0 0
Read Time:8 Minute, 59 Second

ImagePapalık makamına Bush ve CİA'nın özel desteğiyle seçildi. Seçilir seçilmez de, önüne konulan göreve dört elle sarıldı. Geçtiğimiz Eylül ayının ortasında, İslam ve peygamberi Muhammed hakkında bir alıntıya dayanarak yaptığı konuşmayla gündemdeydi.

 Şimdi, iki yıl önce AB üyesi olmasına karşı olduğunu açıkça ifade ettiği, cemaatinin çoğunun "şiddet dini" olarak tanımladığı bir dine mensup olan bir ülkeye, Türkiye'ye, ziyaretiyle gündemde.

Sözkonusu kişi 16. Benedicktus lakaplı papa Ratzinger'dir. Kendisi Türkiye'yi ziyaret eden 3. papa oluyor. Geçen yıl planlanan bu gezi, diplomatik teamüllere uygun olmaması (Vatikan devleti başkanı sıfatıyla TC Cumhurbaşkanı tarafından değil, papa sıfatıyla ve Ortodoks Kilisesi'nin başı Patrik Bartholomeos tarafından davet edilmiş olması) nedeniyle bugüne ertelenmişti. Bu küçük diplomatik kriz aşıldı. Fakat papanın İslam dünyasında infiale yol açan sözlerinden geri adım atmamasının yarattığı (ki Katolik inancına göre Tanrı'nın yeryüzündeki ruhani temsilcisi olan papa, yanılmazdır ve bu konumu nedeniyle "yanlış yaptım, özür dilerim" deme hakkına sahip değildir) siyasi gerilim halen sürüyor.

Bir taraftan üç yıldır kan deryasına çevrilen Irak'ta emperyalist haydutları lanetlemek için kıllarını kıbırdatmayan aynı ölçüde gerici kesimler, bu ziyareti protesto gösterileri örgütleyerek parsa toplamaya çalışırken, diğer taraftan bu ziyaretin niçin yapıldığı konusunda kafa karıştırıcı bir dizi tartışma ortalığı kaplamış bulunuyor. Ziyaretin asıl amacını çarpıtmak için "islama karşı katoliklerle ortodokslar arasında birlik sağlamaya yönelik bir girişim (haçlı seferi) başlatmak", "AB yasaları çerçevesinde Türkiye'deki dini azınlıkların gaspedilen haklarının ve mallarının verilmesi yönünde basınç oluşturmak", "dinler arasında diyaloğu güçlendirmek" vb. gerekçeler öne sürülüyor. Bir başka kesim ise, papanın hıristiyan batı ile müslüman doğu arasında tırmanan gerilimi hafifletmek amacıyla bu geziye çıktığını ileri sürüyor. Böylece elini kana bulamaktan çekinmeyen gerici bir kuruma barış havarisi misyonu biçiliyor. Sonuçta, sorun, basit biçimde papaya ve ziyaretine karşıtlık ya da yandaşlık, ziyaretin faydaları ve zararları cenderesi içinde sunuluyor. Böylece dinsel ve ulusal çıkarlar-duyarlılıklar temelinde bir kamplaşma yaratılarak, egemen sınıfların ekmeğine yağ sürülmüş olunuyor.

Kuşkusuz ki papa, bu gezisinde, kendisinin de katkısıyla daha da tırmanan gerilimi bir nebze olsun hafifletmek için bir takım jestler de yapacaktır, yapmaktadır da. İslam dünyasında imajı bozulmuş bir papayla görüşmekten kaçınan Başbakan Erdoğan'ın, son anda karar değiştirerek Ratzinger ile yaptığı 20 dakikalık görüşmede papadan Türkiye'nin AB üyeliği için destek sözü aldığını açıklaması; Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu ile görüşmesinin ardından dinler-uygarlıklar-kültürler arası diyaloğa dil ucuyla da olsa değinmesi ya da planlanan cami ziyareti benzeri diğer jestler, bu amaca bir nebze olsun hizmet etmektedir.

Oysa, diplomatik nezaket kuralları içerisinde sayılabilecek, iyi niyet gösterilerini aşmayan bu türden jestler sorunun esasını ortadan kaldırmıyor. Zira, sanılanın ve beklentilerin aksine ne bir özürle ortadan kaldırılabilecek bir gerilim sözkonusudur ne de bu çatışma ve gerilimin asıl nedeni ve esası, sözkonusu sözlerden ibarettir.
Papa Benediktus'un ziyareti, öncekilerden bambaşka bir siyasal ortamda gerçekleşmektedir. Doğal olarak, bu ziyaretin misyonu da öncekilerden belli açılardan bir farklılık arzetmektedir. Koparılan onca fırtınanın nedeni bu farklılıklardır. Bu yüzden bu farkın ne olduğunu görmek için değişen siyasal koşullara kısaca bir göz atalım.

1990'ların başına kadar emperyalizm için asıl tehdit ve düşman komünizmdi. Gerici bir kurum olarak papalık ve gerici islami rejimler bu amaç çerçevesinde birleşiyor ve ortak hareket ediyorlardı. Emperyalizmin denetiminde biraraya gelen dinsel gerici akım ve rejimlerin, dinlerin kendi aralarındaki farklılıkları geri plana itiliyor, anti-komünizm çizgisinde iş birliği öne çıkarılıyordu. Bu sayede "soğuk savaş dönemi" olarak tanımlanan yıllarda, din ve dinsel gericilik komünizme karşı etkili panzehir olarak yaygınca kullanıldı, dinler arası ortak bir hareket zemini hep güçlü tutuldu.

Bugün de aslında, işin esasında bir değişiklik yok. Yani emperyalist haydutlar din silahını elden bırakmış değildir. Gerici bir kurum olarak papalık ve Vatikan, yine emperyalizmin tam denetimindedir. Kimin papa olacağı, yine bizzat onlar tarafından belirlenmektedir. (Parantez içinde belirtelim ki, Benediktus gerek Nazi geçmişi, gerek ılımlılara karşı aldığı sert tavır ve gerekse daha papa yardımcısıyken Bush'un destek talebine yanıt vermesiyle bu makama seçilmeyi hak eden özel bir kişiliktir.) ABD'nin başını çektiği emperyalist haydutlar, kendileriyle işbirliğini kabul ettiği sürece, gerici islami rejimleri sonuna kadar desteklemektedir. Tüm dünyada emekçilerin bilincini zehirlemek için dinsel gericilik hala da özel bir tarzda, el birliğiyle beslenmektedir. Yani Sovyetler'in çökmesi, komünizmin bir tehdit olmaktan çıkması, kapitalizmin bu gerici eğilimlerini ve dine olan ihtiyacını ortadan kaldırmadı. Dinler arası iş birliği zemini zayıflasa bile sorun buradan çıkmadı. Sorun, ABD'nin dünya jandarmalığını elinde tutmak için gözünü diktiği Ortadoğu'daki zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelere boyun eğdirememesiyle patlak verdi. CİA adına çalışan uzmanlar, ABD emperyalizmin yürüteceği bu egemenlik savaşına uygun yeni bir kılıf bulmakta gecikmedi: Medeniyetler çatışması! Yeni düşman ve tehdit radikal İslam olarak tanımlanınca, dinler arasında ortak hareket zemini de zayıfladı. Böylece daha özelde Vatikan'ın, daha genelde ise ABD ile işbirliği halinde çalışacak diğer dinlere mensup gerici güruhun yeni görevi de tanımlanmış oldu: ABD emperyalizmine karşı direnişi kırmak için radikal islamı ve her türden radikalizmi karalamak, ılımlı islam adı altında işbirlikçiliğin yayılmasına destek olmak! Yani emperyalist haydutların kan deryasına çevirdiği dünyada barış, diyalog adı altında işbirlikçiliğin, uşaklığın şakşakçılığını yapmak.

İşte bu yüzden papa 16. Benediktus Bizans İmparatoru'nun İslam hakkındaki sözlerinden cımbızla çekercesine alıntı yaparken de, Hıristiyanlığı akıl, barış ve sevgi dini olarak kutsarken de, İslam'ı ise bağnazlık, şiddet ve akıl dışılıkla itham ederken de ne yaptığını çok iyi biliyordu. Tıpkı kendinden öncekilerin seleflerinin yaptığı gibi. Bu çürümüş kurum 1936 İspanya iş savaşında Franko faşizminin yanında yer aldı, direnişi ve direnişçileri lanetledi. İkinci emperyalist paylaşım savaşı boyunca 6 milyon Yahudi'nin  katledilmesine ses çıkarmadı. 60'lar ve 70'ler boyunca Latin Amerika'da direnişe destek veren pek çok mensubunu katillere teslim ederek, katliamları kınayan kiliseleri aforoz ederek bu kirli iş birliğini sürdürdü. Aynı ikiyüzlüce tutumu yıllardır Filistinliler'in katledilmesi karşısında göstermekte, siyonist İsrail'e en küçük bir eleştiri bile yöneltmemektedir. Yine bugüne kadar yaklaşık 700 bin insanın katledildiği Irak savaşında ABD'nin yanında yer almakta, direnişçileri şiddet yanlısı, bağnaz diyerek lanetlemektedir. Yani o, sözde barış yanlısı kesildi ama her zaman sömürücü ve zorba egemen sınıflardan yanında yer aldı, onlara hizmet etti. İşte bu yüzden 16 papa Benediktus, yalnızca sözde tanrısal konumu izin vermediği için değil, aynı zamanda temsil ettiği kurumun kemikleşmiş sınıfsal konum ve rolü nedeniyle de özür dileyemez. Dilese bile bu hiçbir şeyi değiştirmez.

Bu gerici konum ve rolün yalnızca papalık ve Vatikan için geçerli olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Bölgenin pek çok islami gerici devleti,  emperyalizme karşı direnişin karşısında bir açık bir tutum takınarak Vatikan'la aynı safta yer almaktadır. Lübnan saldırısında gücünü halktan alarak haklı bir prestij ve destek kazanan Hizbullah'ın ezilmesi ve silahsızlandırılması için başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere pek çok Arap devletinin gösterdiği canhıraş çaba bunun son örneğidir. Vatikan'da çöreklenen bir avuç çürümüş gericiyle aynı sınıfsal kaygılar ve çıkarları paylaşmaları nedeniyle yıllardır Filistin'de süren İsrail vahşetine sessiz ve tepkisiz kalmakta, Irak ve Afganistan'da emperyalist barbarların yanında yer almaktadırlar. Yani sınıf çıkarlarının olduğu yerde, propaganda düzeyinde bile din kardeşliğinin beş paralık bir değeri yoktur onlar için. Kısacası, ABD'nin yanında ve hizmetinde yer alındığı koşullarda islami gericilik bir tehlike olarak görülmemekte, aksine her türden diyalog ve işbirliği yapılabilmektedir. Böyle durumlar için "medeniyetler savaşı" geçerli olmamaktadır. Dinler arası diyalog tam da anlamını burada bulmaktadır.

Sonuç olarak; son gelişmeler, Vatikan'ın ABD emperyalizminin başını çektiği saldırgan politikada aktif olarak yer alan kirli bir piyon olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Yeni papa Benediktus'un seleflerinden farklı olarak İslama saldırması, emperyalist saldırganlar ile saldırılara karşı direnen halklar arasındaki çatışmayı dinsel bir çatışma görüntüsü yaratmaya hizmet etmektedir.  Yalnızca Vatikan değil, islamcısı, hıristiyanı, yahudisiyle bütün gerici dinsel akım, anlayış ve kurumlar, emperyalist savaş ve saldırganlığı dinsel temelli bir çatışma olarak çarpıtmayı, emperyalizme karşı direnişi dinsel kanallara akıtıp boğmayı başardıkları ölçüde, bugünkü görev ve misyonlarını başarıyla yerine getirmiş olacaklardır. Onların ve hizmetinde oldukları efendilerinin bu kirli oyunlarını ve kanlı hesaplarını bozmak için, sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim şiarıyla mücadeleyi yükseltmenin yakıcı ihtiyacı her geçen gün artmaktadır.

 

(Kızıl Bayrak, Sayı: 47/2006, 1 Aralık 2006)

http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter