2007 yılı bir dönemeç, hem Kürtler bakımından hem de Türkler.
2007'nin Mayıs ayında Türkiye'de Çankaya'ya çıkacak cumhurun başı belli olacak. Kasım ayında ise parlamento seçimleri yapılacak. Bu yüzden de son bir yıldır kıran kırana bir mücadele, iç çekişme yaşanıyor Türkiye'de. Her iki önemli olaydan dolayı da hava ısındıkça ısınıyor.
Böyle olduğu için de AKP hükümeti AB önceliğini bir yana bıraktı ve Irak'ı birinci öncelikleri arasına aldı ve ırkçılık babında yapılan bayrak yarışında piste çıktı. AKP ırkçı rüzgarlara yelken açarak, yönünü, pusulasını iyice şaşırdı, hangi limana demir atacağını bilmeyen şaşkınların konumuna düştü.
Ve bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek bir kavşağa getirildi. Bu kavşakta ise iki sorun buluşuyor, TC'nin 80 yıldır değişmeyen gündemini oluşturan Kürt sorunuyla islami tehlike.
Kürt sorununda TC'nin, devlet partisinin adları ne olursa olsun tüm şubeleri birleşiyorlar. İçte de dışta da Kürt sorunu temelinde yaşanacak olumlu gelişmelere karşı ortak duruş. İçte inkar ve imha politikasına devam, dışta Irak Kürdistanı'nda ise Federal Kürdistan bölgesini destabilize etme, yıkma, yıkamıyorsa inkardan gelme. Tabiki buna bağlı olarak ısıtılan, terör batağına çekilmek istenen Kerkük.
Cumhurbaşkanlığı seçimi
Diğer sorunda, yani islami tehlike, irtica ve laiklik konusunda ise devlet partilerinden birisi konumuna gelmek için çırpınan AKP ile diğerleri arasında, derin ve gerçek devletle hükümet arasında bir gerilim, bir çatışma yaşanıyor. Çatışma gündeme damgasını vurması bakımından Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanmış durumda.
AKP Çankaya'yı, bu hükümeti kontrol mekanızmasını ele geçirirse yürütme ve yasamanın yanısıra yargı ve devlet mekanizmasının, bürokrasinin kilit mevzilerinin tepesine de bayrak dikecek ve varsa -ki olduğu son üç yıllık uygulamalarıyla açıkça dışa vuruyor- gizli gündemlerini, ajandalarını yaşama geçirme fırsatı bulacaktır.
İşte içte yaşanan çatışmanın gerçek yönelimi bu gelişmenin önünü almak. Bunu daha rahat bir ortamda yapabilmek için son bir yıldır derin devlet açıkça meydana çıkıp Şemdinli ve Yüksekova'da onlarca bomba patlatabiliyor, katillere sahip çıkarak sonraki olayların faillerine işinize devam mesajı veriyor, Trabzon'da yetmişine ayak basmış bir papazı bir çocuğa vurdurtabiliyor, 2006 Newrozu'nda Kürdistan'da başgösteren yürüyüş ve mitinglere saldırılar düzenletip aralarında çocukların da olduğu onlarca insanın yaşamına kıyabiliyor, aynı yılın Eylül ayında Diyarbekir'de bir parkta bomba patlattırıp üstlenebiliyor ve en son Hrant Dink'i katlettirip güç gösterisini doruklara çıkarıyor.
Derin devlet, tüm bunlarla "hükümet gelişmeleri kontrol edemiyor, işine hakim değil" kanısı yaymak, hükümeti sınırlamak ve durumdan vazife çıkarmak niyetinde.
Tam da bu noktada AKP bir tercihte bulunmaya zorlanıyor. İstenen ise belli: "Kemalist rejimin kalesi Çankaya bizde kalsın, sen hükümet olmaya, köprü, tünel, cami ve market açmaya devam et."
Kanımca derin devlet ve şürakası bu raundu kazandı. AKP dört-beş yıl daha hükümette kalabilmek için Kasımpaşalı Recep'in Çankaya hevesini içine gömecek, oraya papyonlu ve döpiyesli bir çift bulup gönderecek ve kendini parlamento seçimlerine kilitleyecektir. Böyle olması halinde ise yine kaybeden AKP'nin kendisi olacaktır. Seçmen, parlamentonun 2/3 çoğunluğuna sahip olduğu halde türban sorununu bile çözemeyen, her höt dendiğinde geri adım atan AKP'ye belli bir fatura kesecektir. Ancak bu fatura baraja takılma olmayacak, %30-35'lerden %25'lere kaymaya yol açacak ve tek başına iktidar olmayı güçleştirecektir.
Güney Kürdistan
Bunlar gelişmelerin içeriye dönük olanları. Dışarıya, yani Kürdistan'ın Güney'ine ilişkin olanları ise bir yönüyle seçim yatırımı, milliyetçi, ırkçı duyguların tatminine yönelik. 2007 yılının sonlarına doğru Kerkük'te yapılacak referandumla Kerkük vilayetinin kaderi belirlenecek. Bu konuda ise Irak anayasasının 140. maddesi işletilecek. 1957 sayım sonuçları temel alınacak, Baas diktatörlüğünün araplaştırma politikası sonucu yerlerinden, yurtlarından sürülenlerin geri dönüşleri sağlanacak ve referandum da bunun sonucu gerçekleştirilecek. 1957 sayımında vilayette yaşayan 400.000'e yakın insanın yarısından çoğu Kürt, geriye kalanları ise Arap, Türkmen ve Süryani.
Bir yandan Irak'ta yapılan seçimleri meşru bulacak, sonuçlarını kabullenecek, hükümeti ve Irak anayasasını tanıyacak, Irak Başbakanlarının ayakları altına kırmızı halılar serecek, oradaki hükümet ve devlet kurumlarıyla ilişki içinde olacaksın, diğer yandan da o anayasaya uygun olarak şekillenmiş olan kurum ve kuruluşlardan bir kısmını kabul etmiyorum, egemenliği federal birimlerle, bölgelerle paylaşamazsın diyeceksin. Buna herkes olduğu gibi, kargalar bile güler.
Irak bugün anayasal düzeyde federal bir devlet ve Kürdistan da Federal Irak'ın kurucu temel ögesi, hem de geniş yetkilerle donatılmış bir olgusu. Federe Kürdistan'ın seçimlerle oluşmuş bir parlamentosu, parlamentosundan çıkmış bir hükümeti var ve bu uluslararası kayda geçmiş durumda. Irak anayasası egemenliği Kürdistan Federasyonu ile paylaşmış. Örneğin sınır ticareti, vergi ve gümrük gelirlerinin paylaşımı, petrolün işletilmesi ve gelirlerinin dağıtımı, kendine özgü bir ordu ve polis teşkilatının olması, farklı bir adli yapı gibi.
Irak anayasasının 114. maddesi "federal hükümetin özgün yetkileri içinde bulunmayan tüm yetkiler bölgeler ve vilayetler tarafından kullanılır" diyor. 115. maddede ise, "Irak Cumhuriyeti'ndeki federal sistem, ademi merkeziyetçi bir başkent, bölgeler ve vilayetler ve yerel yönetimlerden oluşur" denilerek, Irak'ın "devlet yapısı" ortaya konuyor. 116. madde ise, "Anayasa, yürürlük tarihinden itibaren Kürdistan bölgesi ve onun mevcut bölgesel ve federal yetkilerini tanır" diyor.
Bunlar işin anayasal hak ve hukuk boyutunu oluşturan yanları. Bir de işin diğer bir yönü var. ABD'nin her yıl 100 milyar doları aşkın bir masraf yaparak yüzbini aşkın silahlı gücüyle gelip komşu olduğu bir yere, petrol deryasının üstünde olan, her yıl Türkiye'ye milyarlarca dolarlık iş ve aş olanağı sağlayan bir bölgeye herkesin birbirini gözetlediği bir dönemde Türkiye bir müdahalede bulunabilir mi?
Bulunamaz. Bulunamaz, çünkü Saddam'a çıplak elleriyle mücadele bayrağı açmış, bu nedenle de kıyım ve kırımlardan, enfallarden geçirilmiş bir halk 15 yıllık kazanımını herşeyi göze alarak korur. Ölünmesi gerekiyorsa ölür, 80 yıldır Osmanlı rüyasından uyanmayanlara karşı namus günüdür diyerek yediden yetmişe direnir. 20 yıldır sınırları içinde yürütülen ve yüzbinlerce asker, polis ve korucusunu, tankı, topu ve savaş uçaklarını seferber ettiği bir savaşta başarı sağlayamamış bir Türkiye, hiç tanımadığı bir alanda direngenliği yüz yıllık bir mücadeleyle ıspatlanmış bir halkı dize getiremez.
Türkiye Güney Kürdistan'a müdahalede bulunamaz. Bulunamaz, çünkü Sovyetler ve Yugoslavya'nın akıbetini iyi okumak gerekir. Federal bir Kürdistan'a yapılacak bir dış müdahale, Kürdistan'ı uluslararası gündemin başına oturtacak ve Irak'tan kopuşu daha da hızlandıracaktır. Kaldı ki olası bir müdahale, ateşi Kürdistan'ın tüm parçalarına yayacak ve başta da ülkemizin Kuzey yakası ile Türkiye tam bir yangın yerine dönüşecektir.
Türkiye'nin, Türk ırkçılarının çırpınışları ölümü gösterip sıtmaya razı etme misali Kürtleri aza razı etme gayretleridir. Kürtlerse "biz ne azına razıyız, ne de fazlasına göz dikmişiz, sadece ve sadece hakkımız olanı istiyoruz" diyor ve dik bir duruş sergiliyorlar.
Kürt hareketi ortak noktalarda buluşmalıdır
2007 yılı sıkıntılarla geçecek. Kürtler direngen ve sabırlı olmalı. İçerde barış bekleyişlerini, karşılıklı ateşkes ve bir affı başka bir bahara, 2008'e bırakmalı, Kürdistan'ın diğer yakasını ise korumak ve kollamak için kolları sıvamalılar. Bu da salt söylemle, iyi niyet demeçleriyle olmaz. Bunun alt yapısını oluşturmak ve içini doldurmak gerekir.
KDP, YNK ve PKK'nin can alıcı ortak noktalarda buluşmaları, birbirlerini gözetlemeleri Kürt halkı saflarında yarına ilişkin ortak umudu güçlendiriyor, düşmanları ise çatlatıyor.
Kürdistan Bölge Başkanı Barzani ve Federal Irak Devletbaşkanı Talabani'nin "Türkiye Kürt sorununu muhataplarıyla dialog içinde barışçı bir yolla çözsün, biz PKK'ya karşı silah kullanmayız, Türkiye'nin sınır ötesi bir operasyon düzenlemesi halinde ise tüm gücümüzle direniriz" türünden açıklamalarıyla, PKK'nın "Her hangi bir saldırı halinde tüm gücümüzle Güney Kürdistanı savunuruz, Kerkük Kürdistan'a bağlanmalıdır" yollu yaklaşımları Kuzey yakasındaki PKK karşıtı güçlerce de dikkate alınmalı, buna uygun bir politika geliştirilmelidir. Barzani ve Talabani'ye destek çıkmak, onlardan yana bir politika içinde olmak, böylesi bir tavrı ve tutumu gerektiriyor.
30 yıldır sürdürülen PKK karşıtlığı hiç değilse Güney'deki kazanımların korunması konusundaki duyarlılık ve Barzani ile Talabani'ye duyulan hürmet gereği bir süreliğine de olsa rafa kaldırılmalıdır.
Gün, Kürtlerin birbirine karşı hasımlık ve düşmanlık günü değildir. Gün, birbirimize sahip çıkma, kazanımlarımızı Güney'de ve Kuzey'de el birliğiyle koruma günüdür.
Buna giden yol ise belli. Kürt hareketinin son 50 yıldır sıkıntısı kendi ilişkilerini bir raya oturtamamasından, kendi içinde ve arasında şiddeti dışlayamamasından ve bunun sonucu olan güven bunalımını aşamamasından kaynaklanıyor. Kürt hareketi bir bütün olarak, "Bu kirli ve kanlı sayfaya son verdik, bu sayfayı artık açılmamak üzere kapattık" demeli ve Kürt halkından özür dilemelidir. Bu yapılmadığı takdirde zaman zaman biraraya gelinse bile, kalıcı ve güvene dayalı bir iş ve güç birliğinin ayakları hep havada kalacaktır.
DTP'ye sahip çıkılmalıdır
Rejim, son haftalarda DTP'ye yüklendikçe yükleniyor. Tutuklama furyası alabildiğince yoğun. DTP yöneticileri ağır cezalara çarptırılıyor. Seçim arafesinde olunan böylesi bir dönemde DTP'ye sahip çıkılmalı, DTP bir de Kürt cephesinden yıpratılmamalı, halkın umudu bir kez daha dumura uğratılmamalıdır.
Kürt yurtsever haraketi DTP'nin bağımsız adaylarla seçime girmesi için destek olmalı, mücadelenin parlamento çatısı altına taşınması için çaba göstermelidir. Ankara'da yapılan "Türkiye barışını arıyor" konferansında Altan Tan seçimlerden "AKP-DYP-DTP" kualisyonunun çıkması temennisinde bulundu. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmiyoruz, ama bildiğimiz bir şey var, o da Kürtlerin parlamentoya girmelerinin yolunun kendi elleriyle kapatılmamasıdır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, 2007'de ertelemek zorunda kaldığımız gündemi 2008'de yaşama geçirme şansı daha da artacaktır. Çünkü değişen dünya ve bölge şartları Kürt sorununu daha fazla çözümsüz bırakmaya elverişli değil. Kürdistan Federasyonu'nun anayasal bir realite olması ve her geçen gün güçlenmesi, Kuzey yakasında ise Kürt sorununun gelip dayandığı nokta Türkiye'yi ister istemez değişim düzlemine çekecek, rayına oturtacaktır. Işık göründü. Yeter ki yönümüzü ışığa çevirelim, birbirimizle uğraşmayı bir süreliğine de olsa erteleyelim ve el birliği edelim!
http://www.rizgari.com/ sitesinden alınmıştır.