0 0
Read Time:8 Minute, 35 Second

/ SOSYALİST-ŞOREŞGER
ImageHer yıl olduğu gibi bu yıl da kadınlar özgürlük, kurtuluş ve eşitlik talepleriyle toplantılarda, alanlarda, yürüyüş ve mitinglerde, gösterilerde sorunlarını tartışıyor, istek ve özlemlerini eylemli olarak ortaya koyuyor; özgürlük konusundaki kararlılıklarını net bir dille vurguluyorlar… Her yeni 8 Martta bu heyecan ev kararlılığın bir adım ötelere taşındığını görmek, somut olarak yaşamak sevindirici, umut vericidir…

Biz de bu mücadele kararlılıklarını, mücadele istek ve ısrarlarını sonuna kadar destekliyor, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyoruz.

8 Mart Kutlu olsun! İstiyor ve diliyoruz ki, yılın her günü, 365 günün her anı 8 Mart bilinci, karalılığı ve mücadele isteği ile algılansın ve bir yaşam tarzına dönüştürülsün!

Her günü 8 Mart bilinciyle ele almak ve bir yaşam tarzına dönüştürmek, belli bir politik bilinç ve mücadele gücüyle, kararlılığı ve bunun sürekliliğini güvence altına alan örgütlülüğüyle mümkündür! Bu, her şeyden önce toplumsal ve cinsel bilincin bütünlüğü, bu bütünsel bilinç ışığında süreklileşen politik mücadeleyi, bu dünyaya, bu yaşama sürekli bir kafa tutuşu, bu kafa tutuşu toplumsal bir projeye bağlamayı gerektiriyor. Bunun en özlü ifadesi, devrimci duruşu bir yaşam çizgisi haline getirmekten başka bir şey değildir. Özgür kadın iddiası, duruşu ve mücadelesi, bireysel bir iddia, duruş ve mücadele değil, belli bir toplumsal projeye bağlanmış toplumsal mücadele iddiası ve pratiği demektir…

ImageKadınların kurtuluş, özgürlük ve eşitlik taleplerinin başarısı, ancak kendi öz mücadelelerinin eseri olmak durumundadır. Özgürlük, eşitlik ve kurtuluş gibi değerlerin bahşedilmeyeceğini, kadınların kendisi, kendi öz deneyimleriyle biliyorlar. Öz mücadele, öz bilinci zorunlu kılmaktadır. Bu öz bilinç, sadece kendi cinsel kimliklerinin ve bundan kaynaklanan istemlerinin bilinci değildir; bu, ulusal ve toplumsal bilinci de içeriyor, içermek durumundadır.

"Kadının özgürlüğü ve eşitliği, kuşkusuz kendi eseri, kendi mücadelesinin ürünü olacaktır! Ancak bu, kadın özgürlük mücadelesinin tek başına, genel toplumsal mücadelelerden tecrit bir şekilde olacağı anlamına gelmiyor. Toplumsal ve ulusal mücadelelerden kendisini soyutlayanlar, kadın mücadelesini çok dar sınırlara çekenler, dolayısıyla düzen sınırları içinde kalanlar, öteden beri bunun kavgasını verenler var. Bunlar, belli ölçülerde dolaylı veya dolaysız etki ve katkılarda da bulunmuşlardır. Ancak kadın hakları, kadın özgürlüğü alanlarında kazanılan temel başarılar ile genel toplumsal mücadeleler arasındaki ilişki kesin ve nettir. Toplumsal mücadeleler tarihi, son iki yüzyıllık emekçilerin mücadele pratiği bunun sayısız kanıtını sunmaktadır. 8 Mart gibi tarihsel bir günün ve değerin altında emekçi kadın ve emekçi sınıfların çok yönlü toplumsal mücadelelerinin, bu konuda ödedikleri sayısız bedelin kesin damgası vardır!" (Sosyalist-Şoreşger, 8 Mart 2006 Bildirisi)

Aynı anlayış, kendi içinde çelişkiler ve sayısız olumsuzluk taşısa da Kürdistan’da da doğrulanmıştır. Bu doğrulanmanın kısa bir özeti:

"Kürdistan kadınlarının siyaset sahnesine, daha doğru ve tam deyişle yaşam sahnesine çıkmaları, kendi kimliklerinin bilincine varmaya başlamaları, ev ve dar sosyal çevrelerinin dışında başka bir dünyanın, daha aydınlık, geniş ve yaşanabilir bir dünyanın varlığının farkına varmaları, genel olarak, 1970’li yıllara denk gelmektedir. Bu yıllar, aynı zamanda, ulusal ve toplumsal bilincin, ulusal kurtuluş hareketinin yeşermeye başladığı yıllardır… O güne dek feodal ve ataerkil toplum yapısının boğucu, daraltıcı, köleleştirici, dar ve tecrit ortamının parçalanmaya başlamasıyla kadın için özgürlük ufkunun belirmesi aynı dönemde olmaktadır. Bu, Kürt halkı açısından da "kendi küllerinden yeniden doğuş" süreci anlamına geldiği gibi, Kürt kadını için de hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Bu, 1990’lı yıllarla birlikte kitlesel boyutlar kazanır. Kuşkusuz bu, rastlantı değildir. Ulusal kurtuluş ile kadın kurtuluş hareketi arasındaki dolaysız ilişkiyi anlatmaktadır… Gerilla ve serhildanlardaki sıçramalı büyüme ile kadının kitlesel olarak kendi tarihine, geleneksel toplumsal değer yargılarına isyanı ve kendi yaşamının öznesi olmaya kitlesel düzeyde adım atması aynı süreci ve iç bağlantılarının kesinliğini göstermektedir.

ImageKürt kadınının kitlesel düzeyde yaşama katılımı, siyasette etkin bir rol üstlenmeye koşması, kuşkusuz bir adımdı, sadece bir adımdı; ancak vurgulamak durumundayız ki bu, kadın açısından, yerleşik değer yargıları ve kültürün kırılması açısından devrim niteliğinde bir adımdı. Bu adımın aynı nitelikte tamamlanması, sürdürülmesi, daha da önemlisi altının doldurulması, kurumsal ve kadrosal bir temele oturması, giderek mantıki sonucuna doğru yol alması gerekiyordu. Ancak ne yazık, kadın özgürlük mücadelesi doğrultusunda atılan dev adım, çok geçmeden tersine çevrildi, karşıtına dönüştürüldü. Bugün, özgürlük ve kurtuluş gibi tutkulu, büyülü kavramlar adına çok daha çarpık ve tüketici bir köleleştirme süreci sürdürülüyor.

Gelinen noktada ulusal kurtuluş ve kadın özgürlük mücadelesine katılan kadının durumu, paradoksal ve bundan dolayı son derece trajiktir. Gerçekten de bu kadar mücadele eden, mücadele sürecinde en büyük fedakârlıkları yapmaktan kaçınmayan Kürdistan kadını, bu trajik durumu kesinlikle hak etmedi. Paradoksu ve trajedisinin özü şudur:

Ulusal kurtuluş özlemleriyle mücadele saflarına katılan kadın, bunun kadın olmaktan kaynaklanan konumuna vurduğu devrimci darbelerin büyüklüğünün farkına varmaya başladı. Ulusal-toplumsal kurtuluş ile kadın kurtuluş özlemleri arasındaki bağlantıyı kendi deneyimi ile geliştirdiği bilinciyle kavradı ve daha çok mücadeleye sarıldı, bu, onun için adeta bir var oluş tarzı haline gelmeye başladı. Bu, büyük bir adımdı, ama ne de olsa devamı getirilmesi gereken bir adımdı, hem de başlangıç düzeyinde olan bir adım…

Ne var ki partide ve mücadelede iktidar tekelini kuran A. Öcalan, kadını da bir mülkiyet ve iktidar nesnesi olarak gördü ve süreç içinde kadın üzerinde tam anlamıyla ideolojik, psikolojik, politik ve örgütsel denetim kurdu. Yaratılan iktidar sistemi ve ideolojik-psikolojik hegemonya aygıtıyla özgürlüğe koşan kadını yeniden tutsak haline getirdi. Bu yeniden tutsaklık süreci büyük bir aldatma, yanılsama ve yalan perdesiyle meşrulaştırıldı. Başka bir deyişle yeniden tutsaklık özgürlük adına yapıldı, irade kazandırma adına yapıldı, yapılıyor. Oysa gerçekte işleyen süreç en geri, en kaba, aynı ölçüde çirkin bir köleleştirme ve iradesizleştirme, yaşam gücünden yoksunlaştırma hareketidir! Özgürlük adına yeniden köleleştirme, özgürleşme adına kazanılan adım ve olanakların köleleştirmenin hizmetinde kullanılması; irade ve yaşam gücü kazandırma adına, iradesizleştirme ve yaşam karşısında her açıdan silahsızlandırma, takatsiz ve çaresiz bırakma, tanık olunan en büyük paradoks değilse nedir?

Bu paradoksun sonuçları ise çok yönlü yıkım, çözülme, dağılma ve yitip gitmeden başka bir şey değildir… Peki, bundan daha büyük bir trajedi olabilir mi? Bu trajedinin kurbanlarının ise hala kendilerini yeniden köleleştiren, kendilerine ait, başta rüyaları, hülyaları ve özlemleri olmak üzere her şeylerine el koyan adam ve sistemine dinsel bir itaatle tapmalarına ne demeli? Bu, içinde yaşadıkları onulmaz trajedinin kendisini göstermiyorsa neyi gösteriyor? Aslında paradoks ve trajedinin sonuçları sanılanın ötesindedir. On binlerce kadın özgürlüğe koştu, mücadele etti, çeşitli düzeylerde, çeşitli biçimlerde. Peki, onlar şimdi neredeler, ne yapıyorlar, özgürlük istemlerine ne oldu, toplum karşısındaki ve toplum içindeki duruşları nedir? Hala kendi özgürlük hayallerine el koyan sitemin içinde olanların yaşam ve toplumsal ilişkiler karşısındaki güçleri ve iradeleri ne durumdadır? Ya mücadelenin çeperinde olan, ondan şu veya bu düzeyde etkilenen kadınların durumu? Yaşanan intiharların 2000’li yıllarla birlikte patlamasının bu genel paradoksla, genel tersine dönüşle, bunun toplumda yarattığı gerileme ve psikolojik travmayla bir bağlantısı yok mu?

Evet, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesindeki teslimiyet, tasfiyecilik ve çöküş sürecinin kadın özgürlük hareketine vurduğu darbe çok büyük ve sonuçları sanılanın ötesindedir! Kürdistan kadınları her şeye rağmen mücadele ediyor, oların taşıdıkları mücadele potansiyeli ve dinamizmi de hiç kimse için sır değildir! Ancak İmralı teslimiyeti ile birlikte kadınların mücadele istekleri çarpıtılıyor, enerjileri ve eylemli duruşları boşa akıtılıyor, tüketici bir rol oynuyor. Öncelikle bunun farkına varmak ve ardından özgür bir duruş sergilemek gerekiyor.

Kürdistan kadınları ulusal kurtuluş ve kendi özgürlükleri için çok büyük bedeller ödedi, şehitler verdi, çok acı çekti. Bütün bunlara bağlılığın anlamı, kendi değerlerine ve özgürlük hayallerine sahip çıkmaktan, hayallerini kendilerinden çalanlara karşı net, kesin ve kararlı tutum almaktan başka bir şey değildir!" (Sosyalist-Şoreşger, 8 Mart 2006 Bildirisi)

ImageKürdistan kadını, özgürlük ve kurtuluş adına bir kez daha alanlara, eylemlere çağrılıyor. Kendi özgürlükleri ve kurtuluşları için değil… Bütün değerler, bütün özgürlük istemleri bir tarafa bırakılıyor, önü belirsiz, ulusal ve kadın kurtuluş hedefleriyle bağlantısız, tek bir insanın yaşamı, sağlığı için bu çağrılar yapılıyor. Yeni gündem Öcalan’ın sağlığı… Bütün halk, bütün kadınlar, gençlere bu hedef doğrultusunda koşturuluyor. Bir an için Öcalan’ın İmralı duruşunun teslimiyet ve tasfiyecilik biçiminde olmadığını düşünelim! Oradaki soluk alışı, her anı başı dik bir duruşu ifade etsin! Böyle olsa dahi onun özgürlüğü, sağlık sorunları, yaşamı kendi başına politik bir hedef olamaz. Ancak belli bir stratejik ve taktik hedefe bağlanmış bir mücadele kampanyası politik ve psikolojik bir değer kazanır! Ama Kürdistan davası, mücadelesi, en temel istem ve değerler İmralı karasularına gömüldü, şimdi bunun teorisi, bunun bilinçlere yedirilmesi süreci gerçekleştiriliyor. Bu bağlamda bilinçleri çarpıtma, ufukları karartma, devrimci enerjiyi boşaltma kampanyaları en insanı duygular kullanılarak yürütülmeye çalışılıyor. Politik duruşundan bağımsız, bir insan olarak, yaşama hakkı, sağlık sorunlarını giderme, tedavi olma hakkı her politik tutsak için savunulmalıdır. Ancak bir davanın temel hedeflerini karartma, halkın bilincini köreltme ve enerjisini boşaltma kampanyasına dönüştürülecek bir "insan hakları savunusunun" da anlamını ve özünü kavramak gerekiyor. Kısacası başta Kürt kadınları olmak üzere Kürdistan halkı yürütülen kampanyanın özünü, hedeflerini ve sonuçlarını çok iyi, her türlü duygusallıktan uzak bir biçimde kavramak durumundadır. Hiçbir şey, teslimiyet ve tasfiyecilik kampanyaları 8 Mart bilinçlerini, 21 Martta yeniden alevlenecek ulusal ve toplumsal bilinçlerini karartmamalıdırlar! Buna izin vermemek yurtseverliğin güncel gereğidir!

Özgürlük bilinci ve yolu, öncelikle bu güncel engelleri devimci bir irade ve bilinçle aşmaktan geçmektedir!

Son olarak diyoruz ki;

"Kurtuluşumuz kendi ellerimizde, ama önce beynimizde ve yüreğimizde… Beynimizi ve yüreğimizi özgürleştirmeden kölelik zincirlerini kırmamız, bu kahredici düzenin prangalarını parçalamamız mümkün değildir!

Beynimizdeki ve yüreğimizdeki prangaları, tutsaklık zincirlerini parçalayalım! Bunun için, ulusal, toplumsal ve cinsel kurtuluşumuz için KUKM’ni toparlama ve yeniden inşa mücadelesi içinde etkin bir biçimde yerimizi alalım!"

 

 

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!

 

                                                                          5 Mart 2007

     

                                                                      SOSYALİST-ŞOREŞGER

                                                               (Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter