0 0
Read Time:15 Minute, 50 Second
KAPİTALİST SANAYİLEŞMENİN EMEKÇİ SINIFI ĞZERİNE ETKİLERİ VE ENGELS’İN KİTABİ ÜZERİNE NOTLAR

 

 Dr. Ş. Güvenç

“Bir insan, bir başkasına ölüme yol açan bedensel bir zarara verdiği zaman buna adam öldürmek diyoruz; saldırgan vereceği zararın olacağını önceden biliyorsa o zaman buna cinayet diyoruz.

 Ama toplumun yüzlerce proleteri çok erken yaşta doğal olmayan bir ölümle yani kılıçla ya da kurşunla ölüm gibi zorba yolardan ölümle karşı karşıya geleceği bir konuma koyduğumuz zaman, toplumun o yaptığı bir bireyin ve aynı kesinlikte cinayetti; toplumun binlerce insanı yaşamın gereklerinden yoksun bıraktığı, içinde yaşmayacakları konuma soktukları –kaçınılmaz sonuç olan ölüm gelinceye dek o koşullarda kalmaya yasanın güçlü eliyle zorladığı- bu binlerce mağdurun yok olacağını bildiği ve yine de bu koşulların sürmesine izin verdiği zaman, toplumun o yaptığı, bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikte cinayettir; örtülü kasıtlı cinayettir; hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katilini görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan bir cinayettir, çünkü suç bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın sonucudur. Ama cinayettir. Şimdi İngiltere’de emekçi örgütlerinin tam bir isabetle toplumsal cinayet diye niteledikleri şeyi toplumun her gün, her saat yapageldiğini kanıtlamam gerekiyor; işçileri, ne sağlıklarını korumalarına, ne uzun yaşamalarına elvermeyen koşullar altında tuttuğunu kanıtlamam gerekiyor; o koşulların, işçilerin yaşamsal gücünü yavaş yavaş, ucun ucuna tahrip ettiğini ve zamanından önce onları mezara koşturduğunu kanıtlamam gerekiyor. Ayrıca, işçilerin sağlığı ve yaşamı açısından bu koşulların ne kadar zarar verici olduğunu toplumun bildiğini, ama koşulları düzeltmek için hiç bir şey yapmadığını da kanıtlamam gerekiyor. Yaptığının sonuçlarını bildiğini, bu nedenle eyleminin basitinden adam öldürme değil, cinayet olduğunu, resmi belgeleri, parlamento ve hükümet raporlarını, suçlamanın belgeleri olarak koyduğum zaman kanıtlamış olacağım.” (ENGELS)

Yazar, IV. Bölümün girişinde yapıtının amacı ve içeriğini, bu eseri yazarken hissettiklerini açık bir ifadeyle ortaya koyuyor. Bu satırlardan anlaşıldığı gibi, yazar, bu eseri ile proletaryaya karşı işlenen cinayet suçunu ortaya çıkarmayı, sömürü düzeninin ve bu düzenin mimarı burjuvazinin suçlarını kanıtlamayı amaçlamıştır. Aslında bu satırlar eserin amacı ve içeriğinin anlaşılması için yeterlidir. Bu kısa yazımızın amacı, kitabın tanıtımı yapmak ve kitabın vurgularını kendi içinde bütünlüğü olan bir metin biçiminde sunabilmektir…

 

I.

SANAYİ DEVRİMİ

Sanayi devrimiyle genel olarak 18. yüzyılın ilk yarısında ve makineleşmenin imalat sanayiinde kullanılmasıyla gelişen süreç kast edilir. Kitapta bu süreç ele alınıyor. Ancak sanayi devrimini incelemiş olan herkesin yabancısı olmadığı bu sürecin ele alınışındaki özgünlük, bu tarihsel süreci “işçi sınıfının” durumu ile birlikte bir bütün olarak, neden sonuç ilişkisi içinde ele almasındadır. Sanayi kapitalizminin evrimi, sanayileşmenin toplumsal etkileri, siyasal ve toplumsal sonuçlarının çözümlenmesi henüz bir kuram olarak ortada yokken Marksist teori ile neredeyse tamamen örtüşmesi oldukça etkileyicidir. Dolayısıyla bu kitap tezleri bakımından daha sonra aşılmış olsa da bizce kitabı farklı ve güçlü kılan, terminolojisi ve kuramsal çerçevesi daha sonra mükemmelleşecek olan Marksist teorinin en yakın haliyle ifadesini bulmasıdır. yine bu nedenle akıcı, herkesin (Özellikle o günün sıradan işçisinin bile) anlayabileceği, bu alna özgü terminolojiye çok fazla gereksinim olmayan güçlü bir anlatıma sahip.

Buhar makinesi ve pamuklu işleme makinelerinin bulunması sanayi devrimini başlatması ve bu durumun toplumsal etkileri, sanayi devrimi öncesi toplumsal yaşamla kıyaslanarak aktarılıyor. Sanayi devrimi sonrasında üretimin artması, olanakların genişlemesine rağmen “bir sınıf olarak” dünya sahnesine çıkmaya başlayan işçi sınıfının durumundaki kötüye gidişe ve sefalete rağmen proleterleşme süreci insanlığın gelişiminde ileriye doğru önemli bir adım olarak ele alınıyor; devrim öncesi emekçilerin yaşamındaki durağanlığın neden olduğu görece huzura rağmen beyinsel olarak ölü oldukları ve konumlarının farkında olmadıkları ifade ediliyor ve ekleniyor; “sakin, otsu yaşamlarında huzurluydular. Sanayi devrimi olmaksızın sıcak-romantikse de insana yakışmayan bu yaşamdan asla çıkamazlardı. Gerçekte onlar insan değildi; o zamana kadar tarihe rehberlik etmiş bir avuç aristokratın hizmetinde çalışan makinelerdi. (ENGELS)

Özellikle sanayi devrimi sonrası işçi sınıfının durumunun farkına varabileceği koşulların oluşmasının bir sınıf olarak ortaya çıkmasının insanca yaşayabileceği bir dünyayı istemesinin yolunu açtığı vurgulanıyor; “siyasal devrim Fransa için neyse, felsefi devrim Almanya için neyse sanayi devrimi İngiltere için odur. Bu sanayi devriminin en önemli sonucu İngiliz proletaryasıdır.” (ENGELS)

 

2- SANAYİ KENTLERİ VE İŞÇİLERİN YAŞAMI

“Toplumsal bünyenin, tarihsel olarak kırsal yörelerde ortay çıkan hastalığını, büyük kentler keskinleştirmiş, gerçek doğasını ve tedavi yollarını belirgin hale getirmiştir. (ENGELS)

Sanayi devrimi sonrası o güne dek eşi görülmemiş bir nüfus hareketiyle oluşan büyük kentler çelişkilerin, eşitsizliklerin ve sefaletin en yoğun yaşandığı yerler olarak ele alınmış. İşçi sınıfının nüfusun büyük çoğunluğunun oluşturduğu bu kentler ve fabrika kasabalarında insanlar nasıl geçinir, hangi koşullarda yaşar, büyük kentler onların üzerinde ne tür etkiler yapar? Bu sorular tüm bağlantıları ve belirleyenleriyle ele alınarak yanıtlanmaya çalışılıyor.

Sanayileşme sonrası işçi sınıfının sefaleti resmi kayıtlar, mahkeme tutanakları, gazete haberleri ile desteklenmiş çok sayıda örnekle gözler önüne seriliyor. Bu örneklerle burjuvazinin işçileri nasıl bir sefalete, açlığa, hayvanların bile yaşamayacağı “konutlara”, sağlıklı yaşamayı imkansız kılan koşullara mahkum ettiği tüm çıplaklığı ve rahatsız ediciliğiyle ortaya koyuyor. Kapitalist sanayileşmenin işçi sınıfı üzerine etkileri anlatılırken kentleşme, halk sağlığı, işçi sağlığı, burjuva hukuk ve eğitim sistemi üzerine yapılan tespitler ve eleştirilerin bugün bile aşılamamış olması bizce bu çalışmanın başarısını gösteriyor. Örneğin kitapta 5 yaş altı bebek ölümleri ve ortalama yaşam süresini gelir düzeyine göre ele alan tablolar, şehir planları ve işçi mahallelerinin krokileri, beslenme bozuklukları ve büyüme-gelişme geriliklerinin değerlendirilmesi, enfeksiyon hastalıkları ve kronik hastalıkların epidemiolojisi, çevre sağlığı ve işçi sağlığı gibi konuları ele alınış şekli, sanırız bugün bile bu konularla ilgilenenlere yol gösterecek düzeydedir.

Yazar bunlarla yetinmiyor. Toplumsal formasyonun ve kent yaşamının birey ve toplum üzerindeki etkilerini (sarhoşluk, hırsızlık, suça yatkınlık, vs.) yabancılaşma ile ilişkilendiriyor. “Sarhoşluk burada, sarhoşun sorumlu tutulduğu bir ayıp olmaktan çıkmıştır, bir fenomen olmuştur, belli koşulların o koşullar üzerinde hiç bir irade gücü olmaya bir nesneye yaptığı zorunlu, kaçınılmaz etki haline gelmiştir. Bundan emekçiyi bir nesneye indirgeyenler sorumludur. Proleterin kendi konumunu iyileştirmek için yapabileceği her şey karşı karşıya bulunduğu ve kendi denetiminde olmayan olasılıklar seli ile karşılaştırıldığında okyanusta bir damla gibidir. O her türlü olasılıkları bileşiminin edilgen nesnesidir.” (ENGELS)

Şimdi okuyacağımız satırlar ise günümüz metropollerinden biri için değil, 1840’lı yılların Londra’sı için yazılmış: “Yine de sanki ortak bir yanları yokmuş gibi, birbirleriyle hiç ilgileri yokmuş gibi birbirlerinin önlerinden geçiyorlar; sözsüz tek anlaşmaları, karşı karşıya yürüyen kalabalık akıntılarının birbirinin yolunu kesmemesi için herkesin kaldırımda kendi yakasında kalmasıdır. Bu arada hiç kimse ötekine şöyle bir göz atma onurunu bahşetmeyi düşünmez. Yaban bir kayıtsızlık, herkesin özel çıkarı içinde kendisini duygusuzca yalıtması, bu insanlar sınırlı bir alanda üst üste yığıldığı ölçüde tiksindirici ve rahatsız edici hale geliyor. Bireyin bu yalıtılmışlığının, bu kendini düşünmeci sığlığın bugün her yerde toplumumuzun temel ilkesi ne ölçüde bilincinde olursa olalım, bu, hiçbir yerde, burada, büyük kentte olduğu kadar utanmazca gerçek yüzünü ortay koymuş, bu kadar kendi ayrımında olmuş değildir. İnsanların atomlarına ayrılışı, her biri kendi ilkesine sahip bir atomlar dünyası, burada aşırının en aşırısına varmış görünüyor.” (ENGELS)

 

3- KAPİTALİZM VE REKABET

“Rekabet, modern sivil toplumda –üretim ilişkilerinin gerçekleştiği alanda- egemen olan herkesin herkesle savaşının en tam ifadesidir.” (ENGELS)

Kitapta temel olarak ü. farklı rekabetten söz ediliyor. Birincisi burjuvalar arası rekabet, ikincisi işçiler arası rekabet, üçüncüsü ve gün yüzüne çıkarılması gereken burjuvazi ile iş.i sınıfı arasındaki rekabet, daha doğrusu savaşımdır.

Engels rekabet kavramı üzerinden kapitalizmin iktisadi eleştirisini yalın bir dille yapar. Burjuvalar arası rekabet ve spekülatif hareketlerin hemen daima ihtiyacın fazlası bir üretime ve bunalımlara (döngüsel krizlere) neden olduğu, aslında kapitalizmin bir akıl dışılık ve plansızlık olduğu, güncel örneklerle ekonomi üzerine teknik bilgisi olmayan birisinin bile anlayabileceği bir dille anlatıyor. Kapitalizmin temel çelişkisinin karla satabileceğinden çok daha fazlasını üretmek olduğu, arzın her zaman talebi aştığı, yine örnekler üzerinden anlatılarak kapitalizmin yapısal krizine vurgu yapılıyor. Öyle ki önceki bölümlerde çizilen sefalet tablosuna, bir çok insanın ev, iş, giyecek, yiyecek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına rağmen nasıl oluyor da üretim fazlası olduğunu sorguluyor. Elbette kapitalizmin bugün olduğu gibi o gün de kar için üretiyordu. Dolayısıyla kapitalist için talep bugün olduğu gibi o gün de sadece sağlam nakit parayla destekleniyorsa bir anlam taşıyordu. Kapitalizm bu batağa her zaman batar, çünkü o kar için üretim yapar, ihtiyaç için değil. Engels de kitabında bu yanıtları tam açıklığıyla ortaya koyuyor, ayrıca Marksist değer teorisini daha o günden ana hatlarıyla anlatmayı başarıyor.

Tüm bunlara rağmen Engels işçiler arası rekabeti artık nüfus kuramı ve işçi hareketleri için olan önemi nedeniyle daha fazla önemasmediğini, bu konuya kitabında daha fazla yer ayırdığını görüyoruz: “Ne var ki, işçilerin kendi aralarındaki bu rekabet – bu rekabeti yaratan da elbette ki kapitalist ilişkilerdir- ,iç, üzerindeki etkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır; burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskin silah …” (ENGELS)

Engels bu konuyu incelerken, artık nüfus ve işçiler arası rekabetin bölgesel ve etnik ayrımlarla beslenmesine örnek olarak ta İrlandalı göçmenlere ve onların yaşam biçimlerine değiniyor: “Eğer İngiltere, yoksul ve sayıca çok İrlandalı nüfusa emrindeki yedek güç olarak sahip olmasaydı, İngiliz sayısı o hızla genişleyişini gerçekleştiremezdi.”

Burada İrlandalı göçmenlerin niteliksiz işgücü ve ucuz emek olarak, artık nüfus olarak görülmesi ve bu durumun işçi ücretlerini dolayısıyla emek.ilerin yaşamını olumsuz etkilemesi neden sonuç ilişkisi ile anlatılıyor. Bu konuda Engels sınıf mücadelelerini anlatırken şöyle diyecektir: “İşçiler kafaya koymuşlar ki, iş yapan elleriyle asıl gerekli olan nüfus onlardır, artık nüfus ise hiç bir şey yapmayan zengin kapitalistlerdir.”

 

4- BURJUVAZİNİN TUTUMUNA KARŞI İŞÇİ SINIFININ KENDİLİĞİNDEN VE KENDİ İÇİN HAREKETİ

Yazının buraya kadarki bölümüne bakarak aslında burjuvazinin tutumunu tahmin etmek hiç de zor değil. Şu çok net: Burjuvazi işçileri insani varlık olarak değil, sadece emek ya da el olarak görür. Burjuva yasalarla desteklenen kapitalist zaten üretim ilişkileri ve artı-değer sömürüsünün mağduru olan bu sınıfa (her an gerekebildiği için) zor uygulayabilmenin mekanizmalarını ve kurumlarını (ordu, polis, hukuk sistemi, eğitim sistemi, medya. vs) oluşturmuştur. Tüm bunlara rağmen mevcut durum işçileri kendi konumlarından ders almaya, birlikte hareket etmeye, güçlerinin farkında olmaya zorlar.

Engels işçi sınıfının içinde bulunduğu sefalete karşı burjuvazinin tutumunu kendi memurlarının ifadelerine, raporlarına, gazetelerine ve kendi ideoglarının öne sürdüğü teorilere dayanarak aktarmaya çalışıyor. Yazar bu şekilde burjuvazinin yaptığı şeyin sonuçlarının tamamen farkında olduğunu başarıyla ortaya koymuş oluyor. Burjuvazinin “tahıl” yasası ile işçileri nasıl açlığa sevk ettiğini, kapitalizm için vazgeçilmez olduğu sabit olan “artı nüfus” sorununa karşı ne tür teoriler geliştirdiğini sıralayarak burjuvaziye suçlarını itiraf ettirmiş oluyor. “İnsana yönelik talep, başka herhangi bir meta için olduğu gibi, zorunlu olarak, insan üretimini de düzenler; çok yavaş olduğu zaman hızlandırır, çok hızla ilerlerse durdurur. Herhangi bir meta gibi eğer elde az işçi varsa fiyatlar,yani ücretler artar; işçiler daha çok gönenir, evlilikler arta; ve yeter sayıda emekçi sağlanana kadar daha çok çocuk doğar ve daha fazlası yaşatılır. Eğer elde çok fazlası varsan fiyatlar düşer, işsizlik, yoksulluk ve açlık ve onun sonucu olarak da hastalıklar artar, böylece artı nüfus oradan kaldırılır.” (Adam SMITH) (Görüldüğü gibi burjuvazi yaklaşımını ortaya koyuyor ve onlara göre bu durum oldukça olağan. Piyasanın kuralı böyle ise zavallı yardımseverler burjuvaların ne suçu olabilir ki?) Malthus’un nüfus yasası Adam Smith’in söylediklerini bile oldukça masum bırakıyor. Malthus daha da ileri giderek en sonunda yoksulluğun cezalandırılması gereken bir suç olduğu yargısına kadar gidiyor. Burjuvazinin yargı sistemini, zor gücünü ve diğer ideolojik aygıtlarını hangi yaklaşımla oluşturmuş olduğu böylece yanıtlanmış oluyor.

Kitapta burjuvalar arasında bu durumun önemli handikaplarından biri olarak kendi “asil” yaşamları ile işçilerin sefil ve aşağılık yaşamlarının iç içe geçmesi gösteriliyor. Bu elbette suçları ile yüzleşmek istemeyen burjuvazi için anlaşılabilir bir durumdur. Dolayısıyla yapısal sorunlarının çözümünün imkansız olduğunu bilen burjuvazi, bu tip sorunları için geçici çözümler üretmeye çalışmaktadır. “Kent öylesine garip kurulmuştur ki, kişi kendini işi ve eğlence gezileriyle sınırlarsa, bu kentte yıllarca yaşasa da, her gün sokağa çıksa da emekçi mahalleleriyle hatta işçilerle karşı karşıya gelmeyebilir.” (ENGELS)

Sonuç olarak tüm bunlar işçi sınıfının bir sınıf olarak durumunun farkında olmasını ve bu duruma kaşı çıkmasını zorunlu kılar; bu karşı oluş bireysel ve sınıf olarak farklı aşamalardan geçer. Bazıları yenik düşer, ahlaksal açıdan çöker. Dolayısıyla sarhoşluk, hırsızlık, suça yatkınlık be bağlamda toplumsal nedenleriyle birlikte ele alınmalıdır. Aşamalardan biri bireysel isyansa, diğeri pekala makineleri kırmak olabilir. Ancak kitapta sınıf hareketinin ilk nüveleri sendikalar ve grevler olarak ele alınır. Sendikacılığın ve grevlerin asıl önemi etkinlikleri ve ekonomik kazanımları ile değil, yaratılan dayanışma ve sınıf bilinci olarak vurgulanmaktadır. Bu bağlamda “Çartizm” daha üst aşamada bir sınıf hareketi olarak ele alınıyor. İşçi hareketi dışında kalan orta sınıf aydınlarının, sosyalist teoriler geliştirdiklerini, ancak işçilerin küçük bir azınlığını kazanabildiklerini tespitini yapıyor. Bu konuyla ilgili İngiliz sosyalistlerinin temel eksiklikleri üzerine eleştirilerinden sonra çelişkiler olgunlaştıkça işçi hareketinin sosyalizme yönelişinin zorunlu olduğunun altını çiziyor…

Engels bu yapıtıyla proletaryanın yalnızca acı çeken yoksul bir sınıf olmadığını, bu durumun yanı sıra nesnelliğin onu kaçınılmaz bir şekilde ileriye ittiğini, kendi kurtuluşu ve toplumun dönüşümü için savaşmaktan başka çaresi olmayan bir sınıf olduğunu ilk söyleyenlerdendir. Bu yazıldığı dönem dikkate alınırsa kitabı özgün ve güçlü kılan temel vurgulardan biridir. kapitalist toplumun gerçeklerini tüm açıklığıyla gözle önüne seren Engels, proletaryanın sefaletini ve umutlarını bir bütün olarak derinliğine anlatmayı başarıyor. İşçi sınıfının sadece sermayenin baskısı altında acı çeken değil, insanlığa yaraşır bir yaşam için savaşan ve kapitalist kölelik zincirlerini son halkasına kadar parçalamaya kararlı, buna gücü olan bir sınıf olarak gösteriyor.. Engels, giderek feci durumun bilincine varan, çektiği acıların suçlusunu tanımaya başlayan ve bir sınıf olarak mücadele etmeyi öğrenmeye öğrenen işçi sınıfını coşkulu bir anlatımla ele alıyor. “İngiliz burjuvazisinin yapabileceği seçim tektir, ya cinayet suçlamaları altında ve suçlamaya karşın egemenliğini sürdürür, ya da işçi sınıfı lehine vazgeçer.” (ENGELS)

Bu kitap her şeyin gözlemlenebilir olduğu bir çağda, kapitalizmin tüm çıplaklığıyla tarih sahnesine çıktığı bir dönemde yazılmıştır. Burjuvazinin içinden gelen, kendini işçi sınıfına adamış zamanın en yetkin komünistlerinden biri olan genç Engels’in eseridir. Dolayısıyla kapitalizmi ve burjuvaziyi, Marksizm’i ve sosyalist mücadeleyi, sadece sanayi devrimi sonrası değil, işçi sınıfının bugünkü durumunu da anlamak, bugüne sağlıklı bir perspektifle bakabilmek isteyen herkesin yararlanabileceği bir eserdir.

“Bu kitap, insanlığın özgürleşmesi kavgasında bir kilometre taşı ve vazgeçilmez bir yapıttır.” (HOB-SBAWM)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter