12 Mart tarihli milliyet gazetesinde A&G şirketinin yaptığı araştırmanın sonuçları yayınlandı. A&G şirketinin yaptığı araştırmaya göre Kuzey Iraktaki gelişmeler, AB sürecinde ki müzakereler ve son olarak H.Dink cinayetinden sonra toplumdaki milli reflekslerde bir artış olmuş. Aynı gün İstiklal Marşının kabulü vesilesiyle; 12 Martın milli gün ilan edilmesi ise bir başka gelişme.
Tam da bu anda adı geçen şirketin bu araştırmayı yapmadaki amacı ya da araştırmayı yaptıranların amacından bağımsız olarak bu ülkede, estirilen milliyetçilik rüzgârı, Mersin'de yaşanan Newroz olayları sonrasında almış başını gidiyor. Sağda solda kafatasçı dernekler ise mantar gibi çoğalmakta. O günden bu güne Vatan, Millet, Sakarya naraları görüntüde daha terbiyeli bir biçimde ama özde dünden farksız olarak dillerde…
Milliyetçilik en yalın biçimi ile "Duygu emel ve bilinç, bunların hepsi milliyetçiliği oluşturan ya da Ulus Devlete her şeyin üzerinde değer biçen görüşlere uyarlanan terimsel bir bütünlüktür" (Sosyoloji Sözlüğü G.Marshall) Milliyetçiliğin bu en genel tanımından sonra kendi gündemimize geri dönelim.
Yapılan araştırmanın sonuçlarından birkaç çarpıcı örnek vermek faydalı olacak. Özel savaş aygıtı TC tarafından katledilen H.Dink'in cenaze töreninde atılan "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını doğru bulanların sadece %10 olduğu bu toplumun %81,6'sının cenaze de atılan bu sloganı yanlış ve olumsuz olarak değerlendirdiğini araştırma sonuçları bize göstermektedir. Bu sonuç ne kadar doğru ne kadar bilimsel bir çalışmanın ürünü tam olarak bilemeyiz. Ancak TC'nin bu ve benzeri çalışmalarla yine H.Dink cinayeti sonrası bir taraftan milliyetçi söylemleri meşrulaştıran, derin devleti ise yaramazlıklarından arınması gereken, devlet için hayati öneme sahip bir örgütlenme olduğunu, bunu da gazetelerinde TV ve diğer basın yayın organlarında uzun uzun anlattığı da hep beraber günlük yaşamda gördüğümüz yaşadığımız bir diğer olgudur.
Bu ülkenin gerçek yönetenleri, gerçek sahipleri milliyetçiliği körüklemek istiyorlar. Burada can alıcı soru, böyle bir milliyetçilik dalgasını oluşturma çabasının altında yatan asıl neden nedir sorusudur. Bu sorunun cevabı yakın dönemde bu ülkenin Dış işleri bakanı, Mit müsteşarı ve Genelkurmayı tarafından verildi. Güney Kürdistan'daki, onların deyişiyle Kuzey Irak'taki gelişmelerden ve bu gelişmelerin Kuzey Kürdistan'da yaratacağı etkiden çekinmekteler. Güney Kürdistan'da emperyalistlerin kontrolünde de olsa oluşan ulusal bağımsızlık bilinci ve bu temelde gelişen ulusal yapılanmanın; Kuzey Kürdistan'daki onyılların mücadelesi sonucu yaratılan ulusal bilinci yeniden tetikleyeceğini bilmekteler ve bu gerçeklikten ürkmekteler.
Şöyle düşünelim, yıllarca Kürdü yok sayan, inkâr eden, özel asimilasyon politikalarına tabi tutan, sonrasında her ne olduysa "başlarına taş" düştükten sonra Kürtlerin aslında var olduğunu ancak dağlı Türkler olduklarını keşfeden anlayışın Güney Kürdistan'daki gelişmeler karşısında inkâr-imha ve özel asimilasyon politikalarını açıktan ve kaba bir biçimde sürdüremeyeceği, bunun için de farklı mekanizmalar yaratma çabası içinde olacağı anlaşılır bir şeydir. "Milliyet yegâne birleştirici vasfımızdır. Diğer unsurlar Türk çoğunluğu karşısında etki sahibi değildir. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelik her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır." (İ.İNÖNÜ Şeyh Sait ayaklanması sonrası yaptığı bir konuşmadan)
1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra resmi ideolojinin bakışını özetleyen küçük bir aktarma yaptık. Her şeyin tersyüz edildiği, İmralı'nın "657'ye tabi bir devlet memuru" gibi hareket ettiği bu yıllarda resmi ideolojinin Kürtlere düşman olmadığı masallarının anlatıldığı günümüzde konumuzla bağlantılı olarak bu alıntıyı aktarmayı gerekli bulduk. Resmi ideoloji; Kürtleri yok saydı. Bu hukuksuzluğa ve haksızlığa gelmeyenleri, en doğal talepleri için mücadele edenleri ise en kaba, en vahşice yöntemlerle yok etmeyi kendine başat görev seçti. Aynı anlayış Rumları göçertti, Ermenileri soykırımdan geçirdi.
Bugün gelinen noktada ise Kuzey Merkezli Özgürlük Hareketinin resmi ideolojiye yedeklendiği, onun tezlerini Kürde yedirmeye çalıştığı şu dönemde G. Kürdistan'daki gelişmeler özel savaş aygıtının tepesindekilerin kafasında şimşekler uyandırıyor, uykularını kaçırıyor, saldırganlaştırıyor ve özel politikalar geliştirmelerine yol açıyor. Ne kadar ayak direrlerse diresinler ABD izin vermediği müddetçe Güneye müdahale edemeyeceklerini, böyle bir hareket alanlarının ve esnekliklerinin olmadığının farkındalar. Bu bağlamda gelişecek süreci olabildiğince oyalama, ülke içinde ise İmralı teslimiyeti ile kendi Kürdünü yaratma, buna gelmeyenleri ise faşizm ile korkutma politikalarını esas aldıkları görünmektedir. Milliyetçilik söylemleriyle yaşamda bir korkuyu var etmek ve böylece içerde gelişebilecek her türlü muhalefeti korku hayaleti ile sindirmek temel alınan politikaları oluyor.
Yapılan araştırmadan birkaç aktarma daha yapmak faydalı olacak. İşin doğrusu ilginç sonuçlar var. Şöyle ki; Toplumun %50si milliyetçiliğin arttığını, %20sininse bu konuda fikir sahibi olmadığı! En milliyetçi parti ve liderin ise AKP ve T.Erdoğan olarak görüldüğü (%21,6), onu Bahçeli ve MHP'nin izlediği (%17,3)son dönemlerin taş üstünde taş bırakmayan Kara Muratlığa soyunan lideri D.Baykal'ın ise %7,6 ile biraz gerilerde kaldığı ve bu alanda da Baykal'ın politik olarak basiretsizliğini bir kez daha doğrulandığını görmekteyiz.
Araştırmanın değerlendirmeye tabi tutulması gereken bir diğer bölümü ise milliyetçiliğin neden yükseldiği sorusuna verilen yanıtlarda. Milliyetçiliğin neden yükseldiği; nedenlerinin ne olduğu sorusuna verilen cevapların sıralaması dikkate değer. Bu anlamda birinci sırada gösterilen neden, AB'nin Türkiye'yi dışlayan ve kızdıran tavrı, ikinci olarak Türkiye'nin dış politikadaki yetersizliği(K.Irak-Kıbrıs), üçüncü temel neden ise Türkiye'de bazı grupların AB ve ABD'yi arkasına alarak bazı talepleri ileri sürmesi gösterilmektedir. Bu tablodan tüm çıplaklığı ile görüldüğü gibi gösterilen tüm nedenlerin altında yatanın özünde Kürt sorunu olduğu biraz diyalektik düşünceyi kullandığımızda rahatça görülebilmektedir. Bu bağlamda Ülkede var olan anti-ABD, anti-AB'ci duruşun anti-emperyalist, anti-kapitalist ilerici bir duruş değil, tersine gerici ve şoven temelleri olduğu görülmektedir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi bu çalışma egemenler tarafından hazırlanan bir çalışmaydı. Bu da doğallığında çalışmanın sonuçlarını sorgulama refleksini yaratmaktadır. Sonuçlar doğru ya da çarpık olsun ortada olan ve yaşamda son birkaç yılda hız alan T.C. özel savaş aygıtının milliyetçiliği körükleme politikası olduğu ve bunun üzerinden de halklara, Devrimci yapılanmalara, sınıf mücadelesi yürütenlere karşı; bir korku sindirme politikasını yaşamlaştırma, bunun üzerinden de iktidarını sağlamlaştırma çabası içinde olduğu bir gerçektir.
Böyle bir toplumsal dokuda halkların eşit ve özgür bir irade ile bir arada yaşacağını düşünmek, sömürgeciliği, halkların arasına düşmanlık tohumları eken kapitalist-emperyalist sistemi hedeflemeden mücadele yürütmek ya da halklar adına Devrimci Sosyalist çizginin dışında kalarak mücadele ettiğini iddia etmek çölde vaaz vermekten öteye gitmeyecektir. Halkların bir arada yaşamasının en sağlıklı biçiminin kendi tam anlamı ile özgür iradelerini, kendi mekanizmalarını kurdukları ve bu mekanizma içinde her türlü sömürü ilişkisini yerle bir ettikleri bir toplumsal yapı yaratmakla mümkün olacağını yaşamın kendisi bize her gün yeniden yeniden ispatlamaktadır. Bu temelde öncelikle Proletarya Enternasyonalizmi ışığında ulusal bağımsızlıkçı çizgiyi esas almak sömürgeci düzeni hedeflemek halkalar adına gerçek söz söylemenin yegâne yöntemi olarak karşımızda duruyor.