçiminde sürdürecek bir yola giriyorsan, bu bir çıkış yolu değildir. Sana özerk bir kapitalizm inşa hakkı da vermez emperyalizm; ama verse de sorun asla çözülmez. Emperyalizm tarafından belirlenmiş hiyerarşik merdivenin basamaklarında sana düşen yer yine bir bağımlılık konumudur. Asıl tartışılması gereken, kapitalizmi ortadan kaldırmanın formülünü net ve gerçekçi biçimde oluşturmak, yani devrimi gerçekleştirmek, sınıfsız topluma bilinçle yürümeye programlanmış sınıf iktidarını kurmak. Kapitalizmi tasfiye etmeksizin, Yanki emperyalizmine de karşı çıkılmaz, yani antiemperyalist olmak için de antikapitalist olmak lazım. Bundan sonrası sosyalizmin nasıl inşa edileceği sorunudur. Peki sosyalizmin modeli nedir, nasıl olacaktır? İşte bütün buralarda bir belirsizlik, bir vuzuhsuzluk var, kafa karışıldığı var. Bu da işin bam teli elbette.

 

Venezuela'yı antiemperyalist olarak nitelendirmeyenler de var. Ama ben antiemperyalist olarak görüyorum. Emperyalizmle bir mücadele içinde olduğu kuşkusuz. Kapitalizmi, en azından emperyalizmin dayanaklarını tahrip ettiği de kuşkusuz. Ama bu kesintisiz bir yoldur, devrimin özellikleri ve önderlikleri emperyalizmle asla uzlaşmaz da diyemem, zaten bütün mesele bu. Bizim şimdiye kadar yaşadığımız, bu nitelikli önderliklerin antiemperyalist çıkışları sonuçta hep uzlaşmayla bitiyor. Yöntem farklı; ama sonuçta uzlaşıyorlar ve kapitalizme nihai darbeyi asla vurmuyorlar. Vurmadığı sürece de bir biçimde bir uzlaşma alanı bulunuyor. İşçi sınıfının önderliğinde gelişmeyen bu tür süreçlere kuşkuyla bakma hakkımız bize tarihsel deneyimlerden geliyor. Amilkar Cabral'ın sözünü ettiği "sınıfsal intihar"ı küçükburjuva önderlikler her zaman gerçekleştiremiyorlar.

 

ABD'liler çok akılsız davranıyorlar. Çünkü hayatın dinamikleri, Amerikan kapitalizminin, emperyalizminin dinamikleri, onlara aptalca şeyler yaptırıyor. Bu, onların içine kıstırıldıkları nesnelliklerin sonucu elbette. Yine de Amerikan siyasal seçkinleri arasından biri çıksa ve diyelim ki "akıllı", yani emperyalizmin uzun vadeli çıkarlarını daha fazla dikkate alan biçimde davransaydı, büyük bir olasılıkla Venezuela ile Amerika arasındaki ilişkiler bugünkü gibi gergin ve kötü olmayabilirdi. Yani uzlaşabilirlerdi. Tabii Venezuela emperyalizmin bir tetikçisi, bir uşağı olmayı kabul etmezdi, ama emperyalist sistemden de kopmazdı. Şu anda da kopmuş değil; ama bugün en azından emperyalizmden kopuş yapacak gelişmeler, güçler, dinamikler ortaya çıkabiliyor. Bu işlerin akıl işi olmadığını, nesnel dinamiklerin, beynelmilel sermayenin dayattığı gerekliliklerin Amerikan politik seçkinlerini de tutsak aldığını elbette biliyorum. Söylemek istediğim, uzlaşmaya açık olma dinamiklerinin var olduğu. Acaba çatışmanın asıl kaynağını, Venezuela kaynaklı devrimci yönelimler değil de, sadece emperyalist saldırganlık mı oluşturuyor? Bu sorunlu bir durum. Şimdi bu küçük burjuva önderlikli hareketlerin hava kaçırdığı nokta bu. Emperyalistlerle ilişkilerde devrimci-sosyalist bir kopuş yapamamasından kaynaklanıyor bu sorunsal. Yine de Venezuela için bugün, antiemperyalist değil demek insafsızlık olur gibi geliyor bana. Birincisi, Amerika'nın hakimiyetinden bütün kıtanın kurtulmasını savunuyorlar, bölgesel devrim perspektifi ciddiye alınmalı, ikincisi de, o hakimiyetin dayanağı olan dinamikleri ve kapitalizmin temel kurumlarını, örneğin mülkiyet ilişkilerini tartışıyorlar. Hatta onlarla oynuyorlar bile en azından. Kapitalizmi sorguluyorlar, zaman zaman mahkum ediyorlar, sosyalist perspektifi reddetmiyorlar. Dolayısıyla bütün bunlar, sadece Amerika'nın aptallığından dolayı ilişkilerin gerginleşmediğini gösteriyor. Venezuela'nm yaptıkları iyi şeylerden dolayı da ilişkiler gerginleşiyor, yani antiemperyalist bir konumda olmaları da ilişkileri gerginleştiriyor.

 

Ama bu önderliklere ve bu hareketlere, biz Marksistler kefil olamayız, ben en fazla bunu söyleyebilirim. Şu anda antiemperyalist konumdalar, süreç de iyi gelişiyor, biz destekleriz; ama biz kefil olmayız. Benim, aslında konuşmamda esas olarak anlatmaya çalıştığım bu. Kestirmeden antiemperyalist değildir demekle hem antiemperyalizmi çok dar bir kapsamda tanımlamış oluruz, hem de Venezuela'nm şu anki pratiğine baktığımızda onlara haksızlık etmiş oluruz.

 

İŞÇİ SINIFININ SÜRECE ETKİSİ

 

Görüntüye bakarsak, işçi sınıfı pek çok yerde gericiliğin kaynağı durumunda. Amerika'nın en gerici kesimi, Bush'un oy deposu işçiler, hem de sendikalı, yani görece daha bilinçli ve örgütlenmiş işçilerdir bunlar. Türkiye'de ise işçi sınıfını gericiliğin kaynaklarından biri olarak görmemek mümkün değil bugünkü haliyle. Venezuela'da da, özellikle ileri sanayide, örneğin petrol alanında örgütlenmiş işçilerin devrim karşıtı bir konumda olduğunu, en azından bir ara Chavez karşıtı hareketlere destek verdiğini söyleyenler var. Ama burada dikkatli olunmalı. Marx'ın işçi sınıfının tarihsel rolüne ilişkin fikirleri, görüntüyü aşan bir bilimsellik taşır. "Eğer görüntü yetseydi bilime gerek olmazdı" diyor Marx. Hareket noktası bu olmalı.

 

Görüntü yetmediği için, görüntünün ardındaki özü bulmak için bilim lazım. İşçi sınıfının tarihsel olarak ilerici rolü doğuşundan gelir, özel mülkiyetle olan ilişkisinden, onun doğal, kaçınılmaz, nesnel antitezi olmasından kaynaklanır. En antikomünist, en gerici, en faşist işçi bile özünde, tarihsel konumlanışı ve misyonu bakımından, hayatla bağları açısından komünisttir. Varlığının ve içinde bulunduğu koşulların doğası gereği öyledir. Bazıları alnında ya da vücudunun herhangi başka bir yerinde lekeyle doğar, buna çıkmaz doğum lekesi deniyor. İşçi sınıfının doğuşu özel mülkiyetle kendine özgü bir ilişkilendirme sonucunda oluştuğundan, onun tarihsel konumlamşı özel mülkiyet karşıtlığı üzerinden cisimleşiyor. Bu da işçi sınıfının doğası gereği özel mülkiyete dayalı sosyal formasyonla hem çelişki ve çatışkı içinde olduğunu, hem de onu ortadan kaldırmaya yönelik bir tarihsel misyonla yükümlenmiş olduğunu gösteriyor. Tanım gereği kapitalizme, sınıflı topluma, özel mülkiyete karşı olmak ilericilikse, o zaman işçi sınıfı istemese de ilericidir, devrimcidir. Marx, işçilerin bunun ayırımında olması dahi gerekmez diyor, bunun çok doğru olduğu inancındayım. Hiç farkında olmayabilirler, hatta karşı bile olabilirler, fakat hepsi, genel felsefi manada, komünisttirler, en azından sınıfın kendisi. Kolektif ruh ve devinim öyledir.

 

Venezuela somutunda işçi sınıfının rolü tartışıldığında bu sorunsal, sonuçta öncelikle demokratikleşme sürecinin bir parçasına dönüşüyor, dolayısıyla da bugün işçi sınıfına artık Venezuela'da gericiliğin kaynağıdır denemez. Bu gidişin bence tartışılması gereken yanı, işçi sınıfının öncü rolünü oynayabileceği nesnel koşullara ve öznel kolektif örgütlü iradeye sahip olup olmadığı, örgütsel, ideolojik araçlara sahip olup olmadığıdır. Burada bir problem olduğu kuşkusuz. Venezuela işçi sınıfı bütün bu olanaklara sahip olsa bile tarihsel rolünü oynayabilecek bir birikime sahip değil diyenler de var.

 

Venezuela'da işçi sınıfının aleyhine bir süreç asla sözkonusu değil. Bütün mesele sürecin işçi sınıfının önderliğinde gelişmiyor olması. Fakat en azından işçi sınıfının ideolojik önderliğinde gerçekten sınıf sosyalizmine evrilebilecek toplumsal dinamiklerin var olduğunu düşünmek, örgütsel bağımsızlığı önünde engellerin kalkmış olduğunu bilmek, yeni bir süreç açıyor önümüze. Dolayısıyla, bana göre bu sürecin işçi sınıfı ve devrimciler, komünistlerce desteklenmesi gerekiyor ve orada da durum böyle gelişiyor. Bütün mesele işçi sınıfının, Küba'da olduğu gibi, küçük burjuva önderliği kuşatabilecek ve devrimi daha ilerilere götürecek siyasal, örgütsel ve kültürel güçlerinin olup olmamasında ve onların yeteneklerinde, devrimci iradelerinde düğümleniyor.

 

YİRMİBİRİNCİ YÜZYIL SOSYALİZMİ

 

Venezuela'daki devrim süreci halka dayalı ve halk katılımıyla, tabandan gelen hareketlerle ivme kazanan bir sürece dayanıyor. Komünist Partisi ise, bize anlatıldığı kadarıyla, bürokratik, daha çok tepeye bakan, hükümete, devlete bakan ve bu tür halk haraketlerine şüpheyle yaklaşan bir parti konumunda. İşçi sınıfı küçük olduğundan dolayı ve buna paralel doğal tabani da küçük marjinal partidir diyorlar onun için, ama gerçekten öyle midir bilmiyorum. Ama belki de bugün için devrimin öncü partisi yok diyebiliriz. Bu elbette stratejik bir problem. Devrimin öncü bir gücü var, o da Chavez'in kendisi. Chavez de bilindiği gibi küçük burjuva bir partinin ordudan gelme radikal lideri.

 

Bu Chavez'ci hareket, çeşitli partilerden ve hareketlerden, inisiyatiflerden oluşan ve halk konseyleri, Bolivar çemberleri gibi örgütlenmeleri içeren bir çerçeve yapıdan oluşuyor. Bizim alıştığımız, bildiğimiz türden proletaryanın çelik çekirdeği komünist parti yok. Onun için buna yirmibirinci yüzyılın sosyalizmine gidiş diyorlar. Bekleyip görmek lazım. Öncü parti, öncü bir proletarya yok. Onun için bu bir halk devrimi, bu tam bir milli demokratik devrim süreci, bildik sosyalist devrim sözkonusu değil. Çünkü burjuva devlet aygıtı duruyor, bankalar duruyor, kapitalist ekonomi yerliyerinde. Piyasa, onun büyük ölçüde belirlediği hayat tarzı devam ediyor, farklı bir süreç yaşanıyor. Bu süreçten bir şey çıkar mı, çıkmaz mı bilmiyorum.

 

Orada konuştuğumuz ilericiler, demokratlar, hatta devrimci sosyalistler, gelişen süreci halkın lehine görüyorlar. Bu milli demokratik devrimin gelişmesini yirmibirinci yüzyıl sosyalizminin özel bir unsuru olarak görüyorlar. Yani bu sosyalizm değil ama onlara göre yirmibirinci yüzyıl sosyalizminin alt yapısını oluşturuyor. Yani yirmibirinci yüzyıl sosyalizmine böyle gidilecek; halk inisiyatifiyleriyle, kolektif mülkiyete geçişle gidilecek. Örneğin, Bolşeviklerin yaptığı gibi gelip devlet cihazını parçalayıp, iktidara el koyarak mülkiyet düzenini değiştirmekle değil diyorlar. Böyle bir alt yapı oluşturularak geçiş deneniyor. Ve bu geçiş sürecini kolaylaştıracak bütün tepe noktaları petrol; ordu ve para hükümetin elinde. Böyle olduğu için bu ikili iktidarda biz avantajlıyız, öteki kanat güçsüzdür, artık bir şey yapamaz deniliyor. Yerel burjuvazinin artık gücü yok ama küçük burjuvazi güçlü. Şimdi o hangi noktada duracak, hangi noktada son zarını atacak onları bilemem ama.

 

Anlattıklarının, iyimserliklerinin tam kafama yattığım da asla söyleyemem. Bir niyet gizleme sorunu değilse de en azından fazla bir saflık var gibi geliyor bana. Unutmamak gerekir ki, cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenebiliyor.

 

Bunların dışında stratejik bir başka faktör, halk desteği. Çünkü halkı bu sürecin aktif bir öznesi haline getiriyorlar. Şimdi bu aşamadan sonra, Sovyet deneyimini çağrıştıran bir adım atmak, hem dış tepkiler hem iç tepkilerle birlikte devrim sürecini tehlikeye sokar diyorlar. Onun için yirmibirinci yüzyıl sosyalizmini kuruyoruz diyorlar. Bence buna hazır değiller, öncelikle buna hazır olan bir önderlik yok, işçi sınıfı önderliğiyle küçük burjuvazi önderliği arasındaki meseleler işte buralarda ortaya çıkıyor. Önderlik problemi, sınıfın gücü, örgütlülüğü meselesi gibi somut sorunlar karşımıza çıkıyor. Bu bir sosyalizm değil, hiç ilgisi yok hatta, bu bir halkçı demokratik devrim süreci.

 

Şunu da eklemeliyim: Diyorlar ki; halk örgütlenmesini, demokratik alt yapısını, mülkiyete ilişkin bölümlerini, emperyalizme ilişkin bölümlerini dikkate de almıyor değiliz, dogmatik yaklaşmayın, Chavez hareketi içinde yalnız küçük burjuvalar yok, komünistler de var, toplumun lanetlileri de var, gecekonduluları da var, lümpenleri de var.

 

Bize böyle dediler. Ne var ki, devrimci süreçlerin yönetimi sadece bir niyet meselesi değil, keşke niyet meselesi olsa. Sınıfsal önyargılar, dar görüşlülükler, çıkarlar, sınıfsal intihar diye konuştuğumuz meseleler ortaya çıktığı için kuşkulu ve temkinli yaklaşıyoruz. Süreç, içinde halkı, emek güçlerini, işçileri, devrimcileri barındırdığı, taşıdığı için tabii ki sosyalizm de varlık buluyor orada, ama içinde küçük burjuvaziyi barındırdığı, milliyetçiliği de bir ölçüde içerdiği, burjuva devlet cihazını, kapitalist hayat tarzını, ekonomik, sınıfsal ilişkilerini aşamadığı, giderek yıkmaya henüz yönelmediği için, elbette içinde kapitalizmin tohumlarım ve emperyalizmle uzlaşmayı da taşıyor. Yani Venezuela devrimi zehriyle birlikte yaşıyor.

(Bu metin ilk kez Sanat ve Hayat dergisinin

22. sayısında yayınlanmıştır…)

www.kizilbayrak.net sitesinden alınmıştır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter