Emperyalistler, bölgedeki çıkarlarını koruyan, gerici, karşı-devrimci bir güç olarak şekillendirdikleri ve bu şekillenişe uygun silah vb. teçhizatla donattıkları TC devletine öteden beri bir "truva atı" rolü biçmişlerdir. Türkiye bu rol gereği, Müslüman ve "demokratik" bir ülke olarak içinde yer aldığı diğer Ortadoğu ülkelerine sızacak ve bu ülkeleri emperyalist projelere dâhil etme çabasında olacaktı. Türkiye ise bu çabalarının karşılığında, emperyalistlerin önüne koyduğu ve döneme göre uygun gördüğü kırıntılarla yetinmek zorundaydı.
Ortadoğu'da iflas eden işgal politikaları emperyalistleri yeni taktiksel hamlelere zorlayınca, bunları hayata geçirmenin alt yapısını oluşturmaya dönük çabalarda Türkiye'nin yer almaması düşünülemezdi.
Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisi de emperyalistlerin bu yeni hamleleri çerçevesinde gerçekleşmiştir. Gezinin ilk ve en önemli durağı İran'dı. Ziyaret, burjuva basında her ne kadar Türkiye-İran arasındaki ticari ilişkiler eksenli ele alınmaya, gezinin merkezine bu oturtulmaya çalışılsa da, İran ziyaretinin merkezinde Ortadoğu'da giderek ısınan süreç ve de İran'ın bu süreç içindeki yeri vardı.
Irak işgalinin hemen ardından hedef gösterilen İran, sahip olduğu zengin doğalgaz rezervleri ve petrolüyle öteden beri emperyalistlerin göz diktiği paylaşım alanlarından biridir. 1979'da Şahın devrildiği İslam devrimine kadar buradaki en etkili güç olan ABD emperyalizmi, Şahın devrilmesinden sonra buradaki etkisini yitirmişti. BOP, birçok Ortadoğu ülkesi ile birlikte, İran'ı da yine ABD'nin hedef tahtasına oturtmuş oldu. ABD Başkanı George Bush'un 2002 Ocak ayında yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında "şer ekseni" olarak nitelediği İran, Irak işgalinin hemen ardından, Suriye ile birlikte, doğrudan hedef gösterilmeye başlandı. Ama gelinen aşamada Ortadoğu'da giderek batağa saplanmaları, yeni bir İran-Suriye cephesi açılmasını, en azından şimdilik zorlaştırınca, emperyalist cepheden birbiri ardına diyalog çağrıları yükselmeye başladı. Erdoğan, İran'da yaptığı görüşmelerde ilk olarak, nükleer kriz konusunda İran'daki en önemli karar mercisi olan Ayetullah Hameney ile bir araya geldiğinde, Türkiye'nin barışçıl nükleer program çalışmalarını sonuna kadar desteklediğini, ancak nükleer silahlara sahip olunmasına karşı çıktığını, zira bu durumun bölgede bir nükleer silahlanma yarışını başlatabileceğini ve dolayısıyla da, bölgenin "istikran ve huzuru için" İran'ın diplomatik bir çözüm bulunmasında gayret göstermesini istediklerini söylemiş. Erdoğan İran'daki nükleer silahlara karşı olduğunu söylerken, bölgenin en büyük silahlı güçlerinden biri olan ve emperyalizmin bölgedeki jandarmalığını yapması için yine emperyalistler tarafından en gelişmiş nükleer, kimyasal vb. silahlarla donatılmış olan Siyonist İsrail'i bir kez daha görmezden gelmiş, ülkemizdeki emperyalist üslerde, çok sayıda atom, nükleer ve kimyasal silahın varlığım ise "unutmuş" anlaşılan. Bu silahların Filistin, Lübnan ve diğer bölge, halkları üzerinde denendiğini de.
Erdoğan'ın bu ziyareti BM Güvenlik Konseyi'nin İran'a yaptırım karan alma aşamasında gerçekleşti aynı zamanda. Erdoğan yaptırımlara ilişkin ''telkinde" bulunarak, sözde arabuluculuk görevini yerine getirecekti. Görüşmelerin bir diğer ağırlık noktası ise, Filistin-Irak-Lübnan özgülündeki istikrarsızlığın çözümü için, Türkiye ve İran'ın ortak bir çaba göstermesi talebiydi. Bu yönlü çabalardan ne kast edildiği ise açık:" işgal ve katliamlara ortak olan Türkiye, İran'ı da bu ortaklığa davet ediyor…
Emperyalistlerin havuç-sopa politikasında "havuç" rolü oynayan Türkiye, bu çabalarının karşılığını vakit geçirmeden alma yönlü girişimlerde de bulundu aynı zamanda.
Bu girişimler, doğalgaz anlaşmaları ve daha bir dizi ekonomik-ticari ilişkinin yanı sıra, en başta da Kürt sorununu kapsıyor. Bilindiği gibi, gerici İran rejimi de aynı Türkiyeli egemenler gibi Kürt ulusal hareketine dönük aylar süren operasyonlar gerçekleştirdi. Kandil dağı ağırlıklı bu operasyonlarda sayısız Kürt özgürlük savaşçısı can verdi. Bu operasyonlar henüz sonlanmış değil.
Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen, Kürtlere dönük imha-inkar politikalarını bu süreçte iyice tırmandıran TC ise, bu ziyaret vesilesiyle İran gerici rejimi ile bu noktada işbirliği geliştirmeye çalışıyor aynı zamanda. Emperyalistlerin Irak'ı üçe bölme çabalarının giderek daha fazla gündemde olması ve bu. bağlamda bölgede özerk bir Kürt Devleti kurulması düşüncesi, Kürtlere dönük politikaları birbiriyle benzerlik içeren bu iki gerici devleti uzlaştıran önemli bir noktayı oluşturuyor. Emperyalistlerin istemediği bir adımı hayata geçiremeyeceği kesin olan TC, anlaşılan bölgedeki "istikarsız" durumdan, kırıntılarla yetinerek değil, mümkün mertebe kârlı çıkma umuduyla hareket ediyor.
Bunun içindir ki, Erdoğan'ın temaslarının ağırlıklı bölümünü Türkiye, İran, Irak ve Suriye'deki Kürt sorunu oluşturdu. Bundan bir ay önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da, aynı gündem ile İran'ı ziyaret etmiş ve Kürtlere karşı alınacak önlemler masaya yatırılmıştı. Esad'm İran ziyaretinin hemen ardından Suriye Başbakanı Muhammed Naji Al Otari 13 Temmuz'da "Kürt gündemi" ile Türkiye'de bir dizi temasta bulunmuştu. Tahran'da iki ülke arasında KONGRA-GEL'e karşı geniş içerikli bir Mutabakat . Muhtırası imzalanması da gündeme geldi. İran'dan KONGRA-GEL'i resmen "terör örgütü" olarak tanımasını ve HPG gerillalarının bölgeden çıkarılmasını isteyen Erdoğan, aynı zamanda ulusal harekete dönük ortak operasyonları da gündeme getirdi. Ancak İran ortak bir askeri operasyon fikrine şimdilik sıcak bakmıyor. Çünkü kapsamlı ortak askeri operasyonlar için henüz askeri ilişkilerin yeterli düzeyde olmadığını savunuyor.
Erdoğan'ın bir sonraki durağı ise Suriye oldu. Lübnan'da geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Suriye karşıtı Cemayel'e dönük suikastın sorumlusu olarak gösterilen ve böylelikle de Lübnan'daki etkisi azaltılmaya çalışılan Suriye ile yapılan görüşmeler de yine esasta, Ortadoğu projelerinin önünde engel olarak görülen güçlerden biri olan Suriye'nin "dize getirilmesi" yaklaşımı çerçevesinde gerçekleşti. Ancak bu görüşmeler sırasında Türkiye bir kez daha Kürt meselesini de gündeme taşıyarak, İran'a önerdiği bu yönlü işbirliğini Suriye'ye de yineledi.
Kısaca söylemek gerekirse, öteden beri bölgesel bir güç olma hevesi güden Türkiye egemen sınıflarının, RSE'nin çöküşünden beri daha sıkça dillendirdikleri "Adriyatik'ten Çin Şeddi'ne" hayalleri sürüyor. Emperyalistler de onların bu hayallerinin farkındalar ve bunun için de Türkiye'yi bölgedeki projeleri çerçevesinde kullanmakta hiçte zorlanmamaktalar. Ancak bugün Ortadoğu artık bir barut fıçısına dönmüştür… Halklar giderek daha fazla kendi aleyhlerine gelişen bu duruma karşı daha üst boyutta direnişler gerçekleştirecekler. Bu kaçınılmazdır. Bunun en somut göstergesi ise, emperyalistlerin ve onların Truva atı uşak rejimlerinin tüm çabalarına karşın yükselen işgal karşıtı direnişlerdir. Bu gelişmeler karşısındaki en önemli sorun ise, tüm bu gelişmeleri sömürü sistemini, emperyalist-kapitalist sistemi ortadan kaldırma hedefli, sınıfsal bir rotaya yönlendirme sorunudur. Emperyalist saldırganlığın gidişatım ve geleceğini belirleyecek olan da budur!
(İşçi Köylü, 15 Aralık 2006-26)