0 0
Read Time:9 Minute, 25 Second

PKK'nin 1 Ekim'den itibaren başlattığı tek taraflı "ateşkes" kararından bu yana iki ay geçti. Bu süre zarfında devletin operasyonları durmak bilmedi. HPG'nin bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada,

Ekim ayı içinde TSK'nın 42 operasyon gerçekleştirdiği, bu operasyonlarda 23 çatışmanın yaşandığı, 12 asker ile 8 gerillanın yaşamını yitirdiği belirtildi. Kasım ayında da devletin operasyonları sürdü. Henüz kesin rakamlara ulaşılmamakla birlikte, Ekim ayından daha yoğun bir saldırı furyasının olduğu söylenebilir.

Saldırılar, sadece gerillaya yönelik de değil. Kürt halkının en temel haklarına yönelik olarak sürüyor. Gerilla cenazeleri ailelerine verilmiyor hala. JİTEM'in provokatif eylemleri, yeni biçimlerle devam ediyor. Şemdinli'den sonra benzer bir saldırı Şırnak'ta gerçekleşti. Şırnak'a bağlı köyleri basan JİTEM, köy halkı üzerinde terör estirdi.

Kürt halkının haber alma hakkı da tehdit altında. Özgür Gündem gazetesi, Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'ın "PKK'nin propagandasını yapan gazeteler var" demecinin ardından 15 günlük kapatma cezası ile karşı karşıya kaldı. Bugüne dek Kürt basını, birçok saldırıya maruz kaldı. Gazete binaları bombalandı, çalışanları katledildi, kaybedildi, yaralandı, tutuklandı… Kaç kez toplatma ve kapatma cezalarıyla karşılaştı. Ama her defasında halka yeniden ulaşmayı başardı. Bu kez de öyle oldu. Faşizmin bir saldırısı daha püskürtüldü.

Fakat son iki aydır yaşanan gelişmeler, devletin "ateşkes süreci"ni daha yoğun saldırılar için değerlendirdiğidir. Bir yandan içte baskıları arttırırken, bir yandan da uluslararası düzeyde atağa geçmiştir. Avrupa'yı, Kürt ulusal hareketine maddi destek sunmakla suçlamakta, Roj TV'nin kapatılması için çabalarını sürdürmektedir. ABD'den somut adımlar atmasını istemekte, PKK Koordinatörü Raltson'un Türkiye'ye "eli boş gelecekse, gelmemesi"ni diplomatik bir dille söylenmektedir? PKK Koordinatörü'nden beklentiler, iyice azalmış durumdadır.

Öcalan, ateşkes sürecinin zamanını bildirdi

PKK'nin ateşkes ilanından sonra, bir ay kadar avukatları ve ailesiyle görüştürülmeyen Öcalan, yaptığı ilk görüşmede, ateşkesin Mayıs ayına kadar süreceğini açıkladı. Öcalan, ateşkese hükümetin yaklaşımını eleştirdikten sonra, "Bu son şanstır. Her şeyin bir sınırı vardır ben ancak altı ay bu ateşkes üzerinde etkili olabilirim, ondan sonra isteasm de etkili olamam. Ne PKK beni dinler, ne ben bir şey yapabilirim…" dedi. Özellikle Abdullah Gül'ün, operasyonların süreceği, genel affın değil, teslim olan militanların pişmanlık yasasından yararlanacağı yönlü açıklamalarını, bu süreci baltalamak olarak değerlendiren Öcalan; "Mayısa kadar çözüme yönelik adımların atılması gerekir. Eğer çözüm için adım atılmazsa önümüzdeki altı aylık sürenin sonunda süreç değişecektir" diyerek bu sürenin iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.

Bir sonraki görüşmesinde de aynı konuya değinen Öcalan; "o tarihe geldiğimizde olumlu adımlar atılmazsa bütün arkadaşlardan özür dileyeceğim. Biz elimizden geleni yaptık ama olmadı diyeceğim. Ve ondan sonra ne yapacaklarına kendileri karar vereceklerdir dedi.

Böylece Öcalan, ateşkesin süresini de belirlemiş, muhataplarına gereken uyarıları göndermiş oldu.

Mayıs ayının, Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimlerine denk gelmesi ve bu seçimlerin egemen sınıfların kendi aralarında da ciddi bir kapışma noktası olması dikkat çekiyor. Ateşkes sürecinin de, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle bağlantılı ele alınması, bir kez daha egemen sınıflar arasında çelişki ve çatlaklara oynandığını gösteriyor.

PKK yöneticilerinden Duran Kalkan da bu konuda yaptığı bir açıklamada, şimdiki cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in "Türkiye için bir talihsizlik olduğunu" söylemiş, yeni cumhurbaşkanının "Türkiye'nin yapısına uygun, Türkiye siyasetine katkı sunabilecek biri" olması gerektiğini eklemişti.

Öcalan'ın ve Kalkan'ın açıklamaları, PKK'nin, cumhurbaşkanı seçimlerine kilitlendiğini, ateşkes süreci de dahil, atacakları adımları, cumhurbaşkanlığı seçimlerine göre belirleyeceklerini ortaya koyuyor.

Ağar'a biçilen misyon

Ateşkes kararından sonra Diyarbakır'da yaptığı bir konuşmada "dağda silahla dolaşacaklarına, düz ovada siyaset yapsınlar" sözüyle gündeme oturan Mehmet Ağar'ın bu yaklaşımı, PKK'li yöneticilerden sonra Öcalan tarafından da olumlu karşılandı.

Barışı, ancak savaşan tarafların yapacağını, Mehmet Ağar'ın da bölgede süren savaşın önemli bir kesitinde görev aldığını söyleyen PKK'li yöneticiler, duygusal ve kinci davranmayacaklarını söylemişler ve Ağar'ın bu sözlerine önem verdiklerini belirtmişlerdi.

Öcalan da Ağar'ı, Güney Afrika'daki beyaz azınlığın lideri De Clark'a benzetti. Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede, Güney Afrika'da siyahların sömürülen, beyazların sömüren oldukları dönemde De Clark'ın Apartheid yönetiminin başında bulunduğunu, siyahların mücadelesine önderlik eden Mandela'nın ise uzun yıllar hapiste yattıktan sonra onunla uzlaşmaya gittiğini söyledi. Güney Afrika'da kötü muamelenin sorumlusu olan De Clark'ın 90'lı yıllardaki uzlaşmada büyük rolü olduğunu belirten Öcalan, "Ağar, De Clark'ın oynadığı rolü oynarsa, bu Türkiye için önemli olacaktır" dedi. (Özgür Günden 11 Kasım 2006)

Mehmet Ağar ise, gündeme oturan sözünün ardından verdiği demeçlerde, bu konudaki tutumunu sürdürdü. Ağar, Öcalan'ın İmralı'dan yaptığı açıklamalara Genelkurmay başkanının gösterdiği tepkiyi de doğru bulmadığını uygun biçimde belirtip, Öcalan'ın konuşmasından yana olduğunu ortaya koydu. "Bomba patlamasın, silah atılmasın kimsenin burnu kanamasın demenin kime ne zararı var? Devlet bir husumet üretme tavrı içinde değildir, şefkat üretmelidir" diyen Ağar, ateşkesin devam etmesi gerektiğini belirtti.

Öcalan, Ağar'a De Clark rolünü atfederken, Ağar da Öcalan'ın konuşmasını destekleyen açıklamalarıyla birbirlerine 'iyi niyet' mesajlarını iletmiş oldular.

Ağar, Kürt sorununun uluslararası güçlere havale edilmesinin rahatsızlığını ifade ederek, kendisinin Amerikan'ın Kürt politikasına uygun hareket ettiğini gözlerden saklamaya çalışıyor. Oysa PKK'li yöneticiler bile, ateşkes sonrasında ABD'yi ve Ağar'ı olumluyor, onların çabalarına büyük önem atfediyorlar. Duran Kalkan, yine sözkonusu röportajında;  "Ateşkes sürecinde en faal olan gücün ABD olduğu tartışma götürmez bir gerçek. ABD'nin PKK Koordinatörü Raltson, yoğun bir çalışma içerisinde" diyordu.

Öcalan'daki Sevr korkusu

Öcalan Kasım ayında gerçekleşen görüşmede ise, Türkiye'nin en büyük korkusu olan Sevr tehlikesine dikkat çekti. Benzer kaygıları ifade eden Öcalan şunları söylüyor: "Şii-Kürt ittifakından söz etmiştim. İran buna destek verecektir. Rusya Çin de bu oluşuma destek verecektir. Böylece Türklerin Orta Anadolu'ya sıkışacağı bir süreç başlayacaktır. Sevr benzeri plan dediğim budur. Türkler, Kürtler ve Ortadoğu'daki bütün halklar zarar görecektir"

Türkiye'yi Sevr tehdidi ile korkutarak Kürtlerle ittifak yapmaya zorlamak, geçmişte de denenen ama sonuç vermeyen bir çabaydı. Fakat emperyalizmin "Sevr planı"ndan Kürtlerin de zarar göreceği vurgusu, buna yeni eklendi. Keza bu planın Güney Kürdistan'la bağları da yeni kurulmaya başladı.

Aynı görüşmede Güney Kürdistan'da kurulacak bir devlete karşı olduğunu yineleyen Öcalan, bu oluşumu "Afrika'daki Zuluların yapay devletine" benzetti. "Kuzey Irak'ta kurulmak istenen oluşum, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri'ne benzer aileler, hanedanlar tarafından yönetilen dış güçlere bağlı bir oluşumdur. Bu tür devletleşmeler, antidemokratiktir. İşte son olarak Afrika'daki Zuluların yaşadığı bölgede kurulan yapay devleti buna örnek verebiliriz. Plana göre sınırdaki bazı bölgeler de bu oluşuma katılacak. Resmen sınırlar değişmese de fiilen böyle bir durum yaratılacak."

Öcalan, Güney'deki oluşuma, ABD'nin işbirlikçisi oldukları gerekçesiyle karşı çıksa, söylenecek bir söz yoktur. Ancak PKK, daha önceden de yaptıkları açıklamalarda, ABD ile görüşmelere karşı olmadıklarını, kendilerinin de yer yer görüştüklerini söylemiştir. ABD'nin Irak işgalini "değişim" diyerek öven, yaptığının bir "dış dinamik" olarak "demokratik sömürgecilik" olduğunu söyleyen de PKK'dir. Demek ki, sorun Güney Kürtlerinin ABD ile olan ilişkileri değildir. Sorun, Türkiye'nin bu konudaki rahatsızlıklarını bilerek ondan yararlanmak, o duygulara hitap ederek "muhatap alınmayı" sağlamaktır.

Yoksa Afrika'daki Zulularla Kürtler arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Anlaşıldığı kadarıyla Zulular, bir ulus değil, bir kabile topluluğudur. Emperyalizmin, kendi çıkarları için kukla devletler kurduğu bir gerçektir. Fakat her ulus gibi Kürt ulusunun da kendi devletini kurma hakkı vardır. Onun emperyalizme bağımlı bir şekilde kurulmasını eleştirmek başkadır, devlet kurma hakkına saldırmak başka.

*  *  *

PKK, ABD'nin ve onun sözcülüğünü üstlenen Tala-bani ve Barzani'nin istekleri doğrultusunda "ateşkes" ilan etmiş ve umudunu bunların çabalarına bağlamıştır. Fakat Türkiye'nin ne operasyonları, saldırıları durmuştur, ne de ABD'nin girişimleri bir sonuç vermiştir. Hatta Türkiye PKK Koordinatörüne posta koyan bir tutum geliştirmektedir.

Bütün bunlar, emperyalizme ve işbirlikçilerine dayanarak geliştirilen politikaların sonuç vermeyeceğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Kürt halkı, kendi kaderini kendisi belirleyecek, gerçek kurtuluşunun yolunu bulacaktır.

 

(Proleter Devrimci Duruş, Sayı 48)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter