Read Time:5 Minute, 54 Second
ERMENİ SOYKIRIMI
A. AGİRİ
24 Nisan dünyadaki bütün Ermeniler tarafından Ermeni Soykırımını Anma Günü olarak kabul ediliyor ve o gün Ermenilerin bulunduğu her alanda 1915 Tehcir ve Soykırımın mağdurlarını anma, soykırımı lanetleme etkinlikleri, toplantıları, dinsel törenler yapılıyor…
Buna karşı TC devleti, 24 Nisandan önce dış temsilciliklerini, diplomatlarını seferber ederek bu anma ve devletler düzeyinde katılım etkinliklerini engelleme çabasını sergiliyor. Sadece bu kadar da değil, Ermeni Soykırımını dış politika gündeminden düşürmeyi dış politika öncellikleri arasına almış bulunuyor. Bu Tehcir ve Kırım hareketinin üzerinden tam 89 yıl geçmiş bulunuyor, ama TC bu gerçekliği inkar ve reddetmek için enerjik çabasından hiçbir şey kaybetmiş değildir.
Almanya Hitler’in Yahudi Kırımını kabul etmede bir sakınca görmedi, başkaları da benzer bir yolu seçti. Ancak TC gerçekliği örtbas etmek, bu konudaki çabaları susturmak için özel bir çaba gösteriyor.
Neden?
Bu sorunun yanıtı, TC’nin kuruluş sürecinde, onun mayasında ve temel “felsefesinde” gizlidir. Ermeni Tehcir ve Soykırımı, hemen cumhuriyetin kuruluşunda çok kısa bir süre sonra Kürdistan ve Kürtler üzerinde uygulandığı ve bu, TC’nin var oluş gerekçesi, kuruluş özelliği olduğu için inkar ediyor, her defasında rette ısrar ediyor… Ortada bir Osmanlıdan TC’ye uzanan bir devamlılık var. Sayısız alanda Osmanlı ile bir devamlılığı olmadığını tekrar eden resmi ideoloji ve onun sözcüleri, Ermeni Kırımı konusunda ise çok tutkulu bir savunma psikolojisi içine giriyorlar…
19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı devletinin dağılma sürecine girdiğini biliyoruz. Önce Balkanlardaki halkları İmparatorluk bünyesinde tutmak için “Osmanlıcılık” ideolojisini geliştirdiler. Ancak hiçi bir temeli olmayan bu ideoloji tutmadı, Balkan halkları verdikleri mücadele ve dış güçlerin de desteğiyle bağımsızlıklarını kazandılar. Daha sonra aynı öze sahip “Panislamizm” ve “Pantürkizm” ideolojilerini geliştirdiler. Batıda küçülmeyi önleme şansını yitiren İmparatorluk yönetenleri, bu kez şanslarını Doğuya açılımda buldular. Almanya’nın I. dünya Savaşı öncesi politikası bu emellerine olanak sunuyordu. İçte iktidarı ele geçiren İttihat Terakki cuntası, bu emellerini harekete geçirmek için kapsamlı planlar ve örgütlenmeler içine girdiler. Öncelikle “iç”in temizlenmesi gerekiyordu. Bu bağlamda bir “Çıban başı” olarak değerlendirilen Ermenilerin defterinin dürülmesi gerekiyordu. 1915 Kırımından önce bir yasa kabul edildi. Bu yasa Ermenilerin İmparatorluğun değişik alanlarına tehcir edilmesini, hiçbir yerleşim bölgesinde Ermenilerin nüfusun yüzde onunu geçmesi gerektiği yönünde hükümler içeriyordu. Bu anılan tehcir yasası, salt Ermenileri hedeflemiyordu, İmparatorluk içindeki bütün halkları ve etnik toplulukları hedefleyen tam anlamıyla bir Türkleştirme programıdır! Ama o tarihi koşullara öncelikli hedef Ermenilerdi, ondan sora sıra diğerlerine, başta da Kürtlere gelecekti.
Enver Paşa, doğrudan kendisine bağlı Teşkilatı Mahsusa adında bir gizli örgüt kurdu. Teşkilatı Mahsusa, bir özel savaş örgütüdür, daha sonra geliştirilecek özel savaş örgütlerinin de anası, prototipidir. Enver Paşa bu örgüte dayanarak genel planlarını ve anılan Türkleştirme programını hayata geçirebileceğini düşünüyordu.
1914’te başlayan I. Savaştan bir yıl sonra, Enver-Talat-Cemal Paşalardan oluşan İttihat Terakki cuntası, daha önce hukuki, askeri, siyasa ve idari hazırlıklarını tamamlayarak harekete geçti. Kürdistan’daki ve Adana yakınlarındaki (Zeytun vd.) Ermenilerin Tehcir kararı çıkartıldı. Kararın uygulayıcıları, denetleyicileri Teşkilatı Mahsusa’nın kadrolarıydı. Tehcir kararı Ermenilere ulaştırıldı. Buna karşı itiraz edenler hemen oracıkta infaz edildi, kaçanlar, sağa sola koşarak can telaşına düşenler bulundukları yerlerde kurşuna dizildiler. On binleri, yüz binleri sonu belirsiz yola çıkarıldı. Bunların büyük çoğunluğu hastalıktan, açlıktan, susuzluktan, dipçikten ve kurşuna dizilmekten dolayı yaşamını yitirdi, çok az bir kısmı bu tehcirde kurtularak Suriye ve Lübnan topraklarına ulaşabildi. Bu tehcir ve kırımın çok korkunç örneklerine tanık olanların anlatımlarını duyduğumuzda tüylerimiz diken diken olmuştu. Ancak daha sonra Kürdistan’daki kırım olaylarını başka kaynaklardan öğrendiğimizde bu trajik ve insan vicdanın kabul edemeyeceği vahşet örneklerinin anlamı ve ardındaki programın korkunçluğu bir kez daha bilincimizde ve yüreğimizde derinlemesine bir anlam kazanıyordu.
Hemen belirtmeliyiz ki bu kırımda Kürt egemen sınıflarına, Hamidiye Alaylarına da belli bir rol verilmiştir. Onlar da rolü kabullenmiş ve uygulamışlardır. Ermeni katliamına katılan Kürtlere “Milis” deniliyormuş. Anlatacağımız olay Muş’un Varto ilçesinde gerçekleştirilmişti. Yöredeki bütün Ermeniler toplatılmış ve Emeran olarak bilinen bir köye getirilmiş ve bu köye yakınında olan “Göller” denilen yerlerde koyunların barındırıldığı “Gom”lara götürülmüş. Kadın, çocuk, yaşlı ve genç demeden en az 200 koyunun barındırıldığı bu Gomun içine tıktırılmış. Bu işlemden sonra bir manda getirilerek üzerine bir teneke gazyağı boca edilmiş ve ateşle tutuşturularak bu Gomun içine salınmıştır. bu vahşetin gerisini anlatmayı yüreğimiz kaldırmıyor… Bu vahşet örnekleri sayısızdır ve daha sonra Hitler’in gaz odalarının ilkel örnekleri olmuştur.
Bu Tehcir ve Soykırım hareketinde yok edilen Ermenilerin sayısı kesin olarak bilinmiyor. Ancak 1 ile 1,5 milyon arasında Ermeni’nin katledildiği tahmin edilmektedir.
Ermeni soykırımından sorumlu Osmanlı yöneticiler hakkında bir yargılama başlatılır, ancak bu yargılamanın işin özünü dokunmadığı da bilinmektedir. Savaş yıllarında Anadolu’ya geçen Teşkilatı Mahsusa mensupları Kuvvayı Milliye örgütlenmesini geliştirmeye çalışırlar. Türk Milli savaşının yönetici kadrosunun büyük çoğunluğu Teşkilatı Mahsusa’nın üyesidir ve Ermeni soykırımında etkin bir rol almıştır. Cumhuriyeti kuran da yine bu kadrodur. Mustafa Kemal, Celal Bayar ve diğer önemli kadrolar bu teşkilatın üyesidirler.
Daha önemlisi, İttihat ve Terakki’nin tehcir ve Türkleştirme programlarını devralıp bunu sistematik bir biçimde uygulamalarıdır. Bir halkın soykırımı, geride kalan halk ve etnik grupların inkarı ve reddi üzerinde kuruluna bir cumhuriyetin, bu inkar ve imhayı bir var oluş gerekçesi yapan bir devletin, ideolojisini, programını, kadrolaşmasını ve siyaset kültürünü buna gören oluşturan, hatta devlet-uluslaşmasını bu temelde yapan bir siyaset tipolojisinin Ermeni Soykırımını kabul etmesi mümkün mü?