0 0
Read Time:14 Minute, 31 Second

DEMOKRASİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR

Sema Sultan

Son yıllarda emekçi sınıflar ve halklar adına yığınla teori üretilir oldu. Bu teorilerin sahipleri sosyalizme karşı çok gözü kara bir karalama kampanyası başlattılar. Piyasa ekonomisinin kurallarına göre düşünce üretip pazarlayan “Think-thank”larda şekillenen tezlerin ciddi savunucuları oldular.

Ve birden bire 21. yüzyılın “Demokrasi Çağı” olduğunun keşfine gittiler. Gelecek programlarına mücadele yöntem ve hedeflerine demokrasiyi oturttular. Demokrasiyi halklar için en ideal sistem, geleceğin altın çağı olarak tanımladılar. Emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı krizi aştırmak için kolları sıvadılar. Ve halkları sömürü çarkının sağlam bir dişlisi haline getirmek için bütün güçlerini seferber ediyorlar. Halklara vaaz ettikleri ise şunlar:

“Bu sistemde rahat mısınız? Mutlaka! Bakın hiç kimse rahat değil! Burjuvazi de toplumu mükemmel bulmuyor, çözüm arıyor. Aksayan yanlar açıklık politikası içinde çözümlenmeye çalışılıyor. Ey emekçiler, dillerini konuşamayan halklar, sizler de demokratik haklarınızı kullanarak, demokratik kurum ve kuruluşlarda, demokratik toplum normları çerçevesinde aksayan yanlara çözüm üretebilirsiniz. Kimseye zarar vermeden, huzuru bozmadan mücadele etmelisiniz!”

Demokrasi adeta her derde deva haline getirildi. Batı Avrupa ve Amerika demokrasileri sömürge ulusların ve ezilen sınıfların önüne ulaşmaları gereken model olarak konuldu. Ve şunlar söylendi:

“Çağımızda ulusal sorun yoktur. Dil, kültür, insan hakları mı arıyorsunuz? Özgürlükler ülkesi Amerika’ya bakın. Amerika halklara demokrasi ve özgürlükler götürüyor. Irak’ta yaşanan işkenceler münferit olaylardır, elbette şık değil. Sorumlular ise hemen cezalandırılıyor. Ulusal soruna çözüm arıyorsanız İsviçre’ye, Amerika’ya bakın. Her Amerikan vatandaşı, aynı zamanda kendisini İtalyan, Japon hissedebiliyor.”

Hatta bazıları gerçeklerle oynamayı daha ileri boyutlara tırmandırıp “demokratik sömürgecilik”ten bahsedebildiler. Kuşkusuz emperyalistler ve egemenler sistemlerini şiddet ve yanılsamayla devam ettiriyorlar. Gerçekleri tahrif etmede de ne kadar usta olduklarını biliyoruz. Yine ideolojik hegemonya ile halkları sorgulamayan itaatkâr yığınlara dönüştürdükleri herkesçe bilinen bir olgudur. Asıl anlaşılması gereken, kapitalist emperyalist sistemin ve onun demokrasi anlayışının hararetli savunması yapan “Solcular”ın, demokratların tavırlarıdır.

Bu kısa yazımızda demokrasiye, insan haklarına, ulusların kendi kaderlerini tayın hakkına bu kadar çok saldırının olduğu bir dönemde, nasıl oluyor da demokrasi kavramının sömürü ve egemenlik ilişkilerini meşrulaştırmanın anahtarı haline getirildiği sorusunun yanıtına öz olarak bakmaya çalışacağız. Yine emperyalist kapitalist sistem içinde gerçekten halkların ve emekçilerin çıkarlarına hizmet eden bir demokrasiden söz edilebilir mi? “Demokratik toplum, demokratik haklar” söylemiyle neler maskeleniyor? Daha ne zamana kadar bu oportünistler, egemenlerin sözcülüğünü yapanlar kendilerini halkın yanında gösterecek, kafa karıştırmaya devam edecekler? Bu soruları en genel çizgileriyle yanıtlamaya çalışacağız. Yine bu yanılsamanın nasıl yaratıldığına bakacağız.

 

I. Demokrasi Kavramı ve Marksizm’in Bakış Açısı

 

Kavramlar tarih içinde sınıfların bakış açılarıyla ve yorumlarıyla değişik anlamlar kazanmışlardır. Örneğin burjuvazinin anladığı özgürlük ile proletaryanın savunduğu özgürlük aynı şey değildir. Buna rağmen bir ideal ve insanlığın temel ilkesi olarak herkes tarafından kullanılmakta ve sahiplenmektedir. Burjuvazinin dilinden hiç düşürmediği özgürlük, pratikte karşılığını sermayenin sınırsız dolaşım, sömürü ve baskı özgürlüğü olarak bulurken, bizim özgürlük anlayışımız ise gerçek özgürlüğün herkes için sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumda gerçekleşeceği düşüncesine dayanır. Mülkiyet ilişkileri karşısındaki duruşlarına göre sınıflar kavramlara içerik kazandırmışlardır. Demokrasi kavramı da proletarya için farklı, burjuvazi için farklı devlet biçimlerini tanımlar. Burjuvazinin sınıf çelişkilerini, sömürüyü, devletin bir baskı aracı olduğunu inkar eden bakış açısı burjuva demokrasi tanımına olduğu gibi sinerken, bilimsel sosyalizm ise sınıf çelişkilerini, mülkiyet sahiplerinin devlet aygıtını bir baskı ve sömürü aracı olarak ellerinden tutmalarından yola çıkarak “hangi sınıf için demokrasi” sorunu sormuştur. Teorik olarak proleter demokrasi tanımını halkın gerçekten kendini yönetebildiği, sahte yönetim mekanizmalarının ortadan kalktığı, ezilenlerin iktidarı üzerine oturtmuşlardır. O halde ilk olarak proleter demokrasisi ile burjuva demokrasisini birbirlerinden ayırmamız gerekiyor. Marksist teori, muğlak, her yana çekilebilecek bir demokrasi kavramını reddetmiştir. Lenin Proleter Devrimi ve Dönek Kaustky adlı eserinde, “Bir liberal için kendi başına fertse bir demokrasiden söz etmek olağandır. Oysa bir Marksist ‘hangi sınıf için” sorusunu sormayı asla unutmaz. Farklı sınıflar var olmaya devam ettikçe demokrasiden değil, ama sınıf demokrasisinden söz edilebilir, demektedir. Yani ezen ve ezilenler arasındaki çelişki ve ezilenler üzerindeki sömürü devam ettikçe demokrasi, egemenlerin kendi kendilerini yönettikleri, kendilerine karşı “demokrat” oldukları, “hoşgörü” ve iltiması kendilerine gösterdikleri bir yönetim olacaktır. Bu konunun daha iyi anlaşılması açısından demokrasinin tarihsel kökenine, sınıflı toplumlardaki uygulanış biçimine bakmakta yarar var.

Demokrasi ilk olarak Antik Yunanistan’da uygulanmış bir yönetim biçimi. Etimolojik kökeni itibariyle Grekçe “Deasm”un (halkın) yönetimi anlamına geliyor. Atina’da yurttaş olan herkes (Köleler ve kadınlar, yabancılar yurttaş kabul edilmiyordu.) Agora’da toplanıyor, kanun teklifleri veriyor, tartışıyor ve oyluyordu. Atina demokrasisinin bugünkü tanımı temsili demokrasiden en belirgin farkı doğrudan demokrasi olmasıydı. Her yurttaşın yönetme ve yönetilme ilkesinden hareket ediliyor, kamusal görevlere getirilenler kura esasına göre belirleniyordu. Kamusal sorumluluklara rotasyon esasına göre getirilmesi esastı. Seçim demokrat ideallere ters düştüğü düşünülerek benimsenmiyordu. Seçim, belirli bir uzmanlık veya özel yetenek gerektiren amaçlar için başvurulan istisnai bir uygulamaydı. Antik Yunan siyaset anlayışında ayrı bir siyasetçiler grubuna ihtiyaç duyulmuyordu. Burada tarih boyunca demokrasinin gelişim ve uygulama serüvenine tek tek değinmeyeceğiz. Yalnızca halkın kendisini yönetme sorununun burjuvazinin iktidara yürüyüş süreciyle gündeme geldiğini hatırlatmakla yetineceğiz.

Burjuvazi bir sınıf olarak iktidara yönelmiş ve felsefesini de her kesin eşit olduğu, eşit haklara sahip olduğu ve kendisini yönetme hakkına sahip olduğu anlayışı üzerine oturtmuştu. Yönetim hakkının babadan oğla geçtiği feodaliteye karşı bu tezi savunmak zorundaydı. Yine aristokrasiye karşı ittifaka gittiği köylülüğü ve kent yoksullarını eşitlik, yurttaşlık gibi sloganların etrafında toplamıştı. İktidarı ele geçirdikten sonra ise işçilerin, yoksulların üzerine şiddetle gitmiş, korkunç bir sömürü mekanizmasıyla köleci toplumu aratmamıştı.

19. yüzyıl büyük işçi hareketleriyle yazıldı. İşçiler Avrupa’yı sarstılar. İktidarını kaybetmemek için burjuvazi, işçi sınıfına adım adım bazı hakları vermek ve görüntüde de olsa iktidarı halkla paylaşmak zorunda kaldı. Genel oy, seçme ve seçilme hakkı, sosyal devlet ve yasalar önünde eşitlik gibi haklar işçi sınıfının mücadelesi sonucu kazanıldı. Özcesi burjuva demokrasinin sınırlarını işçi sınıfının mücadelesi genişletti. Demokrasinin tarihsel kökenine ve burjuvazinin demokrasiyi kullanış biçimine genel hatlarıyla baktıktan sonra tekrar demokrasi ve sınıfsal çıkarlar bağına dönmek istiyoruz.

Demokrasi iktidarda kimin olduğu, iktidarın hangi sınıf ve sınıfların çıkarını temsil ettiği sorusuyla doğrudan ilgilidir. Demokrasi bir devlet biçimidir. Devlet de arkasındaki asıl güç olan sınıfın baskı aygıtıdır. Lenin’den bir aktarma yapmanın tam da yeridir:

“Mantık ve tarih ile alay etmedikçe, ayrı ayrı sınıflar var olduğu sürece ‘arı demokrasi’den değil, ama yalnızca sınıfsal demokrasiden söz edileceği açıktır. Tarih, feodalitenin yerini alan burjuva demokrasisi ile burjuva demokrasisinin yerini alan proleter demokrasiyi bilir. Burjuva demokrasisi ortaçağa göre büyük bir tarihsel ilerleme oluşturmakla birlikte her zaman dar, güdük, düzmece, ikiyüzlü bir demokrasi, zenginler için bir cennet, sömürülenler, yoksullar için bir tuzak, bir aldatmaca olarak kalır.” (Linin, Proleter Devrim ve Dönek Kaustky) Alıntıda çok net ve özlü olarak ifade edildiği gibi sınıflı bir toplumda demokrasi ikiyüzlü ve yanılsamalı bir katılımı ifade eder. Egemen sınıf kendisi dışındakileri iktidardan dıştalar ve halkın yönetimi kocaman bir safsata olarak kalır. Bundan binlerce yıl önce Atina demokrasisi yurttaş sayılanlar için en geniş katılımı sağlamaya çalıştı. Yurttaşların rahat yaşamaları, ideal toplum düzenini yaratmaları, bilim ve sanatın gelişmesi için gerekli koşulları oluşturmaları için biz dizi soruya yanıt aradı. Fakat her şey yurttaşlar içindi. Bu sistemde kadınlara, kölelere, yabancılara yer yoktu. Aradan binlerce yıl geçti. Bugün iktidarda köle sahiplerinin yerini burjuvalar aldı. Burjuvazi toplumsal olanakları, kaynakları yalnızca kendi çıkarları için kullanıyor. Gerçek yöneticiler onlardır. Yasalar önünde eşit olan, yasaları yapan, değiştiren, savaşları yaratan, halkları iliklerine kadar sömüren, demokrasiyi gerektiğinde dilinden düşürmeyen, gerektiğinde ordularıyla balans ayarı yapan burjuvazidir. Konumuzu tamamlamak açısından kısa bir alıntı da Engels’ten yapmak istiyoruz.

Devlet bir sınıfın bir başka sınıf tarafından ezilmesi için bir makineden başka bir şey değildir. Ve bu krallıkta olduğu gibi demokratik cumhuriyette de böyledir.” (Engels, Marks’ın İç Savaş’ın Önsöz)

Batı demokrasilerine şöyle bir göz atalım: Bütün temel yasalar tekelci sermayenin çıkarları niçin düzenlenmiştir. İşçiler, emekçiler için bazı hakları düzenleyen maddelerin ise gerçekte kağıt üstünde olduğu görülecektir. Toplanma ve basın özgürlüğü, yasalar karşısında eşitlik, örgütlenme ve ifade özgürlüğü burjuvazinin çıkarlarına dokunmadığı sürece halklar için bir haktır. Eşik aşıldığı zaman TV’lerde gördüğümüz şiddet tabloları çok rahat uygulanabiliyor. Sömürülenlerin kölelik durumlarını kabul etmemeleri halinde sıkıyönetim ilanlarına gidebiliyorlar. Halklara yaklaşımlarına bakalım: Her biri aynı zamanda sömürgeci devlet ya da devletiydiler. Örneğin kendisine işçi partisi adını veren partiler (İngiltere) Irak’a işgal orduları göndermiş, işkence ve katliam uygulamalarının talimatını vermişlerdir. 20. yüzyıl iki büyük emperyalist paylaşım savaşına tanık oldu. Nazilerin toplama kamplarını yarım ağızla kınayan ABD Vietnam’da çok daha vahşi uygulamalara gitti, bugün aynısını Irak’ta uyguluyor. Emperyalist kapitalist sistem halklara sömürü, katliam, uyuşturucu ve işkence dışında bir şey götürmedi.

Burjuva demokrasisi, burjuvaların kendilerini yönettiği, burjuvaların yaşamlarını güvenceye alan, bu sınıfın refahı ve gelişimi için sınırsız olanaklar açan bir sistemdir. Bu sistemde siyaset yapma, parlamentolarında söz sahibi olabilme hakkı parası olanlar (tekeller, bankalar, mafya, vb.) için tanınmıştır. Bu sistem içinde işçi sınıfına, ezilen ve sömürülen halklar için demokrasi aramak kendini ve halkları kandırmaktan başka bir anlam taşımaz.

O halde ezilen ve sömürülen halklar kendi demokrasilerini sosyalist toplumda arayacaklardır. Bu da sermaye sahiplerinin iktidarına son vermek, sosyal bir devrim gerçekleştirmekle mümkündür. Gerçi bu konuda yaşanan deneyimler başarısızlığa uğradı, sosyalist demokrasi geliştirmek yerine bürokratik devletlere dönüştüler. Ancak bu olumsuz pratiklere rağmen devletin sönümlenmesini öngören sosyalist demokrasiler, en geniş halk kesimlerinin kendi kaderi üzerinde söz söylediği sistemlerdir. Halkın iktidarda olduğu, eşitlik ve katılım yanılsamasının aşıldığı, ulusların kendi kaderlerini özgürce tayın edebildiği bir yerde en geniş demokrasiden söz edilebilir. Bizler en geniş demokrasiden emekçilerin ve yoksulların çıkarlarının iktidara taşındığı, her kes için olanakların eşit yaratıldığı, bireylerin her türlü özerkliğinin ve özgürlüğünün gerçekleştiği, halkın kendi kaderine sahip çıktığı, insana saygının temel alındığı bir sistemi anlıyoruz. Toplum ve insan bu yönetim biçimi içinde birlikte gelişim dinamiklerini yakalayacaklarıdır. Eşitlik ve özgürlük, birbirine sıkı sıkıya bağlı, birbirlerini koşullayan ve bütünleyen kavramlardır. Proleter demokrasi, kendine güvenen, yönetimin özgür katılım ve herkesin yararı olduğu bilincine ulaşmış, bilim, sanat, felsefe ile yeteneklerine göre uğraşan, insanın ve toplumun gelişimi için uğraş veren özgür insanları geliştirecektir. Proleter demokrasiden bir kültür ve yaşam biçimi olarak söz etmek de mümkündür. Küçük bir azınlığın, partilinin ya da sınıfın çıkarlarını kurumlaştırmak, temsil etmek sosyalist topluma giden yolda büyük handikaplar yaratacaktır. Kısacası demokrasi sosyalist topluma ulaşmak için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Demokrasiyi yaratmak ise sosyalist bilinç, sosyal devrim ve proletaryanın iktidarı ile olanaklıdır.

 

II. Bir Yanılsamadan Kurtuluş

 

Yazının girişinde yönelttiğimiz sorulara tekrara dönecek olursak; açık ki emekçiler, sömürge halklar ve ezilenler çok ciddi ve kapsamlı saldırılarla karşı karşıyadırlar. “Sol” adına üretilen bu teorilerin halkları örgütsüzleştirme, emperyalist kapitalist sisteme mahkum etme, seçeneksiz bırakma amacı taşıdığı çok açık. Burjuva demokrasileri yüceltilerek devrimden, örgütlü mücadeleden kaçışın teorileri yapılıyor. Bu kesimler halklara ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin çabasını gösteriyorlar. Bunlar Bernstein, Kautsky gibilerini fersah fersah geride bırakacak bir ustalıkla egemenlere hizmet etme yarışındadırlar. Hiçbir bilimsel temele dayanmayan mistik, idealist, eklektik düşünce kırıntıları ile oportünist ve revizyonistlerin bayatlamış tezlerini karıştırıp Marks’ı aştıklarını (Öcalan örneğinde olduğu gibi) iddia edebilecek kadar gözü dönmüş bir saldırganlık içindedirler. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün emekçiler, işçi sınıfı bu saldırının anlamını görmek, Mazlumların, Denizlerin yarattığı değerlere ve geleceğe sahip çıkmak durumundadır. Bunun için kendisini “Yüce kişilik” ilan edip egemenlerin sözcülüğünü yapanların maskelerini indirmek gerekir. Halklarımızın özgürlüğe, demokrasiye, eşitliğe, kendilerini iktidara taşıyacak bir devrime ihtiyacı vardır.

Son yıllar bilimsel sosyalizmin doğrularını bir kez daha kanıtlamaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmadı. TC’den demokrasi beklemenin büyük bir aldatmaca olduğunu Kürt halkı bir kez daha gördü. Demokratik Cumhuriyet ile önümüze dikilenin F tipi hapishaneler, katmerleşmiş sömürü, ulusal sorunu inkar ve baskıyla yok sayma olduğunu çok iyi biliyoruz. Demokratik Cumhuriyet hedefinin gerçekte halkımızı hedefsizleştirme, mücadele kazanımlarını adım adım teslim etme, değerleri yozlaştırma ve tepkileri düzeniçileştirme olduğu daha ne zamana kadar görmezlikten gelinecek? Bu gerçeği görmek istemeyenler 2004 Newroz kutlamalarında Diyarbakır gençliğinin durumuna bakabilirler. Kürt halkı başta olmak üzere halklarımızın önünde bir tek seçenek vardır: O da bu teori sahiplerinin gerçek yüzlerini teşhir etmek, burjuva demokrasisini burjuvazinin akıl hocalarına bırakıp sosyalist devrim seçeneğini sahiplenmektir. Halklarımızın gerçek anlamda özgürlüğü, insan haklarını, adaleti, eşitliği sosyalist demokraside bulacaklardır. Bu sosyalist demokrasi kendi adına işlenmiş olumsuzlukları aşarak kendini üretecek sosyalist demokrasi olacaktır…

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter