Türkiye'de yeni bir siyasal cinayet daha işlendi. Bu seferki cinayetin hedefi olan kişinin, ulusal kimliği ve bu yönlü mücadelesi neden hedef seçildiğini de göstermektedir.
Ermeni yazar Hrant DİNK, Türkiye'de Ermeni halkın uğradığı tarihsel ve güncel haksızlıklara karşı mücadelesiyle tanınan, demokrat aydın bir insandı.
Soykırıma uğramış, hep düşman olarak görülmüş mazlum bir ulusun aydını Hrant DİNK, kendi ulusunun haklı taleplerini dillendirirken, kendi halkının maruz kaldığı jenoside yakın saldırılar yaşayan Kürt halkının da yanında olmuş, halkımızın gerçek dostlarındandı.
"Ezilenlerin dili ortaktır."
Üzerinde yaşadığımız coğrafya'da çekilen acılarımız, uğradığımız haksızlıklar bizleri birbirimize daha fazla yakınlaştırıyor. Yitip giden zamanın boşluğuna kapılmak acılarımızı yok saymaktır. Vahşetin ve zulmün dayattığı korkuya teslim olmaktır. Her daim elleri halklarımızın kanına bulanmış insanlık düşmanlarının, geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi paramparça ettikleri-edecekleri köhnemiş çarkın altında ezilmektir. Ermeni ve Kürt halkı, devrimciler, düşünen sorgulayan muhalif herkese düşman diyen ırkçı-faşist sistem ve onun beslemeleri; bizden susmamızı, boyun eğmemizi, kölelik koşullarını kabullenmemizi istiyor.
Türkofobi tanımlaması yaptığımız değerlendirmenin pratik örnekleriyle örtüşüyor. Paranoyak "Türkçülük" hezeyanının nasıl bir biçime ve şekilciliğe dönüştüğünü anlamak hiçte zor değil."Ne mutlu Türk'üm diyene" sloganın da somutlaşan bu halk düşmanlığı bu sömürgeci zihniyet kendinden olmayana nefret beslemekte, onu yok etmeye odaklanmaktadır. Son yıllarda devlet güdümlü yükseltilen ırkçı-dıştalayıcı dalga, öyle bir boyuta ulaştı ki, Yargıtay baskınında olduğu gibi düzeniçi hesaplaşmalarda belli başlı güç odaklarının tasfiyesinde kullanılan saldırı aracına dönüştürülmüştür. "Türklük, bayrak, bölünmez vatan" hamaseti atılan, sahte ulusalcılık yarışında düzeniçi güçler kısasıya çekişme halindeler. Devlet partisi CHP, AKP, Genelkurmay, kontrgerillacıların partisi DYP, Kızılelmacılar ve isimlerini saymayı gereksiz bulduğumuz bütün düzen güçleri faşizmin sorumlularıdır.
TC devleti, Osmanlılının enkazı üzerinden şekillendi, emperyalistlerin icazetinde kurumsallaştı. Okul yaşamımız döneminde bizlere ezberletmek için çok uğraştıkları resmi tarih hikâyeleri de koskocaman bir yalan. Kemalistler, emperyalist devletlere tek kurşun bile atmamış, emperyalistlere uşaklık yapmanın dışında bir seçeneği tercih etmemişlerdir. Birinci Dünya savaşında, emperyalist devletlerin paylaşım savaşında çıkar sağlamak için savaşa dahil olan Osmanlı, bu saye de yıkılmaktan kurtulabileceğini düşünmüştü. Aynı Osmanlı dış siyasetinde Alman emperyalizmine yedeklenirken, içeride Anadolu ve Kuzey Kürdistan topraklarında Ermeni ulusuna soykırım uygulamıştır.
Bir buçuk milyondan fazla Ermeni insanı eşine benzerine zor rastlanır barbarlıkla katletmişler. Ermeni halkın yaşadığı yerleri yakıp-yıkmış, soykırım ganimeti olarak Ermenilere ait malvarlıklarına el koymuşlardır. Soykırımdan kurtulanların payına da sürgün düşmüştür."Çanakkale geçilmez" edebiyatı yapan, uyduruk kahramanlar yaratan sömürgeci sistemin ideologları, Ermeni ulusuna uygulanan jenosidi ya yok saymış ya da çarpıtarak basitleştirmeye çalışmışlardır."Ruslarla işbirliği yapan bazı Ermeni çeteler, bölge halkına saldırıyordu, buna karşı gereken önlemler alınmış, bu çeteler bozguna uğratılmıştır." Dün ve bugün, sömürgeci sistemin ideologları kendilerini haklı göstermek, soykırım suçunu kabul etmemek için, genel anlamda bu şekil savunma refleksi geliştirmekteler. Çanakkale'de Alman generallerin komutasında, onlar adına mevzilenen Osmanlı ordusu, içeride Ermeni halkı soykırımdan geçirmiştir. TC devleti de, bu soykırımcı ve katliamcı geleneği sürdürmüş, Osmanlının yarım bıraktığını onlar tamamlamıştır.
Sömürgeci-faşist devlet, tek ulus(Türk ulusu) modelini, 1920'li yıllarla birlikte, tedip-tenkil ve tehcir politikasıyla dayatmış, Kürt halk hareketlerini kanla bastırarak sistemini kurumsallaştırmıştır. Sistemin üç ana ayağı; Yargı-yasama-yürütme mekanizması bu temel programa hizmet etmektedir. Kürt ve Ermeni halkının maruz kaldığı tarihsel ve güncel haksızlıklara karşı çıkmak, Kürdistan'ın sömürge gerçeğini dillendirmek vs. Cezai yaptırımlarla cevaplanıyor. Zindan, sürgün ve katletmek devletin her döneminde başvurduğu sistematik saldırılardır. Mustafa SUPHİ ve 14 Komünist parti üyesinin Trabzon da komployla katledilmesi örneği de TC devlet gerçeğini daha ilk yılları itibarıyla kavramak açısından öğreticidir. Osmanlıdan alınan komploculuk ve tasfiye etme politikalarının Kemalistlerin de en sık başvurdukları yöntemler olduğu su götürmez bir gerçektir. "İç düşman" fobisi süreklileştirilmiş, halk hareketlerinin ve halkların katliamında "meşruiyet" ve psikolojik baskı böyle şekillenmiştir. TC'nin seksen küsurluk tarihi bu açıdan sayısız örnekle doludur. Yani, katliam, provokasyon, darbeler tarihidir. Ordu ve işbirlikçi tekelci burjuvazi, sömürgeci faşist sistemlerini korumanın tek yolunun daha fazla terör ve zulüm eşliğinde olabileceğini hesaplıyor, uyguluyorlar. TC egemenlerinin mevcut katı ve militarist duruşu, anti-demokratik, faşizan yapısı onun sınıfsal karakterinden kaynaklıdır. Özellikle, sömürgeleştirdiği Kürdistan'ın kuzey parçasındaki ulusal çelişkinin artmasına paralel saldırganlıklarını tırmandırıyorlar."Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum" denilerek, ezen-ezilen sınıf çelişkisi görmezden gelinmiş, sömürülerinin adı "milli değer yaratma" olmuştur." Herkes "Türk'tür" dayatması sistemin temeline oturtulmuş, Kürtlerin varlığı yok sayılmıştır. Ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı, özel savaş politikalarını kesintisiz sürdürmekteler. İşte, Ermeni yazar Hrant DİNK'i katleden de yukarıda kısa başlıklarla ifade ettiğimiz TC devletidir.
"Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardık" H. DİNK
Hrant DİNK,19 Ocakta genel yayın yönetmeni olduğu AGOS gazetesinin önünde faşist tetikçilerin arkasından sıktıkları üç kurşunla hayatını kaybetti. Cansız bedeni bir buçuk saat vurulduğu yerde kaldı. Bunun gerekçesi de savcının gelmesi beklenmiş. Aslında bu durum bizlerin hiçte yabancısı olmadığı öç ve teşhir anlayışının bir ürünüdür. Mesaj açık; Devletle uğraşanların sonu bu. Öldürdüğü insanların cansız bedenlerini kendi gücünü kanıtlamanın aracı olarak kullanan, aşağılık ve iğrenç bir devlet karşımızdaki. Cinayetin hemen ardından, ilerici-devrimci güçler, olayın duyulmasının akabinde harekete geçmiş, 19 Ocak akşamı binlerce insanın katıldığı protesto yürüyüşünü örgütleyerek,"katil devlet hesap verecek" sloganıyla katil adresini göstermişlerdir. Ortaya konan bu tavır, ilerici-devrimci güçler açısından anlamlı ve olumlu olmuştur.23 Ocak'ta, 150 binden fazla insanın katıldığı cenaze töreni, TC devletinin resmi ideoloji ve politikalarının halklarımız nezdinde iflasının belgesidir.
Hepimiz ERMENİYİZ şiarını yüzbinler haykırmıştır.
Cinayetin ardından ortaya çıkan "yeni" gelişmelerle beraber her çevre, düşünce ve tavrını açıklamaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Ortadoğu'da emperyal yayılmacı emelleri, Türk egemen sınıfın kendi aralarındaki hesaplaşmaların başlıca nedenleri arasındadır. Özellikle, 2004 yılından itibaren genelkurmayın inisiyatifinde (emir-komuta biçiminde) değişik araçlar kullanılarak yükseltilen ırkçı-dıştalayıcı dalga, linç olayları, bayrak şovlar, Şemdinli saldırıları vs. hemen hepsi Türk genelkurmayının iktidar gücünü arttıran ve otoritesini yeniden tesis eden gelişmelerdi. Türk genelkurmayı, Şemdinli'de olduğu gibi, suçüstü yakalanan kontrgerilla elemanlarını "iyi çocuk" göndermeleriyle sahiplenmişti. Yine, Mersin'de bayrak bahanesiyle "sözde vatandaş" tanımlaması yapmış, Kürt halk düşmanlığının fitilini, ırkçı saldırılar örgütleyerek tutuşturmuştu. Bu kısa örneklerden de anlaşıldığı üzere, Hrant DİNK cinayetinde de ibre genelkurmayı gösteriyor."Derin mi sığ mı" tartışmaları gerçek failin (yani genelkurmay'ın) suçunu göz ardı etmektir. Hrant DİNK'i katleden faşist tetikçilerin tepesindeki azmettirici güç genelkurmay'dır, sömürgeci sistemdir. Cinayetin zamanlaması ve hedefleri hakkında ilk etapta şunları söyleyebiliriz;
Bir;
1915'teki Ermeni soykırımını yapan ordu ve bürokratik zümre, TC devletinin kurumsallaşma sürecinin de faal unsurlarıdır. Dikkat edin, birkaç ordu paşası (Talat-Enver ve Cemal üçlüsü) dışında, Osmanlıdaki yönetici elit, TC devletinde de etkin konumlarını korumuşlardır. Mesela, Ermeni soykırımında rol alan ordu komutanlarının çoğu "milli kurtuluş savaşı" diye yutturulan sürecin hazırlık aşamasındaki Sivas ve Erzurum Kongrelerinde cephe komutanı ve delege olarak yer almışlardır. Yani; M. Kemal'in çevresinde kümelenen "silah arkadaşları" Ermeni ulusunu soykırımla yok etmiş birer katiller topluluğudur. Şimdilerde, tarihi sorgulama havasına giren bazı "aklıselim" yazar ve "muhalif siyasetler", Ermeni halkın acılarını paylaşma nutukları atarken, TC'nin soykırımcı geleneğin "kabuk değiştirmiş" devamı olduğu gerçeğini unutturmayı da elden bırakmıyorlar."Ermeni katliamları Osmanlı döneminde olmuştur, Türkiye Cumhuriyeti suçlanamaz. Ülke olarak çağdaş ve demokratik kriterleri rehber alıyorsak, Osmanlı döneminde yaşanmış bu katliamlardan duyduğumuz üzüntüyü dile getirelim." Cinayetten sonra, basın ve medya organlarında sıklıkla karşılaştığımız geçmişi sorgulama mahiyetindeki yorum ve önerilerin kapsamı böyleydi. Bu tür yaklaşımların özü-özeti; "Kaş yapayım derken göz çıkarmaktır. "Tarihe resmi ideolojinin kalıplarıyla bakan, bakarken de çarpıtan, sömürgeci Türk egemenlik sistemine dokunmadan yapılan değerlendirmeler, soykırımla yüzleşememe ve doğru dersler çıkarmama sonucuna tekabül ediyor. Aslında denklem basit. 1915'in sonrasında TC devleti soykırımcılığı derinleştirmiş, kendileri için tehdit olarak gördükleri Kürt halk hareketlerini de kanla bastırarak, Kürt ulusal potansiyelini tıpkı Ermenilere yaptığı gibi tasfiye etmeye çalışmıştı. 1915'ten fazla değil, beş yıl sonra 1920'lerden başlayarak 1938'lere kadar kesintisiz, Anadolu ve kuzey Kürdistan da oluk oluk kan akıtmışlardır. Şimdi; Osmanlı+Terakkiciler = TC+ Kemalistler birbirinin yansıması, devamı olduğunu belirtelim. Belirtelim ki, tarihle hesaplaşma payelerine bürünen bazı kesimlerin TC'ye ve Kemalizm'e toz kondurmama niyetlerini daha aleni görebilelim. Yine; "TC'nin kuruluş felsefesini öven, M. Kemal'i 20. yy'ın en büyük devrimcisi gören, Devletten büyüklüğüne yakışan adımlar bekleyen, fırsat tanınması durumunda devlete hizmet etmek isteyen(leri)," nereye koyacağımızı bilelim. Yukarıda değindiğimiz gibi, denklem basit. Aynılar aynı- ayrılar ayrı. Tarihsel arka plan ve yaşanmakta olan süreç bu saflaşmayı her zaman doğurmuş, doğurmaktadır.
TC, soykırımcı yönetim geleneğinin bir uzantısı, ırkçı ve şoven politikalarıyla halk kitlelerini zehirleyen, faşist- sömürgeci bir devlet aygıtıdır.
TC, emperyalist dünya düzeninin bir parçası, onun sadık uşağı, emperyalist devletlerin icazetinde kurumsallaşan, emperyalist barbarlığın bölgedeki ileri karakollarındandır.
TC, Kürt Ermeni Türk… Halk düşmanlığını sisteminin temel politikası haline getirmiş, Ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine karşı, devlet terörünü özel savaş rejimiyle süreklileştirmiş bir "karşı savaş", kontrgerilla cumhuriyetidir.
Hrant DİNK'in katledilmesinden sonra, özellikle burjuva medya ve liberal solcu yazarlar "devletin içine sızmış çeteler" edebiyatıyla dikkatleri "bazı kötü niyetli devlet memurlarına" çekmeye çalıştılar. Hatırlanırsa, 2006 yılının Mart ve Nisan aylarında peş peşe yaşanan "çete" operasyonlarında da aynı argümanları epeyce kullanmışlardı. Bizde, halka empoze etmeye uğraştıkları "devleti çetelerden arındırma" senaryosuna karşılık kısaca; Yapılan operasyonlarda yakalananların yaptıklarını bazı devlet görevlilerinin menfi davranışlarıyla izah etmek, devleti korumanın bir çeşididir. Çeteleri uzak iklimlerde aramaya gerek yok. Halklarımıza karşı örgütlenen seksen küsur yıldır süregelen asıl büyük çete TC devletinin kendisidir," demiştik. Hrant DİNK cinayetinin akabinde tekrardan alevlenen "derin çeteler" tartışmasına bilirkişi olarak renk katabileceğini düşünen bin operasyoncu M. Ağar ne diyordu; "Derin devlet derin milletin iradesidir." 1920'li yılların başlarında devlet-ulus(millet) modeli biçiminde kurumsallaştırılan irade, TC devletinin kendi iradesidir. Hrant DİNK'in neden hedef seçildiği de gayet açık. Ermeni kimliğini gizlemeyen, devletin resmi ideolojisi ve inkârcılığını eleştiren, demokrat muhalif bir gazeteciydi. Bu da, devletin faşist tetikçilerinin hedefi olmasına yeterli nedendi. Türkiye'de tabu sayılan resmi ideolojiyi sorgulamak, TC'nin temel yasalarına karşı gelmek başlı başına bir öldürülme nedenidir. Payına, ya öldürülmek ya zindanlara girmek ya da sürgüne gitmek düşüyor.
Cinayette kullanılan kişilerin daha önceleri ilişkilendiği çevreler ve memleketlerinde yaptıkları hakkında çok şey yazıldı, çizildi. Bu açıdan bizim için karanlıkta kalan bir yan yok. Faşist inlerde yetişmiş, Jitem'ci ve polis "ağabeylerinin" gözetiminde suikastta hazırlanmışlardır. TC devleti her dönem böyle lümpen, ırkçı tipleri özellikle kullanmıştır.6-7 Eylül olayları, kanlı pazar, Maraş, Çorum, Sivas vs… katliamları ve politik cinayetlerde kullanılan faşist tetikçiler aşağı yukarı aynı kişilik özelliklerine sahipler. Devlet, kullandığı bu faşistleri daha sonraları "kahraman" ilan edip, gayri-meşru düzeninin bir yerlerinde konumlandırarak ödünlendiriyor. Tetikçilikten mafya reisliğine veyahut meclis koltuklarına uzanan örnekleri vermemize gerek var mı? Biliyorsunuz zaten…
Hrant DİNK cinayeti sistematik, planlı, organizeli bir konsept çerçevesinde şekillenmiştir. Yargı, Ordu, AKP, Polis ve yedek kuvvet faşist unsurlar cinayetin suç ortaklığında birleşmişlerdir.
İki
; Türkiye de, yaklaşmakta olan cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesi kaotik bir ortam yaratılmak istendiği kesin. Düzeniçi güçler arası paylaşım ve rant kavgalarının en azından Mayısa kadar süreceği anlaşılıyor. En nihayetinde çelişkileri sistem krizine dönüştürmemeye özen göstereceklerdir. TC egemenleri, antlaşmazlık durumunda oldukları konularda zamanı geldi mi "ulusal" mutabakata varma hünerini sergilemeyi de bilirler. Ordu ve AKP arasında var olan sıkıntılar tali sorunlardır. Sömürgecilikte, emperyalizme uşaklıkta, emekçileri açlık ve sefalete iten politikalarda aynı kaygıları taşıyor, saldırganlığı birlikte yürütüyorlar. İkisi de, İşbirlikçi tekelci burjuvazinin düzen bekçiliğini yapıyor. Cumhurbaşkanları kim olmalı, seçimlerde hangi parti hükümet olmalı tartışmaları, bizim açımızdan yapay, emekçi sınıfı boş beklentilerle oyaladıkları yanılsamalardan ibaret bir süreçtir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan emekçilerinin bu yanılsamalı oyunlardan hiçbir çıkarı olamaz. Cumhurbaşkanın eşi türbanlı mı türbansız mı olmalı, AKP- CHP-MHP kim sandıktan çıkmalı tartışmalarını ret etmek, parlementarist masal anlatımlarını teşhir etmek günün görevleri arasındadır.
Yukarı da, kaotik bir süreç dayatılıyor demiştik. Bunu yapanlar kim, kimler? Tabiî ki TC'nin egemen güçleri. İşte Hrant DİNK'in katledilmesi de bu güçlerin eseridir. AKP cinayeti hükümetine dönük kurulmuş komplo olarak değerlendirip, mazlum ve masum modunda. Şemdinli bombası patladığında,"derin devleti tanımayan, yok öyle bir şey" diyen AKP, şimdi de ne hikmetse "derin devlet hep olmuş, küçültmek gerekir" açıklamaları yapıyor. Hrant DİNK'i mahkeme önlerinde faşist sürülere linç ettirme yasası 301'i sanki onlar çıkarmadı, Ermeni sorunlarını konuşmak için düzenlenen paneli Adalet bakanı "bu panel milleti arkadan hançerlemektir" kükreyişiyle tehditler savurmadı değil mi? AKP dün yaptığını ve söylediklerini nasıl unutturabilir? Şimdi, göstermelik görevden uzaklaştırma ve üzerine gitme hikâyeleriyle cinayeti siyasal rant aracına çevirme peşinde. Hem katil hem mazlum, öyle mi?
Türk genelkurmayı da, ilk önce timsah gözyaşını cenazeye gönderdiği bazı subaylarıyla döktü. Cinayeti kınayan açıklama yaptı. Sonra, TGRT kanalının yayınladığı görüntülerde Jandarma-tetikçi samimiyeti gün yüzüne çıkınca, klasik komplo tekerlemelerine sarıldı, bu TV kanalını açıktan tehdit etti. Oda, sistemin kurucu unsuru benim, bu devleti ben kurdum diyerek, son yıllarda yıpranan egemenliğini yeniden düzeltme, bunu herkese kabullendirme derdinde. Yine, özellikle vurgulamak gerekir; Güney Kürdistan'daki gelişmeleri boğma amacı çerçevesinde, Kerkük'te referandum sürecine giden yolu sabote etme girişimleri de yarattıkları kaotik süreçle birebir bağlantılıdır. ABD ile son günlerde hızlanan diplomasi trafiği bu beklentilerle devam ediyor. En son MİT sözcüsünün "savunmadan çıkıp atak politika yapma" önerisi de genelkurmayın Ortadoğu stratejisiyle örtüşüyor. TC egemenleri, bir türlü vazgeçemedikleri emperyal hayallerinin gerçeğe dönüşmesinin, emperyalizme daha fazla uşaklıkla mümkün mertebe olabileceğini salık veren makul yaklaşımlarıyla, Bölge de uğursuz ve kirli yeni saldırılarda yer alma hesapları içersindeler…
Hrant DİNK cinayeti TC'nin halklara yaklaşımının aynasıdır. Ve bu faşist-sömürgeci-katil devlet yeni katliamlarla, cinayetlerle, terör yasalarıyla kendi bildiğini okumaya devam edecek. Bu devleti durdurmanın tek yolu ise; devrimci mücadeleyi büyütmek, sömürgeci sistemi yerle bir etmekten geçiyor.
Şubat 2007