0 0
Read Time:9 Minute, 5 Second

Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu'daki konumuyla ilgili meseleler yüzünden şaşkınlık içindeyken, yetkililer yine Kerkük konusunu kullanıyor. Türkiye'deki askeri ve siyasi kutuplar arasında giderek ön plana çıkan ulusal pazarlıklar, Irak ve bölgenin geleceğine olumsuz yansıyacak. Türkiye uzun zamandan beri güçlerini Kuzey Irak sınırına konuşlandırıyor ve belirli aralıklarla Kürtleri ve Irak'ın geleceğini tehdit ediyor. Dahası, birçok kez Mossad'ın Kürdistan'a girdiğini iddia edip bunu protesto eden Türk istihbaratı da Kerkük'e odaklanmaya başladı; birimleri Kerkük'e kimseden izin almadan geliyor, emirler veriyor ve dilediği gibi davranıyor. Ayrıca Türkler zayıf Türkmen Cephesi'nin konumunu kullanıyor, Türkmenlerden özellikle de Baker-Hamilton raporunun tavsiyelerinin açıklanmasından sonra Kürtlerle diğer Iraklılar arasındaki havayı bulandırmalarını istiyor. Baker-Hamilton raporu Kürtlerin istediği yönde değildi; rapor Kerkük'te kentin kimliğinin ve statüsünün belirlenmesi için referandum yapılmasını tavsiye etmiyor.

Türkiye istikrarsızlık nedeni
Hiç kuşkusuz bu Türk tehditleri ve beklentileri boşuna değil. Şöyle ki Kerkük'te huzursuzluk yaratılmasında şu iki etken önemli rol oynuyor: Birincisi, Irak'ta kardeş olması öngörülen toplumlar arasında fitne kültürünün yaratılması. İkincisiyse, iç bölünme yaşayan Irak hükümetinin konumu. Irak'ın veya Kuzey Irak'ın istikrarı kendi çıkarına da olacağı için olumlu rol oynaması öngörülen Türkiye, ülkede istikrarsızlığı teşvik eden etken haline geldi. Bu noktadan hareketle Kürtlerin tutumu, Irak'ın ve Kürt bölgesinin geleceği konusunda daha azimli bir görüntü çiziyor. Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani birçok kez bütün tarafların dikkatini çekerek, Kürtler ve Kerkük konusunun Irak'ın iç meselesi olduğunu ve Kerkük'teki şartları 1968 öncesine götürmeye çalışacağını belirtti. Barzani, 'Kerkük'ün bir Kürt kenti olduğunu ve statüsünün Irak'ın iradesiyle belirlenmesi gerektiğini' vurguladı. Daha önce de 'Kerkük üzerinde pazarlık yapmayız' demişti.

Aslında Kerkük'te şartların kötüleşmesi konusunda ilk girişimi yapan Türkiye'dir. Zira Ankara Kürtlere casusluk savaşıyla psikolojik savaş ilan etti. Türkiye, hem Irak'ın bütünlüğünün korunması konusunda kararlı görünüyor, hem Kürt topraklarında 'gasp edildiğini' öne sürdüğü Türk haklarının verilmesini istiyor, hem de Kürtlerin ve Türkmenlerin Irak Kürdistanı'nda eskiden beri birlikte yaşadığını görmezden gelerek Türkmen azınlığın geleceğine yönelik endişesini dile getiriyor.

1991'de özerk yönetim kurulmasından sonra Kürtlerin Türkmenler ve diğer etnik azınlıklarla ilişkileri Kürt yönetimi gölgesinde yeni bir döneme girdi. Fakat, Türkiye'nin petrol kentleri Musul ve Kerkük üzerindeki tarihi emelleri ve Ankara'yla Kürtler arasındaki güven eksikliği nedeniyle, bu ilişkiler Türk çıkarlarıyla çatıştı. Bu durum Ankara'nın Kürtlerin içişlerine müdahalesine ve Türkmen Cephesi'nin Kürdistan hükümetine Donkişot'vari bir savaş ilanına yol açan sert çekişmede kendini gösterdi.
Gerçekten de Türkiye hiç rahat durmadı. Aksine, Irak Kürdistanı'nın
içişlerine defalarca müdahale etmeye çalıştı. Bir kez, 'Kuzey Irak Türkiye'ye emanettir… Kürtlerin emelleri için ödün verilemez. Bu bölge 1920'de belirlenen Misak-ı Milli sınırlarının bir parçasıdır' dedi. Oysa Kürtler Türkiye'nin hassasiyetlerini anlıyor, komşu ülke olması nedeniyle Kuzey Irak'ta çıkarları bulunduğunu kabul ediyor, Kürdistan'ın Türkiye'nin güvenliği ve çıkarları için tehdit oluşturmayacağını vurgulayarak bu hassasiyete anlayış gösteriyorlar. Bu yüzden Ankara'nın bölgenin iç işlerine ve Türkmenlere müdahale etmesine gerek yok. Kürtlerin bu tavrı, Türkmenlerin de geniş bir kesiminin yaklaşımıyla örtüşüyor.

Saddam Hüseyin'in devrilmesi ve koalisyon güçlerinin Irak kentlerinde kontrolü ele alması sonrası, önceki rejimin bıraktığı sorunlar da yüzeye çıkmaya başladı. Bu sorunların en önemlisiyse Irak Kürdistanı'ndaki demografik değişim. Önceki rejim 1974'ten itibaren Kuzey Irak ve Kerkük'teki Kürt ve Türkmen bölgelerini Araplaştırdı. 1968'den bu yana Kürt ve Türkmen ailelerin Musul ve Kerkük'teki petrol bölgelerinden zorla göç ettirildiğini anlatanlar var.

Kürtler eve dönüyor
Bu durum özellikle de Kürt liderlerin Irak rejimiyle 1970-1975 arası yaptığı görüşmelerde Kerkük ve Musul'un özerk yönetime katılması yönündeki ısrarları sonrası yaşandı. Kürt liderler, Molla Mustafa Barzani'nin Kerkük'ün Kürdistan'ın kalbi olduğu ve kalpten ödün verilemeyeceği düşüncesini destekliyordu. Iraklı müzakereciyse, Kürt heyetine 'Arapların Endülüs'ü unuttuğu gibi' Kürtlerin de Kerkük'ü unutması çağrısıyla cevap verdi. Böylece Kürtlerle Irak rejimi arasındaki uyum dönemi sona erdi, savaş cepheleri açıldı ve Irak rejimiyle İran Şahı arasında 1975 yılında bir değiş-tokuşa gidildi. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, Şah'ın Kürt isyanına desteğini çekmesi karşılığı, İran'a Irak topraklarından bir parça verdi. İkinci Körfez savaşıyla 1991'deki Kürt ve Şii ayaklanmaları sonrasıysa, Kürtler ABD'nin desteğiyle önceki rejimle müzakere kapısı açtı. Ancak bu görüşmeler de çıkmaza girdi. Kerkük ve demokrasi konusu en belirgin anlaşmazlık noktaları belki de.

Bu kentteki sorun, BM Güvenlik Konseyi'nin 688 sayılı kararıyla belirlenen 'güvenlik kalkanı' bölgelerindeki özgür seçimler sonucu 1992'de kurulan Kürt yönetimi dönemi boyunca da ortadan kalkmadı. 20 yıl önce kentten göç eden Kürtlerin dönmesiyle sorun yine başgösterdi. Kerkük'ün Saddam rejiminden çıktığı ilk gün yaşanan buydu; zira Kürtler rejimin düştüğünü duyar duymaz Kerkük'e akın etti.

Türkmen Cephesi'yle zor
Süleymaniye ve Erbil yakınlarındaki çadırların sakinleri, şehirleri Kerkük'e dönmeyi bekliyor. Birileri 'Araplar gitmeli' dediğinde de şaşırıyorlar. Kendilerine 'Kerkük'ün Irak kenti, dolayısıyla da her Iraklının orada yaşama hakkı olduğu' söylendiğinde, "Evet ama şartlar doğallaştığı zaman" diye cevap veriyorlar. Önceki rejim doğal olmayan şartlar yarattı. Bu yüzden de bu şartların ortadan kalkması gerek. Kerkük Kürdistan'ın başkentidir. Bunu Kürdistan nüfusunun çoğunluğu onaylıyor. Onlar, Kürdistan parlamentosunun önerdiği anayasa maddelerinden birinde de bulunan bu ifadeyi kanıksamışlar. Bu ifadeyi tekrarlıyorlar, çünkü tarih onları bu kanaate götürüyor; hatta divan edebiyatının yazdığı tarih bile böyle diyor. Birçok Sünni risalesinde Kerkük'ün Kürt kimliği dile getiriliyor. 1890-1912 salnamesindeyse şöyle geçiyor: 'Kerkük sancağının sakinleri Kürt, Arap, Türkmen ve Kildanilerden oluşuyor. Kürtler birinci, Araplar ikinci sırada geliyor. Türkmenlerse onları izliyor'. Bütün Kürt, Irak ve Osmanlı belgeleri Kerkük nüfusunun yüzde 85'ini Kürtlerin oluşturduğunu teyit ediyor. Tabii bu rakam Baas Partisi'nin iktidara gelmesinden önceki dönem için geçerli.

Kürdistan'la Türkiye arasındaki fiili savaş, Türkmen Cephesi'nin 20 Kasım 2000'de düzenlediği kongrede bir Kürdistan haritası önermesiyle başladı. Kürdistan haritada üç bölgeye ayrılıyordu: Türkistan, Arabistan ve Kürdistan. Türkmen Cephesi, kendisini Kürt hükümeti içinde Türkmenleri temsil eden hükümet ilan etmişti. Savaş ayrıca, Türk istihbarat organları Kürdistan topraklarına gelip Kerkük'te işe koyulunca başlamıştı. Fakat görülen o ki, bütün bunlar bugün Kerkük'te yaşananlara kıyasla basit kaçıyor. Zira Türkmen Cephesi bugün Kerkük'te farklı gruplar arasında ayrılık çıkarmaya çalışıyor, Arapları Kürtlere karşı kışkırtıyor, birimlerine Kürt kıyafetleri giydirip yağmalama ve gasp eylemleri yapıyor, kargaşa çıkarıyor.

Türkiye'den istenen, Irak'ta istikrarın sağlanması için olumlu rol oynamasıdır. Kürdistan'a iyi gözle bakması kendi hayrına olacak. Geriye şunu söylemek kalıyor: Kürtler, Türkmenler ve Arapların önünde, kendilerini Irak'ta istikrar kaynağı olmaya ehil kılacak güveni inşa etme yollarını aralarında aramak dışında bir tercih yok. Bu da anayasanın Kerkük'te referandum öngören 140. maddesinin hayata geçirilmesiyle gerçekleşir.

(Londra'da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, Kürt uzmanı, 7 Şubat 2007)

(Radikal, 13 Şubat 07)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter