0 0
Read Time:7 Minute, 57 Second

M. Can YÜCE
Image"324 aydın, Kürt sorununa barışçıl çözüm bulunması için ortak bildiri yayımladı." Radikal gazetesi 22 Aralık tarihli sayısında "aydınların" girişimini bu sözlerle duyurdu. Haberin devamında söz konusu "aydınları", "Farklı kesim ve siyasi görüşlerden 324 barış gönüllüsü" olarak tanımladı. Belli ki anılan gazete, anılan girişime belli bir önem atfediyor. Yayınlanan bildirinin adı da tutkulu ve duygulara hitap ediyor: "Savaşın değil, barışın dilini konuşalım"! Öteden beri hazırlıkları yapılan "Barış Konferansı", 13-14 Ocak 2007 tarihlerinde gerçekleştirilecek… Bütün bunların PKK tarafından ilan edilen "tek yanlı ateşkesi" "çift yönlü" ateşkese dönüştürme amacına yönelik olduğu da açıkça belirtiliyor.

Öncelikle vurgulamalıyız ki, üzerinde hareket edilen platform, Kürtlerin temel haklarını, bunun özü olan Kürtlerin kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını esas alan, özgür bir platform değildir. Tersine üzerinde hareket edilen platform, bir tasfiye, Kürtleri mevcut konumlarında kimi "düzeltmelerle" devlete bağlama platformudur; atılan adımlar ise devleti buna ikna etme adımlarıdır!

Bu noktada yayınlanan bildiri ile İmralı çizgisi arasındaki benzerlik ve paralellik şaşırtıcı değildir. Ağar'ın da bir süredir benzer görüşleri dile getirdiği bilinmektedir. İmralı Partisi de kısa bir süre önce Türkiye için bir "Anayasa Taslağı" hazırlayıp sunmuştu. (Ayrı bir yazıda bu konu üzerinde durmayı düşünüyoruz) "Silahlar sussun, dağdakiler ovaya insin, yasal siyaset yapsın, bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılsın, Kürt kimliği, kültürü ve dili önündeki engeller kaldırılsın, seçim barajı düşürülsün, bölgede ekonomik iyileştirmeler yapılsın!" Evet, üzerinde hareket edilen azami politik platform bu… Bu platform, devletin temel yapısına dokunmuyor, tersine onun "duyarlıkları" bağlamında kimi reform bile denemeyecek düzenlemeler içeriyor.

"324 aydının" imzaladığı "Savaşın değil, barışın dilini konuşalım" adlı bildiride devletten şunlar isteniliyor:

"Öncelikle, devlet kurumlarından, çatışmaları ve ölümü değil, yaşamı siyasetin merkezine alan bir açılım talep ediyoruz. Çözümün sorumluluğunu, siyasi irade üstlenmelidir.

İnsan hayatını temel alan bir güven ortamı yaratılması için atılması gereken adım, dağlardaki gençlerin toplumsal-kamusal hayata katılabilmelerini sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasıdır. Şiddet ortamının tümüyle sona ermesi ve bölgede askerlik yapan gençlerin hayatlarını kaybetmelerinin önünün alınması için de bu açılım acilen gereklidir.

 Nüfusun geniş bir kesiminin iradesinin parlamentoya yansımasını engelleyen yüzde on seçim barajının indirilmesi, temsilde adaleti sağlayacak önemli bir adım olacaktır.

Tüm kültürlerin olduğu gibi, Kürt kimliği, dili ve kültürünün, kamu yaşamının bütün alanlarına dahil olmasının önündeki yasal engeller kaldırılmalı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü eksiksiz sağlanmalıdır.

Derin yoksulluk ve yoksunlukla gelen umutsuzluk kıskacının kırılması, bölgeler arası ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin aşılmasına yönelik yeni bir hamlenin başlatılmasıyla mümkündür."

Var sayalım ki devlet, bu isteklerin hemen hemen hepsini gerçekleştirdi. Bu, gerçek anlamda Kürt sorununun çözümü müdür, ya da bu sorunun çözümünde bir kapının aralanması mıdır?

Hayır, anılan politik platform, Kürt sorununu çözme platformu değil, öncelikle en genel anlamda PKK sorununu çözme, onun mensuplarını bu düzene bağlama ve bunu yaparken Kürtlerin ağzına bir zehirli bal çalma platformudur! İmralı çizgisi de, anılan girişimler de Ağar'ın derdi de Kürt sorununu çözmek değil, PKK sorununu hal etmektir! Bu iki sorun, aslında İmralı ile birlikte ayrıştı, farklılaştı. Kürt sorununu bir kırıntılar, PKK sorununu ise bir af yasasıyla yasallaştırma sorunu haline dönüştürdüler. Ama yaşamın diyalektiği bu kadar basit değildi, bütün karmaşık boyutlarıyla kendisini icra etmeye devam etti. Tüm denetim ve saptırma, özünü boşaltma çabalarına rağmen bu devlete ve düzene sığmayan Kürdistan dinamikleri kimi zaman patlamalı olarak kendisini dışa vurdu. Diyarbakır'da patlayan öfke bunun en somut örneğini anlatmaktadır! Son dönemlerde Öcalan'ın üslubunda görülen gözle görülür "sertleşme" kendi mecrasında akma eğilimi gösteren bu devrimci dinamikleri yeniden kontrol altına alma ve kontrol altında tutma kaygılarına dayanıyor. Bu yaklaşımın diğer boyutu ise Genelkurmayın "iç siyaset" ve iktidar hesaplarına dayanan boyuttur. Bundan dolayı bu "sertleşme" tutumunu belli bir planın bir parçası olarak okumak gerekiyor. Bu nedenle "yakın gelecekte", belki de bahar aylarında "tek yanlı ateşkes" sürecinin bozulacağını, Kürtler açısından politik bir programa, askeri bir stratejiye oturmayan "çatışma süreci"nin yeniden başlayacağını söylemek, kehanet olmayacaktır!

İmralı ve diğer platformlar, PKK sorununu sorun olmaktan çıkarmak için Kürt sorununu bir kalkan, daha doğru bir deyişle bir kaldıraç olarak kullanmak istiyorlar. Bunun Kürtler açısından anlamı bugüne kadar yaratılan değerlerin tasfiyesinden, ulaşılan mevzilerin yitirilmesinden, her açıdan silahsızlandırılmasından başka bir şey değildir!

Buradan Türkiye'de aydın olmak nedir sorusuna ve yanıtına geliyoruz. TC'yi, dayandığı temelleri cepheden eleştiren, bu eleştirel duruşu bir yaşam tarzı haline getiren, gelebilecek baskılar karşısında eğilip bükülmeyecek bir duruş sergileyen kaç aydın var? Kürt halkının ulus kimliğini ve bundan doğan haklarını "ama"sız, "ancak"sız kabul eden, bunun en somut ifadesi olarak Kürtlerin bağımsız devlet kurma hakkını, yani kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunan kaç aydın var? Yukarda aktardığımız bildiride, daha önce yayınlanmış benzer bildirilerde ve politik açıklamalarda, ya da aydın girişimlerinde Kürt ulusunun devlet kurma hakkını savunan, Kürtlerin bağımsızlık haklarını savunan veya bunu ima eden tek bir ibareye rastlamak mümkün mü?

Gerçek aydın ve en klasik demokrat tanımı, ulusların kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını kayıtsız ve koşulsuz tanıma yaklaşımını ve tutumunu içeriyor. Türkiye'de bu tanıma uyan kaç aydın var? Bu sayı bir elin parmaklarını geçiyor mu?

Kendini "aydın" ve "barış gönüllüsü" olarak tanımlayan 324 kişinin imzaladıkları ve yayınladıkları bildiri ortada… "Savaşın değil, barışın dilini konuşalım"  diyorlar. Güzel, barış dili hangi temeller üzerinde konuşulacak? Duygulara hitap eden sözcükler sıralamak, insanların vicdanlarını tetikleyecek sözler etmek, yüksek insani ve ahlaki değerlere atıfta bulunmak, yaşamın kutsallığını tekrarlamak, belki de edebi bir eserde bir anlam ifade edebilir, ama katı ve acımasız politik gerçekler, yakıcı iktidar savaşlarında herhangi bir anlam ifade edebilir mi?

Öcalan ve Partisi devlete belli kırıntıları içeren bir teslimiyet platformu sunuyor, bunu her defasında güncelleyip tekrarlıyor; kendine aydın diyenler ise bu platforma kendi cephelerinde destek veriyorlar. Bununla da çok demokratik bir iş yaptıkları havasını yayıyorlar. Gerçekte ortada ne demokratik bir yaklaşım, ne de aydın bir duruş var. Var olan teslimiyet platformu konusunda devleti ikna etme çabasıdır.

Kuşkusuz anılan yaklaşım ve sonuçları önemlidir! En başta yaratılan yanılsama ve bilinç çarpılması süreci derinleştiriliyor. Devleti ve düzeni cepheden karşılama bilinci ve duruşu marjinalleştirilmeye, gerçek aydın ve demokrat yaklaşımı özünden boşaltılmaya çalışılıyor. O nedenle anılan girişimi, bunun teslimiyetçi, sömürgeci sistemin özüne dokunmayan platformu teşhir etmek devrimcilerin ve gerçek aydınların ertelenmez görevidir!

 

                                                                                       26 Aralık 2006

                                                      

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter