“‘70’li yıllarda devrimci yurtsever düşüncelerin oluşturulmasında ve ülkeye, gençliğe ve halka taşırılmasında, pratik ve örgütsel mücadelede, direnişlerde, gerilla ve giderek serhildanlarda mücadelenin esas yükünü devrimci yurtsever gençlik çekmiştir. Bugün de çok önemli, hatta tarihsel bir rolü var.”
“Günümüz Kürdistan’ında giderek etkinlik kazanan modern bir tabaka da aydınlar ve gençliktir. Son yıllarda hızla gelişen Türk egemenliğinin amaçları doğrultusunda eğitilmeye çalışılan bu tabakanın ulusal ve sınıfsal bağları, kararsız ve iyice oturmamış bir yapı görünümündedir. Türk burjuvazisi bunları, kendi ulusal bütünlüğü içinde eritmek ve sınıf çıkarları doğrultusunda kullanmak için, yoğun bir asimilasyondan geçirmektedir. Türk ulusunun damgasını taşıyan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal kurumlarda çalışmak, Türk dili ve kültürünün özümsenmesini gerektirdiğinden, böyle bir yapıyı kişiliklerinde somutlaştıramayanlar, ekonomik ve sosyal alanda başarılı olamamaktadırlar. Türk burjuvazisinin bu politikasının kurbanı olan bir yığın okumuş genç ve aydın Kürt, çağdaşlaşmayı Türkleşmekten ayrı görememekte, böylece kendi ulusal kişiliklerini kazanamadıklarından, hâkim ulusa uşak olmaktan kurtulamamaktadırlar. İki ulus arasında tampon durumunda bulunan bu aydınlar ve gençliğin sınıfsal bağları da karmaşık bir yapıdadır. Genelde Türk hâkim sınıflarıyla sıkı ilişkiler içinde bulunan ve onlardan ancak uşaklık sıfatlarıyla ayırt edilen Kürt hâkim sınıflarının yapısı, onlardan kaynaklanan gençlik ve aydın kesim üzerine de yansımaktadır. Hangi ulusa ait olduğunu göremeyenler, hangi ulusun hâkim sınıfından olduğunu da kararlaştıramazlar. Aydın ve gençlik içinde uşaklığın en çok geliştiği kesim bunlardır.
Orta ve yoksul sınıflardan gelen gençlik ve aydın kesimi, durumunu biraz daha objektif olarak görebilmektedir. Ülke ve halk üzerindeki sömürgeci ve feodal-komprador egemenliğin, kendi gelişmesi önünde de en büyük engel olduğunu bilmektedir. Hâkim ulus içinde “kurtuluş” yolunun giderek daraldığını, ülkesine ve halkına dönüş yapma zamanının gelip geçtiğini görüp, buna göre davranışlarını değiştirmektedir. Bu davranış değişikliği, bu kesimde yurtseverliği geliştirmektedir.
Tarihin her döneminde, halklara ve sınıflara bilinç dışarıdan götürülür. Üretimden kopuk bir “azınlık”, teori oluşturup, dışarıdan bunu halka ve sınıfa mal etmekle uğraşır. İster ilerici, ister gerici sınıflar için olsun, bu gerçeklik her sınıf için geçerlidir. Bilinçli ve örgütlü bir “azınlık” oluşturamayan halklar veya sınıflar, ekonomik ve politik amaçlarını geliştiremezler. Yüzyıllarca tam bir toplumsal durgunluk içinde bulunan sömürge halklarının, bilinçli ve örgütlü “azınlık” oluşmadan, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadeleleri gelişip başarıya ulaşamaz. Sömürge halklar için, bilinçli ve örgütlü bir “azınlık”ın önderliğinde yurtsever gençlik ve aydın hareketi geliştirilmeden, ulusal bağımsızlık hareketi de gelişemez.
Yabancı egemenlik altında sürekli ayakta tutulan aşiretçi-feodal toplum yapısı nedeniyle, bilinçli bir yurtsever aydın-gençlik hareketinden yoksun bulunmak, bağımsızlık için yapılan direnme hareketlerimizin büyük bir eksikliğidir. Ancak son yıllarda toplumsal yapımızda modern bir aydın-gençlik kesiminin şekillenmesi bu eksikliği gidermiş; sömürgeciliğe karşı mücadelenin özellikle başlangıç aşamasında belirleyici bir rol oynaması gereken bilinçli “azınlık” faaliyeti ve bu “azınlık”ın önderliğinde yurtsever aydın-gençlik hareketi başlatılmıştır. Bunda, çağını çoktan kapamış bulunan burjuva milliyetçiliği yerine bilimsel sosyalizm öğretisinin aydın-gençlik kesiminde büyük ilgi ve taraftar bulması, ülkenin bağımsızlığa ve demokrasiye kavuşmasının ancak bilimsel sosyalizmin rehberliği altında mümkün olacağı kesin inancı rol oynamıştır.” (Kürdistan Devriminin Yolu, 1978)
‘70’li yıllarda devrimci yurtsever düşüncelerin oluşturulmasında ve ülkeye, gençliğe ve halka taşırılmasında, pratik ve örgütsel mücadelede, direnişlerde, gerilla ve giderek serhildanlarda mücadelenin esas yükünü devrimci yurtsever gençlik çekmiştir. Bugün de çok önemli, hatta tarihsel bir rolü var. Elbette bugünkü gençlik, ‘70’li yılların gençliği değil, o günden bu güne çok şey değişti. Her açıdan bu böyledir. Dünyamızda meydana gelen değişimler, en çok gençliği etkiledi. Kürdistan gençliği de hem dünyadaki bu baş döndürücü değişimlerden etkilendi, hem de Kürdistan’da meydana gelen değişim ve gelişmelerden etkilendi. Bu değişimleri ve bunların gençlik yapısına etkilerini kavramadan bugün gençliğin devrimci yurtsever görevlerini de kavramamız olanaklı değildir.
Bugün Kürdistan gençliğini ekonomik, toplumsal, politik, ideolojik ve kültürel açıdan değerlendirmemiz, içinde bulunduğu koşulları ve bir toplumsal kategori olarak durumunu ve bu durumun nasıl oluştuğunu belli bir tarihsel perspektif içinde değerlendirmemiz gerekir. O nedenle son birkaç on yılın gelişmelerini gençlik açısından değerlendirmek, toplumsal, politik ve ideolojik olarak içinde bulunduğu durumu ana çizgileriyle özetlemek gerekiyor. Bu, bugünkü gençliği daha doğru kavramak, görev ve sorumluluklarını anlamak açısından önemli ve kaçınılmazdır. Önce kendi tarihimize kısa bir gezinti… Bu kısa gezintide gençliğin o süreç içinde oynadığı rolü, başarı ve başarısızlıklarını anlamamız da mümkün hale gelir.
I.
KUKM ve Gençlik
a) ‘70’li yıllar ve Gençlik
1970’li yılların başında gelişen Devrimci Hareket, Türkiye ve Kürdistan tarihine, gençliğin ideolojik ve politik duruşuna çok önemli etkilerde bulundu. Yine Vietnam Devrimi, Latin Amerika ve Afrika’daki sömürge ve bağımlı ülkelerde gelişen ulusal kurtuluş hareketleri, gençliğin ideolojik ve politik ufkuna önemli etkilerde bulunmuştur. Gençlik, özellikle okuyan gençlik, üniversite gençliği kendisini devrimci ve sosyalist olarak tanımlamakta, ülke ve sınıfsal sorunlara doğrudan ilgi duymakta ve devrimci politikanın etkin bir öznesi olmak için yoğun bir çaba sarf etmektedir. Toplumsal olaylara, politik gelişmelere son derece duyarlı, dinamik, özverili, samimi bir kişilik profili sergilemektedir.
1970’li yılların ortalarında Türkiye devrimci hareketi yenilmesine, önderleri tarihe iz bırakan direnişlerde yitirilmesine, örgütsel yapılar dağılma boyutunda yenilgiye uğratılmasına rağmen, gençlikte, düşünsel ve ruhsal yapısında yenilginin izleri değil, direnişin, ayağa kalkışın, daha etkin ve bilinçli politik sorunlara müdahale etme düşüncesi ve ruhu egemendir. Böyle bir düşünsel ve ruhsal ortam, çok önemli ve devrimci hareketlerin yeniden toparlanıp ayağa kalkmalarında belirleyici bir etkendir. Örgütsel yenilgiye rağmen ruhsal ve moral direniş, coşku ve heyecan hâkimdir ve bu, her şeyden önce devrimci hareketlerin ve önderlerinin etkileyici direnişlerinin, boyun eğmez duruşlarının bir sonucudur!
Bu hareketin içinde Kürdistanlı gençler de vardır. Bunlar toplumsal olarak emekçi sınıflardan gelmektedirler. Bunun yanında bir de Irak-KDP’den etkilenen belli bir gençlik kesimi vardır. Bunlar da kendilerini T-KDP ve DDKO içinde ifade etmeye çalışmışlardır. Bunlar ideolojik olarak sosyalizmden, ulusal kurutuluş hareketlerinden etkilenen ve genel olarak Kürt egemen kesiminden gelen gençlerdir. 12 Mart askeri darbesi Türkiye devrimci hareketine yöneldiği gibi Kürdistan’daki devrimci yurtsever eğilimlere, örgütlenmelere yönelir, hem de çok yoğun olarak… Kürt halkı üzerinde de korkunç boyutlarda işkenceler, tam anlamıyla teslim alma ve sindirme operasyonları uygulanır. Bunun sonucu 1970’li yılların başında beliren eğilim ve hareketler büyük ölçüde dağıtılır ve ezilir…
1970’li yılların ortalarından itibaren Türkiye ve Kürdistan’da politik hareketlenmeler, genel olarak bir gençlik hareketi biçiminde yeniden şekillenir ve gelişmeye başlar. Bu yıllar diğer gruplar için olduğu kadar PKK için de bir çekirdek olarak şekillenme yıllarıdır. Bu çekirdeğin kadrolarının tümü gençtir, hemen hemen tümü üniversitelerde okumaktadır. Bu yıllarda emekçi, yoksul, işçi ve köylü çocukları sayıca daha fazla üniversitelerde okumaya başlamışlardır. Anılan çekirdeğin içinde yer alanların hemen hemen hepsi “Baldırı çıplakların” çocuklarıdır. Türkiye devrimci hareketinden etkilenmiş, büyük bir bölümü onların içinden gelmiş, dünyayı ve toplumsal gelişmeleri araştırma, tartışma, inceleme ve öğrenme olanağı bulmuş, belli bir politik bilinç düzeyini kazanmış gençlerdir. Bu gençler, genel olarak kendinin ve Kürdistan gerçekliğinin bilincine varmış, sınıfsal kökenlerinin bilincinde, ideolojik olarak kendisini devrimci sosyalist ve yurtsever olarak tanımlamışlardır. Bu ideolojik bakışları kendilerine tarihsel roller biçmelerini, bu rollerine uygun bir yaşam tarzı çizmelerini, davalarında samimi, ciddi ve tutarlı olmalarını koşullamıştır. Teorik olarak, söz düzeyinde 1970’li yılların hemen hemen bütün grupları kendilerini böyle tanımlamışlardır. Elbette ideolojik ve teorik yaklaşımlarında biraz derinlere gidildiğinde farklılıklar da belirginleşiyordu. Yine sınıfsal konumların koşulladığı yaşam tarzlarındaki farklılıklar da göze çarpıyordu. Anılan bu iki kategorideki farklılıkların da etkilediği ve koşulladığı temel farklılık, davalarında, yani söz ve iddialarındaki samimiyet ve ciddiyet farklılığıydı.
Kürdistan açısından devrim bir ihtiyaçtı. Bu ihtiyacın bilincine de varılmış ve bu, belli bir ideolojik ve politik çizgi olarak tanımlanmıştır. Bunun arka planında dünya çapında Vietnam şahsında gelişen devrim, ulusal kurutuluşçuluk dalgası var. Türkiye devrimci hareketinin yenilgisine rağmen devrimcilik ve sosyalist kimlik dönemin en gözde değerleri niteliğindedir. Bu etkenler ve koşullar, devrimin nesnel ve öznel koşullarının belli bir olgunlukta, elverişlilikte olduğunu anlatmaktadır. Bu noktada artık belirleyici olan bu bilinç ve duruşun kendini bir politik program ve devrim iddiası olarak ortaya koyması ve pratik yaşama geçirmesidir. Pratik yaşama geçirme, politik hareket olarak örgütlenme ve bunun her alandaki mücadelesini vermede bazı temel özellikler öne çıkmaktadır:
İddiada samimiyet, ciddiyet ve tutarlılık, salt birer ahlaki özellik olarak değil, politikada başarının anahtarı politik nitelikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi iddiasında samimi olanlar için, okul, meslek, aile, gelecek kaygısı, yaşam endişesi birer engel olmaktan çıkmaktadır. Burada kendini tam anlamıyla davaya verme, katma ve akıtma söz konusudur. Bunu yapanların, genel ve esas olarak, sınıfsal olarak “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri” olmayanların olması anlaşılırdır. Genel olarak emekçi ve yoksul olan Kürdistan halkının “Kölelik zincirlerinden başka” kaybedecek neyi vardı? Ama devletle bireysel ve ailesel ilişkiler geliştirmiş, kendilerini bu düzene binbir bağla bağlamış Kürt egemen sınıflarının “kaybedecekleri çok şeyleri vardı”. O nedenle onların bir Kürt ulusal sorunu yoktu. Bu, salt teorik bir tespit değil, günlük yaşamın her gün doğruladığı bir gerçeklikti. Dolayısıyla yukarda vurguladığımız kendi iddiasında samimi, tutarlı ve ciddi olma özeliklerinin böyle bir toplumsal-sınıfsal arka planının olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Sonraki yıllarda devrimin, savaşın esas yükünün bu “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanların” çekmiş olması kesinlikle rastlantı değildir. Bugün tarih konusunda ahkâm kesenler, o gün ayrıntı gibi algılanan, ama gerçekte başarı ve başarısızlığın mihenk taşlarından olan bu özellikleri ve bunların nasıl hayata geçirildiğini es geçmektedirler. Şu örnekler çarpıcı değil mi?
Kürdistan devrimi, ulusal kurtuluş, emekçiler, sosyalizm sözlerini bolca kullanan, bunu sayfalar dolusu dergilerde yayınlayanlar, yeri geldiğinde ve gerektiğinde, politik ihtiyaç kendisini dayattığında ne yaptılar? Başka bir deyişle bu iddialarını politik bir yaşam tarzına dönüştürmesi gerekenler, okullarının sıralarına yapışmaya, Ankara’daki koltuklarını terk etmemeye devam ettilerse, bir elini sıcak sudan çıkarıp soğuk suya koymaktan çekindilerse, “tatlı aile yaşamının” rehavetinden ödün vermedilerse, bunların, başarı kazanması, toplumda güvenilir, inandırıcı ve saygın olması mümkün müydü? Yine bu gibileri, genel baskı ve sindirme dalgasının sonucu tutuklandıklarında direniş göstermeleri mümkün müydü? Bu gibilerinin rahat dönemlerde çıkardıkları dergilerini mahkeme kürsülerinde sahiplenme ve savunma gücünü göstermeyip “Ticari amaçlarla çıkardıklarını” söylemeleri, daha ilk zor karşısında teslim olmaları, dahası teslimiyeti teorileştirmeleri anlaşılır değil mi?
Kısacası 1970’li yıllardaki gençlik ve gençlik hareketi, devrimci yurtsever nitelikteydi; onların öncüleri daha sonraki yılları ve tarihi, etkileyen politik programlara ve eylemlere imzasını atmışlardır. Elbette bunu, gençlik adına değil, bir halk, bir sınıf adına, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi adına yapmışlardır. Bu politik hareketin etkisindeki gençlik ve gençlik hareketi de okumaya, incelemeye, tartışmaya açık, dinamik, duyarlı ve atak bir yapıda dönemin görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmışlardır. Okullarında akademik-demokratik talepler için ve faşist yapılara karşı, işyerlerinde işçi grevleri ve eylemlerinde, köylülerin çeşitli konulardaki mücadelelerinin yanında ve içinde olmuşlardır. O dönemde gençlik ve politika kavramları neredeyse özdeş kavramlar haline gelmiştir. Kürdistan’da halkın devrimcileri “Talebeler” sözcüğü ile anmaları, bir yönüyle bu gerçekliğin halkın dilende ifade edilmesinden başka bir şey değildir.
Gençlik ve devrimci politika, gençlik ve toplumsal olaylara duyarlılık, gençlik ve özverili mücadele kavramları, bu dönemin zihinsel ve ruhsal terminolojisine damgasını vurmuştur. Böyle olduğu içindir ki 12 Eylül Faşizminin intikamı büyük olmuştur.
b) 12 Eylül ve Gençlik
12 Eylül Faşizmi, bir karşı-devrim hareketidir. En önemli hedeflerinden biri, gençliği depolitize etmektir. Ama bu hedefini gerçekleştirmek için ‘70’li yılların genç kuşaklarını bir bütün olarak cezalandırmak, politikaya, toplumsal olaylara ilginin faturasının ne denli ağır olduğunu göstermek istedi. Bunu baskı ve şiddet, işkence, tutuklama, hapis, idam gibi yöntemlerle gerçekleştirmiştir. Baskıyla bastırma, susturma, cezalandırma ve teslim alma hedeflerini polisiye yöntemlerle gerçekleştirmek, belki kısa vadede sonuç verirdi. Ancak uzun vadeli bir depolitizasyon programının kurumlaştırılması sonuç alıcı olabilir, gençliğin devrimci politikaya ilgisi en alt düzeye inebilir, hatta tümden ortadan kalkabilirdi. Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), bu depolitizasyon programının en önemli kurumlarından biridir. Bundan önce baskı, cezalandırma ve sindirme, yılgınlığı içselleştirme hareketlerine ideolojik ve psikolojik saldırı kampanyaları eşlik etmiştir. Basın ve yayın kuruluşları, okullar, hatta sokak, bu kampanyanın etkin araçları ve alanları haline getirilmiştir. Bunlar da depolitizasyon programının etkin unsurları olarak ele alınmış ve kurumlaştırılmıştır. Giderek bu ideolojik ve psikolojik saldırı hareketi sonuç vermeye, öğrenci gençlik içinde politikaya, özellikle devrimci politikaya karşı ilgisizlik, bireysellik, bireyci yaşam ilişkileri gelişmeye ve egemen olmaya başlamıştır.
İdeolojik ve psikolojik saldırı hareketinin çok önemli bir boyutu da kültürel alanda izlenen politikalardır. Amerikan yaşam tarzının arabesk versiyonu, bunun tipleri ve yaşam tarzı gençliğin önüne örnek alınması gereken modeller olarak konulmuştur. Sanat, sinema ve diğer etkinlikler bunun etkin araçları haline getirilmiştir.
Kabul etmek gerekir ki, 12 Eylül faşizmi bu alanda önemli bir başarı sağlamıştır. ‘70’li yılların gençliği şahsında devrimci politika, devrimciliğin en önemli politik ve ahlaki özellikleri ve kavramları mahkûm edilmiş, cezalandırılmış, bu, önemli bir toplumsal-kitlesel korkuya dönüştürülmüş, bunun üzerine bireyci yaşamın en geri, en çürümüş biçimleri monte edilmiştir. Bu sindirme ve teslim alma, depolitizasyon programının, aynı zamanda dünya çapında geliştirilen neo-liberal saldırı politikası ve onun ideolojik, kültürel ve ahlaki çizgileri gibi uluslararası bir arka plana oturduğunu da unutmamak gerekir. 12 Eylül faşizmi devleti, onun kurumlarını, toplumu yeniden örgütler ve kurumlaştırırken, bir yandan böyle bir uluslararası araka plana dayanırken, bir yandan da o güne dek yaşanılan deneyimleri derinlemesine özümasmiştir. Bu dersler ışığında gençliği tam anlamıyla ve her yönüyle cendere içine almıştır. YÖK, basın yayın, sinema, günlük yaşamın etkin bir parçası haline getirilen polisiye baskılar gençliği teslim almada ve depolitizasyonda en belirleyici roller oynamışlardır. Bunların yanı sıra bu saldırı ve onun sonucunda oluşan korkuyu içselleştiren aileler de bu süreçte olumsuz bir rol oynamış, depolitizasyon programının bilerek veya bilmeyerek etkin bir unsuru olmuşlardır.
Kısacası 12 Eylül, başta gençlik olmak üzere toplum üzerinde bir depolitizasyon programını uyguladı, her şeyi buna göre kurumlaştırdı. Kabul etmeliyiz ki bu konuda belli bir başarı da kazandı. Ancak bu programını Kürdistan’da tümden ve uzun vadeli olarak başaramadı, bunun da temel nedenleri var. Bunların neler olduğuna geleceğiz.
26 Şubat 2007
SOSYALİS-ŞOREŞGER
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)